Allâh Te’âlâ buyurdu: «O zalimlerin yapacaklarından Allâh’ı gafil zannetme sakın. O bunları ancak öyle bir
gün için geciktiriyor ki o (gün) gözler (şaşkınlıkla) belerip kalacak. (O halde ki) hepsi de başlarını dikerek koşacaklar. Gözleri kendilerine bile dönüp bakmayacak. Kalplerinin içi ise (müthiş korkularından dolayı akıldan)
bomboştur. İnsanlara o azabın kendilerine geleceği günün tehlikesini anlat ki, o gün o zalimler: Ey Rabbimiz,
bizi yakın bir müddete kadar geciktir de senin dâvetine icabet edelim, peygamberlere tâbi olalım, diyeceklerdir.
Hâlbuki daha evvel siz (dünyada) kendinize, bize hiç bir zeval yoktur diye yemin etmediniz miydi? Siz nefislerine
zulmedenlerin diyarında da yerleştiniz. Onlara neler yaptığımız sizin için apaçık meydana çıktı. Size (bu hususta) birçok misaller de gösterdik» (İbrahim s.42-45)
Câbir (r.a.)’den şöyle rivâyet edilir: “Mekke fethedildiği yıl Habeş hicretinden dönüp Resûlullâh (s.a.v.)’in yanına
geldiğim vakit Resûl-i Ekrem (s.a.v.): Ey Câbir, Habeş ülkesinde gördüğün en ilginç bir hadiseyi, (özellikle)
gençleri ile alâkalı olanını, anlatır mısın? Buyurdu. Ben: Olur yâ Resûlullâh (s.a.v.), dedim ve anlatmağa başladım:
Bir gün bir yerde oturuyorduk. Yanımıza omuzunda su dolu bir testi taşıyan ihtiyar bir kadın uğradı. Mecliste bulunan Habeşli bir delikanlı bir elini ihtiyar kadının omuzuna koydu, sonra kadını itiverdi. Zavallı kadın iki dizi üzerine düştü, testisi kırıldı. Kadın toparlanıp ayağa kalkınca o gence döndü ve ey zâlim, Allâh Te’âlâ Kürsü’yü koyduğu, öncekileri ve sonrakileri bir araya getirdiği, ellerin ayakların yaptıklarını haber verdiği zaman gerçeği öğreneceksin. Yarın O’nun huzurunda aramızdaki şu hâdisenin neticesini göreceksin, dedi. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.): Kadın çok doğru söylemiş. Zayıfların hakları zâlimlerden alınmayan bir toplumu Allâh nasıl temize çıkarsın? buyurdu.”
(İmam Zehebî, İslâm Şeriatinde Büyük Günahlar, s.94)