Emr-i ma’rûfun şartları üçtür.
Birincisi, bu hususda niyyeti düzgün, dürüst olmalıdır. Bu da, emr-i ma’ruf’dan maksadının, Kelimetullah’ı yüceltme olmasıdır. Kelimetullah, tam kelâm, ya’nî şehadet kelimesidir, yâhud Kur’ân-ı Kerîm’dir. Eski âlimler kelime ile kelâm arasında fark görmemişlerdir. Kelimetullah’ın yüceltilmesi demek, ahkâmının yürümesi, geçerlilik taşıması demektir. İkincisi, emredeceği veya nehyedeceği şeye âid bilgisi olmaktır. Üçüncüsü, bu esnada kendisine gelen, yapılan kötülüklere sabretmek, katlanmaktır.
Selefden birinden anlatılır. Oğluna vasiyet edip. şöyle dedi: “Sizden biriniz, ma’rûfu emretmek istediğiniz zaman, kendini sabretmeğe hazırlasın ve Allâhü Teâlâ’dan gelecek karşılığına güvensin. Çünkü karşılık ve sevâba güvenen eziyet görmez. Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapacak olanın edeblerinden biri, kendini sabretmeğe alıştırmak ve (emr-i maruf yapılacak kişiyle) alâkayı azaltmaktır. Böylece ondan çekinmeleri azalmamış ve kendisinin de, insanlardan  tama’ı   kesilmiş,   müdâhene   kapısı   kapanmış  olur.”
Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapacak olanda, yukarıda belirtilen üç şart ve farzın bulunmasından sonra, üç hasletin daha bulunması lâzımdır: Bunlar rıfk, hilm ve ilimdir. Rıfk, sertliğin, katılığın tersi olup, yumuşak demektir. Emrederken, yâhud nehyederken, yumuşak söylemeli, tatlı ifâde etmelidir. Çünki sertlik ve kabalık, ancak fesadı arttırır. Hilm ile, tatlılıkla söyler. İlimle, konuşur. Hüccetlerin inceliklerini iyi kavrar. Tam basîret sahibi olur. Diğer şartlarda bu kadar ilim sahibi olmayabilir. Çünkü onlarda yapacağı şeyi bilmek yetişir. Çünkü iyice bilmez, hüccetlerin inceliklerine vâkıf olmazsa, münkeri emretmiş olabilir. Böylece şerîatin hududunu tecâvüz eder.
(Muhammed Bin Ebûbekir, Şir’at-ül İslam Tercemesi, s.499- 502)