Şeriat ve Tasavvuf

Şeriat ve Tasavvuf nedir? Şeriat İslam’ın hükümlerini mi içermektedir? Tasavvuf nedir ve İslam’da dayanağı nedir? Bu ve bunun gibi birçok sorunun cevabı yazımızda.

Müslümanların hayatına pek çok bid’at ve hurâfenin girdiğini büyük bir ıztırâbla müşâhede eden İmâm-ı Rabbâni (k.s.), Allâh (c.c.)’un hükümlerinin tekrar hayata geçirilmesi için büyük gayret sarf etti. Sohbetlerinde, mektuplarında ve eserlerinde sık sık bu hususa temas edip şöyle buyurdu:


Şeriatin üç kısmı vardır: İlim (akâid ve fıkıh), âmel ve ihlâs (tasavvuf). Bu üçü gerçekleşmeden şeriat tahakkuk etmez. Şeriat ne zaman yaşanırsa, işte o zaman bütün dünyevî ve uhrevî saadetlerin üzerinde olan Cenâb-ı Hâkk’ın rızası kazanılmış olur. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “…Allâh’ın rızası en büyüktür…” Şeriât, bütün dünyevî ve uhrevî saadetleri temin etmektedir. Şeriatin ötesinde, ihtiyâç duyacağımız başka bir gaye yoktur. Sûfîlerin teksif olduğu tarikat ve hakikat ise, şeriatin hâdimleridir. Bunlar şeriatin üçüncü kısmı olan ihlâsı tamamlarlar. O hâlde bunları elde etmekten maksat, şeriatı tamamlamaktır yoksa şeriatin ötesinde başka bir şey değildir.
Buna göre tarikat, şeriatin hakikatine ulaşmaktır, yoksa şeriat hakikatten farklı bir şey değildir.

Bâtın, zâhirin tamamlayıcısı, kemâle erdiricisidir. Bu sebeple şeriatin zâhirine ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin icmâına (üzerinde ittifak ettikleri hükümlere) aykırı olan keşifler, kabûle lâyık değildir.

Nitekim İmâm-ı Rabbânî (k.s.) şöyle buyururdu: “Mânevî hâller, şeriate bağlıdır; şeriat hâllere bağlı değildir. Çünkü şeriat sağlam ve kesindir, doğruluğu vahiyle sâbittir. Hâller ise zannîdir, keşif ve ilhâmla sâbittir.”
Tasavvufa girmenin bir diğer maksadı da, sâlih amelleri rahat ve kolay bir şekilde yapabilmek ve nefs-i emmâreden kaynaklanan tembellik, inat ve zıtlaşmayı yok etmektir.


(Ömer Muhammed Öztürk, Asırların Nadir Yetiştirdiği Veli Hz. Sâmi)