İmâm-ı Rabbani (k.s.) buyurdu ki, “İnsanlar, riyâzet ve mücâhedelere heves ederler, halbuki namazın edeblerine riâyet ve dikkat etmek, riyâzet ve mücâhedelerden çok daha üstündür. Bilhassa farz, vâcib ve sünnet namazlarında, buyurulduğu gibi namaz kılmak çok zor ele geçer. Bunun için Allâhü Teâlâ buyuruyor. “Namaz ağır bir yüktür. Ancak kalbinde huşu olanlara ağır gelmez.”
Câhil sofîler, zikre, fikre sarılıp, farzları ve sünnetleri yapmakta gevşek davranıyorlar. Kırk gün çile çekmeyi ve riyâzetler yapmayı beğeniyor, Cuma namazına ve cemâate gitmiyorlar. Hâlbuki, bir farz namâzı cemâat ile kılmak, onların binlerce, kırk günlük çilelerinden dahâ fâidelidir. Cuma namâzına ve her gün beş vakit namâz için cemâate ve bayram namâzlarına gitmek İslâm’ın zarûrî emirleridir.”
Bize bu nasihâtlerde bulunan İmâm-ı Rabbani (k.s.), kendi hayatlarında da bu konularda oldukça titiz davranmıştır. İmâm-ı Rabbani (k.s.), abdest aldıktan sonraki, iki rekât namazı ve camiye girince, hürmeten kılınan iki rekâtı terk etmezlerdi. Revâtıb sünnetleri (vakit namazlarının sünnetleri) gibi, zevâit (kuşluk, evvabin gibi) sünnetleri de hazerde ve seferde dâima kılarlardı. İyi âmellerde ve işlerde bir ilâve ve noksanlık yapmamak için çok ihtiyâtlı davranırlardı. Teravih namazı hâriç hiçbir nafile namazı cemâatle kılmazlardı. Hattâ, “nafile namazları cemâatle kılmak mekrûhtur” derlerdi. Aşure günü Berât ve Kadir geceleri cemaatle nafile namaz kılanları men ederlerdi. Hatta bu hususta fıkhın en kuvvetli rivâyetlerini bildiren bir mektup yazmışlardır.
İstihâre ederek iş yaparlardı. Az veya çok mühim olan işlerde muhakkak istihâre ederlerdi. Bazen birçok mühim meseleye bir istihâre ederler ve hepsini ayrı ayrı sayarlardı. Teşehhüdde (Ettehıyyatü okurken) sağ ellerinin işaret parmağını kaldırmazlardı. Yalnız başlarına nafile namaz kıldıkları zaman, rükûdaki ve secdedeki tesbihleri beş, yedi, dokuz veya onbir defa okurlardı.(M. Haşim-i Kışmî, Berekât, s.278)