Allah Teâlâ, insanoğluna iyi davranmayı (ihsânı) ve adâleti emir buyurmaktadır. Adâlet, kurtuluşun yegâne sebebidir. Bu bakımdan adâlet, ticaret sermayesi yerine geçer. İhsan (iyi davranmak) ise zaferin elde edilmesi ve saadetin kazanılmasına biricik sebeptir. Bu bakımdan iyi davranmak, ticarette kârın yerine geçer. Dünya muamelelerinde sadece sermayesiyle yetinip kâra iltifat etmeyen bir kimse, akıllı sayılmadığı gibi, âhiret muameleleri de böyledir. Yani bu muamelelerde de kişi, sadece sermaye ile yetinmemeli, kâr aramalıdır. Dindar bir kimse, sadece adâletle hareket edip zulümden kaçınmakla yetinmemeli, ihsânın (iyi davranmanın) bütün kapılarını çalmalıdır. Bu bakımdan müslüman bir kişi, ticarette normal de insanların aldanmadığı bir şekilde arkadaşını aldatıp fâhiş kârlar elde etmemelidir. Hz. Ali (r.a.) Kûfe çarşısında elinde kamçısı olduğu halde gezip şöyle derdi: ‘‘Ey tüccarlar! Hakkı alınız ve hakkı veriniz! Böyle yaptığınız takdirde (faizden veya felâketten) salim kalırsınız. Az kâra razı olun ki, çok kârdan mahrum olmayasınız.’’ Abdurrahman b. Avf (r.a.)’e “Senin zengin oluşunun sebebi nedir?” denilince şöyle buyurdu: “Ben ne kadar az olursa olsun, hiçbir zaman, hiçbir kârı tepmiş değilim. Benden istenilen bir hayvanın satışını geciktirmiş değilim. Ben borçla satış yapmam. İşte benim zenginliğimin sebepleri bunlardır.”
Müşteri eğer zayıf bir kimseden yiyecek maddesi alıyorsa veya herhangi bir fakirden bir şey alıyorsa ona biraz fazla
kâr bırakmakta hiçbir beis yoktur. Böyle bir kimse ile alışveriş yaptığı zaman, müsamaha ve kolaylık göstermesi ve bu şekilde satıcıya iyilik yapması gerekir. Bir de böyle yapmak suretiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Allah, satışı kolay bir kişiye rahmet eylesin” hadîsinin kapsamına dâhil olmuş olur.
(İmâm Gazâli, İhyâ-i Ulumi’d-din, c. 2, s. 210,211)