Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in bizlere vasiyetlerinden biri de, kimsenin gıybetini yapmamamız hakkındadır. Bazı gafil kişilerin söyledikleri gibi, yaptığımız âmellerin, gıybet günâhlarını telâfi edeceği düşüncesini benimsememeliyiz. Her halükârda insanların ırz ve namusları ile uğraşmaktan uzak durmalıyız. Allâh (c.c.)’a kavuşuncaya ve ona hesap verinceye kadar gayemiz, böyle bir fiile bulaşmamak olmalıdır. Âmellerimizin gıybet günâhlarımıza kefaret olup olmamaları, işte o gün belli olacaktır. Bir hadiste de Efendimiz (s.a.v.): “Bir Müslümanın kanı, ırzı ve malı diğer Müslümana haramdır” buyurmuşlardır. (Tirmizî)
Aliyyü’l Havvâs (r.âleyh) bu konu üzerinde şöyle konuşurdu: “Herhangi biriniz bir Müslümanın gıybetini yapıp da sonra kendi kendine, “Benim öyle güzel âmellerim var ki, yaptığım gıybetin günâhlarını bağışlatır” demesin. Çünkü olabilir ki hakkında konuştuğu kimseye bütün âmellerini kefâret olarak verir de yine onu ikna ve razı edemez.”
Gıybet hastalığı pek çok insana sirâyet etmiştir. Bundan kendisini kurtaran pek az kimse vardır. İnsanlar çoğunlukla arkadan bir yüzle, yüzyüze geldikleri vakit ise, diğer bir yüzle kendilerini gösterirler. Akıllı kimse kendi hakkındaki gıybetlere üzülmeyen kimsedir. Üzüleceğine sevinmelidir. Çünkü o kimsenin öcünü Hâkk Teâlâ, Kıyâmet gününde kesinlikle alacaktır. Hakkında gıybet yapılan kimse, ne dilerse, dilediğini yapandan almış olur.
Bu ahidle amel etmek isteyenler, doğru bir şeyhin yardımına muhtaçtırlar. Şeyhi o kimsenin elinden tutarak, Kıyâmet gününün korkunç taraflarını gösterir. O kimse de kalbiyle bu dehşet gününün durumunu duymaya ve görmeye başlar. Orada hangi âmellerin geçerli veya geçersiz olduğunu görmüş ve anlamış olur. Hâkk Teâlâ’nın neyi buyuracağını ve neyi kınayacağını anlayarak uyanık bir duruma gelerek böyle bir suçun içine düşmemeye dikkat etmiş olur.(İmâm Şaranî, Büyük Ahidler, s.974-975)