“Bil ki, Allah’tan başka tapılacak hakikî mâbud yoktur.” Sahih ve Kudsî bir Hadîs-i şerîfte Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.): “Lâ ilâhe illâllah benim kalemdir. Kim bu kaleme girerse azâbımdan emin olur.” buyurmaktadır.
Bu kelime senin kalb dairenin çevresinde hisar olmazsa ve bu kelimenin rûhu, kalb dairesinin merkezini teşkil edip, saltanatı senin nefsini, hevâ ve şeytanını o noktaya girmekten men‘ edemezse, sen hisar dışında kalırsın. Böyle olunca, mücerred Lâ ilâhe illâllah demen ne bir zerre ağırlığına, ne de bir sivrisinek kanadına denk gelir.
Eğer nasîbin bu kelimenin rûhu ve ma‘nâsı ise “İşte Allah, îmânı bunların kalblerine yazmış ve kendi tarafından bir nur ile onları desteklemiştir” (Hucurât s.13) meâlindeki âyette belirtildiği gibi, “Allah’a ve Peygambere itâat edenler var ya; işte onlar Allah’ın nimetine eriştirdiği Peygamberler, dosdoğru olanlar, şehîdler ve iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar! Bu büyük nîmet Allâh (c.c.)’dendir. Bilen olarak Allâh (c.c.) yeter.”
Yok eğer nasîbin sade dilin lâklâkasından ibâretse (Bedeviler “inandık” dediler, de ki; “inanmadınız, bari islâm olduk deyiniz; imân henüz kalblerinize girip yerleşmedi. Eğer Allâh (c.c.)’e ve Peygamber (s.a.v.)’ine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksiltmez. Doğrusu Allâh (c.c.) bağışlar, merhamet eder.) âyet-i kerîmesinde olduğu gibi, o, münafıkların reîsi Abdullah bin Übey bin Kâ’b bin Selûl’ün ve yüz bin münâfıkın nasîbidir. Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruluyor ki: “Münafıklar sana gelince (Senin şüphesiz Allâh (c.c.)’ün Peygamber (s.a.v.)’i olduğuna şahâdet ederiz) derler. Allah, senin kendisinin Peygamberi olduğunu, bununla beraber Allah münafıkların yalancı olduklarını da bilir.” Böyle olunca, sen artık dünya ve âhireti hüsrâna giden kimselerden olursun. “Şüphesiz mü nâfıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı da bulamayacaksın.” (Nisâ s. 145)
(Huccetü’l İslâm İmâm-ı Gazâlî (rh.a.),
Kelime-i Tevhid Kal‘ası, 4.s.)