Resûlullâh (s.a.v.)’in huzur-u saâdetinde durmak ve onu diri iken ziyaret ediyormuş gibi ziyaret etmek gerekir. Sağken onun şahsına ne kadar yaklaşabiliyorsak, kabrine de o kadar yaklaşmak gerekir. Çünkü mezarı kucaklamak ve öpmek hristiyanların ve yahudilerin âdetidir. Rasûlullah (s.a.v.) senin orada hazır bulunduğunu, orada ziyaretçi olduğunu bilmektedir. Ona verdiğin selâm ve getirdiğin salâvat-ı şerîfeler kendisine aynı anda yetişir. Bu bakımdan onun mübârek suretini hayalinde canlandır. Mezarında oturduğunu ve senin hareketlerini seyrettiğini hayâline getir. Onun büyük rütbesini kalbinde yaşat. Çünkü Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allâh Te’âlâ benim kabrimde bir meleği vekil kılıp orada vazifelendirmiştir. Ümmetimden bana selâm verenlerin selâmını o melek bana tebliğ eder.” (Nesâî)
Hadîs-i şerifte selâmı Resûlullâh(s.a.v.)’a tebliğ edilen kimseler, kabr-i şerife varıp ziyarette bulunmayan kimselerdir. Acaba vatanından ayrılıp o uçsuz bucaksız çölleri aşarak aşk ve şevk ile Rasûlullah (s.a.v.)’in mânevî huzuruna varmak isteyen ve onun meşhedini görmekle yetinen, onun mübarek yüzünü bil-fiil görmediğinden ötürü hasretler çeken bir kimsenin vermiş olduğu selâm ve getirmiş olduğu salât ü selâmlar nasıl olur?
Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kim bana bir defa salât ve selâm getirirse (ona karşılık olarak) Allâh Te’âlâ o kimseye on defa salât ve selâm okur.” (Müslim)
Bütün bunlar diliyle Rasûlullah (s.a.v.)’e salât ve selâm getirenin mükâfatıdır. Acaba bedeniyle Rasûlullah (s.a.v.)’in ziyaretinde hazır bulunanların mükâfatı ne olur?
Hadis-i Şerif : “Vefatımdan sonra kabrimi ziyaret eden beni hayatta iken ziyaret etmiş gibidir.”
(İmam Gazali, İhya-i Ulumi’d-din, c.1, s.767-768)