Osmanlı, Allâh’ın dînini yaymak için cihâd etmiş, düşmanlarına;
İslâm’ı kabul etmelerini, kabul etmemeleri hâlinde cizye
vererek İslâm bayrağı altında huzûrla yaşamalarını teklif
etmiştir.
Nitekim Petervaradin’in fethinden evvel, Kur’ân ve Sünnetin
emrine uyularak sulh içinde itaatleri istenmiş ve isyan ve
zulümde inad edince cihâd ilan edilmiştir. Osmanlı tarihleri,
her savaş öncesi, “Kötülüğü en güzel bir şekilde bertaraf
ediniz” hadîsi ve “Rabb’inin yoluna hikmet ve güzel öğütle
davet et” âyetinin emirlerine uyulduğunu açıkça beyan
etmektedir. Bu dediğimiz hususu, Batılı tarihçiler de kabul
etmektedirler. Mesela Alman Tarihçi Lies aynen şunu söylemektedir:
“Rum ve Acem ülkeleri feth edilince, Müslüman ordusu
ülkelerin insanlarını, İslâm ile kılıç arasında değil, İslâm
ile cizye arasında serbest bırakırdı. Bu husus methe layıktır.”
Düşmanın İslâm toprağını istila etmesi veya tahammül
edilemez bir şekilde hareket etmesi hâlinde, müdafaa harbi
yapmak gerekir Osmanlı Devleti’nin savaşlarının önemli bir
kısmı, müdafaa harbi niteliğindedir.
Güçsüz ve zayıf kimselere destek olmak gibi insanî sebepler
de harb sebebidir. Rodos’un fethi orada bulunan 5-6
bin kadar Müslümana zulüm yapılması hatta yerli halka bile
zulmedilmesidir. Gerçekten buradaki Müslümanları, Hıristiyan
idareciler adada esir tutmuşlar; gündüz boyunları bukağıda
ve gece ise ayaklarına zincir takmışlardır. İbn-i Kemal, Mohaç
Seferinin sebeplerinden biri olarak Macar Valilerinin ahaliye
yaptıkları zulmü göstermektedir. Nitekim gayrı Müslim tarihçiler
dahî, Bizans’ın zulmünden dolayı çok sayıda Hıristiyan’ın
Osmanlı askerlerinden yardım istediğini açıkça ifade etmektedirler.
Münafıkları, dinden dönenleri, İslâm’ın kesin emirlerini
(zekât gibi) inkâr edenleri, İsyancıları ve andlaşmayı
bozanları cezalandırma gayesi de meşru’ bir harbin gerekçelerindendir.
Osmanlı Devleti’nin Anadolu Beylikleri ve Celâlî
isyanları İle ilgili hareketleri bu manada harbe girmektedir.
(Ahmed Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, s.27-28)