Nebi (s.a.v.)’i dünyayı teşriflerinin kutlanması yüzyıllardır Müslümânlar tarafından icra edilen sünnetlerdendir. Bizzat Nebi (s.a.v.) Efendimiz, “Bu günde doğdum” buyurarak pazartesi günleri oruç tutmuştur. Hz. Ömer (r.a.) dönemine gelindiğinde ise okula giden öğrenci çocuklar için her yıl, Kurban Bayramında dört gün ve “mevlid gecesi” dolayısıyla da bir hafta tatil günü belirlenmiş ve Hz. Ömer (r.a.) bunu devam ettirenlere hayır duâda, kaldıranlara da bedduâda bulunmuştur. Bu gelenek son asırlara kadar devam etmiştir.
Kurban ve Ramazan bayramları dışında İslam’da başka bir bayram olmadığı malumdur. Ancak mevlid günü bayramdan daha büyük ve önemlidir. Biz mevlidi bayram olarak isimlendirmiyoruz. Çünkü bütün bayramlar, saadetler ve İslam’la gelen bütün büyük günlerin güzellikleri mevlidle var oldu. Eğer Efendimiz (s.a.v.)’in mevlidi olmasaydı peygamberliği olmazdı, Kur’ân inmezdi, İsra ve Mi’rac olmazdı, Bedir zaferi olmazdı, büyük fetih (Mekke’nin fethi) gerçekleşmezdi. Bunların hepsi bütün hayırların kaynağı olan Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e ve O’nun doğumuna bağlıdır. Mevlid okunmasını bid’at olarak görenlere şunu söylüyoruz:
“Biz O (s.a.v.) ile ferahladığımız ve sevindiğimiz için mevlidini kutluyoruz. Mü’min olduğumuz için de O’nu (s.a.v.)’i çok seviyoruz” Bu mübarek günde, oruç tutmak bol bol salavât getirmek, sevinç göstermek, ziyafetler tertib etmek, bu ziyafetlere katılmak, fakirlere bu günün şerefine sadakalar vermek ve Nebi (s.a.v.)’i öven şiirler okumak ve dinlemek Sâlih kimselerin âdetlerindendir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), daha doğduğu andan itibaren övülmeye başlanmıştır: “Bana bu güzel ve zarif çocuğu veren Allâh’a hamd olsun!” diyen dedesi Abdulmuttalib’in, ve “Sen doğunca dünya ışığa büründü ve Sen’in nûrunla ufuklar aydınlandı.” diyen amcası Hz. Abbas’ın deyişleri bunlardan sadece birkaçıdır. Medîne’ye gelişinden sonra ise pek çok Sahâbî şâir O (s.a.v.)’i övmek için yarışmışlardır.
(Seyyid Muhammed Alevî Malikî, Mevlid-i Şerîf’i Kutlamak, s.10-12)