Kumeyl b. Ziyâd (r.a.) şöyle anlatıyor: Hz. Ali (r.a.) ile birlikte dolaşmaya çıkmıştık. Bir mezarlığın yanından geçerken o şun¬ları söyledi:
“Ey kabirlerde yatmakta olanlar! Ey çürümeye mahkûm olan¬lar! Ey karanlık ve tenha yerlerin sâkinleri! Neler söyleyeceksi¬niz? Bizim söyleyeceğimiz şudur ki siz ölenlerin malları taksim edildi, çocukları yetim kaldı. Hanımları da başka kocalar buldu. İşte biz dünyalıların size söyleyebileceğimiz şeyler bunlardır? Peki sizler neler söyleyeceksiniz?” Bu sözlerden sonra bana dönerek:
“Ey Kumeyl! Eğer kabirlerde yatanlara cevap hakkı verilmiş olsaydı onlar ‘Azığın en hayırlısı takvadır.’ diyeceklerdi.” buyur¬du. Hz. Ali (r.a.) bunu söyledikten sonra ağladı ve:
“Ey Kumeyl! Kabir, yapılan amellerin saklandığı bir sandıktır. İnsan bunu ancak öldüğünde anlayabilir.” dedi.
Hz. Ali (r.a.) şöyle buyuruyor:
“Siz amellerinizin kabul edilmesini istiyorsanız takvâya daha fazla özen gösteriniz. Çünkü takva ile birlikte yapılan hiçbir amel azımsanamaz. Kabul edilen bir amel nasıl azımsanabilir ki?”
Abdullâh b. Mes‘ûd (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Benim yanım¬da; Allâhü Te‘âlâ’nın, yapmış olduğum amellerimden birini kabul etmesi yeryüzü dolusu altınım olmasından çok daha sevindiri¬cidir.”
Ebû’d-Derdâ (r.a.) şöyle buyuruyor: “Akıllı kimselerin gece¬leri uyumaları ve gündüzleri de oruç tutmamaları ne kadar güzel¬dir. Bu gibi insanlar, ahmak insanların, geceleri, ibâdet yapıyoruz diye uykusuz geçirmelerini ya da oruç tutuyoruz zannıyla bütün bir gün boyunca boşu boşuna aç kalmış olmalarını ayıplamakta ne kadar haklıdırlar. Takvâ sahibi akıllı kimselerin kazanmış ol¬duğu sevabın bir zerresi kendini aldatan ahmak kişilerin yapmış olduğu dağlar kadar ibâdetlerden daha iyi ve daha üstündür.”
Ebû’d-Derdâ (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Allâhü Te‘âlâ (c.c.)’un tek bir namazımı kabul ettiğini öğrenmem, benim ka¬tımda dünya ve içindekilerin hepsinden daha sevimlidir: Çünkü Allâhü Te‘âlâ (c.c.): “Allâh ancak muttakîlerden (sakınanlar¬dan) kabul eder” (Mâide s. 27) buyurmaktadır.”
(M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahâbe, c.3 s.169-171.)