Hz. Fâtih’in şeyhi meşhur Akşemseddin Hazretleri,
Mâddetü’l-Hayât’ında, aynen şöyle yazmaktadır (Ali Emin, Tıb, no. 126, v. 50): “Cümle marazların (hastalıkların), sûret-i nev’iyyesi hasebiyle (çeşitleri bakımından), bitki ve hayvanlarda olduğu gibi, tohumları ve asılları vardır, ot tohumu ve ot kökü gibi, bunlar gözle görünmez.” Akşemseddin bu notları kaleme alırken 1450 yılında bulunduğu, mikroskobun olmadığı, Pasteur’den 4 asır öncesinde olduğu unutulmamalıdır. Pasteur’ün de mikroskobu olmasa idi, daha fazlasını söyleyemezdi.
Çiçek aşısı da Türk îcâdıdır. 1695’de İstanbul’da çocuklara çiçek aşısı yapıldığını biliyoruz. (A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, 194) 1721’de Lady Montague, İstanbul’da İngiltere
sefîresi iken bu aşının nasıl yapıldığını görüp İngiltere’ye
dönünce anlatmıştır. Türkler’in asırlarca uyguladıkları çiçek
aşısına Avrupa uzun müddet direndi. Ancak 1764’de Fransız
Tıb Akademisi bu aşının “faydalı olabileceğini” kabul etti. Ama
XV. Louis 1774’de çiçeğe yakalandı, aşı yapılması teklifini
reddetti ve öldü. Avrupa’da ilk aşı ancak 1796’da İngiltere’de
yapıldı. (Lavisse-Rambaud, VII, 756; Cevdet, l, 234-7,353-4) Keşfin
Türkler’den gelmesi, Avrupa’yı çok uzun müddet tereddüdde
bıraktı. Râhibler, bu aşıyı yaptıranın dinden sapıtacağını ilân
ettiler. Halbuki Lady Montague, İstanbul’da çocuğunu aşılatmıştı.
1759’da Voltaire, çiçek aşısını savundu. Ama uzun
müddet hekimler, Kilise’den çekindiler. Avrupa’da dinsiz olarak
şöhret yapmış Voltaire’e kulak asan olmadı. Lady Montague,
Türkiye’de aşılanıp da ölen tek kişinin olmadığını yazıp
söylemesine rağmen, inandırıcı olamadı.
Kesin şekilde Batı tıbbının kabul ve tatbik edilmesi,
Şânîzâde Mehmed Atâullâh Efendi ile başlar. Batı dillerinin
birkaçını ve Doğu dillerini de biliyordu. Batı tıb terimlerini
Latince’den Arabça’ya aktardı. Osmanlı îcâdı olan bu Arabça
köklerden (cezr) üretilmiş binlerce kelime, Arab ülkelerinde de
kabul edildi.
(Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, 2.c. 190-191.s.)