“Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir fazlalık olmak üzere namâz kıl. Böylece Rabbinin, seni, övgüye değer bir makâma (Makâm-ı Mahmud’a) göndereceğini umabilirsin.” (İsrâ s. 79) Hz. Peygamber (s.a.v.), “Makâm-ı Mahmud, ümmetime şefaat edeceğim bir makâmdır.” buyurmuştur. (İmâm Taberî) İmâm Tirmizî’den gelen bir rivâyette de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Makam-ı Mahmud sorulmuş; “O, şefaattir.” cevâbını vermiştir.
Âyetin mânâsı, Rûhu’l-Beyân tefsirinde şöyle açıklanıyor: “Makam-ı Mahmud, mahşer ehlinin tamamına şefaat etme makamıdır. O umumî şefaat sırasında herkes Peygamberimiz (s.a.v.)’e gıpta eder. Çünkü kendisinden şefaat istenen peygamberlerin hepsi de ilk önce şefaat etmekten kaçınır ve herbiri şefaat isteyenleri diğer bir peygambere gönderir. Sonunda bütün insanlar Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e gelirler. Peygamberimiz (s.a.v.) de, “Ben şefaat etmeye ehilim.” buyurur ve büyük şefaatını yapar. Diğer peygamberler ondan sonra şefaat ederler.”
Ömer Nasuhi Bilmen ise bu âyetin tefsirinde şu mânâyı veriyor: “Muhakkak ki, Rabbin seni bir Makam-ı Mahmuda, bir şefaat-ı kübrâ (büyük şefaat) makamına gönderecektir. Senin dereceni bütün mahlûkâtın fevkine (üstüne) yükseltecektir.”
Abdullah b. Ömer (r.a.)’den gelen bir rivâyet de şöyledir: İnsanlar, Peygamber (a.s.e.)’nin ümmetleri olarak, cemaat cemaat toplanırlar. Her ümmet, peygamberinin peşine düşer ve: Ey filân, bize şefaat edip bizi bu sıkıntıdan kurtar.” diye ricâ ederler. Büyük peygamberler dolaşılıp hepsinden, bu konuda bir şey yapamayacaklarına dair cevâp alındıktan sonra, şefaat işi dönüp dolaşıp son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gelir. İşte bu, Cenâb-ı Hâkk’ın O (s.a.v.)’i, Makâm-ı Mahmud’a gönderdiği gündür.”
Cenâb-ı Hâkk cümlemizi Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in şefaatine nâil eylesin. Âmin.
(Hâkk Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, s.48)