“İç Oğlanları” Topkapı Sarayı’nın Enderun bölümünde çalışan gençlerin bürokrasideki yerlerini belli eden unvandı. Ayrıca Yeniçeri Ocağı’ndaki bir grup da “iç oğlanları” olarak anılmaktaydı; bir nevi askerî kademe idi. Yoksa, pek çoklarının zannettikleri gibi, padişahların sapık ilişkilerde bulundukları kimseler kesinlikle değillerdi. Livatâ, İslâm’da hem en büyük günâh, hem de yüz kızartıcı bir suçtur ve cezası çok ağırdır.
İslâmiyet’te ceza, kişinin mevkiine göre uygulanmazdı.
Zaman zaman bu “Oğlanlar”ın, bilhassa küçük ve eğitim durumundakilerinin yüzlerini peçe ile örtmelerine dair fıkhı hüküm de dile dolanmaktadır. İslâm hukuku her durum düşünülerek tedvin edilmiştir. İnsan, realist bir tarzda ele alınmış, devrin şartlarına göre önleyici hükümler getirilmiştir. Ne kadar yüksek ahlâklı insan olabilirse, o kadar da adiliklere müsait insanlar bulunabilir. İşte mayalarında adilikler taşıyan bu insanların nefislerine engel olmak için bir tedbir olarak, mütedeyyin fıkıh âlimleri bu şekilde kaideler vazetmişlerdir
Çarpıtılan diğer bir husus da “Harem Ağaları”dır. İddiaya göre padişahların hanımlarını bekleyemediği, zavallı zencileri alıp, erkeklik uzuvlarını yok ettirdikten sonra, onları hanımlarının başlarına diktikleri söylenmektedir.
İslâm’a göre rengi, ırkı, dili, dini ne olursa olsun, insan “Eşref-i mahlûk”tur; şahsiyetinin ve bütün uzuvlarının dokunulmazlığı vardır. Bu itibarla, hiçbir Osmanlı padişahı, bir tane zenciyi satın alıp, onu hadım ettirdikten sonra, hanımlarına bekçi yapmamıştır.
Mısır ve Habeşistan’da bazı kabileler, geçimlerini temin etmek maksadıyla, daha küçükken bazı çocuklarının erkeklik uzuvlarını körelterek, bütün dünyadaki saraylara satılmak üzere pazarlara gönderirlerdi. Saray’da kadınların yapamayacakları kadar ağır işler vardı, bazı işleri de kadınların yapmaları caiz görülmüyordu. İşte bu hizmetleri yapmaları için, bu kimseleri Osmanlı sarayı da satın alıyordu. Bunlar zannedildiği gibi de padişahın yatak odasına kadar giremezlerdi.
(Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, s.9-10)