İslâm hukukunda kadın köleye veya hizmetçiye câriye denmektedir. Topkapı sarayı devletin merkezi idaresinin önemli kısımlarının bulunduğu yerdi. Bu sarayın bir bölümünde de padişah ailesiyle oturmaktaydı. Eski müslüman evlerinde yabancının girmesi sakıncalı bulunulan yere “Harem” denirdi; padişaha ait olunca da bu kısım “Harem-i hümâyûn” adını almıştır.
Kalabalık devlet ricalinin, misafirlerin yeme, içme gibi hizmetlerini padişahın eş veya eşlerinin görmeleri imkansızdı; kamuya ait olan bu hizmetleri onlardan beklemek zaten caiz değildi.  Bu işleri görmek için, hizmet akdiyle anlaşmış cariyelerin büyük bir kısmı sabahleyin gelirler, hizmetlerini yaparlar, akşamleyin kendi evlerine dönerlerdi. Bazıları da sarayın çevresinde otururlardı. Bunların çoğu evli, çocuk sahibiydiler. Hizmet akdiyle çalışan bir kadınla cinsî ilişkiye girmek hem haramdır; hem de en büyük ayıplardan biridir. Aynı zamanda cezai müeyyidesi olan suçtur. Hammer, câriye konusunu ya yanlış anlamış, yahut da maksatlı çarpıtmıştır.
Bazı bekar cariyelerle padişahlar evlendiler; evlenince bunlar da aynen hür kadınlar gibi eş olurlardı. Fakat cariyelerle evlilikte “dörde kadar” sınırlaması yoktu; aralarındaki fark yalnızca bundan ibaretti. Fatih Sultan Mehmed’e kadar padişahlar hür kadınlarla evlenirlerdi. Daha sonraları cariyelerle evlenmek âdeta mecburiyet haline geldi. Zira Saray’ın sırlarının içerde tutulması; kayın birader, dayı, bacanak gibi Saray’ın dışındaki hısım ve akrabaların korunacakları, suistimallere sebebiyet verecekleri göz önünde bulundurularak bu usul geliştirilmiş ve devlet geleneği halini almıştır Bu geleneğe aykırı hareket tepkiyle karşılanmıştır.
(Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, s.9)