Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayetle, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Önceki peygamberlerden herbirine, insanların o sayede imâna girecekleri bir mucize verilmiştir. Ancak Allâh (c.c.)’un bana verdiği mucize, Allâh (c.c.)’un vahyinden ibaret olan Kur’ân mucizesi’dir. Ümmetinin sayısı en çok olan peygamberin, ben olacağı ümidindeyim.” Bu hadis-i şerifin manâsı, önceki peygamberlere verilen mucizeler, geçici mucizeler olmuştur; onları ancak o zaman hazır bulunanlar görmüştür. Asırların sona ermesiyle, onların mucizeleri de sona ermiştir. Kur’ân ve Kur’ân’ın mucizeleri ise kıyâmete kadar süreklidir. Kur’ân, gerek üslûbunda, gerek belâgatında ve gerekse gaybî haberleri ihtiva edişinde harikulâdedir. Hiçbir asır veya devir geçmez ki, Kur’ân’ın verdiği gaybî haberlerden biri zuhur etmesin. Elbette zuhur eder ve Kur’ân’ın dâvasının gerçek olduğuna delâlet eder. Geçmişteki mucizeler gözle görülür, elle tutulur cinsindendi. Salih (a.s.)’ın devesi, Musa (a.s.)’ın asası gibi. Kur’ân mucizesi ise, basarla değil de basiretle görülebilen bir mucizedir. Kalb gözleri kör olanlar, onu göremezler. Aynı zamanda Kur’ân mucizesi, bir zamana mahsus olmayıp devamlı bir mucizedir. Bütün zamanlarda ve asırlarda pek çok sayıda insan ona inanmakta ve uymaktadır. Yâni uyanların sayısı, onun indiği zamana münhasır kalmamaktadır. Yalnız kafa gözüyle görülen bir şey, onu görenin zail olmasıyla, zail olur gider. Kalb ve akıl gözüyle görülen bir şey ise, onu görenlerin zail olmasıyla zail olup gitmez. Her asırdaki akıl ve kalb sahibi kimseler, sanki gözleriyle görmüşçesine ona inanırlar ve onun devamlılığına birer sebeb ve vesile teşkil ederler. (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, s.194)