Kosova sahrasında şehid olan Gâzî pederlerinin yerine taht-ı Osmaniye geçtiler. Kosova Muhârebesi’nin neticesini alabilmek için Üsküb’ü fethettiler. Üsküplü bir şair “Üsküp ki, Yıldırım Bâyezid Hân diyarıdır, Evlad-ı Fâtihâne onun yadigârıdır.” mısralarıyla onu övmüştür.
Osmanlıların büyümesi, Anadolu beyliklerini telâşa düşürdü. Karamanoğlu’nun teşvikiyle bir fesâd kazanı kaynamağa başladı. Yıldırım, hemen dönerek Karaman üzerine yürüdü ve Konya kalesini muhasara etti. Bölge ahâlisine en ufak bir zarar gelmemesi için kesin emirler verdi. Gösterdiği adalet, Akşehir, Niğde ve Aksaray’ın kapılarını, ardına kadar açtı. Âşık paşazade, Konya’yı muhasara eden Osmanlı ordusunun, ahâlinin kaldıramadığı harmanlarına asla dokunmadığını, atlarına yedirmek için kaleden harman sâhiblerini çağırıp, para ile satın aldıklarını, şehir halkının bu davranış üzerine kale kapısını açtıklarını söylemektedir. Aynı müellif, “Bunun üzerine etraf şehirlerinden adamlar geldi; “Gelin şehirleri tımar edin” dediler” demektedir. Bu vaka Osmanlı kılıcının, Osmanlı adaletiyle birlikte gittiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Görülüyor ki Osmanlı satvet ve azameti, halkın kalbindeki sevgi üzerine karargâh kurmuştur. Şehirlerin, elinden tamamen çıkacağını gören Karamanoğlu, sulha talip olmuş; Çarşamba suyu hudud kesilerek anlaşma yapılmıştır.
Türklerin Balkanlar’da icra ettiği akınlar, Avrupa’yı tedirgîn etmekteydi. Macar Kralı Sigismund, Papa’ya ve Avrupa devletlerine müracaat ederek yardım talep etti. Avrupa’nın çıkarabileceği en seçkin bir kuvvet hazırlandı. 130 bin kişilik ordunun maksadı, Türkleri yalnız Balkanlar’dan atmak değil, Anadolu’dan da çıkarmak ve Kudüs’ü ele geçirmekti. Bu Haçlı kuvveti, hududu geçip Niğbolu’yu muhasara etti. Yıldırım Hân, Haçlı sürülerini Osmanlı mülküne sokmak niyetinde değildi. Yine, yıldırım hızıyla Rumeli’ye geçti ve Niğbolu’ya erişti. 25 Eylül 1396’da Niğbolu’da yapılan savaş, Türk ordusunun yaptığı en büyük imha harplerinden biridir. Düşmanın üçte ikisi kırılmış ve imha edilmiştir.
(Ziya Nûr Aksun, İslâm Tarihi 3, s.23-25)