Ölümü hiç unutmamak gerekir. Peygamber efendimiz
(s.a.v.) buyurdu ki: “Sekerât-ı mevt ve can çıkmanın
acısı, mü’min kula, kendisini üç yüz defa kılıç ile öldürmekten
fazladır.” Enes bin Mâlik (r.a.) Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) Efendimiz’den bildirir. Buyurdu ki: “Her gün gök
yüzünden iki melek seslenip: ‘Ey dünyâda bulunanlar!
Siz ölmek için doğdunuz, yaptıklarınız harâb olur, toplayıp
biriktirdikleriniz düşmanların nasibi olur. Halbuki
bunların hesabı sîzden sorulur ve azâbı size olur’
derler.”
Ey kardeşim! Dikkat et! Ne ile meşgulsün. Uyan, kendine
gel! Peygamber (s.a.v.) Efendimiz asla dünyâ işi için taş
üstüne taş koymamıştır. Âhirete intikaline kadar hep böyle
devam etmiştir. Binaya, taşa gönül bağlamak için katı kalbli,
taş yürekli olmak lâzımdır. Bu gün, yarın kaldırabileceğin
kadarını, üzerine al. Taştan, tuğladan olan evini kaç defa
onardın, bir defa da gönül evini ta’mîr eyle. Beyt:
Evi ne kadar sağlam, ne kadar süslü yapsan,
Ölüm meleği o eve, gelir bir gün, bir zaman.
Nitekim Allâhü Te‘âlâ Nisâ sûresi 78. âyetinde: “Her
nerede olursanız, ölüm size erişir; tahkim edilmiş yüksek
karalarda bulunsanız da” buyuruyor. Süddî ve Ebû
Katâde kavline göre, “Göklerin oniki burcunda olsanız da”
diye gelmiştir. O halde, ey kardeşim! Demirden karalar,
taştan surlar içinde olsan, ölümü kendinden uzaklaştıramazsın.
Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bir gurub insanlara uğradı.
Ağızlarını açıp kahkaha ile gülüyorlardı. Buyurdu ki:
“Eğer, lezzetleri yıkan ölümü hatırlasaydnız, gülemezdiniz.
Ölümü çok hatırlayınız. Çünkü kabir sizin için
bir evdir ve yâ Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da
Cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır.”
(Muhammed Rebhami, Riyâdü’n-Nasihin s. 247)