Nasıl ki Hz. Ebû Bekir (r.a.), Muhâcirlerin en önde gelen şahsiyeti ise, Hz. Sa‘d (r.a.) de Ensâr’ın en önde gelen sîmâsı idi. Bu azîz sahâbî, Fahr-i Âlem (s.a.v.) Efendimiz henüz Medine’yi şereflendirmeden önce Mus’ab ibni Umeyr (r.a.) vâsıtasıyla müslüman oldu. Sa‘d (r.a.), Abdüleşhel oğullarının başkanı olduğu için, o müslüman olunca bütün kabile İslâmiyet’i kabul etti. Kâinâtın Efendisi (s.a.v.) ile Bedir, Uhud ve Hendek gâzvelerinde bulundu. Hendek Gâzvesi’nde kolundan ağır şekilde yaralandı. Hicretin 5. yılında bu yara açıldı ve henüz otuz yedi yaşında iken kolundaki bu kanamadan dolayı vefât etti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in haber verdiğine göre Sa‘d (r.a.) vefât edince, Cenâb-ı Hâkk’ın yüce arşı, onun rûhuna kavuşmanın sevinciyle titremiş, gök kapıları kendisi için açılmış ve cenâzesinde 70.000 melek bulunmuş ve bu aziz insanın nâşını melekler taşımıştır. Bizler arş cansız bir varlık olmalıdır; “Cansız bir şey nasıl sevinir?” diye düşünmemeliyiz. Zira bu husus akılla bilinecek bir şey değildir. İşte burada, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in Uhud Dağı’nı göstererek: “Uhud bizi sever, biz de onu severiz.” hadîs-i şerîfi hatırlanmalıdır. Uhud nasıl seviyorsa, arş da öyle sevinebilir. Arş’ın canlı mı, yoksa cansız mı olduğunu bilmiyoruz ama cansız olduğunu zannettiğimiz dağların, taşların bile Allâh (c.c.) korkusundan parçalanacağı, yuvarlanıp düşeceği Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle belirtilmektedir: “Şâyet biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, sen onu Allâh korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün.” (Haşr s. 21) Yine Allâh (c.c.)’un kitabında Yahudilere hitâben de şöyle buyurulmaktadır: “Ama bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı da taş kesildi, hattâ taştan da beter oldu. Çünkü öyle taşlar vardır ki, bağrından ırmaklar çağlar. Öylesi de vardır ki, çatlayıp arasından sular akar. Bazısı da, Allâh korkusundan yuvarlanıp düşer. Sizin yaptıklarınızdan ise Allâh habersiz değildir.” (Bakara s. 74) (İmâm Tirmizî, Şemâil-i Şerîf, c.1, s.106-107)