İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (r.a.) Hazretleri’nin ileri gelen talebelerindendir. Zâhidlerin en meşhûrlarındandır. 165 (m. 781)’de Bağdâd’ta vefât etmiştir.
İmâm-ı A’zam (r.a.)’in yirmi sene derslerine devam etmiştir. Fıkıh ilminde talebelerin içinde en önde gelenler arasına girmiştir. Dâvûd-i Tâî Hazretlerinin tövbe etmesine, şarkıcı bir kadının:
Hangi güzel yüzdür ki, toprak olmadı,
Hangi tatlı gözdür ki, yere akmadı.
beytini işitmesi sebep olmuştur. Bu beyti düşündükçe şuuru alt üst oldu. Zamanının en büyük âlimi İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (r.a.) Hazretleri’nin huzûruna geldi. İmâm-ı A’zam (r.a.) bunun yüzünün renginin değiştiğini görünce sebebini sordu. Hz. Dâvûd-i Tâî: “Dünyâ’dan soğudum. Bende meydana gelen bu hâli, anlatamayacak hâldeyim. Bu hâlin ne olduğunu okuduğum kitaplarda bulamıyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?” dedi. İmâmın gösterdiği yolda, dünyâya düşkünlüğü tamamen terk edip, dînin emir ve yasaklarına uymada, haram ve şüphelilerden kaçmada örnek olacak şekilde ilerledi.
Evinde hiç durmadan, biraz sonra ölecekmiş gibi ibâdet ederdi. Boş şeylerle meşgûl olmazdı. Lüzumsuz bir tek kelime konuşmaz, ibretsiz bir yere bakmazdı.
Yemek yerken vakitten tasarruf olsun diye ekmeği suyun içine doğrar, çorba gibi yapıp öyle yerdi. “Çiğnemek, zamanı uzatıyor, bir lokmayı çiğnemek, elli âyet-i kerîmeyi okumama engel oluyor, niçin zamanı zayi edeyim.” derdi.
Ebû Ayaş anlattı: Dâvûd-i Tâî’nin evine ziyârete gittim. Elinde kuru bir ekmek vardı ve ağlıyordu. “Yâ Dâvûd, sana ne oldu, niçin ağlıyorsun?” diye sorduğumda: “Bu ekmeği yemek istiyorum, fakat helâlden midir, değil midir bilemiyorum.” dedi.
Bir arkadaşı kendisini ziyârete geldi. Dışarıda güneşin altında içi su dolu bir testi duruyordu. “Testiyi niçin gölgeye koymuyorsunuz?” diye sordu. Hz. Dâvûd da, “Testiyi oraya koyduğumda, orası gölgeydi. Onu, güneş ısıtıyor diyen nefsimin arzusu için, yerini değiştirmek husûsunda Allâh’tan utanıyorum.” dedi.
(İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, c.2 s.696)