Kur’ân-ı Kerîm, bu hayatı ilgilendiren tüm meseleleri ele
almış ve hepsi için çözüm yolları göstermiştir. Allâh (c.c.)’un
nizâmının, çağdaş meseleleri çözemeyeceğini iddia edenler,
bu nizâmı incelememiş ve onda derinleşmemiş kimselerdir.
Biri şöyle diyebilir: “Kur’ân-ı Kerîm, toprağın nasıl daha
çok mahsul vereceğini, modern buluşlarla ilgili meselelerle
buna benzer hususlara dair bir çözüm getirmiş değildir.”
Bir kere herkes şunu bilmelidir: Kur’ân, meselelere çare
getirirken, özel meseleleri ele almaz. Prensipler üzerinde durur.
O, yeryüzünün derinliklerine inip Allâh (c.c.)’un âyetlerini
bulmamızı, dünya işlerinde, çalışıp gelir elde etmemizi, yeryüzünü
imar etmemizi ve benzeri hususları yapmamızı ister.
Ona uyduğumuz takdirde beşerin gerçekleştirebileceği ilerlemenin
nihai sınırına ulaşabiliriz. O halde kainatta araştırma
yapmanın zorunlu olduğuna dair temel prensip Kur’ân’da
mevcuttur. O bu konudaki inceleme ve araştırmamızın devam
etmesini bizden prensip olarak istemektedir.
Kalbinde Allâh (c.c.)’a îmân bulunan ve Allâh (c.c.)’un
kudretini kalbinde duyan kişi, inceleme ve araştırmalarına
devam ettiği takdirde çok şey gerçekleştirebilir. Temel prensip,
toprağı ekmemiz, yeryüzünü bayındır hale getirmemiz
ve böylece Allâh (c.c.)’un âyetlerini ortaya çıkarmamızdır. Bu
gibi konularda tembel davranır ve çalışmazsak, başka milletlerin
bizden ileri gitmiş olmasını yadırgama hakkımız yoktur.
Çalışma hususunda Allâh (c.c.)’un nizâmını terk eden biziz.
O halde netice alma konusunda Yüce Allâh’ın kanunlarının
bizi terk etmiş olması tabiidir. Hayatın güzel tarafı işte budur.
Eğer çalışan öğrenci ile hayatında bir kitap bile okumamış
olanı, başarı konusunda eşit ise, hayatın bir güzelliği kalmaz.
Toprağı eken, ona özen gösteren, onu sulayan ve hastalıklardan
onu korumak için ilaçlayan kişi ile onu işlemeyip olduğu
gibi bırakan aynı neticeyi alacak olursa hayatın bir güzelliği
olamaz. İşte Kur’ân, dünya ve âhirette bu mesele üzerinde
durmaktadır.
(Muhammed Mütevelli Şa’râvî, Kur’ân Mucizesi, 36-37.s.)