Osmanlı Devleti’nin ilk şeyhül-islâmı olan Molla Fenârî, aklî ve naklî ilimlerde zamanın bir tanesi idi. Alâüddîn-i Esved’den, Cemâleddîn Aksarâyî’den ve Mısır’da Ekmelüddîn-i Bâbertî’den ilim tahsil etti. Babasından ve Somuncu Baba diye meşhur büyük evliyâ Şeyh Hamîdüddîn-i Kayserî’den de tasavvuf marifetlerini elde etti. Din ilimleri yanında, fizik, matematik, astronomi ve diğer fen ilimlerinde de üstün bir dereceye yükseldi. Sultan İkinci Murâd Han onu, müftîlik ve kâdılık makamının en yüksek derecesi olan şeyhülislâmlık vazifesine tâyin etti. Sultan Yıldırım Bâyezîd ve Çelebi Sultan Mehmed Han zamanında Bursa’da çok talebe okutup binlerce âlim yetiştirdi. Adı ve şöhreti her tarafa yayıldı. Sultanlar, kumandanlar ve büyük âlimler kendisine hürmet ve itibâr gösterdiler, ilim ve irfan taleb edenler, her taraftan koşarak gelip, onun derslerine devam ettiler. Molla Fenârî 1419 (H. 822) yılında gittiği haccında Medîne-i Münevvere’de iken orada vefât eden büyük velî Şâh-ı Nakşibend’in halîfesi Muhammed Pârisâ’nın cenaze namazında bulundu.
Molla Fenârî, tasavvufta Zeyniyye tarîkatına mensûb idi. Çok kerâmetleri görüldü. Ömrünün sonlarına doğru gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Bir gece rüyasında Resûlullah (s.a.v.)’i gördü. Resûlullah (s.a.v.) ona; “Tâhâ sûresini tefsir eyle” diye buyurunca; “Yüksek huzurunuzda Kur’ân-ı Kerîmi tefsir etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor” demişti. O zaman, âlemlere rahmet olan Resûlullah (s.a.v.) mübarek hırkasından bir kaç pamuk ipliği çıkarıp, mübarek ağız suyu ile ıslattıktan sonra gözleri üzerine koymuştu. Molla Fenârî uyanıp pamuğu gözlerinin üzerinde bulmuş, kaldırınca görmeye başlamıştı. Allâhü Teâlâ’ya hamd ve şükür etmiş, bu iplikleri saklayıp vefâtında gözleri üzerine konmasını vasiyet etmiştir. Gözlerinin açılmasının bir şükrânesi olarak 1429 (H. 833) yılında Şam yolu ile ikinci defa hacca gitmiştir.
(Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi, s.47)