“Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allâh’a ve âhiret gününe inanmışsanız, onun hallini Allâh’a ve Resûlü’ne bırakın. Bu hem daha hayırlı hem de netice i‘tibariyle daha güzeldir.” (Nisâ s. 59.â.)
Ya‘ni: “Ey îmân edenler, siz, herhangi bir mes’elede, ya‘ni helâl harâm mevzûunda ve şer’i hükümler husûsunda anlaşmazlığa düştüğünüz takdîrde onun hallini Allâh’a ve Resûlü (s.a.v.)’e bırakın. Ya‘ni Allâh’ın kelâmına (Kur’an-ı kerîme) mürâcaat edin. Şâyed üzerinde ihtilâf ettiğiniz mes’eleyi orada (kitâbda) bulamazsanız, o zamân Resûlullâh (s.a.v.)’e mürâcaat ediniz. Ya‘ni sünnet-i Nebevî (s.a.v.)’e bakınız. Hanginizin sözü (teklîfi, çözümü) Allâh’ın kitâbına ve Resûlü (s.a.v.)’in sünnetine uygun ise ancak doğru olan odur. Kitâb ve sünnete uymayan sözler (çözümler) bâtıldır. Nitekim sahte altını mihenk taşına vurmadıkça, onun sahte olduğu belli olmaz. Şerîatın mihenk taşı da: Allâh’ın kitâbı (Kur’an-ı kerîm) ve Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetidir. Kitâb ve sünnete muârız olan şeyler, bâtıldır; bunların hakîkatle bir ilgisi yoktur. İmân edenler, bir mes’ele üzerinde ihtilâfa düşerlerse, mürâcaat edecekleri yegâne merci‘: Kitâbullâh ve sünnet-i Resûlullâh (s.a.v.) olmalıdır. Çünkü yegâne mihenk taşı, bunlardır. Öyle ehil sarrâflar vardır ki sâf altın ile sâf olmayan altını bir bakışta anlarlar. Şerîat ulemâsı da sarrâflar gibidirler. Allâh’ın kitâbına ve Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetine muârız olanları bilirler ve mes’eleleri bunlara göre ayıklayıp hallederler. Hak ile bâtılı ayırt ederler, birbirlerine karıştırmazlar.
(Fakîh Ebû’l-Leys Semerkandî (r.h.),
Tefsîrü’l-Kur’ân, 2.c., 52.s.)