Müdrik, namazın başından sonuna kadar fasılasız olarak imâma uyan ve bütün rekâtları imâmla beraber kılan kimsedir. Nafile bir namaza başlamış olan bir kimse, yanında cemaatle namaza başlanınca, bu nafileyi iki rekât olmak üzere tamamlar.
Namazı vâktinde kılmaya edâ, vaktinden sonra kılmaya kazâ denir. Farz namazların kazâsı farz olduğu gibi vâcib namazın kazâsı da vâcibdir. Cuma namazı ve nâfile namazların kazâsı olmaz.
Duhâ vaktinde iki rekat veya daha çok nafile namaz kılınmalıdır. On iki rekate kadar üç selâmla veya isterse altı selâmla kılınır. En az iki en çok on iki rekat olmaktadır.
1. Başlangıç ve vitrin Kunut tekbirinde erkeklerin kulakları, kadınların omuzları hizasına ve ellerinin içini kıbleye çevirerek kaldırmaları, 2.Tekbirler esnasında avuçları kıbleye çevirmek, 3. Kıyamda sağ eli sol eli üzerine koyarak ellerini bağlamak,
İkindi namazının farzından önce dört rek’at namaz kıl. Bu namaz, gayr-i müekked sünnet bir namazdır.
Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: Cuma günü guslünü yapan güzel koku sürünen temiz elbiselerini giyip Cuma için mescide giden namaza kadar oturup okunanları dinlerse onun bu hareketi Cuma ile öteki Cuma arasındaki günâhlarına keffâret olur
Namazın altısı içinde altısı da dışında olmak üzere on iki farzı vardır. Namazın dışındaki farzları: 1.Vakit: Her namazın belli bir vakti vardır. 2. Niyet: Niyetle namaz arasında dünya ameli, mesela yemek içmek, konuşmak gibi şeyler olmamalıdır.
Namazın farzlarını lâyık olduğu şekilde edâ edilmeli, vâcib ve sünnetlerini tamam yapılmalıdır. Muâz bin Cebel (r.a.) rivâyeti ile bildirilen hadîs-i şerîfte: “Namaz bir ölçektir. Kim namazı tam olarak ölçerek yerine getirirse, karşılığını tam ölçü ile alır
Peygamberimiz (s.a.v), bu namazda uzun sûreler okur ve şöyle buyururdu: “Bu vakitte gök kapıları açılır. Gök kapılarının açıldığı bu vakitte sâlih âmellerimin göğe yükselmesi benim hoşuma gider.”
İbn-i Ömer (r.a.) Peygamber (s.a.v.)’den şöyle rivâyet etmiştir: “Geceleyin abdestli yatan […]
Müslümanlar cemâat ile namaz kılmayı ganîmet bilmelidir. Çünkü bunda tek başına kılmaktan kat kat çok sevâb, Allâhü Teâlâ’nın rahmeti ve rızâsı vardır. Kendisi büyük ve cemâati çok olan mescidi seçmelidir
mam-ı Âzam Ebû Hanife (r.a.)’a göre; toprak, kum, taş (tozu), kireç, alçı, sürme ve zırnık gibi yerin cinsinden olan her şeyle teyemmüm etmek caizdir. Bir kimse, misafir olduğu halde veya şehir haricinde olup, şehir ile bulunduğu yerin arasında bir mil (dört bin adım) yahut daha fazla mesafe bulunursa ya da suyu bulabiliyor da, suyu kullandığı takdirde hastalığının artacağından, veya cünüp olan şahıs soğuk su ile yıkandığı takdirde öleceğinden veya hastalanacağından korkarsa, o zaman temiz toprak ile teyemmüm eder.
(Bir kimse akar bir suya veya havuza dalsa veya yağmur altında durup bütün vücudu ıslansa, ağız ve burnuna da su alırsa, gusül vazifesini yerine getirmiş olur.)
İbn Abbâs (r.a.), gözleri görmez olduğu vakit kendisine: “Seni tedavi ederiz, fakat birkaç gün namazı terketmen gerekir,” dediklerinde, kendisi: “Hayır, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in: “Namazı terkeden kimse, Allâhü Teâlâ kendisinden gazablı olduğu halde, Allah’a ulaşır” buyurduğunu duydum, demiştir. (Mecmeu’z-Zevâid)
Abdesti bozan şeyler şunlardır:
1. Ön ve arkadan çıkan her şey. 2. Kendiliğinden akmayıp akıtılmış da olsa, yaradan çıkan (kan, irin gibi) necis maddenin, çıktığı yerden taşıp temiz yere bulaşması. 3. Ağız dolusu, yani ağzın zorlukla tutacağı kadar çok safra, kan veya yenilen içilen şeyleri kusmak. 4. Tükürükten fazla veya tükürükle aynı miktarda olan kan. 5. Kalça yerleşmeksizin uyumak. 6. Bayılmak, delirmek veya sarhoş olmak. 7. Buluğ çağındaki bir kimsenin, uyanık vaziyette, bile bile, rükû ve secdeli bir namazda, yanındaki bir kimsenin işiteceği kadar gülmesi. 8. Teyemmüm etmiş kimsenin abdest alacak kadar suya kavuşması ile abdesti bozulacağı gibi özür sahibinin de namaz vaktinin çıkmasıyla abdesti bozulur. 9. Göz ağrısı sebebiyle gözden gelen yaş abdesti bozar.
Kulların ilk önce hesaba çekilecekleri şey Allâh (c.c.)’a imân edip etmedikleridir. Eğer imân etmişlerse bundan sonraki aşamada imânın gereklerini yerine getirip getirmedikleri hususunda hesaba çekileceklerdir.
İstihâre namazı şöyledir: Hakkında bir şeyin hayırlı olup olmadığına dair manevi bir işarete nâil olmak isteyen kimse yatacağı zaman iki rek’at namaz kılar.
Allâhü Teâlâ buyuruyor. “Namaz ağır bir yüktür. Ancak kalbinde huşu olanlara ağır gelmez.” Câhil sofîler, zikre, fikre sarılıp, farzları ve sünnetleri yapmakta gevşek davranıyorlar.
Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) bu sözden şaştı kaldı. Kalbine ilhâm gelip: “Ey Cüneyd, ona söyle, beni sevdiğini iddia ediyor mu? Eğer seviyorum derse, de ki, sevdiğinin emrine nasıl muhalefet ettin. Hiç seven sevdiğinin sözünü sevgili bulmaz, dinlemez mi?” buyuruldu. Şeytan bu sözleri duyunca, feryâd edip: “Ey Cüneyd, beni yaktın” dedi ve ağladı.
Hz. Peygamber (s.a.v.) güç bir işle karşılaştığında namaza koşardı. Ayrıca Cenâb-ı Hâkk , “Şüphesiz Allâh sabredenlerle beraberdir” buyurmuştur Yani bu, “Onlara karşı Allâh sana yeter. O hakkıyla işiten ve bilendir.”(Bakara s. 137) âyetinde de olduğu gibi, sabredenlere yardım etme manasında onlarla beraberdir.
Huzûr-u kalb, namazın rûhudur. Bu rûhun en az derecesi de tekbîr ânındaki huzûrdur. Artık bundan noksanı olursa helâk demektir. Ne kadar çoğalırsa o nisbette namazın cüzleri arasına rûh yayılır, nice hareketsiz diriler var ki onlar ölü hükmündedir. Yalnız iftitah tekbirinde huzûr olup, diğer kısımları gaflet ile geçen namaz da son nefeslerini yaşayan hasta gibidir. Bunun içindir ki Hz. Âişe (r.anhâ): “Resûlullâh (s.a.v.) bizim ile konuşur, gülerdi. Fakat namaz vakti gelince sanki ne o bizi tanır ve ne de biz onu tanırdık” buyurmuştur.