Nasîhat isteyebilmek Müslümânların birbirleri üzerindeki
haklarındandır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Yanında olan
ilmi gizleyenin başına, yarın kıyâmette cehennem ateşin
den kamçı ile vurulur.” buyurmuşlardır. Yine buyurmuşlardır:
“Din nasîhattir.” (Hz. Ebû Hureyre (r.a.)) Nasîhat edecek kimsenin
önce kendine nasîhat etmesi, nefsine öğüt vermesi lâzımdır.
Ancak nefsi kabul ederse, başkalarına nasîhat etmelidir. Allâhü
Te‘âlâ: “Ey îmân edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?
Yapmayacağınızı söylemeyiniz, Allâh yanında
şiddetli bir buğza sebep olur.” (Saff s. 2-3) Nasîhat edecek
olan kişi buna dikkat etmelidir.
Müslümân, hasta olduğunda müslümân kardeşini ziyâret
etmelidir. Hasta olanı bir defa ziyâret etmek farz-ı kifâyedir.
Hadîs-i şerîfte: “Sabahleyin bir Müslümân hastayı ziyâret
eden Müslümâna, yetmiş bin melek, sabahtan akşama kadar
mağfiret dilerler. Akşamleyin onu yoklarsa, yetmiş bin
melek, onun için sabaha kadar mağfiret dilerler ve onun için
cennette bir bahçe olur.” (Ebûl-Leys Semerkandi) buyrulmuştur.
Başka bir hadîs-i şerîfte: “Hastayı yoklayan şehîd sevâbına
kavuşur.” buyrulmuştur. Hasta ziyâretine giden kimse hastadan
uzak durmamalıdır. Zira uzak durmak bid’attir. Hastaya duâ
etmeli ve onun için Allâh’tan şifâ dilemelidir. Şöyle duâ etmelidir:
“Es’elullahe’l-azîm Rabbel-Arşi’l azîm en yeşfîke.”
Ölünün defin hazırlıkları ve cenazesinin uğurlanması farz-ı
kifâyedir ve Müslümânların birbirleri üzerindeki haklarındandır.
Hz. Peygamber (s.a.v.): “Bir ölünün cenaze namazını kılana
bir kırat sevâb verilir” buyurdular. “Ya Resûlullâh (s.a.v.), bir
kıratın ağırlığı ne kadardır” dediklerinde: “Onun daha küçüğü
Uhud Dağı kadardır.” buyurdular. (Buhârî) Müslümânın
Müslümân üzerinde hakları vardır. İnanan kimse bu hakları
gözetmelidir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Mü’min, kardeşi Müslümânın hukukunu gözetmez. Halbuki
kıyâmette Allâhü Te‘âlâ’nın huzûrunda bu haklar ondan
istenir. Akıllı olanın bu haklara riâyet etmesi, kıyâmette istendiğinde
âciz kalmaması gerekir.”
(Muhammed Rebhâmî, Riyâdün Nâsihîn, 232-241.s.)