Çeşitli işlenmiş gıdalarla insanları ilk önce şişmanlatıp, daha sonra binbir türlü diyet ürünleri ve reçeteleriyle zayflatmaya çalışan sektörlere hizmet eden diyetisyenlerin sık sık tekrarladıkları bir tavsiye vardır: Günde 3-4 öğün yiyin, sabah kahvaltı mutlaka yapın, öğün atlamayın. Halbuki Cenâb-ı Hâkk’ın bünyemize verdiği açlık hissi boşuna değildir.
Açlık sanki bizim düşmanımız gibi algılanmaktadır. Aslında hayatta kalmamızı sağlamak için tasarlanan muhteşem bir mekanizmadır. Elbette yeriz, çünkü yemezsek yaşayamayız. Ama hayatımızda bir kez olsun kendi kendimize, “şu anda mutlaka yemek yemeliyim, çünkü yemezsem ölürüm” dediğimizi hatırlıyor muyuz? Ama pek çok defa “açlıktan ölüyorum” demiş olabiliriz. Açlık, harika bir fenomendir. Doğal halinde, içinde hiç abur cubur olmayan veya az olan yemekleri düzenli yersek, bir sonraki öğüne kadar açlık çekmeyiz. Ama günde 3 öğün yemeliyiz saplantısından da kurtulmalıyız. Tekrar acıkana kadar yememeliyiz. Acıkınca yemek, daha çok lezzet demektir ve yan etkisi olmayan şahane bir zevktir.
Doğal gıdaların tadsız olduğunu da düşünmeyelim. Aslında bize en fazla fayda sağlayan gıdalar, tadları en lezzetli olanlardır. Rafineri gıdaları terk ettiğimizde bu lezzeti anlarız.
(Prof. Sefa Saygılı, Beslenme Psikolojisi, s.70)
Sonuç olarak Allâh Resûlü (s.a.v.) mide hastalıkların evidir. Tedavinin özü ise perhizdir buyurmaktadır. Yaşamak için yemek gerekir, sağlıklı ve uzun yaşamak içinse az yemek şarttır. Ucuz ve kötü gıdalardan çok miktarda tüketmek yerine nitelikli gıdalardan az miktarda yiyerek sağlıklı kalınız. Az yiyip çok şükredin ki hem bereket artsın hem de sorumluluğumuz azalsın. Doğal gıdaları, az miktarda ve gerçekten acıkınca (günde 1-2 kez) yemeliyiz.
(Kemal Özer, Müslüman’ın Diyeti, s.138)