Abdullah b. Abbâs (r.a.) şöyle der: “İnsanlar rızık ve ecel dışında her konuda ihtilaf halindedir; Allâhu Teâla’dan başka rızık verenin bulunmadığı ve yine O’ndan başka insanların canını alan birinin olmadığı konusunda ise fikir birliği içindedirler!”
Yine Abdullah b. Abbâs (r.a.) şöyle der: “Allâhu Teâla rızıkları yarattığı zaman, bu rızıkları yeryüzünün değişik yerlerine dağıtması için rüzgarlara emir buyurdu; onlar da emri yerine getirdiler. İnsanlardan kiminin rızkı yüz bin değişik yere, kiminin rızkı on bin yere, kimininki bin yere, kimininki yüz yere, kimininki bundan daha az veya daha fazla yere dağıtılmıştır. Kiminin rızkı da evinin kapısına bırakılmıştır; girip çıktıkça onu bulur. Her kul kendisi için yazılmış olan rızkın peşinden koşar ve bu koşma kendisi için taksim edilen rızık bitinceye kadar devam eder. Rızkı bitince ölüm meleği gelir ve ruhunu alır.”
Bilinmelidir ki, kul yaratıldığı andan itibaren rızkı asla kesilmez. Ana karnında iken gıdası, rahimden gelen hayız kanından sağlanır; bedeni bununla yaşar. Bağırsağı göbeğinden uzanan bir kordonla anasına bağlanır. Allâhu Teâla, onun ana karnından çıkmasına izin verdiğinde bir melek gönderir ve bu melek ana ile yavru arasındaki kordonu keser. Dünyaya ayak bastığı andan itibaren rızkı dünyada tayin edilmeye başlar. Dünyadan ayrıldığında ise, dünyadaki son rızkı onun âhiretteki ilk rızkı olur.
Bir kul bunu kesin bir îman ile müşahede eder ise, kalbi mutmain olur; rızk ile ecel onun için aynı derecede ve kesinlikte bir hâl alır. Böylece; ecel nasıl kesin bir hakikat ise; rızkın da aynı kesinlikte bir hakikat olduğunu bilir. Kulun üzerine düşen, bu husustaki hükümlere riâyet edip uymaktan ibarettir.
(Ebû Tâlib El-Mekki, Kûtu’l-Kulub, c.4, s.232)