Sultan II. Abdülhamid Han’ın hanımlarından Behice Sultan, Sultan II. Abdülhamid Han ile ilgili şunları söylemiştir:
“Sultan Abdülhamîd Han, haramlardan son derece sakınırdı. İki eli kanda olsa, namaz vaktini geçirmez, evvel vaktinde namazlarını kılar, günlük vazifesi olan Delâil-i Hayrat’ı okur, tesbihlerini çekerdi.
Küçük yaşta Arapça tahsiline başlamışlar, ilk öğrendikleri Arapça olmuştur. Birçok Kur’ân-ı Kerîm ilmini, en fazla tefsir ilmini okumuşlardır. Âyet-i Kerîmeleri bazen okur ve îzâh ederlerdi. Babaları Abdülmecîd Han “Bu benim oğlum derviştir” buyururlar ve ekseriya bu lakapla hitâb ederlermiş. Çok fasîh ve güzel konuştuğu için de amcaları Sultan Aziz Han kendilerine “Bülbül” lakabını vermişti.
Sarayda namaz kılmayan kimse yoktu. İstisnâsız herkes namaz kılardı. Dili bükülmeyen bazı yabancılar hizmete gelince, hiç olmazsa namaz kılacak kadar sûreleri, İslâm dininin esaslarını ezberlemek mecburiyetindeydiler.
Cennet mekân yattığı odada Kur’ân-ı Kerim bulundurmazdı. Onun olduğu yerde ayaklarını uzatıp yatamazdı. Hemen bitişik odada, büyüklerin isimleri yazılı levhalar ve bir dolap içinde Kur’ân-ı Kerim’ler bulunurdu. Tam o odanın üzerinde de kadın efendilerden birinin odası vardı. Sultan Abdulhamid o odada yatılmasına gönlü elvermezdi. Câiz olduğunu bildiği halde men ederdi. Cennet mekânın başı ucunda bir tuğlası bulunurdu. Onu hiç yanından eksik etmezdi. Uykudan uyanınca, hemen teyemmüm eder, ondan sonra musluğa kadar gider, abdestini alırdı. Abdestsiz yere basmazdı.
Sultan Abdulhamid’in âdeti o idi ki; her gün muhakkak yedi defa Yâsin-i Şerif okurdu. Zaten ezberindeydi. Kendisine bir şey söylendiğinde eğer cevap veremiyorsa muhakkak okumakla meşguldü. Durak başında durur ve cevap verirdi. Esas itibariyle Şâzilî tarikatine mensuptu. Şeyhi Bağdad’da olup arada bir gelirdi. Onu çok uzaklardan arabalarla karşılar, son derece izzet ve ikramda bulunur, sohbetler ederdi. İki-üç gün sonra şeyh efendi ayrılırdı. Sonra şeyhi vefat etti. Kâdirî tarikatına girdi. Günlük evrâd-ı şerifeleri muhakkak okur, bir gün te’hir etmezdi. Devrinin kutbu olduğunu söylerlerdi. Bazen öyle olurdu ki, sarayda olduğu muhakkak olmasına rağmen, her yerde aransa bulunmazdı.
(Ekrem Buğra Ekinci, Behice Sultanla Altı Ay, s.7-8)