Kurban bayramında teşrîk tekbirleri vâcibdir. Arefe günü, sabah namazından başlar, kurban bayramı dördüncü günü ikindi namazına kadardır. Yirmi üç vakit eder. Delîli, Allâhü Teâlâ’nın: “Allâhü Teâlâ’yı çok zikredi.n” âyetidir. (Taberâni) Tekbîr zikirdir. Bu daha evlâdır. Çünkü yirmi üç defa tekbîr yapılmaktadır.
Hanefi mezhebine göre, kurban vâcibdir. Vâcib olduğuna delîl, Resûlullâh (s.a.v.)’in: “Kurban kesecek durumda olup da kesmeyen, bizim namazgahımıza gelmesin.” (Ebû Hureyre) hadîs-i şerîfi’dir. Nebî (s.a.v.), Arefe gününün orucu hakkında “İki yıllık günâha keffârettir. Biri geçmiş senenin, diğeri gelecek senenin günahlarıdır” (Sahih-i Müslîm) buyurmaktadır. Katâde (r.a.), şöyle demektedir: Zeyd B. Erkâm’dan rivâyetle Nebî (s.a.v.): “Kurbân edilen hayvanın üzerindeki kıllar sayısınca, sahibine sevâb yazılır.” (Riyâd’ün-Nâsihîn)
Kurban, hür, mukîm olan ve sadaka-i fıtır nisâbına Kurban bayramı günü mâlik olan Müslümâna vâcibdir. Kurban, koyun, keçi, sığır ve deveden birini, kurban bayramının ilk üç gününde, kurban niyyeti ile kesmek demektir. Hadîs-i şerîfte: “Âdemoğlu için, Kurban bayramı günü, Allâh (c.c.) katında kurban kanı akıtmaktan daha sevgili bir şey yoktur” buyuruldu. (Tirmizî)
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Kerîmeleri Hz. Fâtıma (r.anhâ)’ya: “Ey Fâtıma! Kalk! Kurbanının yanına git ve kurban kesilirken şu duâyı oku:
“İnnesalâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtîlillâhirabbil-âlemîn, lâşerike lehü ve bizâlikeümirtüve ene evvel-ülmüslimîn.” (Şübhesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allâh (c.c.) içindir. O (c.c.)’ün ortağı yoktur. Ben bununla emr olundum ve ben Müslümân olanların ilkiyim.” (En’âm s. 162-163)
Muhakkak ki, kurbanından yere damlayan ilk kan damlası ile ömründe işlemiş olduğun her günâh mağfiret olunur. Muhakkak yarın kıyâmet günü, kestiğin bu kurbanın kanını ve etini getirip, terazinin sevab kefesine koyarlar.”
Kendi kurbanının etinden yemek, zengin ve fakirlere yedirmek, saklamamak müstehabdır. Bu kadarını yapamazsa, üçte birini dağıtmalıdır. Bundan aza düşmemelidir.
(Muhammed Rebhani, Riyâd’ün-Nâsihîn, s.262-263)