Üç büyük nimet var ki, kim onların kıymetini bilmezse, onların şükrünü ve hakkını zayi eder:
Birincisi; Allâhu Teâla’nın kudret ve yüceliğini gözlerden perdelemesidir. Allâhu Teâla (kudret ve yüceliği ile) öyle zuhur ediyor ki kullar (bunlardan perdeli ve gafil oldukları için) günahlardan geri durmuyorlar. Bunun ötesi, gaybın sırlarıyla doludur. (O konularda söz etmek bizi aşar.) Ancak, kullar, müşahedenin hürmetini (ve hakkını bilemeyip) çiğnedikleri için, zâtla yüz yüze gelmeyi inkar etmektedirler. Bir de şu var ki, her şey apaçık olsaydı; kulların şu durumda Allah’a (c.c.) imanları sayesinde elde ettikleri büyük derecelere sahip olunamazdı. Çünkü o zaman kullar bizzât şahid oldukları bir şeye îman etmiş olacaklardı. Halbuki şu anda gayba îman etmektedirler ve bu durumda dereceleri yükselmektedir.
İkinci büyük nimet; halkın ekseriyetinden kaderin ve ilâhî âyetlerin gizli tutulmasıdır. Çünkü bunlar gaybe ait sırlardır. Hem böyle olmasında kulların iyiliği, din ve dünya işlerinin düzgün bir şekilde devamı mevcuttur. Eğer bu sırlar ve ilâhî tecelliler açıklanıp ortaya konulsaydı, bunca âyetleri müşahede ile birlikte işleyecekleri küçük günahlar, büyük günah gibi olurdu. Bir de, şu anda gayba îman ederek yapılan salih amellerin katlanarak sevaba çevrilmesi mümkün olmazdı.
Üçüncü büyük nimet; ecellerin kullardan gizli tutulmasıdır. Çünkü, eğer kullar ecellerini bilmiş olsalardı, hayır ve şer olarak yaptıklarını zerre kadar artırıp eksiltemezlerdi. Ecellerini bildikleri bir hâlde onlardan bir şey yapmalarını istemek kendilerine çok zor ve şiddetli gelir, hem de onlar adına çok kesin bir delil olurdu. Bunun için kullara bir mazeret vesilesi olsun diye ve aynı zamanda kendileri için bir lütuf olarak ecelleri gizlendi ve hiç beklemedikleri bir zamanda ölümle yüz yüze gelmelerine imkan hazırlandı.
(Ebû Tâlib El- Mekki, Kûtu’l Kulub, c.2, s.288, 289)