İmâm el-Kerhi, şöyle demiştir: Oruç tutmamayı mubâh kılan hastalık; ölümle sonuçlanacak veya hastalığın artmasına sebep olacak veya yeni bir hastalığın doğmasına sebebiyet verecek hastalıktır. Bu durumda olan kişiler oruç tutmazlar.
İmâm el-Kâsânî, şiddetli açlık ve susuzluk sebebiyle ölüm tehlikesinin bulunduğu hallerde de sanki ölüm tehlikesi bulunan bir hastalıkta olduğu gibi oruç terk etme ruhsatının olduğunu beyân etmiştir.
Hastalık veya sefer sebebiyle oruç tutmayan kişinin, sıhhâtine kavuşması muhtemel ise iyileşince, tutmadığı günleri kaza eder. Keza yolcu olan kişi de vatanına dönünce kaza etmelidir. Eğer iyileşmesi muhtemel değilse veya oruç tutamayacak derecede yaşlı ise kaza etmesi gerekmese de Hanefi mezhebine göre tutmadığı günler için fidye vermesi veya varislerine fidye vermeleri için vasiyette bulunması gerekir. Bu fetva istihsanın gereği olup kıyasa göre fidye vermesine gerek yoktur.Bu konuda Hanefi mezhebinin delili şu âyet-i kerimedir: “İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir.” (Bakara s. 184)
Ayrıca iyileştiğinde veya seferden döndüğünde kaza etmeyip daha sonra yaşlılık veya iyileşme ihtimâli olmayan bir hastalığa yakalanması sebebiyle kaza edecek gücü olmaması durumunda da fidye vermesi gerekir. Zira sağlığında kaza etmediği oruçlar zimmetinde borç olarak duruyordur. Bunların güne gün kazası da mümkün değildir. Şu halde fidye verilerek kaza edilmesi gerekli olmuştur. Hastalığı devam etme esnasında ya da sefer esnasında vefât etse üzerine kaza da fitre de vacip olmaz.
(Sualli-Cevaplı İslam Fıkhı, c.3, s.368-369)