Hz. Hasan (r.a.)’ın sorusu üzerine, Hind b. Ebi Hâle Peygamber Efendimizi (s.a.v.) şöyle anlatır: “Resûlullah Aleyhisselam yürürken ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi önüne doğru eğilir, vakar ve sükûnetle rahat yürürdü.
Bakmak istediği, bakacağı tarafa tamamıyla dönerek bakardı. Yeryüzüne bakışı da, gözucuyla idi. Yürürken, sahabilerinin gerisinde yürürdü. Birisiyle karşılaştığı zaman, önce kendisi selam verirdi. Kendisinin susması, konuşmasından uzun sürerdi.
Resûlullah (s.a.v.) lüzumsuz yere konuşmazdı.
Söze başlarken de, sözü bitirirken de, Allâh’ın ismini anardı. Konuşurken kısa ve özlü kelimelerle konuşurdu. Resûlullah (s.a.v.) konuşurken ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı.
Kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi.
En ufak nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti yermezdi. Bir nimeti ne hoşuna gittiği için över, ne de hoşlanmadığı için yererdi.
Dünya için, dünya işleri için kızmazdı; fakat bir hak çiğnenmek istendiği zaman, haklıya hakkını teslim etmedikçe hiçbir şey kızgınlığının önüne geçemezdi.
Kendi şahsı için asla kızmaz ve öç almazdı.
Birşeye işaret edeceği zaman, parmağıyla değil, bütün eliyle işaret ederdi.
Kızdığı zaman, kızgınlıktan hemen vazgeçer ve kızgınlığını belli etmezdi.
Neşelendiği, ferahlandığı zaman gözlerini yumardı.
En fazla gülmesi, gülümsemekti. Gülümserken de, ağzındaki dişleri inci taneleri gibi görünürdü.”
(İbn Sa’d, Tabakât, c.1 , s.422-423; Tirmizî, Şemail, s.36-37, (Kadı İyaz, Şifa-i Şerif, c.1, s.118-119)