DUA
«Bir babanın oğlu için duası, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duası gibi makbuldür.» Hadis-i Şerif
«Eğer bir kul Cenab-ı Allah’tan bir şeyi ister de, istediği şeye kavuşamazsa Cenab-ı Allah onun için bir sevap yazar.» Hadis-i Şerif
Bu Hadis-i Şerif Allahü Teâlâ’ya dua etmenin ne derece mühim ve ecrû mesubata nail olunacağını beyan ediyor. Eğer mü’min dua edip de şayed dileği yerine gelmemiş, arzusuna kavuşmamış ise bile, onun yaptığı tazarru ve niyazı yine boşa gitmemiş oluyor. Zira Cenab-ı Hak o zaman o mü’min kuluna yaptığı dua için bir hasene yani sevap yazıyor.
İslâmiyet; iyilik yapmak, sıkıntıda olanlara yardımda bulunmak, onlara in’am ve ihsan etmek dînidir. İyilik, yardım gören bir kimsenin; iyilik ve yardım gördüğü kimse için yaptığı hayır dua, Allah (c.c.) tarafından red olunmaz, kabul buyurulur. Yardım: Cemiyette birliği, dayanışmayı meydana getirir. Birlik ve dayanışma ise kuvvet doğurur. Kuvvet de İslâm düşmanlarına karşı zaferi gerektirir. Netice itibariyle bu durum Allahü Teâlâ’nın rızasına vesiledir. Allahü Teâlâ’nın rızası ise mü’minler için ne ulvî ne kudsîdir.
EZAN DUASI
Ezanı işitince, hemen bütün söz ve işlere son verip onu dinlemelidir. Kur’an okuyanın bile durup ezanı dinlemesi efdaldır. Dinlerken düzgün oturmalı. Veya çökmüş bir halde bulunmalı, yatar vaziyette olmamalıdır.
Ezanı işitip dinleyen müslüman ezanın sonunda dua etmelidir. Böyle dua edene Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) şefaat edecektir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in şefaati olmadan kula kurtuluş yoktur.
DUA: «Allâhümme Rabbe hâzihidda’ vetit tâmmeti vessalâtilkâimeti âti Muhammedenil vesîlete velfazîlete veddereceterrefîate veb’-ashü makâmen Mahmudenillezi, veaddehû, inneke la tuhlifülmiâd.»
CEHENNEME ATILAN TAŞ
Resûlullah (s.a.v.) bir gün ashâbiyle mescidde otururken büyük bir yıkıntı sesi işittiler, bir duvar yıkıldı zannederek korkuya kapılıp merak ettiler. Resûlullah (s.a.v.):
«— Bu Allah’ın yetmiş sene evvel cehennemin üst tarafından attığı bir taşın sesidir ki dibine şimdi varmıştır.»
Resûlullah (s.a.v.) kelâmını bitirince münafıklardan bir münafıkın evinden büyük bir feryat işitildi. Yetmiş yaşındaki bir münafık o vakit ölmüş, öldüğü vakit de cehennemin en derin yerine gitmişti.
KUR’AN ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) buyurdu ki:
«Sizin en faziletliniz Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir.»
«Kur’ân’ı muhafazaya ehemmiyet veriniz Hayatım yed’i kudretinde olan Cenâb-ı Allah’a yemin ederim ki; Kur’an’ın hafızadan çıkıp kaçması bağlı devenin ihtimamsızlık eseri boşanıp kaçmasından daha zorludur.»
«Şu bir halis mü’mln ki Kur’ân okur, onun muktezâzıyla amel eder, o tadı güzel kokusu güzel turunç meyvesi gibidir.. Şu bir mü’min de Kur’ân okumaz fakat mûcibeyle amel eder bu da tadı güzel fakat kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’ân’ı okuyan fakat mûcibeyle amel etmeyen münafık benzeri de, kokusu güzel fakat acı reyhan otu gibidir. Kur’ân okumayan münafık benzeri, tadı da acı kokusu da kötü Ebû cehil karpuzu gibidir.»
Hâmil-i Kur’ân yani hâfız-ı Kur’ân öldüğü vakitte Allah-ü Teâlâ Hazretleri o arza vahiy buyurur ki o hafızın lahmini (etini) yeme! diye emir buyurur. Arz da der ki, «İlâhi nasıl olur da onun etini yerim? Senin kelâmın onun kalbinde, dimağında yazılmış, nakş olmuştur, yani ben onun etini çürütmem.»
«Kur’ân’ı ezberleyerek okuyan hafızın benzeri vahiy getiren melekler gibidir. (Fazilette ikisi beraberdir.)»
YASİN-İ ŞERÎF OKUMANIN FAZİLETİ
«Yasin-i Şerifi her gece okumağa devam eden kimse vefat ederken şehid olarak vefat eder.» (Menâvî)
«Yâsin-i Şerif okuyunuz. Zira Yâsin-i Şerif okumağa devamda on hassa, bereket vardır.» buyurulmuştur (Râmuz):
İhlâs ile, bir aç kimse okursa tok olur.
Bir çıplak kimse okursa iibas ile örtülür.
Bekâr okursa evlenir.
Korkan kimse okursa korkudan emîn olur.
Mahzun okursa ferah bulur.
Seferde yolcu okursa seferinde yardım görür.
Bir recûlün gâib birşeyi olsa onu bulur.
Meyyit üzerine —ölüye— okursa azabı tahfif olunur.
Şu kadar ki teslimiyet, ihlâs şarttır.
ESMÂ’ÜL-HÜSNÂ’DAN
Ed-Dârr: (Elem ve mazarrat verici şeyler yaratan.)
En-Nafiî: (Hayr ve menfaat verici şeyler yaratan.)
DUA TALEBİ
Abdülhâlik Gûcdevani Hazretleri’ne biri geldi:
— Bizim için de dua et, Allah (c.c.) lütfetsin, dedi.
Hazret:
— Kişi farz borçlarını halisane eda ettikten sonra dua ederse ve kalkıp hayırlı teşebbüsüne de girerse dileği kabul olunur. Bunları edadan sonra bizi de dua ile an, biz de sana dua edelim. Ola ki Allah (c.c.) dualarımızı kabul buyurur. Hem senin hem bizim için iyi olur.
TEHECCÜT NAMAZI
Yatsı namazından sonra daha uyumadan veya bir miktar uyuduktan sonra kılınacak nafile bir namaza «Gece namazı» denir ki, sevabı pek çoktur. Bir miktar uyuduktan sonra kalkılıp kılınırsa «Teheccüt» adını alır. Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v.), teheccüt namazına devam buyururlardı. Bu gece namazı iki rek’atten sekiz rekata kadar. Her iki reketta bir selâm verilmesi efdaldir.
Bir hadîs-i şerifte: «Herkim geceleyin uyanır, refikasını da uyandırır da iki rek’at namaz kılarsa, Allah Teâlâ’yı çok zikreden erkekler ile kadınlardan yazılırlar» buyurulmuştur.
PEYGAMBER (S.A.V.) EFENDİMİZ’İN DUALARI
Şüphe yok ki, Peygamberimiz (a.s.)’ın sözleri, işleri ve sükûtu gibi duaları da bize en yüksek ve hayatta bizim için lâzım olan hakikatleri öğretmektedir.
O, duâlarıyla de bizi irşad ediyor ne yolda hareket edeceğimizi bildiriyor. Gerçekte o duanın kendisi için değil, bizim için olduğunda hiç şüphe yoktur. İşte onlardan pek az bir kısmını aşağıya yazıyoruz:
«Allahım« Şekil ve suretimi nasıl güzel yaratmışsan, ahlâkımı da güzelleştir.»
«Faydasız ilimden, hâlis olmayan amelden, kabul olunmayan duadan sana sığmıyorum. Allahım!»
«Fakirlikten, açlıktan, zillet ve hakaretten, zulüm yapmaktan ve zulüm görmekten Sana sığınırım.»
«Allahım! Dünya ve âhiretim için afiyet ver; dinim ve dünyam için, ehlim ve malım için Sen’den bağışlama ve afiyet isterim. Yâ Rabbi! Açığa çıkmasını istemediğim şeylerimi ört ve korktuğumdan emîn eyle.»
«Allahım! Gelecekte gam çekmekten, geçmişe kederlenmekten, âciz ve kudretsizlikten, tenbellikten, cimrilikten, korkaklıktan, borç altında kalmaktan, haksız insanların tasallutundan Sana sığınırım.»
FATİHA SURESİ (7 ayet)
Bismillahirrahmanirrahim
(Rahman, Rahim Allah’ın ismiyle)
Hamd olsun —Alemlerin Rabbi, Rahman Rahîm, Din günü’nün (tek) sahibi ve Musarrıfı— Allah’a. Yalnız sana ibadet (kulluk) ederiz, yalnız senden yardım isteriz. Bizi doğru yola, kendilerine ni’met verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil. (1-7)
BAKARA SÛRESİ (286 ayet)
Bismillahirrahmanirrahim
(Rahman, Rahim Allah’ın ismiyle)
BAKARA SURESİNDEN
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
BAKARA S.’DEN ÂYET MEALLERİ
27 — O (fasıklar) ki Allah’ın, (Kitablarında Muhammed’e iman etmeleri hakkındaki) ahid (ve emr)ini —onu te’kid de etdikten sonra— bozanlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şey’i (hısımlık rabıtalarını, cem’iyyet birliğini, peygambere imanda birleşmeyi) keserler, yer yüzünde bozgunculuk yaparlar, işte onlar hüsrana (maddi ve manevi en büyük zarara) uğrayanların ta kendileridir. 28 — Allah’a nasıl olub da küfrediyor (Onun varlığını ve birliğini inkar ediyorsunuz? Halbuki siz ölüler iken (henüz babalarınızın, sulbünde bir nutfe iken annelerinizin rahminde, sonrada dünyada sizi) O diriltdi. Sonra sizi yine O öldürecek, tekrar sizi (kabirde ve neşirde) O diriltecek ve nihayet (haşirden sonra) yine yalnız ona döndürüleceksiniz. 29 — Yerde ne varsa hepsini sizin (faideniz) için yaratan, sonra (iradesi) göğe yönelib de onları yedi gök halinde tesviye (ve tanzim) eden (sapasağlam yapan) Odur ve O her şey’i hakkıyle bilendir.
FARZ HACC GECİKTİRİLMEMELİ
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular:
«Kim uhdesine farz olan haccı eda etmek isterse acele etsin, geciktirmesin.»
(Ahmed b. Hambel)
BAKARA S.’DEN ÂYET MEALLERİ
BAKARA S.’DEN ÂYET MEALLERİ
BAKARA S.’DEN ÂYET MEALLERİ
BAKARA SURESİN’DEN
MÜJDECİ BAŞI
Hüccac (Hacılar) kafilesinin dönüşünü Padişah’a bildirmekle vazifelendirilen memur hakkında kullanılan bir tabirdir. Bu müjde haberi bir zaman divanda ve sonraları Paşakapısı’nda, Sadrazam’a bildirilirdi.
BAKARA SURESİN’DEN
MÜJDECİ BAŞI
Hüccac (Hacılar) kafilesinin dönüşünü Padişah’a bildirmekle vazifelendirilen memur hakkında kullanılan bir tabirdir. Bu müjde haberi bir zaman divanda ve sonraları Paşakapısı’nda, Sadrazam’a bildirilirdi.
BAKARA SURESİNDEN
BAKARA SURESİNDEN
BAKARA SURESİNDEN
BAKARA SURESİNDEN
BAKARA SURESİNDEN
KUR’ÂN ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK
Peygamberimiz (s.a.v.):
«Sizin en faziletliniz, Kur’ân’ı öğrenen, ve öğretendir.»
«Ey Kur’ân sahibi kimseler! Kur’ân’ı daima okuyup müzâkere ediniz. Çünkü Kur’ân’ın hafız kişilerin gönüllerinden ayrılıp kaçması, devenin boşanıp kaçmasından daha zorludur!» «Bir halis mü’min ki, Kur’ân okur, O’nun muktezasıyla amel eder, o tadı güzel, kokusu güzel turunç meyvesi gibidir. Bir mü’min de Kur’ân okumaz, fakat mûcibiyle amel eder, bu da tadı güzel fakat kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’ân’ı okuyan fakat mûcibiyle amel etmeyen münafık benzeri de, kokusu güzel fakat acı reyhan otu gibidir. Kur’ân’ı okumayan münafık benzeri, tadı da acı, kokusu da kötü Ebû Cehil karpuzu gibidir.» buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzeden, ezberleyen yâni hamil-i Kur’ân, öldüğü vakit, Allah-ü Teâlâ Hazretleri o arza vahiy buyurur ve o hafızın etini yeme! diye emir buyurur. Arz da der ki, ilâhî nasıl olur da onun etini yerim? Senin kelâmın onun cefinde, dimağında yazılmış, nakış olmuştur, yâni ben onun etini asla çürütmem. Resûlullah (s.a.v.): «Kur’ân’ı ezberleyerek okuyan hafızın benzeri, vahiy getiren melekler gibidir. (Yâni fazilette ikisi beraberdir).» buyurdular.
BAKARA SURESİNDEN
BAKARA SURESİNDEN
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
EYYÜB SULTAN-HALİD BİN ZEYD EL ENSARİ
Sahabenin büyüklerinden olup, «Mihmandar-ı Resûlullah» (Hz. Peygamber’in ev sahibi) diye ün kazanmıştır.
Peygamberimiz Medine’ye ilk gelişinde onun evinde bir ay kadar misafir olmuşlardır. Hz. Peygamber’in yanında bütün savaşlarına katılmış ve Hz. Peygamber’in sancaktarlığını yapmıştır. 671 yılında Fezâle b. el-Ubeyd komutasında İstanbul üzerine yürüyen orduya katılmış, Bizans ordusunun İznik önlerinde bozulmasından sonra İstanbul kuşatmasında bulunmuştu. Bu ordu Kağıthane’de konaklamıştı. Bir rivayete göre bir çarpışma esnasında şehid düşmüş ve aynı yerde defnedilmiştir (671 yılında). Peygamberimizden 150 hadis rivayet etmiştir.
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
EYYÜB SULTAN-HALİD BİN ZEYD EL ENSARİ
Sahabenin büyüklerinden olup, «Mihmandar-ı Resûlullah» (Hz. Peygamber’in ev sahibi) diye ün kazanmıştır.
Peygamberimiz Medine’ye ilk gelişinde onun evinde bir ay kadar misafir olmuşlardır. Hz. Peygamber’in yanında bütün savaşlarına katılmış ve Hz. Peygamber’in sancaktarlığını yapmıştır. 671 yılında Fezâle b. el-Ubeyd komutasında İstanbul üzerine yürüyen orduya katılmış, Bizans ordusunun İznik önlerinde bozulmasından sonra İstanbul kuşatmasında bulunmuştu. Bu ordu Kağıthane’de konaklamıştı. Bir rivayete göre bir çarpışma esnasında şehid düşmüş ve aynı yerde defnedilmiştir (671 yılında). Peygamberimizden 150 hadis rivayet etmiştir.
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
FİL SÛRESİ (5 ayet)
Bismillahirrahmanirrahim
(Rahman, Rahim Allah’ın ismiyle)
(Habibim) Rabbinin fil sahiplerine nasıl (muamele) ettiğini görmedinmi? O, bunların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? O, bunların üzerine sürü sürü kuşlar gönderdi, ki bunlar (kuşlar) onlara pişkin tuğladan taş atıyorlardı. Derken (Allah) onları yanık ekin yaprağı gibi yapıverdi.
İHLAS
İhlas, sırf Allah’ın rızasını düşünmek, sadece Allah’ı düşünerek konuşmak, hareket etmek ve ibadet etmektir, Hz. Peygamber (s.a.v): «Şu üç hususta bir müslümanın kalbi hıyanette bulunmaz. Allah için ihlas ile amel yapmak, devlet adamlarına samimi surette (tavsiye ve) nasihatte bulunmak ve her hal-ü kârda İslâm cemaati ile olmak» şeklinde tavsiyelerde bulunmuştur.
İhlasın zıddı, riya, gösteriş ve şirktir. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu -. «Şüphesiz ki Allah Teâlâ sade kendisi için ve kendisinin rıza-I sim isteyerek yapılan amelden başkasını kabul l etmez», ihlas. Allah’la insan arasında bir sırdır. Ebû Hüreyre (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’in: «Allah’ım! Her hangi bir mü’min ağır bir söz söylemiş olursam sen o sözümü kıyamet gününde o mü’min için sana yakınlığa vesile kıl» buyurduğunu rivayet etmiştir. (Buhar
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
BAKARA S.’DEN AYET MEALLERİ
BAKARA SURESİNDEN
AYET-EL KÜRSİ — l
«Allah O’dur ki (O’ndan) başka ilah yok. Ancak O vardır. El-Hayy ve El-Kayyum’dur. (Yani: Zatı ezzeli ve ebedi bir hayat ile diridir. Ve de başka bir varlığa muhtaç olmaksızın, zatıyla kaimdir. Ve her şey kendiliğinden değil, ancak O’nunla kaimdir.) O’nu ne bir dalgınlık ne uyuklama tutabilir, ne de uyku. (Yani esnemek gibi şeylerden münezzehtir.) Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nun’dur. O’nun huzurunda kim şefaat edebilir? Ancak O’nun zin verdiği kimse (şefaat edebilir.) O, kullarının o gün yaptıklarını da, (yani daha önce yaptıklarını da), daha sonradan yapacaklarında bilir. Onlar O’nun ilminden hiç bir şeyi ihata edemezler. (Yani elde edip kavrayamazlar.) Ancak O’nun dilediği müstesna. O’nun kürsisi gökleri ve yeri ihata etmiştir. Bunları muhafaza, O’na hiç ağır gelmez. Çünkü O, çok yüce ve çok büyüktür.» (Bakara S. A: 255)
(Allah) lafza-i celali Hadis-i Nebevi’de beyan olunan doksan dokuz Esma-i Hüsna’nın en büyüğüdür. Sıfat-ı İlahiye’nin hepsini kapsamış bulunan ZAT ismidir. Bu İsm-i Celil-i İlahi, hiç bir ilahi sıfat dışta kalmamak üzere hepsini ifade eder. Esma-ül Hüsna’daki diğer ilahî isimler, tek tek her biri, bir sıfata delalet eder. Allah lafza-i Celâl’i en güzel isimdir.
(Devamı yarın)
(Dünden devam)
AYET-EL KÜRSİ — II
(Ehass-ı Esma’dır.) Her cihetten özeldir. Allah —celle celâluh—’dan başka kimseye itlak olunmaz. Yani isimlendirilmez. Kulun (Allah) İsm-i celâl-i ilahi’den nasibi büyük olmalıdır. Kalbi ve himmeti bu ism-i celil’le dolup taşmalıdır. O ismin sahibinden başkalarının sevgi ve muhabbetini kalbden, sürüp çıkararak, O’nu zikir ile, O ismin sahibine ulaşmalıdır. O hale gelmelidir ki O’ndan başkasını arzulamasın. O’dan gayriden korkmasın. Çünkü O’ndan başka her şey boştur. Ve muhakkkak yok olacaktır. Resûlullah —Sallallahu Aleyhi Vesellem— Efendimiz «Arabın söylediği sözlerin en doğrusu lebid’in sözüdür ki söyle demiştir. «— Bilinizki Allah— celle celâluh—dan başka her şey batıldır.» Bu yüce İsm-i İlahi’de, başka isimlerde olmayan özellikler pek çoktur. Bunlar saymakla bitirilmez. (Lailahelllahu) Allah Teâlâ, öyle büyük bir Zat’tır ki, O’ndan başka ibadete layık hiçbir şey yoktur. Ancak Zat’ı uluhiyeti vardır. Çünkü (El hayyul kayyum) fena vs zevalden münezzeh ancak O’dur. Ezelden ebede bir tek onun hayatı kalıcıdır. Lizatihi ve lizatiki (yani, kendi kendine) var olan vacib-ül vucüddur. Her an bütün tedbirleri olan ve her an bütün muhafaza ediciliği elinde olan ancak O’dur.
(Devamı yarın)
(Dünden devam)
AYET-EL KÜRSİ — III
O olmasaydı ne hayattan eser olurdu, ne mevcut olanlardan. İlahi hayatın iradesi ile ilmin başlangıcı olan, ezeli bir sıfattır.
«Hayy» diri demektir. Bunun zıddına ölü denir. Yaratıklar içinde hayat sahibi olanların ötekilerden, yâni taş ve toprak gibi hayatı bulunmayanlardan daha kıymetli olduğunu görüyoruz. Çünkü hayat sahibi olan her mahluk, bir bilgi ve faaliyet kaynağıdır. Bilgi ve faaliyet hayatın izleridir. Fakat bu izler her hayat sahibinde eşit değildir. Her hayatın kıymeti bu izlerle ölçülür.
Hakiki hayat, Allah Teâlâ’ya mahsustur. Allah’ın hayatı ilim ve iradeye başlangıç olan ezelî bir sıfattır. Kayıtsız şartsız her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten mükemmel bir hayattır. Onun için her şeyi görür, işitir, bilir, istediği gibi yapar. Yoksa şuursuz, kör sağır bir kuvvet değildir. Dinsizler O’na öyle iftira ediyorlar. Böyle ise bu herifler, kendilerindeki şuurlu ve iradeli hayatı nereden ve hangi menbadan almışlardır? Bir eser, müessirinden daha üstün olabilir mi? Yaratılmış olan bir şeyde, kamil bir hayat görüp dururken onu yaratandan noksan, bilgisiz bir hayat kabul etmek bir uydurmadan başka birşey değildir.
(Devamı yarın)
Dünden devam
AYET-EL KÜRSİ — IV
Allah Teâlâ ölmez, daima hazır ve görücüdür. Yaşayan yarattıklarının hayatını veren de O’dur, O olmasaydı hayattan zerre kadar eser görülmezdi. Hem O’nu ne gaflet basar, ne uyku. O daima fenadan, yok olmaktan, hatadan beridir.
«Kayyum» KIVAM’dan (fey’al) vezninde bir mubalaya sığasıdır, ki kendi kaim, gökleri, yeri ve içindeki her şeyi tutan demektir. Ve bunda, eşyanın var olması, ilahi varlıkta kayıp olduğuna, lafzan da bir işaret vardır.
“Kayyum” Her şey üzerine kaim demektir. Bunun manası, herşeyin kıyamı, yani bir varlık sahibi olarak durabilmesi neye uygunsa onu veren demektir. Allah-ü Teâlâ, her şeye takdir edilmiş olan vaktine kadar durmak için sebeplerini ihsan etmiştir. Onun için her şey Hak ile kaimdir. İnsan kendi ruhunun, kendi bedenini nasıl tuttuğunu ve idare ettiğini güzelce düşünürse, yüksek hakikati birazcık sezebilir. Görülüyor ki, insan yaşayıp dururken ölüyor vs o zaman beden yine eskisi gibi görünse de atıldır. Görmez, işitmez, suyu çekilmiş değirmen gibi olur. Bir zaman sonrada dağılır. Çünkü onu tutan, idare eden ruh idi. Ruhun alakası kesilince bu hale geldi. İnsan ruhunda ve ruhun cesette olan alakasında çok esrar vardır.
(Devamı yarın)
(Dünden devam)
AYET-EL KÜRSİ — V
(El-Hayy-ul Kayyûm)un Allah (c.c.) en büyük isimlerinden olduğu söylenmiştir. İsa (a.s.) ölüleri diriltmek istediğinde «Ya Hayy-u Ya Kayyum» diyerek dua ederdi. Denizcilerin boğulma tehlikesi ile karşı karşı kaldıklarında «Ya Hayy-u Ya Kayyum.» ile dua ettikleri söylenir. Hazret-i Ali (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, şöyle söylemiştir. «Bedir günü olduğunda, geldim. Resûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-’in ne yapacağına bakıyordum. Birden secdeye giderek «Ya Hayyu Ya Kayyum». demeye başladı. Ben bir kaç defa gittim geldim. O (s.a.v.) aynı şekilde, ilave yapmadan bu duayı okuyordu. Zafer müyesser oluncaya kadar böyle devam etti. İşte bu gösteriyor ki «El-Hayy-ül Kayyum» ismi çok büyüktür. Et-Te’vilât en-Necmiyye’de, İsm-i azam’dan bahsedilirken bu iki isme işaret olunmaktadır. O —celle celâluh— öyle bir hayy-u kayyumdur ki: (La te’huzühü sinet-üv vela nevm) «O’nu ne gaflet basar de uyku.» Çünkü uyku evvelinde olan esnemek, uykunun kendisi ve gaflet gibi şeyler asla kendisine musallat olmaz. O (c.c.) Alim her an Habir, her an Kadir’dir.
(Devamı yarın)
Necip Fazıl’dan
Üç katlı ahşab evin her katı ayrı alem,
Üst kat: Elinde tesbih ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve aşıkları
Alt kat: Kız kardeşimin tam tamda çığlıkları
(Dünden devam)
AYET-EL KÜRSİ — VI
(Lehumafissemavati vel ardı) «Gökyüzünde ve yeryüzünde (yani dünyamızda ve bizim bilmediğimiz dünyalarda) yukarı da aşağıda, ne varsa canlı olsun, cansız olsun bütün mahlukat Allah’ındır.» Hepsinin muhafazası O (c.c.) aittir. Görünür görünmez bütün mahlukat O (c.c.)nun tasarrufundadır. Bütün hedefler O. bütün gayeler O, bütün alemlerin sahibi O. Allah-celle celâluh-un yarattığı bu mahlukattan: (Menzellezi yeş fe’u indehu illa biznih) «kimin haddine düşmüş Allah (c.c.)’ın izni olmaksızın, huzuru kibriya (s.a.v.) de kim şefaat edebilsin.» Allah-ü Teâlâ indinde, asilere enbiya ve evliyaya kim şefaat edebilir? Hiç kimse. Ancak Allah-ü Teâlâ’nın izn-i celili ile şefaat eder. Bu halde hangi budaladır ki Allah (c.c.)’ın emri olmadan bunların birisinden şefaat dilenebilsin. Çünkü: (Ya’lemu ma beyne eydihim vema halfehum) «Allah-ü Teâlâ kullarının, yukarılarındakini, aşağılarındakini, geçmişlerini ve geleceklerini bilir.» O (c.c.) kullarının, bildiklerini, bilmediklerini yaptıklarını ve yapacaklarını da bilir. Hiç bir zerresi ilminin dışında kalmaz. Yani kullarının bilerek, bilmiyerek dünya ve ahiret ile ilgili, yaptıkları amellerin hepsini bilir. O’nun ilminden hiç gizli birşey yoktur.
(Devamı yarın)
(Dünden devam)
AYET-EL KÜRSİ — VII
(Vela yuhıtune bişey in min ilmihi) «Halbuki insanlar Cenab-ı Allah’ın ilminden azıcık bir şeyi de bilmezler» (İlla bimaşae) «Ancak Cenab-ı Allah’ın, yaratıklarının içinde bilmelerine musade ettiği, şeref verdiği kulları idrak ederek kavrayabilirler.» Bunun için insanlar ne kadar, alim, akıllı ve irade sahibi de olsa, bildikleri ilim, ilahi ilme oranla bir damla olmadığı gibi bir zerre bile değildir.
Bizzat O —celle celaluh—un izin ve emri olmadıkça herkes başından korkmadan nasıl şefaata kalkabilir. Meğer ki Allah-ü Teâlâ’nın izin ve emrini almış sevgililerinden olsun, Allah-ü Teâlâ’nın tasarrufunda olan şu mahlukattan her hangi birine Allah —celle celaluh—dan daha fazla sahip olup görüp gözetmeğe ve ona bilgiçlik satmaya, ilerisini, gerisini, tamamen idrak etmeden ve önünü ardını saymadan, Allah-ü Teâlâ’nın huzurunda kendini bir makam sahibi sanıp, şefeata kalkışmak, gerek şefeat etmeye kalkan, gerek şefeat olunan için ne kadar tehlikelidir. Eğer O Rahman —celle ve ala— bildirmemişse. Şefeat edecek olanın hali, şefeat edilecek olandan daha ziyada endişeye şayan olmadığı nereden malum olur. Allah-ü Teâlâ öyle saltanatlı bir ilim sahibidir ki:
(Devamı yarın)
(Dünden devam)
AYET-EL KÜRSİ — VIII
(Vesiakursiyyühüs semavati vel ardı.) Cenab-ı Hakk’ın tecelli ettiği kürsisî gök yüzü ve yeryüzünü, geniş tutmuştur.» Bu mana, kürsînin, gökyüzünün, üstünde, arş-ı alanın altında, yedi kat semayı tutan, saran olduğunu kabul ettiğimizdedir.
Resûlullah (s.a.v.) bir Hadis-i Şeriflerinde «Yedi kat semavat ve altı kat yer tabakası, (buradaki) kürsiye oranla, geniş bir ova üzerine atılmış ufacık bir halka gibidir.» buyurmuşlardır. Yerlerde ve göklerdeki, canlı ve cansız olan cisimler, içinden, dışından hep bu kürsî ile kuşatılmıştır. Her birinin hareketi onun içindedir. Arzın en alt tabakası ile semavatın en üst tabakası arasında, hiç bir nokta, bu ilahi kürsi’nin dışında kalmaz. Fakat bu ilahi kürsi bütün gökleri ve yeri tutmuş olmakla beraber (velâ yeuduhu hıfzuhuma) «Gökleri ve yeri bir tek olan kürsiyi ilahi kuvvetle tutup, tasarrufta bulunmak, muhafaza etmek O’na ağırda gelmez.» O —celle celaluh— için bu hiçbir şey değildir. Çünkü kamil bir kudret sahibidir. Bunun için, her şeyin muhafaza edilmesi, Allah —cellecelaluh—un kudreti yanında pek basittir. (Vehu ve) «O» Allah (c.c.) (elaliyyül azım) «Pek yüksek ve pek büyüktür.»
(Devamı yarın)
(Dünden devam)
AYET-EL KÜRSİ — X
Bu ayet-i celile insan aklının ihtisasının dışında ki olaylara delalet ettiğinden, Kur’an-ı Azim-üş Şan’ın en büyük ayetlerindendir. İşte bu Ayet-el Kursî, Cenab-ı Hak’kın, zat ve ilahi sıfatlarına delalet eden bütün meselelerin en büyüklerini ifade etmesi bakımindan Ayet-el Kürsî diye isimlendirilmiştir.
El-Aliyy: Allah-u Teâlâ bütün kainatın üstündedir. Fakat bu yüksek cisimlerin yüksekliği gibi, yukardakilerine daha yakın, aşağıdakilerine daha uzak manasına değildir. Allah-u Teâlâ kainatın her noktasında her zerreye aynı oranda yakındır. Bu yakınlık hiç değişmez. Her insana şah damarından daha yakındır.
El-Azîm: Allah (c.c.) pek azametlidir. Azamet, büyük manasınadır. Hakiki büyüklük, Allah’a mahsustur. Yerde, gökte büyük varlık içinde, mutlak ve en mükemmel büyüklük ancak O’nundur. Her şey O’nun büyüklüğüne şa hittir. Bu sıfatta da Allah (c.c.)’a her hangi bir denk bulunmaz. Çünkü her şeyi her an her hususta Allah (c.c.)’a ihtiyacını gösterip dururken büyüklük bahis mevzuu olur mu? ihtiyaç ile büyüklük bir birine zıt şeylerdir Varlığımızı O’na borçlu olduğumuz gibi, kafamızda ve kasamızda ne varsa, onları da O’na borçluyuz. İhtiyaçlarımızın ve maksatlarımızın meydana gelmesi, O’nun lütuf, kerem ve iradesine uygundur.
ZİLZAL SURESİ (8. ayet)
Bismillahirrahmannîrrahim
(Rahman Rahim Allah’ın ismiyle)
Yer, kendisine ait şiddetli bir sarsıntı ile zelzeleye uğratıldığı zaman, yer (bütün) ağırlıklarını (dışarıya fırlatıp) çıkardığı, insan «Buna oluyor?» dediği (zaman), o gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır. Çünkü Rabbi kendisine vahyetmiştir. O gün insanlar amelleri(nin karşılığı) kendilerine gösterilmek için dağınık dönecek(ler)dir. İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor (idiy)se onu(n sevâbını) görecek, kim de zerre ağırlığınca şer yapıyor (idiy)se onu(n cezasını) görecek (1-8)
ADİYAT SURESİ (11 ayet)
(Rahman Rahim Allah’ın ismiyle)
Andolsun o harıl harıl koşanlara, o (tırnaklarıyla) çakarak ateş çıkaranlara, sabahleyin baskın yapanlara, derken orada (ayaklarıyla) toz koparanlara. Bununla bir topluluğun tâ ortasına girenler (yani atlara) ki, muhakkak insan Rabbine karşı çok nankördür. Hiç şüphesiz O (kafir), buna hakkıyla şahiddir. Gerçek o (insan), mal sevgisinden dolayı pek katıdır. Hâlâ o, (hakikati görüb) bilmeyecek mi, kabirlerin içindekiler (eşilib) çıkarıldığı zaman, göğüslerde ne varsa onlar da derlenip toparlandığı (zaman) Hakikat, o gün Rableri onlar(ın her halin)den elbette tamamıyla haberdardır, (1-11)
ZİLZAL SURESİ (8. ayet)
Bismillahirrahmannîrrahim
(Rahman Rahim Allah’ın ismiyle)
Yer, kendisine ait şiddetli bir sarsıntı ile zelzeleye uğratıldığı zaman, yer (bütün) ağırlıklarını (dışarıya fırlatıp) çıkardığı, insan «Buna oluyor?» dediği (zaman), o gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır. Çünkü Rabbi kendisine vahyetmiştir. O gün insanlar amelleri(nin karşılığı) kendilerine gösterilmek için dağınık dönecek(ler)dir. İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor (idiy)se onu(n sevâbını) görecek, kim de zerre ağırlığınca şer yapıyor (idiy)se onu(n cezasını) görecek (1-8)
ADİYAT SURESİ (11 ayet)
(Rahman Rahim Allah’ın ismiyle)
Andolsun o harıl harıl koşanlara, o (tırnaklarıyla) çakarak ateş çıkaranlara, sabahleyin baskın yapanlara, derken orada (ayaklarıyla) toz koparanlara. Bununla bir topluluğun tâ ortasına girenler (yani atlara) ki, muhakkak insan Rabbine karşı çok nankördür. Hiç şüphesiz O (kafir), buna hakkıyla şahiddir. Gerçek o (insan), mal sevgisinden dolayı pek katıdır. Hâlâ o, (hakikati görüb) bilmeyecek mi, kabirlerin içindekiler (eşilib) çıkarıldığı zaman, göğüslerde ne varsa onlar da derlenip toparlandığı (zaman) Hakikat, o gün Rableri onlar(ın her halin)den elbette tamamıyla haberdardır, (1-11)
ZİLZAL SURESİ (8. ayet)
Bismillahirrahmannîrrahim
(Rahman Rahim Allah’ın ismiyle)
Yer, kendisine ait şiddetli bir sarsıntı ile zelzeleye uğratıldığı zaman, yer (bütün) ağırlıklarını (dışarıya fırlatıp) çıkardığı, insan «Buna oluyor?» dediği (zaman), o gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır. Çünkü Rabbi kendisine vahyetmiştir. O gün insanlar amelleri(nin karşılığı) kendilerine gösterilmek için dağınık dönecek(ler)dir. İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor (idiy)se onu(n sevâbını) görecek, kim de zerre ağırlığınca şer yapıyor (idiy)se onu(n cezasını) görecek (1-8)
ADİYAT SURESİ (11 ayet)
(Rahman Rahim Allah’ın ismiyle)
Andolsun o harıl harıl koşanlara, o (tırnaklarıyla) çakarak ateş çıkaranlara, sabahleyin baskın yapanlara, derken orada (ayaklarıyla) toz koparanlara. Bununla bir topluluğun tâ ortasına girenler (yani atlara) ki, muhakkak insan Rabbine karşı çok nankördür. Hiç şüphesiz O (kafir), buna hakkıyla şahiddir. Gerçek o (insan), mal sevgisinden dolayı pek katıdır. Hâlâ o, (hakikati görüb) bilmeyecek mi, kabirlerin içindekiler (eşilib) çıkarıldığı zaman, göğüslerde ne varsa onlar da derlenip toparlandığı (zaman) Hakikat, o gün Rableri onlar(ın her halin)den elbette tamamıyla haberdardır, (1-11)
(Dünden devam)
AYET-EL KÜRSİ’NİN FAZİLETİ — II
İnsana musallat olan şeytanı bu ayeti okumakla kaçırmak, hırsızı silahla kaçırmak kabilindendir. Eğer bir kul şeytandan gelecek, şirk ve başka belaların, giderilmesinden aciz olduğunu, itiraf ederek, büyük kudret sahibi olan Allâh (c.c.)’a tam bir ihlas ile sığınır, bütün kudret ve azametini beyan eden bu ayeti celilesini okuyup, Yaratıcı’sına karşı: «İlahi! Sen Bir’sin Sen gerçek ibadet edilensin Sen Hayy-ü Kayyum’sun. Kullarını kötülüklerden muhafaza edersin. Senin uykun yoktur. Her vakit uyanıksın. Yerler, gökler ve içindeki bütün mahlukat senindir. Sana hiç bir şey ağır ve güç gelmez. Zira bütün noksanlıklardan uzaksın. Hepsinden üstünsün. Şu halde beni ve evlad-ü iyalimi muhafaza et.» diye Yaratıcısına yalvarmış ve sığınmış olur. Halbuki Yaratıcı’sına sığınan bir kulun, hakiki muhafaza edici olan, Hak Teâlâ Hazret’lerinin muhafaza edeceğinden şüphe yoktur. Şu kadar ki, itikat etmek ihlas ve teslimiyet şarttır. Yoksa iman ve itikadı zayıf olanlar, bu ayetin maneviyatından istifade edemezler.
«Yâ Rabb’el Alemin! Büyüksün, büyüksün. Büyüklük ancak senin şânındır. Bizi, ancak sana kulluk edip, rızana eren kullarına kat! Cahillerin, Sen’in şanına yakışmayan, sözlerinden Sen’i tenzih ve takdis ederiz. Bizi onlarla beraber tutma» Amin.
(Dünden devam)
AYET-EL KÜRSİ’NİN FAZİLETİ — II
İnsana musallat olan şeytanı bu ayeti okumakla kaçırmak, hırsızı silahla kaçırmak kabilindendir. Eğer bir kul şeytandan gelecek, şirk ve başka belaların, giderilmesinden aciz olduğunu, itiraf ederek, büyük kudret sahibi olan Allâh (c.c.)’a tam bir ihlas ile sığınır, bütün kudret ve azametini beyan eden bu ayeti celilesini okuyup, Yaratıcı’sına karşı: «İlahi! Sen Bir’sin Sen gerçek ibadet edilensin Sen Hayy-ü Kayyum’sun. Kullarını kötülüklerden muhafaza edersin. Senin uykun yoktur. Her vakit uyanıksın. Yerler, gökler ve içindeki bütün mahlukat senindir. Sana hiç bir şey ağır ve güç gelmez. Zira bütün noksanlıklardan uzaksın. Hepsinden üstünsün. Şu halde beni ve evlad-ü iyalimi muhafaza et.» diye Yaratıcısına yalvarmış ve sığınmış olur. Halbuki Yaratıcı’sına sığınan bir kulun, hakiki muhafaza edici olan, Hak Teâlâ Hazret’lerinin muhafaza edeceğinden şüphe yoktur. Şu kadar ki, itikat etmek ihlas ve teslimiyet şarttır. Yoksa iman ve itikadı zayıf olanlar, bu ayetin maneviyatından istifade edemezler.
«Yâ Rabb’el Alemin! Büyüksün, büyüksün. Büyüklük ancak senin şânındır. Bizi, ancak sana kulluk edip, rızana eren kullarına kat! Cahillerin, Sen’in şanına yakışmayan, sözlerinden Sen’i tenzih ve takdis ederiz. Bizi onlarla beraber tutma» Amin.
BAKARA SURESİNDEN
30 — Hani Rabbin meleklere: «Muhakkak ben yer yüzünde (benim emirlerimi tebliğ ve infaza me’mur) bir halife (Bir insan, Âdem) yaratacağım» demişdi. (Melekler) de: «Biz seni hamdinle tesbih ve seni takdis (ayıblardan, eş koşmaktan, eksikliklerden tenzih) edib dururken (yerde) —orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek— kimse mi yaratacaksın?» demişlerdi. Allah (da): «Sizin bilmeyeceğinizi her halde ben bilirim» demişti. 31 — Âdem’e bütün isimleri öğretmişti. Sonra onları (onların delâlet ettikleri âlemleri, eşyayı) meleklere gösterib: «Doğrucular iseniz (her şeyin iç yüzünü biliyorsanız) bunları adlarıyla bana haber verin» demişdi. 32 — (Melekler) de: «Seni tenzîh ederiz. Biz Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz yok. Çünkü (her şey’i) hakkıyle bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan şüphesiz ki sensin Sen» demişlerdi. 33 — (Allah): «Ey Âdem, onları adlarıyla kendilerine haber ver» deyib de o da onları isimleriyle söyleyi verince (şöyle) dedi: «Size demedim mi ki göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ben bilirim. Neyi açıklarsanız, neyi de gizlemişseniz ben biliyorum.”
ATASÖZÜ
“Az lâf hoşa gider, çok lâf boşa gider.”
KUR’AN-I KERİM’İN BÜTÜN İLİMLERİN KAYNAĞI OLUŞU
İlahi kitaplar arasında, kitapların, belki bütün ilimlerin semerelerini kendinde topladığı için Kur’an-ı Kerim adı verilmiştir.
Nitekim yüce Allah buna «Her şeyin tafsilidir…» (Yusuf: 111)
«…Her şeyin apaçık beyanıdır…» (Nahl: 89) şeklinde işaret buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim Hakikati Ehli’ne göre bütün hakikatleri kendisinde toplayan Ledûn İlmi’nin de icmali özetidir.
Hz. Ali der ki: «Resûlullah (s.a.v.)’dan işittim: (Haberiniz olsun ki: bir takım fitneler zuhur edecektir!) buyurdu. (Ya Resûlullah! O fitnelerden çıkış, kurtuluş nedir?) diye sordum? (Kitabullahtır! Çünkü sizden öncekilerin haberleri de sizden sonrakilerin haberleri de, aranızdakilerin hükmü de ondadır.
O hak ve batılı ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş şey değildir. Onu zorbalıkla bırakan kimsenin Allah boynunu kırar. Hidayeti doğru yolu ondan başkasında arayanı dalâlete düşürür. O hikmetle dolu Kur’an’dır. O en doğru yoldur. O öyle bir kitapdır ki onlar onu dinledikleri zaman (Biz gerçek hayranlık veren bir Kur’an dinledik ki O Hakka ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de O’na inandık.) derler.»
Peygamberimiz, başka bir hadislerinde «Önceki kitaplar tek bab ve tek harf üzerine inmiştir. Kur’an ise Emir, Nehiy, Helal, Haram, Muhkem, Müteşabih, Misallerden mürekkep olmak üzere yedi bap ve yedi harf üzerinden inmiştir.»
İSRÂ VE MİRAC MUCİZESİ
İsra (Gece yürüyüşü) kelimesiyle, Yüce Allah’ın peygamberine Mekke’deki Mescid-i Haram’-dan, Kudüs’deki Mescid-i Aksa’ya kadarki yolculuk kasdedilmişdir. Miraç ise, bu yolculuğun ardından, Resûlullah’ı yüksek gök tabakalarına çıkarmak, sonra insan, cin, melek ve diğer bütün mahlûkâtın bilgilerinin sınırlandığı yere ulaştırmak manasına gelir.
Mirac, Allah’ın Resûlü’ne ikram buyurduğu, hayret verici mucizelerinden biridir.
Mirac’da Resûlullah (s.a.v.)’a Burak adında bir binek getirildi. Resûlullah (s.a.v.) onca Mescid-i Aksa’ya gidip orada iki rekat namaz kıldı. Sonra Cebrail aleyhisselam O’na süt ve şerbet dolu iki kâse sundu. Resûlullah süt dolu kâseyi alınca, Cebrail aleyhisselam, «Fırtratı seçtin» dedi. Sonra Resûlullah (s.a.v.) semâların ötesinde Sidretül Münteha’ya götürüldü. Cenab-ı Allah orada ona vahyedeceğini vahyetti. Beş vakit namaz, Lailaheillallah diyen herkesin er geç Cennete gireceği gibi hediyelerle geriye döndü.
Resûlullah (s.a.v.) bu mucizesini anlatınca müşrikler O’na Mescid-i Aksa’dan sordular. Allah-ü Teâlâ Mescid-i Aksa’nın şeklini gözünün önüne getirdi. Her sorduklarına O’na bakarak cevap verdi.
Bir kısım müşrikler Hz. Ebu Bekr (r.a.)’e gidip Mirac mucizesini anlatınca ondan beklemedikleri şu teslimiyet cevabını aldılar.
«Eğer Resûlullah (s.a.v.) söylediyse mutlaka doğrudur. Ben bundan daha akla uzak olanları tereddütsüz kabul ettim.»
RESÛLULLAH (S.A.V.)’IN TA’LİM ETTİĞİ DUA
«De ki: Allah’ım! Senden yalvararak diliyorum. Ey gizliyi bilen; Ey semâ kudreti ile bina edilen; Ey, yer izzeti ile döşenmiş olan; Ey Celâlinin nuru ile Güneş’i ışık saçıcı, Ay’ı da parlayıcı kılan; Ey; her inanmış temiz nefese teveccüh eden. Ey, korkanların, rnüttakilerin korkuşunu sükuna erdiren; Ey, yaratıkların ihtiyaçları ve dilekleri indinde yerine getirilen; Ey, Yusuf’u kölelik boyunduruğundan kurtaran; Ey kullarının ihtiyaçlarını zatına arzetmek için araya bir vasıta koymayan, her dilek sahibinin münacatlarını doğrudan doğruya kendisi dinleyen ve alıp veren bir veziri olmayan Rabbim! Bir Rab ki, kendisine her müracaat edene vermekle ni’metlerinde bir azalma olmaz; hattâ dilek ve ihtiyaç sahiplerinin çokluğu O’nun kerem ve ihsanını artırır. Allah, Muhammed (s.a.v.)’e ve Âline (ailesi ve çocukları ve dostları) salât (dua) ve selam etsin. Duamı kabul buyur, isteğimi ver. Çünkü Sen, her şeye kadirsin.»
SEFERİN HÜKÜMLERİ:
Yolculara verilen kolaylıklardan bazıları:
— Ramazan-ı Şerifte müsaferette bulunan için orucunu tehire bırakmak mubahtır. Mukîm olduğu zaman tutması gerekir.
— Mesh müddeti üçgün üç gecedir.
— Misafir dört rekatlı farz namazları iki rekat kılar. Dört rekat kılması mekruhtur. Sünnetleri isterse kılar.
Bu şekilde namazın kısaltılması mevzuu Kitap, Sünnet ve ümmetin icması ile sabittir.
KUR’AN-I KERÎMİ ÖĞRENİP ÖĞRETMENİN VE OKUMANIN FAZİLETİ!
Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: «Sizin hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.» «Bu Kur’an’ı öğreniniz! Çünkü O’nun tilavet edeceğiniz her bir harfine karşılık on hasene ile mecur olursunuz.» «Her kim Kitabullah’dan bir harf okursa o harf karşılığında kendisine bir hasene verilir.»
Kur’an bizim için ahirette de şefaatçi olacaktır. Peygamberimiz (s.a.v.): «Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an okuyanların yanına kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir. Kur’an okuyana kıyamette en büyük yardımcı olacaktır. Yüce Allah’a (Ya Rab! Her amel sahibine ecrini verdin. Nerede benim amelimin ecri?) Bunun üzerine başına krallık ve keramet tacı konulacak. Kur’an «Daha büyüğünü ummuştum» dediğinde ona keramet elbisesi giydirilecek. Hatta Kur’an okuyan ve onun içindekilerle amel eden kimsenin anne ve babasına kıyamet günü ziyası bütün dünya evlerinin ziyasından daha parlak ve güzel Taç giydirilecektir! «Bakara ve Âl-i İmran sürelerini öğreniniz! Çünkü Bakara Sûresi okunan eve şeytan giremez. Onların üç gece okunmadığı eve şeytan yaklaşır.»
Allah (c.c.) kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez. Herkesin kazandığı hayır da şer de kendinindir. Okuduğumuz Kur’an karşısında Allah (c.c.)’ın varlığını kavrarız. Büyüklüğünü, yaratıcılığını Kur’an-ı Kerim sayesinde öğreniriz.
DUA
Cenab-ı Hak «Ey Resûl-i Ekrem! Benim kullarım Sana «Rabbimiz uzak mıdır yakın mıdır?» diyerek benden sual ettiklerinde Sen onlara cevap ver ki: Ben onlara çok yakınımdır. Bana dua eden kullarının duasını ben kabul ederim. Dua işediklerinde benden dualarının kabulünü istesinler. Ve bana iman etsinler. Me’mul ki onlar imanları ve duaları sebebiyle doğru yola vâsıl olur. Ve irşâd olurlar.» (Bakara Sûresi: 186)
Duanın kabulü üç şeye mütevaffıktır:
— Kazaya muvafık olmak,
— O kimse hakkında duanın kabulü hayırlı olmak.
3 — İstenilen şey muhal olmamaktır.
Duanın kabulünde adabına ve şerâitine riayet etmek lazımdır. Bu şeraitin cümlesi mevcut olduğu halde kabul olunmak ciheti galib ise de fakat kabulü yine meşiyyet-i ilahiyyeye muallâktır. Binâenaleyh dilerse kabul eder. Dilerse kabul etmez. Mamafih dua etmek ayn-ı ibadettir. (Ahiretde sevap ecir vardır.) Duanın kabulü âni olmadığından istenilen şeyin bir müddet sonra verilmesi me’mul olduğu gibi duası miktarı o kimsenin üzerinden bir (şerrin) define sebeb olmak, veyahut bilmediği bir başka cihedden duasının eseri hasıl olmak ihtimaline binâen hiç bir duaya kabul olunmadı nazarı ile bakılmaz.
«Rabbiniz size: Bana dua edin duanızı kabul ederim, dedi. Zira o kimseler ki onlar duadan kibir ettiler. Yakında zelil ve hakir oldukları halde cehenneme dahil olurlar.» (Mü’min Sûresi: 60)
FATİHA’NIN MANA VE FAZİLETİ
Fatiha Kur’an-ı Kerim’in ilk süresidir.
Yüce Allah’a (c.c.) hamd ile başladığı için bu sûreye Hamd Sûresi de denir.
Namazların her rekatında okunan bu mübarek sûrede şöyle buyrulur:
«Olanca hamd, alemlerin Rabbı, Rahman, Rahim, Ceza gününün sahibi Allah’adır.
Bizi, doğru yola, nimete kavuşturduğun kimselerin yoluna eriştir.
Ne gazaba uğramışlarınkine, ne de sapıklarınkine!…» (Amin).
«Bizim bu duamızı kabul buyur.» demek olan amin sözü Kur’an’dan değildir. Fatiha Sûresi’nin sonunda söylenmesi sünnettir.
Her kimin «amin» demesi meleklerin «amin» demesine uyarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.
Peygamberimiz (s.a.v.), Eshab’dan (r.a.) Ebu Said b. Muallâ’ya (r.a.) «Mescidden çıkmadan, sana bir sûre öğreteceğim ki, o Kur’andaki sûrelerin sevap cihetinden en büyüğüdür.
O, Elhamdülillah! Rabb’il’âlemin süresidir. Namazlarda tekrarlanan yedi Ayet ve bana ihsan olunan Kur’an’dır.» buyurmuştur.
***
Bir ülke, Cihad ruhunu KUR’AN’da bulursa
Ruh önderi, PEYGAMBERİZİŞAN’ı olursa
Yüzyıllara hükmeyler ilahi değeriyle
Çağlar, medeniyetlerin en şaheseriyle
A.U. KURUCU
ÂYETÜ’L-KÛRSÎ
“Allah (c.c.) öyle yücedir ki, O’ndan başka ibadete lâyık biri yoktur. Ancak zât-ı uluhiyeti vardır. Zira hayat sıfatıyla muttasıf olduğu gibi halkın umurunu tedbir ve hıfz etmeye kaim ve dâim ve hayatı, ezelî ve ebedidir.”
«Çünkü uyku evvelinde olan esnemek ve gerinmek ve bilfiil uyku ve fütur ve gaflet gibi şeyler asla kendisine arız olmaz.»
«Gökler ve yeryüzü ve arasındaki bütün mahlûkat Allah (c.c.)’ındır. Ve hepsinin korunması ona aittir.
«Allah (c.c.) katında âsilere enbiya ve evliyadan kim şefaat edebilir? Hiç kimse edemez. Ancak Allah (c.c.)’ın izni ile şefaat eder.»
«Allah (c.c.) insanların ileriye takdim ettikleri ve geride işleyecekleri amellerini bilir ve hiçbir zerresi ilminden hariç olmaz.»
«Halbuki insanlar Allah (c.c.)’ın bildiği malumattan azıcık bir şey bile bilmezler, ancak Allah (c.c.)’ın mahlûkunun bilmelerine irade-i ilahiyesi şeref-i taalluk ettiği şeyi bilirler.»
«Hak Teâlâ’nın kürsîsi ve arzı vâsi oldu ve onları ihata etti.»
«Gökleri ve yeri korumak Allah (c.c.) üzerine ağır olmaz.»
«Halbuki Allah Teâlâ şerik ve nazîrden yüce ve herşeyden büyüktür.»
ESMAÜN NEBİ (S.A.V.)
Sahibül Fazilet (s.a.v.): Zatında ve sıfatında bütün faziletleri topladığından Peygamberimiz (s.a.v.)’e bu isim verildi.
YASİN-İ ŞERİF’İ OKUMANIN FAZİLETİ
Kur’an okumayı öğrenmek ve okumak çok faydalı olan ameldir. Yâsin’i okumanın fazileti se ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından, bâzı âyet-i celileler ve sureler gibi belirtilmiştir.
«Kim her gece Yasin okumaya devam ederse şehid olarak ölür.» (Taberâni)
«Kur’ân’ın kalbi Yâsin’dir. Bir kimse Allah’ı ve ahiret yurdunu dileyerek okursa yarlığanır. Onu ölülerinize okuyunuz.» (Neseî, Ebu Davut, İbni Mâce).
«Her gece Yâsin-i Şerif okuyan mü’mini kamilin küçük günahları afvedilir.» (Cami üs-Sagir)
Bu Sûre-i Celileyi hadislerde belirtildiği üzere okumaya çalışmalıdır. Her gece kıraat edemiyorsak en azından Pazartesi ve Cuma geceleri okumak gayreti içinde olmalıdır. Bunu okumanın hem kendimize hem de bütün ölülerimize faydası dokunur. Kendimiz okuyamıyor ise okuyabilenlere okutmalıyız. Böyle de olur. Yalnız Kur’an okurken veya dinlerken manasını düşünmelidir. Manasını bilerek dinlemeli, okumalıdır. Huzur ve huşu içinde kıraatta bulunmalı, tefekkür etmelidir. Kalbimiz titremeli, vücudumuz ürpermeli, gözlerimiz Allah (c.c.) korkusundan yaşarmalıdır. Böyle olamıyorsak olmağa çalışmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in de Kur’an-ı Kerim’i dinlerken mübarek gözlerinden yaş gelirdi. Felâhın, huzura dahil oluşun yolu böyledir. Mükerrem insan olabilmenin bir şartı da budur.
KUR’AN-I KERİM OKUMAK
«Yüzünden Kur’an okuyanın, ezbere okuyana karşı olan üstünlüğü, farzın nafileye olan üstünlüğü gibidir.» (Ramuz Tercümesi, s. 467)
«Deniz kenarında oturup müslümanların iyiliğini düşünen temiz yürekli insana, denize her bakışında, Allah bir sevab yazar.» (Ramuz Tercümesi). «Kur’an, ruhani hastalıklara, kötü i’tikat ve ahlaklara karşı devanın ta kendisidir.» (Ramuz Tercümesi s. 327) «Kur’an’ı çok okuyanlar cennet ehlinin kurralları olacaktır.» (Ramuz Tercümesi, s. 327) «Kur’an’ı yüzünden okumak, denize bakmak, ana -babanın yüzüne bakmak; zihni dinlendirir.» Hadîs-i Şeriflerine uyarak gözün hakkını vermek icabeder. Ayrıca; salihlerin yüzüne bakmanın ve ana – babanın yüzüne merhametle bakmanın sevap olduğunu hatırlayıp, ihmalkârlık yapıp gözün hakkını vermemezlik etmemek gerekir.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) ‘İN TAVSİYE ETTİKLERİ DUA
«Şu meâldeki duayı okuyunuz: Ya Rab! Muhammed (s.a.v.)’e (dünyadaki şeriatini, ahirette şefâatini) kutlu kıl; ailesine ve bütün ümmetine de rahmet eyle! Nasıl İbrahim’e kutlu kıldın rahmet ettin ise!… Ya Rab! Muhammed üzerinde ona verdiğin şeref ve saadeti daim kıl!… Kadınlarının ve bütün ümmetinin üzerinde de sabit kıl!… Nasıl İbrahim’in üzerinde sabit kıldınsa! .. Ya Rab Sen Hamîd’sin, Sen Mecid’sin!…» (Buhari)
LEYL SÜRESİNİN MEALİ
1-4 «Karanlığı âlemi kapladığı zaman geceye, ziyası alemi nurlandırdığı vakit gündüze, erkeği ve dişiyi halk eden (yaratan) Hâlık’a yemin ederim ki sizin sa’yiniz (amelleriniz) dağınıktır (farklıdır).»
(5-7) «Şol kimse ki, malını çeşitli hayırlara harcadı ve günahlardan nefsini sakındı, güzel olan tevhid dinini tasdik etti. Biz o kimseye cennetimizi müyesser (kolay) kılarız.»
(8-10) «Ve amma o kimse ki Allah (c.c.) yolunda malını harcamaktan kaçındı ve emrolunduğu farzları terk etti. Malî ve bedenî ibadetlerden kaçındı, şehevatı nefsaniyeyi tercih ederek nefsini âhirete ihtiyaçsız saydı, güzel olan din-i mübini tekzib etti, böyle olan kimseye kendi iradesini şerre kullandığı için pek güç olan cehennemi müyesser kılarız.»
— «Başı aşağı Cehennem’e atıldığı vakit onun malı ondan Cehennem azabını def edemez.»
— «Kullarımıza yol göstermek bize vacip menzilesindedir (adaletin gereğidir).»
20-21 — «Harcadığı malını ancak A’la (yüce) olan Rabbinin nzasını talep için harcamıştır. Zat-ı uluhiyyetime yemin ederim ki Rabbi arzu ettiği nimetleri vermekle yakında onu razı eder. Ve o da Rabbinin verdiği nimetlerden razı olur.»
Fahri Râzi’nin beyanına göre bu sûre Hz. Ebu Bekir (r.a.) hakkında nazil olmuştur.
(Hz. Ebû Bekir (r.a.) Sh. 150)
KUR’AN-I KERÎM OKUMA ADABI
— Abdestli okumak
— Kelâm-ı İlahi’yi en yüksek tazim ile tazim etmek.
— İmkân oldukça kıbleye karşı oturmak.
— Varlıktan soyunup, Kur’ân’ın nurundan yok olmaya çalışmak.
— Tecvit ve tertile dikkat etmek.
— Allah (c.c.) rızası için okumak, Kelâmullahı dünya ve rızka âlet etmemek.
— Okurken mânâsını tefekkür ve tedebbür eylemek.
— Tebşirat Âyetlerinde sevinmek, azap Ayetlerinde korku ile Hakka sığınmak ve ilahi kıssalardan ibret almak.
9 — İlim sahibi değilse okuduğu kitabın yüceliğini unutmamak.
— Mushaf-ı Şerifi yüksek bir yer koymak.
— Sayfalarının yırtılması ve kaybolmasından sakınmak.
— Elini tükrükle ıslatarak açmamak.
— Senede hiç olmazsa iki hatim yapmak.
— Ezberlediği bir Âyet ve Sûreyi unutmamak.
— Ehl-i Kur’âna yakışan hürmeti yapmak.
16 — Kur’ân-ı Kerim hükümleriyle amel etmeye en son gayretini sarf etmek. (Kulluk, Sh. 49)
«Hiçbir şey hariç değil, hepsi O’nu hamdederek tesbih eder. Fakat siz onların tesbihini anlamazsınız.» (El-İsra: 44)
HASTA DUASI
(Allah (c.c.)’ım! Senden âcil şifâ veya verdiğin belâya sabır veya dünyadan rahmetine göçetmeği isterim! de. Emin ol bunlardan biri sana verilecektir.) (H. Şerif, İhya C. 2/527)
Hastanın şöyle demesi de müstehâbdır:
“Çektiğim şu acıdan ve korktuklarımdan Allah (c.c.)’ın kudretine iltica eder O’na sığınırım” (a.g.e)
Kabir Ziyareti:
Müslüman haklarından birisi kabir ziyaretidir. Kabir ziyaretinden maksad ölüye dua, ibret almak ve gönlü yumuşatmaktır.
Resûl-i Ekrem (sa.v.) Efendimiz: «Mezardan daha korkunç bir manzara görmedim; gördüğüm manzaraların en korkuncu mezardır» buyurdu. (Tirmizî, İhya C. 2/531)
Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
«Birgün Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ile gidiyorduk. Bir kabristana uğradık. Resûl-i Ekrem (s.av.) ağladı, bizler de ağladık. Sonra Resûl-i Ekrem (s.a,v.), bize dönerek:
Niçin ağlıyorsunuz? buyurdu. Biz:
Sizi ağlar gördüğümüz için ağlıyoruz dedik Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v.):
Bu kabir, annem Vehbin kızı Amine’nin kabridir. Ziyaret etmek için Rabbimden izin istedim, izin verdi. Kendisine dua edip istiğfar etmem için izin istedim, fakat buna müsâde etmedi. Bundan dolayı bir evlâd rikkati ile ağladım.» buyurdu. (İhya C 2, Sh. 531)
ÂYET’ÜL KÜRSİ
Peygamberimiz (s.a.v.):
Bu Ayetin (Ayet’ül Kursi) okunduğu haneden şeytanın firar edeceğini ve sâhir ve sâhirenin (erkek ve kadın sihirbaz) sihirlerinin o hâne halkına te’sir etmeyeceğini ve bu âyetin tilâvetine (okunmasına) devam etmek âbid ve sıddıkların vazifesi olduğunu ve Kur’ân’ın seyyidi Sûre-i Bakara olup Bakara nm seyyidi de Ayet’ül Kürsi olduğunu beyan buyurmuştur.
İşte bu Hadis-i Şerif: İnsanları maddi esbaba tevessül ettikleri gibi manevi esbaba (sebeplere) de tevessülün (lüzumunu beyan etmiştir.) Çünkü insana musallat olan şeytanı bu Âyet’i — Ayet-ül Kürsi’yi — okumakla kaçırmak hırsızı silahla kaçırmak gibidir.
Bir kul ki, şeytandan gelecek şirk vesâir belâların definden aciz olduğunu itiraf ederek kudret-i azime (en büyük kudret) sahibi olan Allah (c.c.) hazretlerine kemal-i ihlas ile iltica eder (sığınır). O’nun kudret ve azametini beyan eden bu ayet’ül kürsî’yi okursa; Halikına (yaradanına) sığınan bir kulunu hakiki muhafaza edici olan Hak Teâlâ Hazretleri’nin muhafaza buyuracağına şüphe yoktur. Şu kadar ki inanmak, ihlas ve teslimiyet şarttır. Yoksa iman ve itikadı zayıf olanlar maneviyattan istifade edemezler. (Hz. M. Sami, Musâhabe C. 2, Sh, 27)
«Sana vahyedilen kitabı oku. Namazı da dosdoğru kıl (ve kıldır). Çünkü namaz edebsizlikden ve akıl ve şeriata uymayan her şeyden alıkoyar. Allah’ı zikretmek elbette en büyük (ibadet) dir. Ne yaparsanız Allah bilir.» (El-Ankebût: 45)
YÂSİN SÛRESİNDE ON BEREKET VARDIR
— Onu aç okursa doyar,
— Susuz okursa, suya kanar,
— Çıplak okursa, giydirilir,
— Bekar okursa, evlenir,
— Korkan okursa, emniyet ve selâmet bulur,
6 — Mahpus okursa, hapisten çıkar,
— Yolcu okursa, yolculuktan memnun ve mesrur olur,
— Yitik sahibi okursa, yitiğini bulur,
— Hasta okursa, hastalığından kurtulur,
10 — Ölü yanında okunursa, ölünün günahı hafiflenir.
«Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an-ı Kerîm’in kalbi de Yasin süresidir.»
«Her kim Yâsîn okursa, Allah (c.c.) onun bu okumasına, Kur’ân’ı on kerre okumuş gibi sevap yazar.»
«Kim Allah (c.c.)’ın rızasını umarak geceleyin okursa, o gecede bağışlanıp, yarlığanır. Gündüzün başlangıcında okursa, ihtiyaçları giderilir. Sabaha çıkınca okursa, akşama kadar o gün kendisine kolaylık verilir. Gecenin başında okunursa, sabaha kadar o gece kendisine kolaylık ihsan olunur.»
(M.A. Köksal İ. Tarihi C. 11, Sh. 235)
«Her kim Kehf Sûresi’nin başından on Âyet ezberlerse deccal fitnesinden korunur.»
«Cuma günü Kehf Sûresini okuyan kimseye, iki cuma arasını aydınlatan bir Nur ihsan olunur.»
(M. A. Köksal, İ. Tarihi C. 11. Sh. 235)
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’İN ARAFAT’TAKİ DUASI
«…Ey Allah (c.c.)’ım! Senin buyurduğun gibi, bizim söylediğimizden daha üstün olarak sana hamd olsun.
Ey Allah (c.c.)’ım! Benim namazım, ibadetim, diriliğim, ölümüm, Senin içindir. Dönüşüm Sana’dır. Mirasım da, ey Rabbim Sana aittir.
Ey Allah (c.c.)’ım! Kabir azabından, kalbin vesvesesinden, işlerin dağınıklığından sana sığınırım.
Ey Allah (c.c.)’ım! Rüzgârların getirdiği âfetin şerrinden Sana sığınırım.
Ey Allah (c.c.)’ım! Gözümde bir nur, kulağımda bir nur, kalbimde bir nur yarat.
Ey Allah (c.c.)’ım! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır.
Ey Allah (c.c.)’ım! Göğüslere vesvese veren şeytandan, işlerin karışıklığından, kabir fitnesinin şerrinden, gecenin getirdiği şeylerin şerrinden, gündüzün getirdiği şeylerin şerrinden, korkunç, rüzgârların getirdiği afetlerin şerrinden, zamanın nöbet nöbet gelen mihnet ve belâların şerrinden Sana sığınırım.
Ey Allah (c.c.)’ım Sağlığın hastalığa çevrilmesinden, birden bire gelip çatacak azabından ve bütün gazabından Sana sığınırım.
Ey Allah (c.c.)’ım! Beni hidayetine ulaştır. Geçmişimi, geleceğimi bağışla…»
(M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, C. 17, Sh. 265)
«Ey İman edenler, Allah’dan korkun. Bir de sâdık olanlarla beraber olun.» (Tevbe, 119)
KUR’AN’I MÜBİN’İN İHTİVA ETTİĞİ HAKİKATLER
Kur’an-ı Mübin, insanlara Hak Teâlâ’nın varlığını, birliğini, büyüklüğünü, hikmet ve kudsiyetini bildirir.
Kur’an-ı Hakim, insanları ilme, irfana, tefekküre davet eder, insanları gaflet içinde yaşamaktan meneder.
Kur’an-ı Azim, insanlara gönderilmiş olan Peygamberlerin bir kısmına dair malumat verir. Onların yüksek vazifelerini nasıl başardıklarını ve bu vazifeler uğrunda ne kadar fedakârlıkta bulunmuş olduklarını bildirir.
Kur’an-ı Mübin geçmiş ümmetlere ait en ibretli hâdiseleri tarihi vakaları bildirir, insanları ibret almaya davet eder, günahkâr kavimlerin pek korkunç akıbetlerini haber verir.
Kur’an-ı Kerim, insanlara daima uyanık bir ruha sahip olup Hak’tan gafil olmamalarını emreder, nefislerinin havasına uyarak nefislerinin faziletten uzak kalmamasını tavsiye eder.
Kur’an-ı Mübin, Müslümanlara dinlerine selâbet göstermelerini ve daima Hakk’ı müdafaa etmelerini tavsiye eder, düşmanlarına karşı daima kuvvetli bulunmalarını, her türlü müdafaa vasıtalarını hazırlamaya çalışmalarını ihtar eder.
(Ömer Nasuhi Belmen, İslâm İlmihali, Sh.: 23)
***
«Sıla-ı rahimi (akraba ziyaretini) terk eden kimsenin nasibini Cenab-ı Allah cennetden keser.» (Menavi)
KUR’ÂN OKUYAN MÜ’MİN
Resûlullah (s.a.v.): «Kur’ân okuyan mü’min ütrücce (ağaç kavunu) gibidir. Kokusu da taamı da hoştur. Kur’ân okumayan mü’min hurma gibidir. Rayihası (kokusu) yok fakat tadı hoştur. Kur’ân okuyan münafık reyhana benzer. Kokusu hoş, tadı acıdır. Kur’ân okumayan münafık, Ebû Cehil karpuzuna, benzer. Kokusu olmadığı gibi tadı da acıdır.» buyurdu.
(Riyâzü’s-Sâlihîn, C. 2, Sh.: 340)
KUR’AN HAKKINDA
Ebû Bekr Verrâk (r.a.)’ın küçük oğlu Kur’ân okumağa hocaya giderdi. Bir gün benzi sararmış olarak ve titreyerek erkenden hocasından geldi. Babası:
Ey oğul sana ne oldu? dedi.
Ey baba? Bu gün üstadım bana Kur’ân âyetinden bir ders verdi. Onun mânâsını işittim, korkumdan bu hale geldim, dedi.
( Ey oğul o âyet hangi âyetdir? dedi. Oğlu:
«Eğer küfür üzerine devam eder de kalırsanız nefsinizi azabdan nasıl saklayacaksınız. O günde ki o günün şiddetinden çocuklar koca olurlar. Yani saçları ağarır.»
(Müzzemmil Sûresi: 17)
İşte bu âyet-i celilenin mânâsını o çocuk üstadından anlayınca korkusundan hasta oldu. Ölüm döşeğine düşdü, can verdi öldü. Babası oğlunun kabrine giderdi, ağlardı ve derdi ki:
Senin oğlun Kur’ân’dan bir âyet işitti, Allah (c.c.) korkusundan can verdi, sen ise bu kadar zaman Kur’ân okur hatmedersin, ömrün artık sona erdi, ecelin de yaklaşdı fakat hâlâ hukuk-ı ilâhiyeden çocuk kadar korkmazsın! Meğer senin gönlün kara taştan da katı imiş ki kalbine Kur’ân-ı âzim’üş-şân te’sir etmiyor.
***
Kur’ân-ı Kerîm okurken ve dua ederken sesini çok yükseltme. Namaz vakti gelince, hemen kıl. Geciktirirsen şeytân seni meşgul eder. Bunun gibi bir hayırlı işe niyyet ettiğin zaman hemen yap, yoksa şeytân seni o hayırlı işten meneder.
(Dört Büyük Halife, Bedir Y., Sh.: 290)
SIKINTI ANINDA OKUNACAK DUÂLAR
— Aşağıdaki birinci dua 480 defa okunacaktır. Okurken her doksandokuzuncuda bir defa aşağıdaki ikinci dua okunacaktır.
DUA: “Rabbeneftah beynenâ ve beyne kavmine bil hakkı ve ente hayrül fatihin.”
DUA: “Allahümme ya müfettihal ebvab iftah lena hayrel bab.”
Aşağıdaki dua yedi defa okunacaktır.
“Fallahü hayrün hafızan vehüve erhamürrahimin.”
Aşağıdaki dua yedi defa okunacaktır.
“Selâmün kavlen minrabbirrahim”
Aşağıdaki dua yedi defa okunacaktır.
“Selâmün aleyküm bima sabertüm fenîğme ukbeddar.”
Sekiz defa Ayetel kürsî okunacaktır. Birinci okununca ön tarafa, ikincide sağa, üçüncüde sola, dördüncüde arkaya, beşincide yukarıya, altıncıda aşağıya üflenilecek, yedinci okunup yutkunulacak, sekizinci okunup etrafa dönülerek üflenilecektir.
***
Kur’an Herkesi İrşad Edebilir:
İngilizlerin Arapça bilginlerinden Stanley Lenpol (Kur’ân’dan Seçmeler) adlı kitabının Önsözünde söyle der:
«Peygamberin Medine’de telakki ettiği Ayetler, bilhassa dikkata şayandır. Çünkü, bunlar, İslâm cemiyetini idare eden, her müslümanı doğru yola sevk eyleyen Âyetlerdir. Mekke’de vahy olunan Sûreler ise, büyük ve müessir bir diyanet için gereken her şeyi içine alır.»
(M.A. Köksal, İ. Tarihi. C. 18, Sh.: 220)
ÖLEN KİŞİ YANINDA YAPILACAK DUA
Ümmü Seleme (r.a.)’den rivayet edilen bir hadiste Ümmü Seleme (r.a.) şöyle demiştir: «Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, (zevcim) Ebu Seleme (r.a.)’nin (ölümünü müteakip) onun yanına girdi. Ebu Seleme (r.a.)’nin gözü acık vaziyette idi. Peygamber (s.a.v.) onun gözünü kapattıktan sonra:
“Muhakkak ki ruh kabzedildiği (alındığı) vakit göz, arkasından takip eder” buyurdu. O sırada ev halkından bazı kimseler feryadla ağladılar. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.):
«Kendi nefisleriniz üzerine hayırdan başka şey dua etmeyiniz. Çünkü melekler söyleyeceğiniz sözlere âmîn derler» buyurdu.
Sonra Resûlullah (s.a.v.):
(Yâ Allah! Ebu Seleme’ye mağfiret et. Onun derecesini hidayete erdirilenlerin içinde yükselt. Onun arkasından ailesinin geride kalanları arasında ona halef ol (yani onun işini üzerine al). Ey âlemlerin Rabbi! Bizim ve onun günahlarını mağfiret eyle. Kabrinde ona genişlik ihsan eyle ve kabrin içinde kendisini nurlandır, diye dua buyurdu.
Bundan dolayı âlimler ölüme hazır olmuş kimsenin yanında kendisine tevbe etmesi, kelime-i şahadetleri hatırlatması ve kendisi ile arkada bıraktığı kimseler için (hayır) dua ederek onların bu dua ile faydalanmaları için iyi kimselerin ve ilim sahiplerinin hazır olmalarını müstehap saydılar.
(İmam Şarânî Ölüm-Ahiret-Kıyâmet, Sh.: 44)
KUR’ÂN İLMİ
Kur’ân-ı Kerîm, Allah-û Teâlâ Hazretleri tarafından Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e iktizâ ettikçe âyet âyet, sûre sûre inzal edilmiş, indirilmiş olan Kitâb-ı Mübîn’dir. Peygamber (s.a.v.), Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Cenâb-ı Hakk’dan Kur’ân-ı Kerim’i nasıl almış ise, öylece ashabına okumuş, onlar da Peygamber (s.a.v.)’in tarifi veçhile hem yazmışlar, hem de ezber etmişlerdir. Hangi âyet nereye yazılacaksa onu tarif etmiş, onlar da öyle yazmışlardır. Kur’ân’da Peygamber (s.a.v.)’in kendisine ait hiçbir şey yoktur. O, sâdece aldığını söylemiş ve yazdırmış ve onların hem ma’nâsını, hem de okuma tarzlarını tâlim buyurmuştur.
Binâenaleyh, Kur’ân ilmi, ikidir:
— Kur’ân okunmasına âid olan ilim,
— Kur’ân âyetlerinin ma’nâlarını, inceliklerini bildiren ilim.
Birincisine ilm-i Kırâet, ikincisine İlm-i Tefsir denir. Kur’ân-ı Kerîm’in bâzı kelimeleri birkaç veçhile okunabilir. Bu vecihlerden yedisi Efendimiz (s.a.v.)’den tevâtüran naklolunmuştur. Bunlara Kırâet-i Seb’a denir. Bu kıraatlere Peygamberden sahih senedlerle nakledilmiş üç kırâet daha ilâve olunmuş ve mecmûuna Kırâet-i Aşere denilmiştir. işte bu hususta bir ilim meydana gelmiş ve kitaplar da yazılmıştır. İlk kitap yazan, yani bu kırâetleri kitapta toplayan, hicrî (224) de ölmüş olan Kaasım’dır. İkincisi de (258) de ölmüş olan Kûfe’li Cübeyr Oğlu Ahmed’dir. Bunlardan sonra daha pek çok kitaplar yazılmıştır.
(A.H. Akseki, İ. Dini, Sh.: 32)
KUR’ÂN ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK
Osman (r.a.)’den bir rivayette Nebî (s.a.v.):
«Sizin en faziletliniz Kur’ân-ı öğrenen ve öğretendir.» buyurdu, demiştir.
İbn-i Ömer (r.a.)’dan rivayete göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Kur’ân sahibi (yani hafızın benzeri) bağlı devenin sahibinin misâli gibidir. Deve sahibi devesini gözetlerse tutabilir, mukayyed olmayıp bırakırsa kaçar gider.»
Keza Abdullah bin Mes’ud (r.a.)’den Nebi (s.a.v.):
«Kur’ân sahibinin birisi için (yani hafız için) şu âyetleri unuttum demek ne fena şeydir. Belki unutuldu demek gerektir.»
(Çünkü unuttum demek Kur’ân’ın hıfzına ehemmiyet vermediğine delâlet ettiğinden mekruhtur. Unutuldu demeli.)
«Ey Kur’ân sahibi hafızlar! Kur’ân’ı dâima okuyup müzâkere ediniz. Çünkü Kur’ân’ın hafız kişilerin gönüllerinden ayrılıp kaçması devanın boşanıp kaçmasından daha zorludur!» buyurmuştur.
Ebû Mûsa el-Eş’arî’den diğer bir rivayette ise, Nebi (s.a.v.):
«Kur’ân’ı muhafazaya ehemmiyet veriniz. Hayatım yed-i kudretinde olan Cenâb-ı Allah’a yemin ederim ki; Kur’ân’ın hafızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ihtimamsızlık eseri boşanıp kaçmasından daha zorludur!» buyurmuştur.
(Hz. R.M. Sâmi (k s.), Musâhabe, C 2. Sh.: 34)
Kendi nefsine ve kalbine, daha evvel geçmiş evlâd-ı insan’ların kıssalarını ve hikâyelerini söyle. Mazide insanların başına gelen felaket ve musibetleri düşün. Aynı şeylerin tekerrür etmemesi için dikkat et. Atalarının topraklarında ve yaşadıkları yerlerde gez. Ve onların eserlerini dikkatle tetkik et. Onlar neler yapmışlar, nereden nereye, ne için göç etmişler? Bunları tetkik ettiğin zaman onların pek yakın arkadaşlarından ve sevgililerinden ayrılıp gurbet ellere gittiklerini göreceksin. Tıpkı onlar gibi sen de pek yakında bilmediğin, görmediğin yerlere göç edip gideceksin. Şu halde istikbâldeki yerini şimdiden hazırla ve temizle. Ahiretini dünyâ ile satma.
Bilmediğin şey hakkında konuşma. Vazifen olmayan şeye karışma. Ve her işi ehline bırak. Sonunda bir felâketin gelmesinden korktuğun yolu terk et. Zîrâ bir işte felâket sezildiğinde onu terk etmek, korku ile ilerlemekten hayırlıdır.
İyiliği emret ki iyilik ehlinden olasın. Münkeri -kendisinde Allah’ın rızâsı olmayan şeyi- elin ile ve dilin ile ortadan kaldırmaya çalış. Bütün gücünü sarf ederek münkeri isleyenleri uzaklaştır.
Allah yolunda hakkıyla çalış. O’nun uğrunda mücâhede ve mücâdele etmekten çekinme.
Her hangi bir kimsenin ağır sözleri seni yolundan alıkoymasın. Nerede olursan ol, Hakk’a ulaşmak için bütün güçlükleri asmağa çalış.
(Hz. Ali (r.a.), Hz. Mahmud Sâmi k.s.)
«Ey Kavmim! Bu dünyâ hayâtı muvakkat bir faydalanmadan ibarettir. Âhiret ise, devamlı olarak durulacak yerdir.» (El-Mü’min Sûresi. Ayet: 39)
Kâfir olanlara ateşe arzedilecekleri gün şöyle denir: “Siz dünyâ hayâtında bütün zevklerinizi yaşayıp bitirdiniz ve bunlarla safa sürdünüz. Artık bugün hakaret azabı ile cezalanacaksınız; çünkü yeryüzünde haksız yere kibir taslıyordunuz, bir de dînden çıkıyordunuz (fâsıklık ediyordunuz.)” (El-Ahkâf Sûresi, Ayet: 20)
«..Onlara şöyle de : «— Dünyânın zevki pek azdır. Âhiret ise sakınanlar için muhakkak hayırlıdır; ve kıl kadar haksızlığa uğramazlar.» (En-Nisâ Sûresi, Ayet: 77)
KEMİK GERDANLIK VE BİLEZİKLER
Peygamberimiz (s.a.v.), Ev halkının, altun gümüş takınmalarına süslü püslü eşya kullanmalarına da razı olmazdı.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in azadlı kölesi Sevban (r.a.)’ın bildirdiğine göre: Peygamberimiz (s.a.v.), ne zaman seferden gelse, ilk önce Hz. Fatıma (r.a.)’yı görmeğe giderdi. Yine bir gazadan gelmiş, Hz. Fatıma (r.a.)’nın evine gitmişti. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r. annum)’in süs olarak gümüşten birer bilezik dikildiğini görünce, içeri girmeden geri döndü. Hz. Fatıma (r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu bileziklerden dolayı içeri girmediğini sezerek onları, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r. anhüm)’ün üzerinden söktü. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r. anhüm) ağlamağa başlayınca, onları, aralarında bölüştürdü. Ağlamaları dinmeden, Peygamberimiz (s.a.v.)’in yanına gittiler.
Peygamberimiz (s.a.v.) bilezikleri onlardan alıp Sevban (r.a.)’a: «Ey Sevban, git şunları filan oğullarına götür. Fatıma’ya deniz hayvanı dişlerinden yapılan bir gerdanlıkla, fil kemiğinden yapılan iki bilezik satın al. Çünkü bunlar benim ev halkımdır. Onların dünya hayatlarında, dünya metalarının üstünlerinden nasiplenmelerini arzu etmem.» dedi
(M.A. Köksal, İ. Tarihi)
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) kendi hesabına üç şeyden sakınırlardı:
1- Münakaşa ve mücadele etmekten
2- Kimseye lüzumundan fazla söylemekten.
3- Kendilerini alâkadar etmeyen işlerle meşgul olmaktan.
KUL İÇİN HAYIR DUA ETMEK
Hz. Ali Cr.a.), Peygamberimiz (s.a.v.)’den rivayet ediyor:
«Allah-û Teâlâ İbrahim (a.s.)’a yer ve gökleri gösterdiği vakit, İbrahim (a.s.) Allah’a karşı isyan etmekte olan birini gördü. Ve Allah’a onu helak etmesi için dua etti. Allah-û Teâlâ onu helak etti. Başka bir âsiyi gördü. Onun için de beddua etti. O da helak oldu. Diğer başka bir isyankârı gördü, onun da helak olmasını diledi, o da helak oldu. Böylece birkaç kişi helak edildi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, ibrahim (a.s.)’a şöyle vahiy buyurdu:
— Ey İbrahim! Muhakkak sen duası müstecâb bir kimsesin! Kullarımın helaki için bana dua etme! Zira onların benim yanımda üç hususiyetleri vardır:
— Kul, yaptıklarına ya tevbe eder, bende tövbesini kabul ederim,
— Veya onun zürriyetinden beni zikredecek bir nesil çıkar,
— Veyahutta kıyamet gününde istersem onu affederim, istersem cezalandırırım.»
(Hz. R.M. Sâmi (k.s.). Hz. İbrahim, Sh.: 30-31)
***
Bir müslümanın diğer müslümana karşı beş vazifesi vardır:
Selâmı yaymak,
Hastayı ziyaret etmek,
— Cenazesinin arkasından yürümek,
Davete icabet etmek,
Aksırana «Allah merhamet etsin» demektir.
(Riyaz-üs Salinin, C. 2)
KUR’AN’A BAĞLANMANIN SONUÇLARI
Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuştur:
Kur’ân’ın bir ucu Allah’ın, bir ucu da sizin elinizdedir. Ona sıkı tutunup, onunla amel ederseniz delâlete düşmez, daima mutlu olursunuz. Kur’ân kıyamet gününde şefaatçidir. Onunla amel etmiş olan Cennet’e, etmemiş olan Cehennem’e gider. Kur’ân, Allah’ın bir ziyafetidir. Gücünüz yettiği kadar o ziyafeti kabul ediniz. O bir nurdur, şifadır, koruyucudur. Ona bağlı olanı korur.
Kur’ân’ı okuyunuz ki onun her harfi için Allah, on sevap ihsan eder. Onu okuyun ve anlamaya çalışın. Onda, Dünya ve ahirete ait bütün hükümler vardır. Doğru ile yanlışı (hak ile batılı) bildirmiştir. Onu terk eden Allah’ı terketmiştir, delâlete düşmüştür. Ona bağlanan doğru yoldadır. Alimler onu okumaya doymazlar. Ne kadar okunsa eskimez, aksine değeri artar. Kur’ân doğru yolu gösteren, adaletle hükmetme yollarını bildiren ilâhî bir kitaptır ki, onunla amel eden felaha, mutluluğa erer. Kur’ân’ı okuyan, ezberleyen, helâl ve haramını bilip ona göre amel edene Allah Cennet’ini ihsan eder ve ailesi fertlerinden cehennemlik olanlardan on kişiyi (şefî olma) bağışlatma hakkını yetkisini verir.
(Marifetname -İ. Hakkı Hz., C. 1, Sh.: 67)
***
“Her kim yola ilim arayarak girerse Allah ona Cennet’e varan yolu kolaylaştırır.”
(Tirmizi)
ALLAH (C.C.)’A YALVARMAK
Hadiste buyurulmuştur ki: Cenâb-ı Allah’dan rica edip yalvaran fâcir, Cenâb-ı Allah’dan ümîd kesen âbidden Allah Teâlâ’ya mâ’nen daha yakındır.
Bir adam öldü, Allah Teâlâ Musa (a.s.)’ya vahy buyurdu ki: Evliyamdan bir veli öldü, onu gaslet… Musa (a.s.) geldi ve gördü ki, halk günâhından (fıskından) dolayı O’nu mezbeleye atmış…
( Ya Rabbi, dedi. Sen halkın O’nun hakkındaki kelâmını işitirsin… Allah Teâlâ buyurdu:
— O üç şey ile ölümü ânında benden, şefaat diledi ki, bütün günahkârlar bunun gibi benden dileseler mağfiret ederim.
Birincisi: Dedi ki, Yarabbi, sen benim bu kötülükleri şeytanın fili ile işlediğimi bilirsin, arkadaşlarım da kötü idi. Fakat bunları kalbim kötü gördü.
İkincisi: Ehl-i fısk ile irtikâb-ı meâsîde beraberdim ama salihler ile oturmayı onlardan daha çok severdim.
Üçüncüsü de: Bir fâcir ve sâlih ile karşılaşdığımda sâlih kimseyi, fâcir üzerine tercih ve takdim ederdim.
(Hz. R.M. Sââmi (k.s.). Hz. Yûsuf as.)
***
MESCİTLERİ BİNA VE İMAR
Mescitleri bina ve imar eden ehli iman hakkında büyük müjdeler vardır. Bir hadis-i şerifte: “Herkim Allah Teâlâ (c.c.)’nın rızasını dileyerek bir mescid bina ederse Hak Teâlâ (c.c.) da ona Cennet’te bir ev bina eder.” buyurulmuştur.
SIKINTI ANINDA OKUNACAK DUALAR
— Aşağıdaki birinci dua 480 defa okunacaktır. Okurken her doksandokuzuncuda bir defa aşağıdaki ikinci dua okunacaktır.
DUA: «Rabbeneftah beynana ve beyne kavmine bil hakkı ve ente hayrül fatihin.»
DUA: «Allahümme ya müfettihal ebvab iftahlena hayrel bab.»
Aşağıdaki dua yedi defa okunacaktır.
«Fallahü hayrün hafızan vehüve erhamürrahimin.»
Aşağıdaki dua yedi defa okunacaktır.
«Selâmün kavlen minrabirrahim.»
Aşağıdaki dua yedi defa okunacaktır.
«Selâmün aleyküm bima sabertüm fenîğme ukbeddar.»
Sekiz defa Âyetel kürsî okunacaktır. Birinci okununca ön tarafa, ikincide sağa, üçüncüde sola, dördüncüde arkaya, beşincide yukarıya, altıncıda aşağıya üflenilecek, yedinci okunup yutkunulacak, sekizinci okunup etrafa dönülerek üflenilecektir.
***
Kur’an Herkesi İrşad Edebilir:
İngilizlerin Arapça bilginlerinden Stanley Lenpol (Kur’ân’dan Seçmeler) adlı kitabının Önsözünde şöyle der:
«Peygamberin Medine’de telakki ettiği Ayetler, bilhassa dikkata şayandır. Çünkü bunlar, İslâm cemiyetini idare eden, her müslümanı doğru yola sevk eyleyen âyetlerdir. Mekke’de vahy olunan sûreler ise, büyük ve müessir bir diyanet için gereken her şeyi içine alır.»
(M.A. Koksal. İ. Tarihi, C. 18. Sh.: 220)
KUR’ÂN-I KERİM’E HÜRMET — I
Her müslümamn, Kur’ân-ı Kerîm’i usûlüne uygun olarak okuyabilmesi gereklidir. Kur’ân’ın mânasını duyarak, anlayarak, düşünerek okumak, okuyabilmek ise çok güzeldir.
Kur’ân-ı Kerîm’i okumağa «Eûzü» ile «Besmele-i Şerife» ile başlanır. Kur’ân ele alınacağı zaman abdestli bulunmalıdır. Bu esnada kıbleye yönelmeli, toplu hürmetli bir vaziyet almalıdır. Abdestsiz olan bir kimse Kur’ân’ı eline alamaz.
Kur’ân-ı Kerim, temiz yerlerde, avret mahalleri örtülü ve Kur’ân’ı dinleyecek vaziyette bulunan kimselerin yanlarında açıkça okunabilir. Mülevves yerlerde, avret mahalleri açık olan veya başka işle meşgul olan kimselerin yanlarında cehren okunamaz mekruhtur.
Kur’ân’ı ta’zim için öpmek caizdir. Kur’ân ile, dini bir kitap ile başında Kur’ân’dan bir şey yazılı bir yüzük parmakta iken helaya girilemez. Kur’ân-ı Kerîm okunmayacak hâle gelince temiz, bir bez içine koyup ayak basılmayacak temiz bir mahalle defnedilir. Tam üzerine toprak atılmaması için tahtalardan bir tavan yapılmalıdır. Bu gibi mushafları yakmak caiz değildir. Sâir dinî kitaplar eskiyince hem defnedilebilir. Hem de akar suya bırakılabilir. Hem de içlerindeki mukaddes isimler silindikten sonra yakılabilir. Bu gibi kitap kâğıtlarına bir şey sarmak, dine ilme karşı hıyanettir. Caiz değildir, içlerinde Allah (c.c.)’ın veya Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in isimleri yazılı kağıt parçalarına da bu isimler bilinmeksizin bir şey sarılması mekruhtur.
(Devamı yarın)
KUR’AN-I KERÎM’E HÜRMET — 2
Bu meyanda dinî gazete ve dergilere bir şey sarmamak lâzımdır.
Kur’ân-ı Azîm’e, din ve imâna, Peygamberlerden herhangi birine, bir sünnete, bir hadis-i şerife, bir İslâm mabedine —hâşâ— sövmek, ihanet etmek, alaya almak küfürdür. Böyleleri hemen tevbe ve istiğfar etmelidir. İmânı ve nikâhlarını da tazelemeleri gerekir.
Hiç bir kimseye sövülmesi de caiz değildir. İnsanın ağzına sövülmesi büyük bir günahtır. Tazir cezasını ve tevbeyi gerektirir. Bazı fukahaya göre bir mü’minin ağzına sövülmesi küfürdür. İmanı ve nikâhı yenilemeği gerektirir.
Kur’ân-ı Kerîm’i veya herhangi bir din kitabını temiz olmayan bir yere atmak, Kur’ân âyetlerini ve kelimelerini sihr (büyü) gibi bir maksatla temiz olmayan şeyler ile yazmak ve yine bu maksatla tazime münafi sözler söylemek küfürdür. Bu gibi şeylerden son derece kaçınmalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm okumak ve gereğiyle amel olunmak için indirilmiştir. Mü’minler olarak yüce kitabımıza hürmette kusur etmeyelim. Âyet, âyet, sûre sûre, kelime kelime okuyup inceleyelim ve anlayalım. Onda ne buyuruluyorsa öylece yaşama gayretinde olalım.
(B. İslâm İlmihali, Sh.: 431)
***
“Allah kime hayır dilerse onu dinde bilgili kılar.” (Tirmizi)
KUR’AN HAKKINDA
Ebû Bekr Verrâk (r.a.)’ın küçük oğlu
Kur’an okumağa hocaya giderdi. Bir gün benzi sararmış olarak ve titreyerek erkenden hocasından geldi. Babası:
Ey oğul sana ne oldu? dedi.
Ey baba? Bu gün üstadım bana Kur’an ayetinden bir ders verdi. Onun manasını işittim, korkumdan bu hale geldim, dedi
Ey oğul o âyet hangi âyetdir? dedi. Oğlu:
“Eğer küfür üzerine devam eder de kalırsanız nefsinizi azabdan nasıl saklayacaksınız. O günde ki o günün şiddetinden çocuklar koca olurlar. Yani saçları ağarır.” (Müzzemmil Sûresi: 17)
İşte bu âyet-i celilenin mânâsını o çocuk üstadından anlayınca korkusundan hasta oldu. Ölüm döşeğine düşdü, can verdi öldü. Babası oğlunun kabrine gider, ağlar ve der di ki:
“Senin oğlun Kur’ân’dan bir ayet işitti, Allah (c.c.) korkusundan can verdi, sen ise bu kadar zaman Kur’an okur hatmedersin, ömrün artık sona erdi, ecelin de yaklaştı fakat hala hukuk-ı ilâhiyeden çocuk kadar korkmazsın! Meğer senin gönlün kara taştan da katı imiş ki kalbine Kur’ân-ı âzim’üş-şân te’sir etmiyor.”
Kur’ân-ı Kerîm okurken ve dua ederken sesini çok yükseltme. Namaz vakti gelince, hemen kıl. Geciktirirsen şeytân seni meşgul eder. Bunun gibi bir hayırlı işe niyyet ettiğin zaman hemen yap, yoksa şeytân seni o hayırlı işten men eder.
(Dört Büyük Halife, Sh.: 298)
15 Mayıs Çarşamba
ŞAKK-I SADR HADİSESİ
Bu hâdise, Peygamberimiz (s.a.v.) dört beş yaşlarında iken vuku bulmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Sahabilerinden bazıları: “Yâ Resûlallah! Bize, Kendinden biraz bahset” dediler.
Peygamberimiz (s.a.v.): “Olur!”
“Ben, Atam İbrahim’in Duâsı’yım! İsa’nın, geleceğini müjdelediği Peygamber’im! Annem de, bana hâmile kaldığı zaman, ru’yasında, kendisine Şam köşklerini aydınlatıp gösteren bir Nûr’un kendisinden çıktığını görmüştü. Ben, Sa’d b. Bekr’lerde emdirilip büyütüldüm. O sıralarda, Süt kardeşim ile birlikte evlerimizin arkasında kendimize aid küçük kuzuları yayıyorduk, üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, içi, kar dolu altundan bir leğen ile yanıma geldi. Beni, tutup karnımı yardılar, kalbimi, çıkardılar. Onu da yardılar. Kalbimin içinden kara ve pıhtılaşmış bir kan parçası çıkarıp attılar. Sonra, kalbimi ve karnımı, o karla iyici yıkayıp temizlediler.
Sonra da, onlardan birisi, arkadaşına: “O’nu, ümmetinden on kişi ile tart!”dedi. Beni onlarla tarttı. Ben, yine onlardan ağır geldim. “O’nu, ümmetinden yüz kişi ile tart!” dedi. Beni, onlarla tarttı. Ben, onlardan da ağır geldim. “O’nu, ümmetinden bin kişi ile tart!” dedi. Beni, onlarla tarttı. Ben onlardan da, ağır geldim. Bunun üzerine, “Artık, O’nu, tartmayı bırak! Vallahi O’nu, bütün ümmetile bile tartacak olsan, yine, O, ağır gelirdir!’ dedi” buyurdu.
(M.A. Köksal İslâm Tarihi)
KUR’AN-I KERÎM KELAMULLAHTIR
Mushaflarda yazılanların hakîkî mânada Kur’ân (Allah kelâmı) olduğunu bilmek gerekir. Okuduğumuz, ezberlediğimiz ve kâğıtlara yazdığımız âyetler, Kur’ân’ın tâ kendisidir.
Kur’ân’ın Allah (c.c.) tarafından indirildiğini inkâr eden kâfirdir. Dünyada Kur’ân yoktur, müshaflarda ve defterlerde yazılanlar Kur’ân değildir diyene şöyle söyle:
— Peki nerede kaldı Allah Teâlâ (c.c)’nın:
“Furkânı (Kur’ân’ı) âlemlerin (ilâhi azab ile) bir korkutucusu olsun diye, kuluna indiren (Allah’ın şânı) ne yücedir.” (El-Furkân. 1)
“Kur’ân’ı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da şübhesiz ki biziz.” (El-Hicr 9),
“Biz Kur’ân’ı sana zahmet çekesin diye indirmedik” (Tâhâ: 2)
“Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağ başına indirseydik muhakkak ki onu Allah korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün.” (El-Haşr: 21)
“O (Kur’ân) muhakkak ve muhakkak âlemlerin Rabbinden (cânibinden) indirilmedir.” (Eş-Şuarâ: 192)… mealindeki âyetleri…
Mushaflarda yazılanların Kur’ân olmadığını ileri süren, âyetlerin hepsini inkâr etmiştir. Çünkü kitab ismi ancak içinde bir şeyler yazılı bulunana verilir. Allah Teâlâ(c.c.) da:
“Bu, o kitapdır ki kendisinde (Allah katından gönderilmiş olduğunda) hiç şüphe yoktur.” (El-Bakara: 2) buyurarak Kurân’ın bir kitap olduğunu beyan etmiştir. Yine Cenâb-ı Hak(c.c.) Kur’ân okumayı emrederek.
“…Artık Kur’ân’dan kolay geleni (ne ise onu) okuyun.” (El-Müzemmil 20) buyurmuştur. Allah Celle ve Âlâ Kur’ân dinlemeyi de ferman buyurmuştur:
“Kur’ân okunduğu zaman derhal onu dinleyin, susun. Ta ki (Allah’ın rahmetiyle) esirgenmiş olasınız.”
(Sevad’ül A’zam Sh: 46)
ÂYET-İ KERİMELER
“O küfredenler (yok mu?), ne malları ne evlatları Allah yanında hiç bir şeyden asla kurtaramazlar, işte onlar (evet) onlar ateşin yakacağıdır.” (Al-i İmran/10)
“(Habibim) o küfredenlere de ki; “Yakında mağlup olacaksınız (Toplan) cehenneme sürüleceksiniz.” O, ne kötü yakacaktır Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara, ekinlere olan ihtiraskârâne sevgi, insanlar için bezenip süslenmiştir.” (Al-i İmran/12 14.)
***
RESÛLULLAH (S.A. V.) BUYURUYOR
“Aziz ve celîl Allah-ü Tealâ buyurdu ki; Ademoğlunun her ameli kendisinedir. Yalnız oruç müstesna. O, benim içindir. Onun mükâfatını ben vereceğim. Oruç, ateşe karşı siperdir. Sizden biriniz oruçlu bulunduğu günde fena lakırdı söylemesin; kavga etmesin. Şayet birisi ona sebbeder veya ona çatıp çekişirse, “Ben oruçluyum” desin. Muhammed’in nefsi yed (-i kudret)inde olan Allah’a kasem ederim ki, muhakkak oruçlunun ağız kokusu, Allah nezdinde, misk kokusundan daha hoştur. Oruç tutanın ferahlanacağı iki sevinçten birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevâbiyle Allah (c.c)’a kavuştuğu andır.” (Buhâri, Müslim)
EVLENMEYLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER
Cenab-ı Hakk (c.c.) Kur’an-ı Kerim de mealen:
* İçinizdeki salih olan bekarları, evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile onlan zenginleştirir. Allah (lütfü) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (Nur sûresi, ayet;32)
* Biz senden evvel Resuller gönderdik ve onlara da zevceler ve evlatlar verdik.” (Rad Sûresi, ayet;38)
* “Onlar ki: “Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla (hayırlı evlatlar ver), ve bizi takva sahiplerine önder kıl derler.” (Furkan Sûresi, ayet:74) buyurmaktadır.
Resûlullah (s.a.v.) de hadis-i şeriflerinde:
* “Nikah benim sünnetimdir. Sünnetimden i’raz eden (kaçınan), benden yüz çevirmiş sayılır.”
* “Evlenin çoğalın. Zira, doğan çocuk düşükte olsa, kıyamet günü ben sizin çokluğunuzla iftihar ederim.”
* “Geçim korkusu nedeniyle evlenmeyen bizden değildir.”
* “İçinizden evlenmeye gücü yeten evlensin, zîra evlenmek gözleri haramdan daha çok korur, zinadan daha çok muhafaza eder. Gücü yetmeyen ise oruç tutsun. Çünkü orucun şehveti kıran bir hassası vardır.”
* “Din ve emniyetine güvendiğiniz kimseler size geldiği zaman onları evlendirin, eğer böyle yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat olur.”
* “Allah için evlenip, Allah için evlendiren, Allah’ın dostluğunu kazanır.”
* “Evlenen kimse dininin yarısını korumuş olur. Artık diğer yarısında da Allaha karşı gelmekten sakınsın.”
* “Ademoğlunun ölümü ile her ameli kesilir, ancak üç şeyden kesilmez, bunlar kendisi için dua eden salih evlad, yaptığı sadak-i cariye ve faidelinen ilimdir….”
(İhya-ı Ulûmiddin 2. Cilt 2. Kitap 59-62)
ÖLÜLERİMİZE DUA
Bir mü’min, yaşayanların bağışladıktan dua ve sadakalardan ahirete göçen müslümanların yararlandıklarını bilecek.
Resûlullah sallahu aleyhi ve sellemden nakledilen bir haberde şöyle deniliyor.
“Peygamber sallahu aleyhi ve sellem sahabeleriyle birlikte Mekke mezarlığına gider, bir kabrin başında durur ve ağlar. Sonra:
— Ah! Durumunu bir bilebilseydim der. O anda Cebrail (a.s.) şu ayetle çıkagelir.
“Habibim şüphe yok ki biz seni (rahmetimizin ) kamil bir müjdeci (si) ve (azabımızın) gerçek korkutucusu (ve habercisi) olarak o Hak (Kur’an) ile gönderdik. Sen Cehennemin arkadaşlarından (Cehennemlik olanların küfürde ayak diremelerinden) mesul olacak değilsin.” Bunun üzerine Cenab ı Peygamber: “Allah ebeveynim için dua ve istiğfarda bulunmamı bana yasakladı. Kimin ana ve babası İslam üzere ölürse kendileri için dua ve istiğfar etsin” buyurur.
Rivayete göre Meryem oğlu İsa aleyhisselam bir mezara uğrar, ölümün azab gördüğünü duyunca geri döner. Bir kaç gün sonra tekrar aynı kabre gider, ölüye rahmetle muamele yapıldığını müşahede eder. Keyfiyeti kabirde yatandan sorar. Adam:
— Hayatta oğlum beni dua ve zikirle yad edince azab (ım) rahmete dönüştü der. Başka bir rivayette şu cevabı verdiği bildirilir:
“Bir dostum vardı. O Allahü ekber dedi ve bunu(n sevabını) sevdiklerine bağışladı, işte o ecirden bana da pay düştü.”
Resûlullah sallahu aleyhi ve sellem buyuruyor.
“Size ne oluyor ki iyi bir amel yaptığınızda ebeveyninizi anmıyorsunuz ? Ki o iyi ise karşılık verilen ecirden kendi sevabınızdan eksilmeksizin onlara da bir hisse ayrılsın”
(Sevad’ül A’zam, sh. 26)
KUR’ÂN-I KERÎM’E HÜRMET-1
Her müslümanın, Kur’ân-ı Kerîm’i usûlüne uygun olarak okuyabilmesi gereklidir. Kur’ân’ın mânasını duyarak, anhyarak, düşünerek okumak, okuyabilmek ise çok güzeldir.
Kur’ân-ı Kerîm’i okumağa “Eûzü” ile “Besmele-i Şerife” ile başlanır. Kur’ân ele alınacağı zaman abdestli bulunmalıdır. Bu esnada kıbleye yönelmeli, toplu hürmetli bir vaziyet almalıdır. Abdestsiz olan bir kimse Kur’ân’ı eline alamaz.
Kur’ân-ı Kerîm, temiz yerlerde, avret mahalleri örtülü ve Kur’ân’ı dinleyecek vaziyette bulunan kimselerin yanlarında açıkça okunabilir. Mülevves yerlerde, avret, mahalleri açık olan veya başka işle meşgul olan kimselerin yanlarında cehren okunamaz, mekruhtur.
Kur’ân’ı ta’zim için öpmek caizdir. Kur’ân ile, dini bir kitap ile kaşında Kur’ân’dan birşey yazılı bir yüzük parmakta iken helaya girilemez. Kur’ân-ı Kerîm okunmayacak hâle gelince temiz bir bez içine koyup ayak basılmayacak temiz bir mahalle defnedilir. Tam üzerine toprak atılmaması için tahtalardan bir tavan yapılmalıdır. Bu gibi mushafları yakmak caiz değildir. Şâir dinî kitaplar eskiyince hem defnedilebilir hem de akar suya bırakılabilir hem de içlerindeki mukaddes isimler silindikten sonra yakılabilir. Bu gibi kitap kâğıtlarına bir şey sarmak, dine, ilme karşı hiyanettir. Caiz değildir.
İçlerinde Allah (c.c.)’ın veya Resûl-i Ekrem (S.A.V)’in isimleri yazılı kağıt parçalarına da bu isimler silinmeksizin bir şey sarılması mekruhtur.
(Devamı yarın)
KUR’ÂN-I KERÎM’E HÜRMET-2
Bu meyanda dinî gazete ve dergilere bir şey sarmamak lâzımdır.
Kur’ân-ı Azîm’e, din ve imâna, peygamberlerden herhangi birine, bir sünnete, bir hadîs-i şerife, bir İslâm mabedine -hâşâ- sövmek, ihanet etmek, alaya almak küfürdür. Böyleleri hemen tevbe ve istiğfar etmelidir. İmânı ve nikâhlarını da tazelemeleri gerekir.
Hiç bir kimseye sövülmesi de caiz değildir, İnsanın ağzına sövülmesi büyük bir günahtır. Tazir cezasını ve tev-beyi gerektirir. Bazı fukahaya göre bir mü’minin ağzına sövülmesi küfürdür. İmam ve nikâhı yenilemeyi gerektirir.
Kur’ân-ı Kerîm’i veya herhangi bir din kitabını temiz olmayan bir yere atmak, Kur’ân âyetlerini ve kelimelerini sihir (büyü) gibi bir maksatla temiz olmayan şeyler ile yazmak ve yine bu maksatla tazîme münafi sözler söylemek küfürdür. Bu gibi şeylerden son derece kaçınmalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm okumak ve gereğiyle amel olunmak için indirilmiştir. Mü’minler olarak yüce kitabımıza hürmette kusur etmeyelim. Âyet, âyet, sûre sûre, kelime kelime okuyup inceleyelim ve anlayalım. Onda ne buyuruluyorsa öylece yaşama gayretinde olalım.
(B. İslâm İlmihali, Sh.: 431)
“Allah kime hayır dilerse onu dinde bilgili kılar.” (Tirmizî)
KUR’ÂN-I KERÎM OKUMA ADABI
Abdestli olmak.
Kelamı ilahiyi en yüksek tazim ile tazim etmek.
İmkan oldukça kıbleye karşı oturmak.
Varlıktan soyunup, Kur’an’ın nurunda yok olmaya çalışmak.
Tecvit ve tertile dikkat etmek.
Allah rızası için okunacak, Kelamullahı dünya ve rızka âlet etmemek.
Okurken manasını tefekkür ve tedebbür eylemek.
Tebşirat âyetlerinde sevinmek, azap âyetlerinde havf ile Hakk’a sığınmak ve ilahi kıssalardan ibret almak.
İlim sahibi değilse okuduğu kitabın yüceliğim unutmamak kâfi.
Mushafı Şerifi yüksek bir yere koymak.
Sayfaların yırtılması ve kaybolmasından sakınmak.
Elini tükrükle ıslatarak açmamak.
Senede hiç olmazsa iki hatim yapmak.
Ezberlediği bir âyet ve sûreyi unutmamak.
Ehli Kur’an’a yakışan hürmeti yapmak.
Kur’ân-ı Kerîm hükümleriyle amel etmeye en son gayreti sarfetmek. (Kulluk, s.49)
***
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır:
“Cennette bir ok yayı kadar yer, güneşin doğup battığı yerlerden (bütün dünyadan) daha hayırlıdır. Allah yolunda cihad edenin sabah yahud akşam yürüyüşü, güneşin doğup battığı yerlerden daha hayırlıdır.
(Zübdetül Buharî, s. 482)
KUR’ÂN ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK
Osman (r.a.)’dan bir rivayette Nebî (s.a.v.):
“Sizin en faziletliniz Kur’ân-ı öğrenen ve öğretendir,” buyurdu, demiştir.
İbn-i Ömer (r.a.)’den rivayete göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kur’ân sahibi (yani hafızın benzeri) bağlı devenin sahibinin misâli gibidir. Deve sahibi devesini gözetlerse tutabilir, mukayyed olmayıp bırakırsa kaçar gider.”
Keza Abdullah bin Mes’ud (r.a.)’dan Nebî (s.a.v.):
“Kur’ân sahibinin birisi için (yani hafız için) şu âyetleri unuttum demek ne fena şeydir. Belki unutuldu demek gerektir.”
(Çünkü unuttum demek Kur’ân’m hıfzına ehemmiyet vermediğine delâlet ettiğinden mekruhtur. Unutuldu demeli.)
“Ey Kur’ân sahibi hâfızlar! Kur’ân’ı dâima okuyup müzâkere ediniz. Çünkü Kur’ân’ın hafız kişilerin gönüllerinden ayrılıp kaçması devenin boşanıp kaçmasından daha zorludur!” buyurmuştur.
Ebû Musa el-Es’arî’den diğer bir rivayette ise, Nebî (s.a.v.):
“Kur’ân’ı muhafazaya ehemmiyet veriniz. Hayatım yed-i kudretinde olan Cenâb-ı Allah’a yemin ederim ki; Kur’ân’ın hafızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ihtimamsızlık eseri boşanıp kaçmasından daha zorludur!” buyurmuştur.
(Hz. R. M. Sâmi (k.s.), Musahabe, C.2, S. 34)
ŞİFÂ DUÂLARI (1)
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
“Bismillâhi urkîke, Allâhü yeşfîke, ezhibi’l-be’se, Rabbe’n-nâsi, ve’şfi, ente’ş-Şâfî, lâşifâe illâ şifâüke, şifâen lâ yükâdiru sekamen. Âmîn. Birahmetike yâ erhame’r-Râhimîn. Min külli şey’in yü’zîke ve min külli a’ynin ve hâsidin, Allâhü yeşfîke.”
ŞİFÂ DUÂLARI (2)
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
“Bihakkı enzelnâhü ve bihakkı nezele, ezhibi’l-be’se Rabbe’n-nâsi annî, işfi ente’ş-Şâfî lâşifâe illâ şifâüke işfi şifâen.”
ŞİFÂ ÂYETLERİ
Îkaz: Şifâ Âyetleri, sabah ve akşam yedişer (7’şer) def’a okunacak.
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
“Ve yeşfi sudûre kavmin mü’minîn.” (Tevbe: 14)
“Ve şifâün limâ fî’s-sudûr.” (Yûnus: 57)
“Yehrûcu min bütûnihâ şerâbün muhtelifün elvênühü fîhi şifâün li’n-nâs.” (Nahl: 69)
“Ve nünezzilü mine’l-Kur’âni mâ hüve şifâün ve rahmetün li’l-mü’minîn.” (İsrâ: 82)
“Ve izâ merıztü fehüve yeşfîn.” (Şuarâ: 80)
“Kulhüveli’l-lezîne âmenû hûden ve şifâ’.”
(Fussilet: 44)
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Ayakta su içilmemesi daha iyidir. Fakat yürürken su içilmesi zararlı olduğundan uygun olmaz. Suyu bir nefeste içmek zararlı olduğundan uygun sayılmaz.
(Ömer Nasûhî Bilmen (Rh.A.), Büyük İslâm İlmihâli)
YEMEK DUÂSI
Elhamdülillâh Elhamdülillâh Ellezi et’amenâ ve sekânâ vece’alenâ minelmüslimîn.
Allâhümmağfir verhâm vahfez sâhibe’t-taâmi ve’l-âkilîn. Velimen se’â fîhî velîcemii’l-mü’minîne Ve’l-mü’minât, ve’l-müslimîne ve’l-müslimât el ahyâ ü minhüm ve’l-emvât. Birahmetike yâ Erhame’r- Rahimîn.
Allâhümme nevvîr kulûbenâ bi envâri muhabbetike ve zikrike ve şükrike yâ ze’l-Celâli ve’l-İkrâm.
Allâhümme ahyina hayaten tayyibeten bi’s-sıhhati ve’s-selâmeti ve’l-afve ve’l-âfiyeti fiddini ve’d-dünya ve’l-âhireti. İnneke â’lâ külli şey’in kâdîr.
Allâhümme innâ nes’elüke tamâmen nı’meh ve devâmel afiyeh ve’r-zükna hüsne’l-hatimeh.
Allâhümme zid velâ tenkus bi hurmeti’n-Nebîyyî Sallallâhü Aleyhi ve Sellem. Ve bi hürmeti Sırrı Sûreti’l-FÂTİHA…
Abdest aldIktan sonra Şu duâyI
okumak müstehÂbbdIr
“Sübhânsın Allâhım, hamd sanadır.Senden başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. Sana istiğfâr eder, sana tevbe ederim. Muhammed (S.A.V.)’in senin kulun ve Resûlün olduğuna şehâdet ederim.” Bu duânın çok fazîletli olduğu rivâyet edilmiştir. (Ya’ni: Sübhânallâh, velhamdülillâh, estağfirullâh, ve eşhedü enlâ ilâhe illallâhü vahdehü lâ şerîkeleh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü)
İbn-i Mes’ûd (R.A.), Resûlullâh (S.A.V.) Efendimiz’in şöyle buyurduklarını rivâyet etti: “Abdest alan biriniz şöyle desin: Şehâdet ederim ki Allâh’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed (S.A.V.) Allâh’ın kulu ve Resûlüdür. (Ya’ni: Eşhedü enlâ ilâhe illallâhü vahdehü lâ şerîkeleh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü) Bundan sonra salevât okusun. Böyle yapan kimseye rahmet kapıları açılır.”
Abdest alan kimsenin, kendini tamâmen abdeste vermesi ve hiçbir şey konuşmaması gerekir. Zîrâ abdestle Rabbini ziyâreti murâd etmektedir.
(Fakîh Ebû’l-Leys Semerkandî (R.H.), Bostânü’l-Ârifîn, S. 838-839)
HIFZ DUÂLARI
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm. Tehassantü bi zi’l-mülki ve’l-melekût, ve’ğtesamtü bi’l-ı’zzeti ve’l-ceberût ve tevekkeltü a’le’l-Meliki’l-Hayyi’l-Kayyûmi’l-Halîmi’l-lezî lâ-yenâmü ve lâ-yemüt. Dehaltü fî hırzillâh. Dehaltü fî hıfzillâh. Dehaltü fî emânillâh bihakkı Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd. Küfîtü ve bi Hâ. Mim. Ayn. Sîn. Kâf. Humîtü ve bilâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-A’liyyi’l-A’zîm.
Allâhümmahruznî bi hırzi kudretike min keydi’l-a’dâi ve hallısnî bimennike a’n sûi kasd-i’l-eşkiyâi ve eûzübike min kahri’l-kâhirîn ve zulmi’z-zâlimîn ve keydi’l-ümerâi’l-hâsidîn ve ta’ni’l-eşkiyâi’l-müfsidîn ve şemâteti’l-eşirrâi’l-mudırrîn ve’l-hamdülillâhi Rabbi’l-â’lemîn.
Allâhümme Yâ Hâfıza Nuhun fi’l-mâ’i ve Yûsufe fi’l-bi’ri ve Yûnuse min batni’l-hût ve Eyyübe fi’d-durri ve Mûsâ fi’l-yemmi ve İbrâhîme fi’n-nâr ve Muhammedin Sallallâhü Teâlâ Aleyhi ve Selleme fi’l ğâr. İhfaznî velâ tefzahnî a’lâ rüûsi’l-eşhâd.
Allâhümme innî esbahtü (emseytü) lâ-emlikü linefsî darran velâ nef’an velâ mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ velâ estedîu’ en âhize illâ mâ-a’taytenî velâ ettekıye illâ mâ vekîtenî Allâhümme veffıknî limâ tühibbühü ve terdâhü mine’l-kavli ve’l-a’meli fî tâa’tike inneke zü’lfadli’l-a’zîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Fallâhü hayrun hâfizan ve Hüve Erhamü’r-Rahimîn.
Bismillâhi mâşâallâhü lâ-yesûku’l-hayra illallâh. Bismillâhi mâşâallâhü lâ-yesrifü’s-sûe illallâh. Bismillâhi mâşâallâhü mâkâne min-ni’metin feminallâh. Bismillâhi mâşâallâhü lâ-havle velâ-kuvvete illâbillâh.
Mâşâallâhü Teâlâ bismillâhi tevekkeltü a’lallâh lâ-havle velâ-kuvvete illâ billahil-a’liyyi’l-azîm.
Yâ Şâfî, Yâ Kâfî, Yâ Muâfî.
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
Ömer İbn-i Hattâb Radıyallâhü Teâlâ Anh’ın şöyle dediği rivâyet edildi:
“Resûlullâh Sallallâhü Teâlâ Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) def’a Fâtiha Sûresi ve yetmiş (70) def’a Âyete’l-Kürsî ve yetmiş (70) Kulhüvellâhü Ehad ve yetmişer (70’er) def’a da Mu’avvizeteyn’i (Felâk ve Nâs Sûreleri’ni) okursa, nefsim, yed-i Kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allâh Sübhânehü ve Teâlâ, o suyu içen kimsenin cesedindeki bütün hastalıkları def’ eder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a’zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Cuma ve bayram günlerinde, toplantılarda iyi ve güzel elbise giymek mubahtır. Fakat böyle elbiselerle daima bezenip durmak uygun değildir. Bu bir gurur eseri olur ve çok kere muhtaç durumda olanların kinini çeker. Böbürlenmek ve büyüklenmek için elbise giymek ise mekruhtur.
(Ömer Nasûhî Bilmen (Rh.A.), Büyük İslâm İlmihâli)
ABDEST DUÂLARI
“Euzü” ve “Besmele”den sonra “Elhamdü lillahillezî cealelmâe dahûran ve cealelislâme nûrâ.”-
Ağıza su alırken: ”Allâhümmeskınî min havzı nebiyyike ke’sâ.”
Burnuna su alırken: ”Allâhümme lâ tüharrimnî râyihate neîmike ve cenânik.”
Yüzünü yıkarken: “Allâhümme beyyız vechî binûrike yevme tebyezzu vücûhun ve tesveddü vücûh.”
Sağ kolunu yıkarken: “Allâhümme â’tınî kitâbî biyemînî ve hâsibnî hısâben yesîrâ.”
Sol kolunu yıkarken: “Allâhümme lâ tu’tinî kitabî bişimâlî velâ min verâi zahrî velâ tuhâsibnî hısâben şedîdâ.”
Başını meshederken: “Allâhümme ğaşşinî birahmetike ve enzil aleyye min berakâtik.”
Kulaklarını meshederken: “Allâhümmec’alnî minellezîne yestemiûnel kavle feyettebiûne ahseneh.”
Boynunu meshederken: “Allâhümme’tık ra- kabetî minennâr.”
Ayaklarını yıkarken: “Allâhümme sebbit kademeyye ales sırâtı yevme tezûlü fîhilakdâm.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Yemek yerken konuşulmaması mekrûhtur. Yemek yerken iyi kimselerin hâllerini anlatmalıdır. Hele misafirlerin yanında ev sahibinin susması hiç doğru değildir. Ev sahibi misafirlerin yanından ayrılmamalı, bizzat onlara hizmet gayretinde bulunmalı ve hizmetçisini misafirlerin yanında azarlamamalıdır. Yemek arasında ısrar etmeksizin “buyurunuz” demekle yetinmelidir. Böyle davranmak müstehabtır. (Ömer Nasûhî Bilmen (Rh.A.), Büyük İslâm İlmihâli)
DUÂ-İ ARŞ
(Ramazân ayının evvelinde veyâ ortasında veyâ âhirinde üç (3) kerre okunacak.)
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allâhü Rabbün, Ehadün Samedün Ferdün li’l âlemîne, Nebîyyinâ Muhammedin Erselehü Mübeşşiren. Li’l kâfirine münzirûn münzîren minennâri ve münziren Nebîyyinâ Muhammedün Ehadün, Hâmidün ve Kâsimün ve Şâhidün li’l-mü’minîne ve Kâimun Nebîyyinâ Muhammedün ve hüve Nebîyyü’l-Mustafâ Sallallâhü Teâlâ Aleyhi ve Sellem. Ve’l-İmâmü’l-Mürtezâ, ve’r-Resûlü’l-Müctebâ, Nebîyyinâ Muhammedün hüve’r-Resûlü’l-Mürselü, Sâhibü’l-Kitâbi, Münziru Ve’l-Kitâbü’l-Mecdü, Nebîyyinâ Muhammedün Sâhibü’l-Livâi ve’l-Minberi ve’l-Burâki’l-ezheri ve’r-Rızâi ve’l-Kevseri Nebîyyinâ Muhammedün ve zeynü’l-Cinâni Ahmedün, Abdün Mutî’un, Âdilun, Abdün, Cevâdün, Nâfiun, li’l müşrikîne kâilün, Nebîyyinâ Muhammedün ve Şefî’unâ Muhammedun ve Resûlünâ Muhammedün fahrun lenâ Muhammedün hayrun li’l-âlemîne Şefî’un li’l-müznibîne ve’l-mücrimîne, Nebîyyinâ Muhammedün ihtârahü ve Erselehü fî halkıhî Şerrefehü, Yühibbühü Nebîyyinâ Muhammedün Sallallâhü A’lâ Seyyidinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî Ecmaîne bi Rahmetike yâ Erhamerrâhimîn.
HADÎS-İ ŞERÎF
“Resûlullâh (S.A.V.) şu (meâldeki) kelimelerle du’â olunmasını emrederlerdi:
“ Allâhım! Cimrilikten Sana sığınırım, korkaklıktan da Sana sığınırım, erzel-i ömür (denilen ihtiyârlığın bunaklığın) den de sığınırım, dünyâ fitnesinden yani deccâlin şerrinden de Sana sığınırım!” (H. Şerîf, Buhârî)
HER TÜRLÜ HAYIRLI TALEB VE MURÂD İÇİN OKUNACAK DUÂ
“Önce Cum’a gecesi sabaha karşı, 2 rekat namaz kılınıp arkasından aşağıdaki duâ tarif edildiği şekilde 480 defa okunacak:
Önce “Bismillâhirrahmânirrahîm” dedikten sonra, 100 def’a: “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayrü’l-fatihin .” (A’râf:89) duâsı okunur, arkasından bir def’a: “Allâhümme, ya Müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb.” duâsı okunacak.
Dört kere bu şekilde tekrardan sonra yine besmelenin arkasından 80 defâ: “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayrü’l-fâtihin” duâsı ve bir defâ “Allâhümme, yâ Müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duâsı okunacak.
Ayrıca aşağıdaki üç duâ (Âyetler) 7’şer def’a okunacak.
HADÎS-İ ŞERİF
“Farz namazı kıldığınız zaman her bir farz namazdan sonra on def’a:
Lâilâheillallâhü vahdehû lâşerîkeleh, lehülmülkü velehülhamdü vehüve alâkülli şey’in kadîr. deyiniz.
Böyle diyene bir köle azâd etmiş gibi ecir yazılır, buyururlardı. (Buhârî)
“SEYYİD-ÜL İSTİĞFÂR” DUÂSI TERCÜMESİ
ALLÂHÜMME: Ey benim Allâh’ım, kabul ve i’tirâf ederim ki,
ENTE RABBÎ: İnsanlığın başından sonuna kadar, bütün ma’nâsı ile, beni terbiye eden, ancak sensin, yüce zâtındır. Çünkü:
LAİLÂHE İLLÂ ENTE: Senden başka bir ilâh yoktur.
HALAKTENÎ: Ve i’tirâf ederim ki, beni yaratan, yoktan var eden sensin
VE ENE A’BDÜKE : Ben ise senin kulun ve yarattığınım. Ya’ni İlâhî emir ve yasaklarını, yerine getirmeye me’mûrum.
VE ENE AL AHDİKE VE VA’DİKE MESTETA’TÜ : Aynı şekilde kulluk vazîfeme dâir “Kâlû Belâ”da verdiğim söz ve yeminin yerine getirilmesine, insânî gücümün yettiği kadar emrindeyim. Şu kadar var ki:
E’ÛZÜ BİKE MİN ŞERRİ MÂ SANA’TÜ: Gaflet, bilgisizlik ve cehâlet sebebiyle va’kî olan, geçmiş kusurlarımın, kötülüğünden cânımı ve cânânımı kurtarabilmek için emniyet ve güven yurdu olan İlâhî bağış ve mağfiretine sığınıyorum.
EBÛÜ’ LEKE Bİ Nİ’METİKE ALEYYE: Ey benim sevgili Allâh’ım, kusurluluğuma rağmen apaçık gözüken çeşit çeşit niğmetlere nâil olduğumu bildiğim gibi.
VE EBÛÜ’ BİZENBÎ: Hiçbir akıl ve mantığa sığmayan günâhlarımı da bilip onları da kabûl ve i’tirâf ediyorum. Öyle ise ey Rabbim,
FAĞFİRLÎ ZÜNÛBÎ: Va’kî olan kusûr ve günâhlarımı afvet ve bağışla.
FEİNNEHÛ LÂ YAĞFİRU’Z ZÜNÛBE İLLÂ ENTE: Zîrâ senin en yüce ve en ulu zatından başka günâhları afvedecek başka bir Allâh yoktur.
(M. Es’âd Erbilî (K.S.), Mektubat 85. Mektup)
HACC İÇİN VE BAŞKA SEFERLER İÇİN YOLA ÇIKARKEN OKUNACAK DUÂLAR
Eserlerde vârid olmuştur ki bir kimse, yola çıkmazdan önce Âyete’l-Kürsî’yi okursa, evine dönünceye kadar başına hiçbir belâ gelmez. Bazılarına göre Liîlâfi Süresi’ni okumak da böyledir. Taberânî’nin rivâyetine göre Resûlullâh (S.A.V.) Efendimiz: “Bir kimse, yola çıkmak istediği vakit âilesi nezdinde kılacağı iki rek’at namazdan daha fazîletli bir şey bırakmaz.” diye buyurmuşlardır.
Yola çıkan kimse evinin kapısına vardığında Kadir Sûresi’ni okumalı, vasıtaya bineceği zaman Besmele çekmeli, bindiğinde Müslim’in rivâyet ettiği şu Hadîs-i Şerîf’i okumalıdır: “Resûlullâh (S.A.V.) Efendimiz, bir sefere çıkarlarken hayvânının üzerine yerleştiler mi üç def’a tekbîr alıp sonra “Sübhânellezî sehharalenâ hêzê vemâ künnâ lehû mukrinîn ve innâ ilâ Rabbinâ le münkalibûn. Allâhümme İnnâ nes’elüke fî seferinâ hêzê’l-birra ve’t-takvâ ve mine’l-ameli mâ terdâ. Allâhümme hevvin aleynâ seferenâ hêzê v’atvi annâ bu’deh. Allâhümme ente’s-sâhibü fi’s-sefer, v’el-halîfe-tü fi’l-ehl. Allâhümme innî eûzübike min va’sâi’s-seferi ve keâbeti’l-menzari ve sûi’l-munkalebi fi’l-mâli ve’l-ehl ve’l-veled” ma’nâsı: “Bu vasıtaları hizmetimize veren şânı yüce Allâh’ı tesbîh ve tenzîh ederiz. O’nun lütfu olmasaydı biz bunlara güç yetiremezdik. Şübhesiz biz Rabbimiz’e döneceğiz. Allâh’ım, biz bu yolculuğumuzda senden iyilik, takvâ ve senin hoşnut olacağın işleri nasîb etmeni dileriz. Allâh’ım, bu seferimizi bize âsan eyle. Ondan sonra da bizi tâatından ayırma. Allâhım, seferde arkadaş ve âilede yerimize kalan sensin. Allâhım, seferin meşakkatinden, boş elle dönmekten, mal ve âile husûsunda kötü âkibetten sana sığınırım.”
(Ahmed Dâvûdoğlu (Rh.A.),
Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi C. 6, S. 270-273)
AREFE GÜNÜ DUÂSI
Hazreti Peygamber (S.A.V.) Arefe günü en ziyâde şöyle derlerdi: “La ilâhe illallâhü vahdehü lâşerîkeleh, lehülmülkü velehülhamdü biyedihilhayr vehüve a’lâ külli şey’in kadîr.”
BAYRAMLARIN MENDÛBLARI
1- Erken kalkmak
2- Gusletmek
3- Misvâk kullanmak
4- Güzel koku sürünmek
5- Giyilmesi mübâh olan elbisenin en güzelini giymek
6- Allâh’ın ni’metlerine şükretmiş olmak için sevinçli ve neşeli görünmek ve yüzük takınmak
7- Ramazân Bayramı’nda câmiye çıkmadan önce tatlı bir şey yemek
8- Yenilen şeyin kuru hurma olması
9- Yenilecek olanın adedinin tek olması
10- Kurban Bayramı’nda kurban kesecek kimsenin kurban etinden yemek için yemeği namazdan sonraya bırakması
11- Namaza erkence davranıp sabah namazını mahâlle mescidinde kılarak bayram namazı için namazgâha ve büyük câmiye gitmek
12- Namaza giderken acele etmeyip sükûnetle yürümek
13- Namaza giderken Ramazân Bayramı’nda gizli ve Kurban Bayramı’nda açıktan tekbîr getirmek
14- Namazdan dönerken mümkünse başka yoldan gelmek
15- Mü’minlerle karşılaştığı zaman güler yüz göstermek
16- Elinden geldiğince çokça sadaka vermek.
(Nimet-i İslâm, S: 510)
HADÎS-İ ŞERİF
Enes b. Mâlik (R.A.), Resûlullah (S.A.V.)’in:
“Allahü Teâlâ arz ve semâlara konuşma izni verse onlar Ramazân orucunu tutanları elbette Cennetle müjdelerlerdi.” buyurduğunu rivâyet etmiştir.
(Hz. Gavs’ül- A’zam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (K.S.),
Üç Aylar ve Faziletleri, S.101)
ARAFÂT’TA OKUNURSA İNSANI
AFFETTİRECEK DUÂLAR VE ŞEYTÂN
TAŞLAMANIN BÜYÜK SEVÂBI
Beyhakî (R.H.)’ın rivâyetinde Câbir bin Abdullâh (R.A.), Resûlullâh (S.A.V.)’in şöyle buyurduklarını rivâyet ettiler:
“Herhangi bir Müslümân, Arefe akşamı, Arafât’ta yüzünü Kıble’ye çevirerek yüz (100) def’a “Lâilâhe illallâhü vahdehü lâ şerikelehü, lehülmülkü, velehülhamdü yuhyî ve yümîtü, ve hüve a’lâ küllü şey’in kadîr” der, sonra yüz (100) def’a ihlâs’ı okur, sonra yüz def’a (100) “Allâhümme salli a’lâ Muhammedin ve a’lâ âl-i İbrâhîme inneke hamîdün mecîd ve aleynâ meahüm” duâsını okursa, muhakkak Allâh-ü Teâlâ: “-Ey meleklerim! Bu, beni tesbîh eden, Lâilahe illallâh diyen, tekbîr getiren, beni yücelten, tanıyan, beni öven ve Peygamberim (S.A.V.)’e salevât getiren bu kulumun mükâfâtı nedir? Ey meleklerim! Sizler şâhid olun ki ben, onu bağışladım ve kendi hakkımdaki isteğimi kabul ettim. Bu kulum benden isteseydi Arafât’ta bulunanlar hakkında da onun şefâatini kabul ederdim.” buyurur.
İbn-i Ömer (R.A.)’nın rivâyet ettiği Hadîs-i Şerîf’te: “Hacc yapan kimse, cemreleri attığında (üç gün şeytân taşladığında) kendisine verilecek sevâbı, Allâh-ü Teâlâ, kıyâmet gününde tam olarak verinceye kadar hiçbir kimse bilmez. Bezzâr (R.H.)’ın rivâyeti ise şöyledir: “Cemreleri atmana gelince, attığın her taştan dolayı helâk edici büyük günahlardan biri afvedilir.”
ibn-i Ömer (R.A.) der ki: “Bir kimse Nebî (S.A.V.)’e: “-Cemreleri atmada bize ne mükâfât vardır?” dediğinde Resûlullâh (S.A.V.)’in şöyle buyurduklarını işittim: “-Bunun mükâfâtını, Rabbin katında ona en çok muhtâç olduğun zaman bulursun.” (İmâm Hâfız El-Münzirî (R.H.),
Et-Terğîb ve’t-Terhîb Tercümesi C. 3, S. 37-41)
BESMELE-İ ŞERİF VE DUÂ
Besmele, tam bir âyettir. Sûre başlarındaki besmele, teberrüken ve iki sûreyi birbirinden ayırmak içindir. E’ûzünün besmeleye takdîmi (öne alınması) de namazdan evvel taharet gibidir. Mâsivadan (Allah’tan gayrı her şeyle ilgiyi kesmek) tecerrüd edip (soyunup) Cenâbı Hakk’a yönelmek içindir.
Müslümanlara, her hayırlı işe Allah’ın ismiyle başlamaları Allah tarafından emrolunmuştur.
Bütün ilimler, besmele’nin “bâ”smda dere olunmuştur (toplanmıştır). Hz. Alî (k.v.): “Eğer yazmak istese idim: Besmele’nin bâ’sı hakkında deve yükü kitab yazardım.” demişlerdir.
Allah: ismi Celâli, Allah’ın isimleri içinde İsmi A’zam’dır. Birisi dese ki: “İsmi A’zam kendisiyle dua edildiğinde muhakkak kabul edilen ve kendisiyle bir şey istenince muhakkak verilen bir İsmi İlâhîdir. Halbuki biz bu isimle dua ediyoruz; fakat ekseri vakitler icabet olunmuyor.”
Biz deriz ki: “Duanın birtakım âdab ve şartları vardır. Ancak bu âdab yerine getirildiği takdirde icabet olunur. Duanın kabul olmasının ilk şartı helâl lokma ile ıslâhı batın (içi, kalbi sırrı temizlemek) eylemektir.”
Denilmiştir ki: Dua göklerin anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri, helâl lokmadır. Duanın kabul olmasının son şartı, ihlâs ve huzûrı kalbdir ki Cenâbı Hakk: “Allah’a dini halis kullar olarak dua ediniz…” (Gâfir s. 14.â.) insanın bir şeyi sadece diliyle söylemesi, kalb huzuru olmadan oruç tutması, dua etmesi, ruhsuz kalıba benzer. Duvardaki resim gibidir. Ancak huzûrı kalble yapılırsa bir fâidesi vardır.
(Hz. Mahmûd Sâmî RAMAZÂNOĞLU (k.s.), Fatiha Sûresi Tefsiri, 17. s.)
KUR’ÂNI KERÎM DİNLERKEN HUŞU’
Sıddîklardan biri olan Âmiri Kays’ın ayağının parmağında cüzzam hastalığı göründü. Bunu kesmek lâzım dediler. Âmir karara teslim kulluğun şartıdır dedi. Kestiler.
Birkaç gün sonra, hastalığın bacağına sirayet etmiş, oyluğuna ulaşmış olduğunu gördüler. “Bu ayağı kesmek lâzım, şeriatın bunda izni vardır.” dediler.
Cerrah getirdiler. “Bayıltmak ilâcı lâzımdır ki ağrıyı duymasın, yoksa dayanamaz” dediler.
Âmir:
“Bu kadar zahmete gerek yok; güzel sesle Kur’ânı Kerîm okuyan birisini getirin, Kur’ânı Kerîm okusun; yüzümde değişme gördüğünüz zaman, ayağımı kesin, haberim olmaz.” dedi.
Dediği gibi yaptılar. Birisi gelip, güzel sesle Kur’ânı Kerîm okumaya başladı. Âmirin yüzünün rengi değişti. Cerrah oyluğunun yarısından bacağını kesti. Dağlayıp bağladı. Kur’ân okuyan sustu.
Âmir kendine geldi ve kestiniz mi, dedi. Kestik dediler. Bacağını kesmişler, dağlamışlar, sarmışlarda onun haberi olmamış.
Sonra kesik bacağımı bana verin, dedi. Verdiler. Kaldırdı ve:
“Yâ Rabbi, veren Sensin. Ben de Senin kulunum. Hüküm Senin hükmün, kaza Senin kazandır. Bu bir ayakdır ki, eğer kıyamette emir gelip, hiçbir zaman bir günâha bir adım atmadın mı? dersen, diyebilirim ki, hiçbir zaman Senin emrin olmadan bir adım atmış, bir nefes almış değilim.”
(Mevlânâ Muhammed Rebhâmî, Riyâdü’n Nâsıhin, 159. s.)
YEMEK DUASI
El-hamdü li’llâh el-hamdü li’llâh ellezî et’amenâ ı/e sekân ve ce’alenâ mine’l-müslimîne.
Allâhümma’ğfir ve’rhâm va’hfez sâhibe’t-ta’âmi ve’l-âkilîr ve li-men sa’â fîhi ve li-cemî’i’1-mü’minîne ve’l-mü’minât, ve’l müslimîne ve’l-müslimât el-ahyâu minhüm ve’l-emvât, bi-rah metike yâ erhame’r-rahimfne.
A/lâhümme nevvîr kulûbenâ bi-envâri mahabbetike ve zikrike ve şükrike yâ ze’l-celâli ve’l-ikrami.
Allâhümme ahyinâ hayat8″ tayyibeten bi’s-sıhhati ve’s selâmeti ve’l-‘afve ve’l-‘âfiyete fî’d-dîni ve’d-dünyâ ve’l-âhiretı İnneke ‘âlâ külli şey’in kâdîr<n.
Allâhümme innâ nes’elüke tamâmen ni’meti ve devâme’l ‘afiyeti ve’rzüknâ hüsne’l-hâtimeti. Allâhümme z/d ve lâ-tenku*. bi-hurmeti’n-nebîyyî sallâ’llâhu ‘aleyhi ve sellem ve bi-hurmet sirri sûreti’l-fâtiha. Abdest aldıktan sonra şu duayı okumak müstehabbdır.
Sübhâna’llâh, ve’l-hamdü li’llâh, e’stağfiru’llâh, ve eş-hedü en lâ-ilâhe illâ’ilâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhe-dü enne muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya’nî: Süb-hânsın Allâhım, hamd sanadır. Senden başka ilâh olmadığına şahadet ederim. Sana istiğfar eder, sana tevbe ederim. Muhammed (s.a.v.)’in senin kulun ve Resulün olduğuna şahadet ederim.” Bu duanın çok faziletli olduğu rivayet edilmiştir.
İbn-i Mes’ûd (r.a.), Resûlu’llâh (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduklarını rivayet etti: eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya’nî: “Abdest alan biriniz şöyle desin: Saadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed s.a.v.) Allah’ın kulu ve Resulüdür. Ve bundan sonra salavât kusun. Böyle yapan kimseye rahmet kapıları açılır.
Abdest alan kimsenin, kendisini tamâmen abdeste verme-i ve hiçbir söz konuşmaması gerekir; zîrâ abdestle Rabbini iyâreti murâd etmektedir.
(Fakîh Ebû’l-Leys es-Semerkandî (r.h.), Bustânu’l-‘Ârifin, 838-839. s.)
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUA
“Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm”
Ömer İbn-i Hattâb radıya’llâhu anhin şöyle dediği rivayet edildi:
“Resûlullâh salla’llâhu ta’âlâ ‘aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivayette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) defa Fatiha sûresi ve yetmiş (70) defa Âyetü’l-kürsî ve yetmiş (70) kul-huve’llâhu ahad ve yetmişer (70’er) defa da Mu’avvize-teyn’i (Felâk ve Nâs sûrelerini) okursa, nefsim, yed-i kudretinde Olan’a (Allah’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allah sübhânehu ve ta’âlâ, o suyu içen kimsenin cese-dindeki bütün hastalıkları def eder. Ve onu hastalıktan afiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a’zâlarmdan (hastalığı) çıkarır.”
HADÎS-İ ŞERÎF
“Resûlullâh (s.a.v.), her zaman hastalıklarında Muavvizeteyn sûrelerini okuyup kendi ellerine üflemek ve ondan ifâkat için elleriyle vücûdlarmı sıvazlamak i’tiyâdında idiler” (Buhân)
“Allah ı m! Bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azabından koru!” (Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin ekseriyetle okuduğu dua)” (Müslim)
ABDEST DUALARI
E’ûzu bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîmi Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
El-hamdü li’llâhi’llezî ce’ale’l-mâe tahûran” ve ce’ale’l-islâme nûrun.
Ağza su alırken: Allâhümme’skmî min havzı nebiyyi-ke ke’san.
Burnuna su alırken: Allâhümme lâ-tüharrimnî râyiha-te na’fmike ve cenânike.
Yüzünü yıkarken: Allâhümme beyyız vechî bi-nûrike yevme tebyezzu vücûhun ve tesveddu vücûh.
Sağ kolunu yıkarken: Allâhümme a’tınî kitabî bi-ye-mînî ve hâsibnî hisâben yesfr311.
Sol kolunu yıkarken: Allâhümme lâ-tu’tinî kitabî bi-şi-mâlî ve lâ-min verâi zahrî ve lâ-tuhâsibnî hisâben şedî-den.
Başını meshederken: Allâhümme ğaşşinîbi-rahmeti-ke ve enzil ‘aleyye min berakâtike.
Kulaklarını meshederken: Allâhümme’c’alnîmine’lle-zîne yestemi’ûne’l-kavle feyettebi’ûne ahsenehu.
Boynunu meshederken: Allâhümme”tık rakabetî mine ‘n-nâri.
Ayaklarını yıkarken: Allâhümme sebbit kademeyye ‘alâ’s-sırâtı yevme tezûlü fîhi’l-akdâmi.
Abdest bittikten sonra artan abdest suyundan ayakta kıbleye karşı biraz içip: Allâhümme’c’alnî mine’t-tevvâbîne ve’calnî mine’l-mutedahhirîn diye dua etmelidir.
Abdest sonunda bir veya birkaç defa Kadir sûresini okumak abdestin edeblerindendir.
(Ömer Nasûhî BİLMEN (rh.a.), Büyük İslâm İlmihali, 80. s.)
KUR’ÂN-I KERÎMDE NAMAZIN CEMÂATLE VE BÜTÜN RÜKÜNLERİYLE EDASI EMREDİLMİŞTİR
“Hakkı, bâtıla karıştırmayın; hakkı bildiğiniz hâlde saklamayın. Namazı ikâme edin ve zekâtı verin ve rükû’ edenlerle beraber siz de rükû’ edin.” (2.Bakara s. 43.â.)
Ya’ni cemî’ ahvâlde hakkı bâtıla karıştırmayarak ve bâtıla tercih etmeyerek’ve hakkı da setretmeyerek Cenâb-ı Hakk’a ve Resûlullâh (s.a.v.)’e ve kitâblarına îmândan sonra beş vakit namazı rükû’ ve sücûd ve bi’l-cümle rükünleriyle beraber eda etmeyi ve zekâtı da vermeyi Cenâb-ı Hakk emir buyurmuştur, “verkeû ma’a’r-râki’în” ile murâd “cemâatle edayı emirdir.” Ya’ni Resûlullâh (s.a.v.) ve ashabı (r.a.) ile beraber cemâatle namazınızı eda edin ki cemâatten ayrı kalmış olmayasınız.” demektir. “İkâme-i salât” ile murâd dahî “mutlak namazı edadır”.
“Ey mü’minler, rükû’ ediniz, secde ediniz ve Rabbinize ibâdet ediniz… (Hacc s. 77.â.) buyurulmuştur.
Rükû’ ve secdeyi emir, namazın diğer rükünlerini ihtiva eden tam namazın edasını emirdir. Zikr-i cüz’ (parçanın zikri), irâde-i küll (tamamını ihata eden bir fermandır, emirdir) kâ-bilindendir. Rükû’ ve secdesiz namaz, oturulduğu hâlde nasıl kabul olunabilir? Asla!..
“Onları, ya’ni maiyyet-i Resûlullâh (s.a.v.)’deki mü’min-leri, Cenâb-ı Hakk’tan lûtf u ihsan ve rızâya tâlib oldukları hâlde rükû’ ve secde ederler görürsün ki onların yüzlerinde secdenin alâmeti, eseri görülür.” (Fetih s. 29.â.)
Ehl-i îmânın, namaza çokça devam ve secde ile Cenabı Hakk’a teveccühleri eseri olarak yüzlerinde nûr-i İlâhî lemeân eder (parıldar). Dünya da eseri görüldüğü gibi âhirette dahî yüzleri parlak olarak kabirlerinden kalkacaklardır.
Nitekim Âl-i İmrân 106. âyette: ” O günde ki nice yüzler, bembeyaz olacak; nice yüzler de kapkara kesilecek.” buyurulmuştur.
(Hz. Mahmûd Sâmî RAMAZANOGLU (k.s.), Musahabe 3. c., 60-61. s.)
HER TÜRLÜ HAYIRLI TALEB VE MURÂD İÇİN OKUNACAK DUA
“Önce cum’a gecesi sabaha karşı, 2 rekat namaz kılınıp arkasından aşağıdaki dua ta’rif edildiği şekilde 480 defa okunacak:
Önce “bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” dedikten sonra, 100 defa: “rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve enle hayru’l-fâtihîn” (A’râf s. 89.â.) duası okunur, arkasından bir defa: “allâhümmeyâmü-fettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duası okunacak.
Dört kere bu şekilde tekrardan sonra yine besmelenin arkasından 80 defa:
“rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” duası ve bir defa
“allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duası okunacak.
Ayrıca aşağıdaki üç dua (âyetler) 7’şer defa okunacak.
Birinci okunuşta; ön tarafa, ikincide; sağa, üçüncüde; sola, dördüncüde; arkaya, beşincide; yukarıya, altıncıda; aşağıya üflenilecek, yedinci okunuşta; yutulacak, sekizinci okunuşta; etrafa dönülerek (dört bir tarafa doğru) üflenilecektir.
“SEYYİDÜ’L İSTİĞFAR” DUASI TERCÜMESİ
Allâhümme: Ey benim Allah’ım, kabul ve i’tirâf ederim ki,
ente rabbî: İnsanlığın başından sonuna kadar, bütün ma’nâsı ile, beni terbiye eden, ancak sensin, yüce zâtındır. Çünkü:
lâ-ilâhe illâ ente: Senden başka bir ilâh yoktur.
halaktenî: Ve i’tirâf ederim ki, beni yaratan, yoktan var eden sensin
ve ene ‘abduke: Ben ise senin kulun ve yarattığınım. Ya’ni İlâhî emir ve yasaklarını, yerine getirmeye me’mûrum.
ve ene ‘âlâ ‘ahdike ve va’dike mesteta’tü: Aynı şekilde kulluk vazîfeme dâir “kâlû belâ”da verdiğim söz ve yeminin yerine getirilmesine, insanî gücümün yettiği kadar emrindeyim. Şu kadar var ki:
e’ûzü bike min şerri mâsana’tü: Gaflet, bilgisizlik ve cehalet sebebiyle va’kî olan, geçmiş kusurlarımın, kötülüğünden canımı ve cananımı kurtarabilmek için emniyet ve güven yurdu olan İlâhî bağış ve mağfiretine sığınıyorum.
ebûü’ leke bi- ni’metike ‘aleyye: Ey benim sevgili Allah’ım, kusurluluğuma rağmen apaçık gözüken çeşit çeşit niğmetlere nail olduğumu bildiğim gibi.
ve ebûü’ bi- zenbî: Hiçbir akıl ve mantığa sığmayan günâhlarımı da bilip onları da kabul ve i’tirâf ediyorum. Öyle ise ey Rabbim,
fa’ğfirlîzünûbî: Va’kî olan kusur ve günâhlarımı afvet ve bağışla.
1e- innehu la- ya’ğfiru’z- zünûbe illâ ente: Zîrâ senin en yüce ve en ulu zatından başka günâhları afvedecek başka bir Allah yoktur.
(M. Es’âd Erbili (k.s.), Mektuba!85)
DUA-I ARŞ
(Ramazân ayının evvelinde veya ortasında veya âhirinde üç kerre okunacak.)
Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm Allâhu rabbun ahadun samedun ferdun li’l-‘âlemîne, nebîyyinâ muhammed'” erselehu mübeşşir*n. li’l-kâ-firine münzirûn münzîren mine’n-nâri ve münzir8″ nebîyyinâ muhammedun ahadun, hâmidun ve kâsimun ve şâhidun li’l-mü’minîne ve kâimun nebîyyinâ muhamme-dun vehüve nebîyyü’l- mustafâ salla’llâhu ta’âlâ ‘aleyhi ve sellem. ve’l-imâmu’l-murtezâ, ve’r-resûlü’l-müc-tebâ, nebîyyinâ muhammed”” hüve’r-resûlü’l-murse-lü, sâhibu’l-kitâbi, münziru ve’l-kitâbu’l-mecdü, nebîyyinâ muhammedun sâhibu’l-livâ’i ve’l-minberi ve’l-bu-râki’l- ezheri ve’r-rızâ’i ve’l-kevseri nebîyyinâ muhammed1″1 ve zeynü’l-cinâni ahmedun, ‘abdun mutî’un, ‘âdi-/””, ‘abdun, cevâdun, nâfi’un, //’/- müşrikine kâilun, nebîyyinâ muhammedun ve şefî’unâ muhammed”” ve re-sûlünâ muhammedun fahr”” lenâ muhammedun hayr”” li’l-‘âlemîne şefî’un li’l-müznibîne ve’l-mücrimîne, nebîyyinâ muhammed”” ihtârahu ve erselehu fi halkıhî şerrefehu, yuhibbuhu nebîyyinâ muhammedun salla’llâhu ‘âlâ seyyidinâ muhammed'” ve âlihî ve sahbihî ecma’îne bi-ra h melike yâ erhame’r- râhimîn.
HADÎS-İ ŞERÎF
“Resûlullâh (s.a.v.) şu (mealdeki) kelimelerle du’â olunmasını emrederlerdi:
” Allâhım! Cimrilikten Sana sığınırım, korkaklıktan da Sana sığınırım, erzel-i ömür (denilen ihtiyarlığın bunaklığından da sığınırım, dünyâ fitnesinden ya’ni deccâlin şerrinden de Sana sığınırım!” (Buharı)
DUÂ
Yâ Allah! Yâ Hayy! Yâ Kayyûm! Yâ Bedî’a’s-semâvati ve’l-arz! Yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm! Bizi sana lâyık ibâdete muvaffak eyle! Bizi istikâmetten ayırma. Sâdât-ı kiram hazerâtının zahirî ve bâtınî amelleriyle bizi fâide-lendir. Dünyâ ve âhirette onların şefâatmdan bizi mahrum etme! Bizi onlarla ve onlara sâdık ihvanımızla haşreyle! Onların tarikat ve muhabbetinde bizi sabit kıl! Onların sîretlerinden bizi ayırma!
Allâhım! Senden kalbimi daima hidâyette kılacak, perişanlığımı toplayacak, dînî hayâtımı ıslâh edecek, kaybettiğimi tekrar kazandıracak, şu ânımı değerlendirecek, amelimi tertemiz kılacak, yüzümü ağartacak, beni rüşde erdirecek, her türlü kötülükten kurtaracak rahmetini istiyorum.
Allâhım! Bana sâdık îmân nasîb et! Beni bir yakîne erdir ki, küfürden masun et! Bir rahmet verip dünyâ ve âhirette azîz et.
Allâhım! Kaza ânında kurtuluş ver. Şühedâ menzîline erdir. Saîdlerin hayâtını bildir. Düşmanlarımıza karşı nusret ver. Enbiyânı imdada gönder!
Allâhım! Hacetimi sana söylerim. Görüşüm ne kadar kusurlu, rahmetine olan iftikârım sonsuzdur. Ey işleri çekip çeviren! Ey sadırlara şifâ veren! Ey azgın denizlerin dalgalarında boğulmak üzere olan zayıf kullarını selâmete çıkaran Rabbim! Beni cehennem azabından koru! Kıyamette âh u efgân ettirme! Kabir fitnesinden muhafaza eyle!
Allâhım! Hatâlarımı re’yimin kusuruna, takatimin azlığına, niyetimin çürüklüğüne, kuruntumun bana galebe çalmasına bağışla.
(Muhammed b. Abdullah HANİ (rh.a.), Adâb, 328. s.)
DUÂNIN DEVÂMI
Aczimi i’tirâf ederek, senin rahmetine sığmıyorum. Yâ Rabbe’l-‘âlemîn!
Allâhım! Bizi hidâyete erdir! İnsanların hidâyete ermesine bizi vesîle kıl. Bizi saptırma! İnsanların sapmasına bizi vesîle kılma! Düşmanlarınla harbederken muzaffer eyle! Dostlarınla dost eyle! Sevdiklerini sevdir, düşmanlarına düşmanlık ettir, sana karşı gelenle cihâd edelim!
Allâhım! Kusurlarımızla birlikte bu kadar dua edebildik, sen icabet eyle! Kuvvet ve kudretimiz ancak Seninledir. Habl-i Metîn Sahibi Sensin. Ceza gününün dehşetinden sana sığınıyorum. Senin cennetini ümîd ediyorum. Ahdlerine sâdık olan mukarrebûnla beraber bana rahmet etmeni diliyorum. Kullarına merhamet eden, onları seven ancak Sensin! Sen dilediğini yaparsın!
Allâhım! Kalbimi nurlandır! Kulağımı nurlandır! Gözümü nûrlandır! Saçımı nurlandır! Yüzümü nurlandır! Etimi, kanımı, kemiklerimi, önümü, arkamı, sağımı, solumu, altımı, üstümü, nurlandır! Nurumu arttır, beni nur eyle!
Allâhım müslümânlara yardım et! Kelime-i Hakk’ın söylenip, dînin kuvvetlenmesi için bize kuvvet ver! Senin huzurunda secdeye başını koyan mü’min kullarına devlet ihsan edip askerlerini muzaffer et, iki cihanda azîz et!
(Muhammed b. Abdullah HAN! (rh.a.), Adâb, 328. s.)
HADÎS-İ ŞERİF
Dünyânın geniş vakitlerinde ya’ni sıhhat ve servet ve a’sâyiş ve emniyet gibi esbâb-ı istirahat mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ve tâat ile kendini takdîm et ki muzâyakalı, sıkıntılı bir zamanda seni lûtf ile yâdedip gözetsin.
(İbn-i Hanbel, Müsned 1, s. 307)
ARAFAT’TA OKUNURSA İNSANI AFFETTİRECEK DUALAR VE ŞEYTÂN TAŞLAMANIN BÜYÜK SEVABI
Beyhakî (r.h.)’m rivayetinde Câbir bin Abdullah (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduklarını rivayet ettiler:
“Herhangi bir müslümân, Arefe akşamı, Arafat’ta yüzünü Kıble’ye çevirerek yüz (100) defa “lâ-ilâhe illa’llâ-hu vahdehu lâ-şerikelehu, lehulmülkü, velehulhamdu yuhyî ve yumîtü, vehuve ‘âlâ külli şey’1″ kadîr” der, sonra yüz (100) defa ihlâs’ı okur, sonra yüz defa (100) “allâhümme salli ‘âlâ muhammed'” ve ‘âlâ âl-i ibrâhîme inneke hamîdun mecîdun ve ‘aleynâ ma’ahum” duasını okursa, muhakkak Allah ta’âlâ: “-Ey meleklerim! Bu, beni tesbîh eden, Lâilahe illa’llâh diyen, tekbîr getiren, beni yücelten, tanıyan, beni öven ve Peygamberim’e salavât getiren bu kulumun mükâfatı nedir? Ey meleklerim! Sizler şâhid olun ki ben, onu bağışladım ve kendi hakkındaki isteğini kabul ettim. Bu kulum benden isteseydi Arafat’ta bulunanlar hakkında da onun şefaatini kabul ederdim.” buyurur.
İbn-i Ömer (r.a.)’nm rivayet ettiği hadîs-i şerifte: “Hacc yapan kimse, cemreleri attığında (üç gün şeytân taşladığında) kendisine verilecek sevabı, Allah ta’âlâ, Kıyamet gününde tam olarak verinceye kadar hiçbir kimse bilmez. Bezzâr (r.h.)’ın rivayeti ise şöyledir: “Cemreleri atmana gelince, attığın her taştan dolayı helak edici büyük günahlardan biri afvedilir.”
İbn-i Ömer (r.a.) der ki: “Bir kimse Nebî (s.a.v.)’e: “-Cemreleri atmada bize ne mükâfat vardır?” dediğinde Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduklarını işittim: “-Bunun mükâfatını, Rabbin katında ona en çok muhtaç olduğun zaman bulursun.”
(İmâm Hafız EI-Münzirî (r.h.), Et-Terğîb ve’t-Terhîb Tere. 3. c., 37. s.)
KUR’AN OKUMANIN FAZÎLETİ
Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Demir paslandığı gibi şu kalbler de paslanır” buyurdu.
Ashâb (r.a.e.): Cilâsı nedir yâ Resûlallâh (s.a.v.)? diye sorunca, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdular:
“Kur’ân okumak ve ölümü hatırlamaktır.”
İbn Mes‘ûd (r.a.): “Kur’ân okuyun, zîrâ her harfine Allâh (c.c.) on sevâb verecektir. Ben “elif-lâm-mîm” bir harftir demiyorum, “elif”, “lâm”, “mîm” in her biri ayrı ayrı birer harftir.”
Yine İbn Mes‘ûd (r.a.) buyurdular ki: “Kişinin kendi vaziyetini yoklamasına lüzum yok. Eğer Kur’ân’ı seviyor ve oradaki hükümler hoşuna gidiyorsa, Allâh’ı ve Resûlünü seviyor demektir. Eğer Kur’ân-ı Kerîm hoşuna gitmiyorsa, Allâh’ı ve Peygamberi sevmiyor demektir.”
Amr ibnü’l As (r.a.): “Kur’ân-ı Kerîm’den her âyete, Cennette bir derece verilir ve Kur’ân evinizde nûrdur. Yâni mü’min Kur’ân’dan ezberlediği her âyet karşılığı Cennette bir derece alır.”
Ebû Hüreyre (r.a.): “Hangi evde Kur’ân-ı Kerîm okunursa, orada bolluk, bereket çoğalır, şeytanlar uzaklaşır ve melekler oraya, hücûm eder. Hangi evde Kur’ân okunmazsa, o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk baş gösterir rahmet melekleri oradan uzaklaşır ve şeytanlar orayı istilâ eder.”
Ahmed bin Hanbel: “Allâhü Te‘âlâyı rüyâmda gördüm” ve: “Sana en çok ne ile yaklaşılabilir?” diye sordum. Allâhü Te‘âlâ: “Kur’ân okumakla” buyurdu. Ben: “Anlayarak mı, yoksa anlamayarak da olur mu?” diye sorunca Allâhü Te‘âlâ: “Hem anlayarak hem anlamayarak” buyurdu.”
(Huccetü’l İslâm İmâm-ı Gazâlî (rh.a.), İhyâ u Ulûmi’d-din, 1.c., 775.s.)
12
YEMEK DUÂSI
El-hamdü li’llâh el-hamdü li’llâh ellezî et‘amenâ ve sekânâ ve ce‘alenâ mine’l-müslimîne.
Allâhümma’ğfir ve’rhâm va’hfez sâhibe’t-ta‘âmi ve’l-âkilîn ve li-men sa‘â fîhi ve li-cemî‘i’l-mü’minîne ve’l-mü’minât, ve’l-müslimîne ve’l-müslimât el-ahyâu minhüm ve’l-emvât bi-rahmetike yâ erhame’r-rahimîne.
Allâhümme nevvîr kulûbenâ bi-envâri muhabbetike ve zikrike yâ zê’l-celâli ve’l-ikrâmi.
Allâhümme ahyinâ hayaten tayyibeten bi’s-sıhhati ve’s-selâmeti ve’l-‘afve ve’l-‘âfiyete fî’d-dîni ve’d-dünyâ ve’l-âhireti. İnneke ‘alâ külli şey’in kâdîrin.
Allâhümme innâ nes’elüke tamâmen ni‘meti ve devâme’l-‘âfiyeti ve’rzüknâ hüsne’l-hâtimeti. Allâhümme zid ve lâ-tenkus bi-hurmeti’n-nebîyyî sallâ’llâhu ‘aleyhi ve sellem ve bi-hurmeti sirri sûreti’l-fâtiha.
ABDEST DUÂSI
Abdest aldıktan sonra şu duâyı okumak müstehabbdır.
Sübhâna’llâh, ve’l-hamdü li’llâh, e’stağfiru’llâh, ve eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne Muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: Sübhânsın Allâhım, hamd sanadır. Senden başka ilâh olmadığına şahâdet ederim. Sana istiğfâr eder, Sana tevbe ederim. Muhammed (s.a.v.)’in senin kulun ve Resûlün olduğuna şahâdet ederim.” Bu duânın çok fazîletli olduğu rivâyet edilmiştir.
İbn-i Mes‘ûd (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduklarını rivâyet etti: Eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne Muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: “Abdest alan biriniz şöyle desin: Şahâdet ederim ki Allâh’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed (s.a.v.) Allâh’ın kulu ve Resûlüdür. Ve bundan sonra salavât okusun. Böyle yapan kimseye rahmet kapıları açılır.”
Abdest alan kimsenin, kendisini tamâmen abdeste vermesi ve hiçbir söz konuşmaması gerekir; zîrâ abdestle Rabbini ziyâreti murâd etmektedir.
(Ebu Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Ğâfilîn Bustânu’l-‘Ârifîn, 838.s.)
26
SELÂM ÂYETLERİ
E‘ûzü bi’llâhi mine’ş- şeytâni’r- racîm.
Bi-smi’llâhi’r- rahmâni’r- rahîm .
Selâmün ‘aleyküm ketebe rabbüküm ‘alâ nefsihi’r-rahmeh.
Selâmün aleyküm bi mâ-sabertüm feni‘me ‘ukbe’d-dâr.
Selâmün aleykümü’dhulû’l- cennete bi mâ-küntüm ta‘lemûn.
Ve selâmün ‘aleyhi yevme vülide ve yevme yemûtü ve yevme yüb‘asü hayyen.
Ve’s-selâmü ‘aleyye yevme vülittü ve yevme emûtü ve yevme üb‘asü hayyen.
Selâmün ‘aleyke se-estağfiru leke rabbî innehû kâne bî hafiyyen.
Ve’s-selâmü ‘alâ meni’t-tebe‘a’l-hüdâ.
Ve selâmün ‘alâ îbâdihî’l-lezîne’stafâ
Selâmün ‘aleyküm lâ-nebteği’l-câhilîn.
Selâmün kavlen min rabbi’r- rahîm.
Selâmün ‘alâ Nûhin fi’l-‘âlemîn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ıbâdine’l-mü’minîn.
Selâmün ‘alâ İbrâhîm, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ıbâdine’l-mü’minîn.
Selâmün ‘alâ Mûsâ ve Hârûn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehümâ min ‘ıbâdine’l-mü’minîn.
Selâmün ‘alâ İlyâsîn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ıbâdine’l-mü’minîn.
Ve selâmün ‘ale’l-mürselîn.
Selâmün ‘aleyküm tıbtüm fe’dhulûhâ hâlidîn.
Selâmün hiye hattâ matla‘ı’l-fecr.
HADÎS-İ ŞERÎF
“Duâ, gök ile yeryüzü arasında durdurulur ve Nebî (s.a.v.)’e salevât getirinceye kadar o duâdan hiçbir kelime (arşa) yükselmez.” (Tirmizî)
8
SAFER AYININ İLK VE SON ÇARŞAMBA
GÜNÜNDE OKUNACAK DUÂ
E‘ûzu bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm. Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm. Selâmun ‘aleyküm ketebe rabbüküm ‘alâ nefsihi’r-rahmete. Selâmun ‘aleyküm bi-mâ sabertüm fe-ni‘me ‘ukbe’d-dâri. Selâmun ‘aleyküm udhulû’l-cennete bi-mâ küntüm ta‘melûne. Ve selâmun ‘aleyhi yevme vulide ve yevme yemûtü ve yevme yub‘asü hayyan. Ve selâmu ‘aleyye yevme vulidtü ve yevme emûtü ve yevme ub‘asü hayyan. Selâmun ‘aleyke se-esteğfiru le-ke rabbî innehu kâne bî hafiyyan. Ve selâmun ‘alâ meni’ttebe‘a’l-hüdâ. Ve selâmun ‘alâ ‘ibâdihi’llezîne’stafâ. Selâmun ‘aleyküm lâ-nebteği’l-câhilîne. Selâmun kavlen min rabbi’r-rahîmin. Selâmun ‘alâ Nûhin fî’l-‘âlemîne. İnnâ ke-zâlike neczî’l-muhsınîne. İnnehu min ‘ibâdinâ’l-mü’minîne. Selâmun ‘alâ İbrâhîme. Ke-zâlike neczî’l-muhsinîne. İnnehu min ‘ibâdinâ’l-mü’minîne. Selâmun ‘alâ Mûsâ ve Hârûne. İnnâ ke-zâlike neczî’l-muhsinîne. İnnehümâ min ‘ibâdinâ’l-mü’minîne. Selâmun ‘alâ İlyâsîne. İnnâ ke-zâlike neczî’l-muhsinîne. İnnehu min ‘ibâdinâ’l-mü’minîne. Ve Selâmun ‘alâ’l-mürselîne. Selâmun ‘aleyküm tıbtüm fe’dhulûhâ hâlidîne. Selâmun hiye hattâ metla‘i’lfecri. Allâhümme bârik fî şehri’s-saferi va’htim le-nâ bi’s-sa‘âdeti ve’z-zaferi.
SAFER AYINDA KILINACAK NAMÂZ
Safer ayının ilk ve son çarşamba gecesi nısfu’l-leylden (gece yarısından) sonra yeryüzüne nâzil olacak belâlardan bi-izni’llâhi te‘âlâ muhâfaza olmak için imsâkten evvel dört rek‘at nâfile namâzı kılıp Fâtiha’dan sonra zamm-ı sûre olarak, birinci rek‘atte 17 “İnnâ a‘taynâ”; ikinci rek‘atte 5 “İhlâs”; üçüncü rek‘atte 1 “kul e‘ûzu bi-rabbi’l-felak”; dördüncü rek‘atte 1 “kul e‘ûzu bi-rabbi’n-nâs” okuyup selâmdan sonra duâ edilecektir. Kezâ, Saferin son çarşambasının ya gecesi veyâ gündüzü iki rek‘at namâz kılıp birinci ve ikinci rek‘atte Fâtiha’dan sonra 11’er “İhlâs” okunacak.
Namâzdan sonra 7 def‘a istiğfar edilecek ve el kaldırıp 11 def‘a salât-ı münciye ve sonlarında inneke ‘alâ külli şey’in kadîr okunacaktır. Bu duâlarda, “Allâhü Te‘âlânın, kendimizi ve âile efrâdımızı ve bilcümle mü’minleri âfât-ı semâvîye, âfât-ı arzîyelerden ve cemî‘ belâlardan muhâfaza buyurması” için niyâz edilecektir.
9
KUR’ÂN-I KERÎM HAKKINDA
Ebu’s-Suud Efendi’nin beyânı vechile;
‘Lev enzelnâ hâze’l kur’âne’ âyet-i celîlesi Kur’ân’ın uluvv-i şânını beyân, mev‘ıza ve nesâyihte olan tesirinin kuvvetini temsil için buyurulmuştur.
Kur’ân’ın ahkâmıyla dağlar mükellef olmadığı halde eğer Kur’ân-ı azîmü’ş-şân dağların üzerine nâzil olmuş olsaydı onların müteessir olup Cenâb-ı Allâh’ın korkusundan parça parça yarılacağı beyân buyurulduğuna nazaran insanların Kur’ân’ın ahkâmıyla mükellef ve itâata mecbûr oldukları halde kalblerinin müteessir olmaması kalblerinin pek katı ve hasta olduğuna delâlet etmektedir.
Ebû Bekir Verrâk -rahimehullah-’ın küçük oğlu Kur’ân okumağa hocaya giderdi. Bir gün benzi sararmış olarak ve titreyerek erkenden hocasından geldi. Babası:
Ey oğul sana ne oldu, dedi.
Ey baba! Bu gün üstadım bana Kur’ân âyetinden bir ders verdi. Onun ma‘nâsını işittim, korkumdan bu hale geldim, dedi.
Ey oğul o âyet hangi âyettir, dedi. Oğlu:
“Eğer küfür üzerine devam eder de kalırsanız nefsinizi azâbdan nasıl saklayacaksınız? O günde ki, o günün şiddetinden çocuklar ihtiyarlar. Yani saçları ağarır.” (Müzzemmil s. 17)
İşte bu âyet-i celîlenin ma‘nâsını o çocuk üstâdından anlayınca korkusundan hasta oldu. Ölüm döşeğine düştü, can verdi, öldü. Babası oğlunun kabrine giderdi, ağlardı ve der idi ki:
– Senin oğlun Kur’ân’dan bir âyet işitti, Allâh korkusundan can verdi, sen ise bu kadar zaman Kur’ân okur hatmedersin, ömrün artık sona erdi, ecelin de yaklaştı fakat hâlâ hukûk-i ilâhiyeden çocuk kadar korkmazsın! Meğer senin gönlün kara taştan da katı imiş ki, kalbine Kur’ân-ı azîmü’ş-Şân tesir etmiyor.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Musâhabe 2, 28-31.s.)
12
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ
“Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm”
Ömer İbn-i Hattâb radıya’llâhu anhin şöyle dediği rivâyet edildi:
“Resûlullâh salla’llâhu te‘âlâ ‘aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) def‘a Fâtiha sûresi ve yetmiş (70) def’a Âyetü’l-kürsî ve yetmiş (70) kul-huve’llâhu ahad ve yetmişer (70’er) def‘a da Mu‘avvizeteyn’i (Felâk ve Nâs sûrelerini) okursa, nefsim, yed-i kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allâh sübhânehu ve te‘âlâ, o suyu içen kimsenin cesedindeki bütün hastalıkları def‘ eder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a‘zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
HADÎS-İ ŞERÎF
“Resûlullâh (s.a.v.), her zaman hastalıklarında Muavvizeteyn sûrelerini okuyup kendi ellerine üflemek ve ondan ifâkat için elleriyle vücûdlarını sıvazlamak i’tiyâdında idiler.” (Buhârî)
“Allâhım! Bize dünyâda iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azâbından koru!” (Müslim)
(Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ekseriyetle okuduğu duâdır.)
14
HAKK DÎNİN İKÂMESİ (AYAKTA TUTULMASI)
Yâ Ekreme’r-Rusül! Allâhü Te‘âlâ Nuh aleyhisselâm’a vasiyet ettiği (yani emrettiği) ahkâm-ı dîniyyeyi size de meşru‘ (şeriat) kıldı. O şey ki, Biz sana vahyettik, yine onu İbrâhim, Mûsâ, Îsâ’ya vasiyet ettiğimizi size de meşru‘ kıldık. O vahyettiğimiz şey: dîni ikâme edip ahkâmını halelden korumak ve dînde tefrika etmemektir… (Şûrâ s. 13)
Fahr-i Râzî ve Eb’us-Suûd Efendi’nin beyânları veçhile, bu âyet-i celîle beş hükmü câmi’dir:
1- Cenâb-ı Hakk Nuh aleyhisselâm’a vasiyet (emr) ettiği ahkâm-ı dîniyyeyi ümmet-i Muhammed’e de meşru‘ kılmıştır.
2- Resûlullâh (s.a.v.)’e de vahyolunan ahkâmın da meşru‘ olmasıdır. Ya‘ni “Bizim sana vahyettiğimiz ahkâmı da sana ve senin ümmetine meşru‘ kıldık” demektir.
3- Ulû’l-azm peygamberân-ı zîşândan, Hazret-i İbrahim, Mûsâ ve Îsâ aleyhimüsselâm’a vasiyet olunan ahkâmın da ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’e meşru‘ olmasıdır.
4- Enbiyâya vasiyet edilen ahkâmdan birisi, dîni ikâme ve ahkâmını halelden ve tağyirden korumaktır.
5- Vasiyet olunan mesâilden biri de, dînde ihtilâf edip fırkalara ayrılmamaktır ki esâsında ittifak üzere bulunmaktır.
Fahr-i Râzî ve Nisâbûrî’nin beyânları veçhile, dîni ikâme ile murâd: Dînin erkânında adâlet, bâtıl olan şeylerin duhûlünden dîni muhafaza etmek, dînin ahkâmını bâtıldan vikâye (korumak) ile vazîfelerini îfâya devâm, kemâl-i ciddiyetle hukûkunu îfâya müsâraat etmektir.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.), Hz. İbrâhîm (a.s.), 127.s.)
16
Hz. Fâtımâ (r.anhâ) bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.)’e giderek işinin çokluğundan şikâyetle “Ey Allâh’ın Resûlü! Ellerim değirmen çevirmekten yara içerisinde kaldı. Her gün bir defa un öğütüyor ve bir def‘a da hamur yoğuruyorum” dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular:
“Eğer Allâhü Te‘âlâ sana birşey vermek isterse o şey seni mutlaka bulacaktır. Fakat ben sana bundan daha hayırlısını haber vereceğim: Yatağına girdiğinde otuzüçer kere Sübhânallâh ve Elhamdülillâh, otuzdört kere de Allâhüekber demen senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.
Sonra sabah ve akşam namazlarının arkasından şu kelimeleri on def‘a söyle:
“Lâ ilâhe illallâhu vahdehû la şerike leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît, biyedihi’l-hayr ve hüve âlâ külli şey’in kadîr.
(Allâh’tan başka ilâh yoktur. O tektir. O’nun ortağı yoktur. Mülk yalnızca O’nundur. Hamd O’na mahsustur. O diriltir ve öldürür. Hayır O’nun elindedir ve O’nun herşeye gücü yeter.)
Bu kelimelerin her birisi için sana on hasene yazılır ve günâhlarından da on tanesi silinir. Bunların her birisi İsmâil’in zürriyetinden bir köle âzâd etmek gibidir. Şirk müstesnâ o gün işleyeceğin hiç bir günah bu kelimelerin sevâbına yetişip onu sildirmez.”
(M. Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, 4.c., 49.s.)
“Kur’ân okumak ve zikir îmânı kuvvetlendirir.”
(H.Şerîf, Deylemî)
“Kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle mutmaîn olur.
(Ra‘d s. 28)
20
ZİKR-İ HAFÎ
İmâm Nevevî (r.h.) “el-Ezkâr”ında şöyle der: “Zikir kalb ve dil ile yapılır. Efdal olan, kalb ve dil ile beraberce yapılandır. Eğer zikir sadece biri ile yapılmak isteniyorsa kalb ile yapılması efdaldir.”
Bu her iki şekil de Kitab ve Sünnete dayanır.
Bizim bu yoldaki rehberlerimiz olan Nakşibendiyye büyükleri kalb ile yapılan hafî, yani gizli zikri tercih etmişlerdir. Bu da Kitab ve Sünnete dayanır.
Bu ümmet içinde imâm olmak hüviyetini kazanmış âlimlerimiz hafî zikrin delîli olarak, “Rabbini, kendi içinde, tazarru‘ ile yani titreyerek ve korkarak zikret.” (A‘raf s. 205)
Yine âyet-i kerimede: “Rabbinize tazarru‘ ile ve gizli olarak duâ edin.” (A‘raf s. 55) buyurulmuştur.
Hadîslere gelince: Nebî (s.a.v.) Rabbimizin şöyle buyurduğunu nakleder: “Ben kulumun zannına göreyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni kendi içinde zikrederse ben de onu kendi kendime zikrederim. Eğer beni bir topluluk içinde zikrederse ben de onu ondan daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim.”
Hazret-i Âişe (r.anhâ) ve ebeveyni (r.a.e.)’den rivâyet olunduğuna göre Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Öyle zikir vardır ki bazı zikirlerden yetmiş kat efdaldir. Kıyâmet gününde bütün yaratıklar hesapları görülmek üzere gelirler, Hafaza melekleri de yazdıkları şeyleri getirirler. Allâhü Te‘âlâ buyurur: “İyice bakın, kulumun hesaplanmamış bir ameli kaldı mı?” Melekler derler ki: “Ya Rabbi, onun hakkında bildiğimiz ve hıfzettiğimiz her şeyi yazdık. Başka bir şey bırakmadık. “Kul, çaresiz kaldığı bir anda Cenâb-ı Hakk buyurur: “Senin benim yanımda bir iyiliğin var ki, şimdi seni onunla mükâfatlandıracağım. O ise, (meleklerin yazamadığı) zikr-i hafîdir.”
Dil ile yapılan cehrî zikir, meleklerin duyup yazdıkları zikir, Kalb ile yapılan hafî zikir de meleklerin duyamadığı ve yazamadığı zikirdir.
Resûlullâh (s.a.v.): “Zikrin hayırlısı gizli olanı, rızkın hayırlısı da yetecek mikdarda olanıdır” buyurmuşlardır. (Ahmed bin Hanbel) (Muhammed Hânî (k.s.), Âdâb, 75-175.s.)
27
KUR‘ÂN-I KERÎM İLE TEDÂVÎ
Kur’ân-ı Kerim’de tıpla ilgili olarak kırka yakın âyet-i kerime vardır. İbni Kayyim el-Cevziyye “ed-Dâü ve’d Devâ” isimli eserinde şöyle der: “Kişi, Fâtihâ ile tedâvî olmayı iyice bilse, acâyip tesirini ve şifâsını elbetteki görecektir. Ben, Mekke ve Medine’de hayli zaman kaldım, bazı hastalıklara da yakalandım, fakat ne tabip bulabildim ne de ilaç, kendi kendimi Fâtihâ ile tedâvî ediyordum, fevkalâde tesirini gördüm ve ben bu tedâvî şeklini, bir hastalığı olan kimselere tavsiye ediyordum, onlardan birçokları da çabucak tesirini görüyorlardı”.
Kur’an’ın Şifâ Olması İle İlgili Hadîsi Şerifler:
“Sizlere iki şifâyı tavsiye ederim; biri bal, diğeri ise Kur’ân’dır.”
“İki şeyde şifâ vardır. Kur’ân okumakta, bal şerbeti içmekte.”
“Devâların (şifâların) en güzeli, en iyisi, Kur’ân’dır.”
“Fâtihâ Sûresi, zehirlenmeye karşı şifâdır.”
“Yâsîn Sûresi Kur’ân’ın kalbidir, zîrâ o bir çok hastalık için şifâdır.”
İbn Mes‘ud (r.a.) de: “Kur’ân-ı Kerim’de iki şifâ vardır. Biri Kur’ân’ın kendisi, diğeri ise baldır. Kur’ân gönüllerdeki hastalıklara şifâ, bal ise bütün hastalıklara şifâdır” demiştir.
Sahâbeden Vâsile (r.a.) demiştir ki: “Bir kimse Peygamberimiz (s.a.v.)’e geldi de, boğazındaki rahatsızlıktan şikâyet etti. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.): “Sana Kur’ân okumanı tavsiye ederim” buyurdular.
Bir def‘asında Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Câbir (r.a.)’e: “Ey Câbir! Sana Kur’ân’da en faziletli sûreyi haber vereyim mi?” diye sormuş. Oda: “Evet yâ Resûlallâh (s.a.v.)!” deyince, Peygamberimiz (s.a.v.): “Fâtihâ Sûresi’dir. Bunda bir çok hastalık için şifâ vardır” buyurmuştur.
(Tıbb-i Nebevi Ansiklopedisi, 2.c., 441-442.s.)
7
HER TÜRLÜ HAYIRLI TALEB VE MURÂD İÇİN OKUNACAK DUÂ
“Önce cum‘a gecesi sabaha karşı, 2 rek‘at namâz kılınıp arkasından aşağıdaki duâ ta‘rif edildiği şekilde 480 def‘a okunacak:
Önce “Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” dedikten sonra, 100 def‘a: “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” (A‘râf s. 89) duâsı okunup, arkasından bir def‘a: “Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duâsı okunacak.
Dört kere bu şekilde tekrardan sonra yine besmelenin arkasından 80 def‘a:
“Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” duâsı ve bir def‘a
“Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duâsı okunacak.
Ayrıca aşağıdaki üç duâ (âyetler) 7’şer def‘a okunacak.
Birinci okunuşta; ön tarafa, ikincide; sağa, üçüncüde; sola, dördüncüde; arkaya, beşincide; yukarıya, altıncıda; aşağıya üflenilecek, yedinci okunuşta; yutulacak, sekizinci okunuşta; etrafa dönülerek (dört bir tarafa doğru) üflenecektir.
12
KUR’ÂN SEVGİSİ
Hz. Ömer (r.a.), Ebû Mûsâ el-Eş‘arî (r.a.)’e:
“Bize Rabb’imizi hatırlat!” buyurur ve sonra da onun okuduğu Kur’ân’ı dinlerdi.
Hz. Ömer (r.a.) evine girdiğinde Kur’ân-ı Kerim’i açar ve yüzünden okurdu.
Habîb b. Şedîd anlatıyor:
“Abdullah ibn Ömer (r.a.)’nın âzâdlısı Nâfî’ye:
– Abdullah (r.a.) evinde ne yapardı? diye soruldu.
Şu cevâbı verdi: – Halk onun yaptıklarını yapamaz. Her vakit namazı için abdest alır ve bu iki vakit arasında sürekli mushafı açar, Kur’an okurdu.”
Hz. Osman (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Eğer kalblerimiz tertemiz olmuş olsaydı Rabb’imizin kelamına doyamazdık. Ben üzerimden mushafa bakmadığım bir günün geçmesini istemiyorum.”
Hz. Osman (r.a.)’in mushafı çok okunmaktan ve çok bakılmaktan dolayı yırtılacak hale gelmiş bazı yaprakları ise delinmişti.
İbn Mes‘ûd (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Mushaflarınızı açıp onlara bakmayı aslâ ihmal etmeyiniz.”
İkrime b. Ebû Cehil mushafı eline alıp yüzüne sürer ve ağlayarak “Bu benim Rabbimin kelâmı ve O’nun kitâbıdır” derdi.
İbn Ömer (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Kim Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bir kere salevât-ı şerîfe getirecek olursa ona on hasene yazılır. Çarşıdaki işinizi bitirip de evinize döndüğünüzde mushafınızı açarak okuyunuz. Çünkü onun her bir harfine karşılık on hasene verilir. Ancak ben “Elif-Lâm-Mîm, bir kelimedir demiyorum. Bunlar üç ayrı kelime olup her biri için de on hasene vardır. (M. Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe, 4.c., 23-24.s.)
26
SEYYİÂTI GİDEREN HASENÂT
Gündüzün iki tarafında gecenin yakın saatlerinde namazı dosdoğru kıl. Çünkü hasenat, seyyiatı giderirler. Bu, hakkı zikredenlere güzel bir öğüttür. (Hud s. 114)
Hasenatın ahseni, tâatların efdali Allâh hakkında ilim sahibi olmak ve O’nun tevhidinin yolunu bilmek ve nefsin hevâsına muhalefet etmektir. Kul zikrullâh ile günâhlardan arınır, tezkiye-i nefse ancak zikrullâh ile müyesser kılınır. Tasfiye-i kalbin de yegâne medarı zikrullâha kesretle devamdır. Zikrullâh ile kul, Allâh’a ibâdete kuvvet kazanır, şeytanın hilelerinden, tuzaklarından kurtulur.
Resûlullâh (s.a.v.)’e:
– Ya Resûlallâh, kelime-i tevhid hasenattan mıdır? denildikde:
– O hasenatın ahsenidir, diye buyurmuşlardır. Âyet-i celîlede, namazın gece ve gündüzün muayyen vakitlerinde, zikrullâhın ise her vakit devam etmesi için işaret vardır. Ayrıca bu insanın zarurî ihtiyaçlarındandır. Gündüz nasıl epey vaktini maîşet talebine, gecenin fazlaca bir vaktini istirahatine hasrediyorsa, günün ibâdet vakitlerini ibâdetlerine hasredip her ânını da zikrullâha vakfetmelidir. El kârda, gönül yârda olmalıdır. Böyle olursa hasenat, seyyiatı giderir, temizler.
Bu âyet-i celîlede beş vakit namaza işaret vardır. Şöyle ki: Tarafeyi’n nehâr müsenna olmakla iki vakte işârettir. Zülefen de zülfe’nin cem’idir. Cem’in ekalli (en azı) üçtür. Bu da üç vakte işarettir ki evkat-ı hamseye işâret olmuş olur.
Ebû Bekir Verrak demiştir ki, senelerdir dört şeyi aradık, dört şeyde bulduk:
1 – Allâh’ın rızâsını aradık;
O’na itaatte ve ibâdette bulduk.
2 – Maîşet genişliğini aradık;
Duhâ (kuşluk) namazında bulduk.
3 – Din selâmetini aradık; lisanı muhafazada bulduk.
4 – Kabir aydınlığı aradık; gece namazında bulduk.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.),
Yûnus ve Hud Sûreleri Tefsîri, 148.s.)
25
ALLÂH’IN İPİNE (KUR’ÂN’A) TOPLUCA SARILIN
Hâris el A‘ver anlatıyor: “Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terkedip mâlâya‘nî konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Alî (r.a.)’e çıkıp durumdan haberdâr ettim. Bana:
“Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar? Ben:
Resûlullâh (s.a.v)’in şöyle söylediğini işittim:
“Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!” Resûlullâh (s.a.v.)’e hemen sordum:
“Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allâh’ın Resûlü (s.a.v.)?” buyurdular ki: “Allâh’ın Kitabı (na uymak) dır. O’nda sizden önceki (milletlerin ahvâliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyâmete kadar) gelecek fitneler ve kıyâmet ahvâli ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda (îmân küfür, taat isyân, haram helâl vs. nev’inden) cereyân edecek ahvâlin de hükmü var. O, hak ile bâtılı ayırdeden ölçüdür. O’nda herşey ciddîdir, gâyesiz bir kelâm yoktur. Kim akılsızlık edip, O’na inanmaz ve O’nunla amel etmezse, Allâh onu helâk eder. Kim O’nun dışında hidâyet ararsa Allâh onu saptırır. O Allâh’ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevâları koymaktan, kendisini (kıraat eden) delilleri iltibastan korur. Âlimler ona doyamazlar. Onun çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitâbdır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar:
“Biz, hiç duyulmadık bir tilâvet dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allâh kelâmı olduğuna) inandık.” (Cin s. 1) Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adâletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey A‘ver, bu güzel kelimeleri öğren.” (H.Şerîf, Tirmizî)
12
RAMAZAN’DA İBÂDET
Hz. Katâde (r.a.) Ramazan boyunca her üç gecede bir hatim indirirdi, fakat son on gününde her gece bir hatim indirirdi. İmâm Ebû Hanîfe hazretlerinin kırk sene boyunca yatsı namazı abdesti ile sabah namazı kıldığını bilmeyen yoktur. Bu gücü nereden alıyorsun diye soranlara Ebû Hanîfe (r.a.): “Allâh’a, isimleri adına husûsî bir yolla ve tarzla duâ etmiştim (o yolla bu sabır bana nasîb oldu).” Hadîs-i şerîfte öğle uykusundan bahsedildiği için sünnete uymak üzere öğleyin biraz uyurdu (Kaylûle yapardı). Kur’ân-ı Kerîm okurken o kadar ağlardı ki duyan komşuları ona acırdı. Hatta bir gece sabaha kadar Kamer sûresinin üçüncü hizbindeki (es-sâatü mev‘idühüm) âyetini tekrar ederek okudu ve ağladı. İbrahim b. Edhem hazretleri Ramazan’da ne gündüz ne gece uyumamıştı. İmâm-ı Şafiî hazretleri Ramazan’da gece ve gündüz namazlarında yetmiş hatim indirirdi. Onlar (Ben cin ve insanları ancak bana ibadet etsin diye yarattım) âyetine göre amel ederek, böyle ibâdetin imkânsız ve hatta zor olmadığını bize gösterdiler. Eski büyüklerin bu davranışlarını şimdi de uygulayanlar vardır. O derece mücâhede olmasa da kendi zamanlarına göre, kendi güç ve kudretlerine göre geçmişin örnekleri şimdi de vardır. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in gerçek takipçileri bu fesat devrinde bile vardır. Ne rahat ve bollukla dolu bir hayat, ne de yoğun dünyâ işleri onları ibâdetten alıkoymuyor. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) buyuruyor ki: “Allâhü Te‘âlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey Âdemoğlu sen bana ibadet için kendini ayarlar, ona zaman ayırırsan gönlüne (benden başkasına minnet etmemek) dolduracağım ve senin yoksulluğunu kapatacağım. Öyle yapmazsan gönlünü meşgûliyetlerle doldurup, yoksulluğunu gidermeyeceğim.”
(M. Zekeriyya Kandehlevî, Fezâil-i A‘mâl, 336-342.s.)
31
AREFE GÜNÜ DUÂSI
Hazreti Peygamber (s.a.v.) Arefe günü en ziyâde şöyle derlerdi: “Lâ-ilâhe illa’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu, lehu’lmülkü velehu’lhamdu bi-yedihi’l-hayr vehüve ‘alâ külli şey’in kadîr.”
BAYRAMLARIN MENDÛBLARI
1- Erken kalkmak
2- Gusletmek
3- Misvâk kullanmak
4- Güzel koku sürünmek
5- Giyilmesi mübâh olan elbisenin en güzelini giymek
6- Allâh (c.c.)’ün ni‘metlerine şükretmiş olmak için sevinçli ve neşeli görünmek ve yüzük takınmak
7- Ramazan bayramında câmiye çıkmadan önce tatlı bir şey yemek
8- Yenilen şeyin kuru hurma olması
9- Yenilecek olanın adedinin tek olması
10- Kurban bayramında kurban kesecek kimsenin kurban etinden yemek için yemeği namazdan sonraya bırakması
11- Namaza erkence davranıp sabah namazını mahâlle mescidinde kılarak bayram namazı için namazgâha ve büyük câmiye gitmek
12- Namaza giderken acele etmeyip sükûnetle yürümek
13- Namaza giderken Ramazân bayramında gizli ve Kurban bayramında açıktan tekbîr getirmek
14- Namazdan dönerken mümkünse başka yoldan gelmek
15- Mü’minlerle karşılaştığı zamân güler yüz göstermek
16- Elinden geldiğince çokça sadaka vermek.
(Ni‘met-i İslâm, 510.s.)
HADÎS-İ ŞERİF
Enes b. Mâlik (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Allâhü Te‘âlâ arz ve semâlara konuşma izni verse onlar Ramazân orucunu tutanları elbette cennetle müjdelerlerdi.”
(Hz. Gavsu’l-A‘zam Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî (k.s.),
Üç Aylar ve Faziletleri, 101.s.)
29
KUR’ÂN-I KERÎM’İ OKURKEN EDEP VE SAYGI
Misvak kullanıp abdest aldıktan sonra sakin bir yere, ciddi fakat yumuşak duruşlu bir edâ ile yüzü kıbleye dönmüş olarak oturmalı, Ku’rân-ı Kerîm’i son derece huzûrlu bir kalble, huşû içinde o ana uygun olan bir ma‘nevî vecd hâliyle, sanki Allâhü Te‘âlâ o anda kendisine bizzat hitâb ediyor gibi bir hisle okunmalı.
Okuyan kimse ma‘nâsını anlıyorsa ma‘nâlarına dikkat ederek, müjde ve rahmet âyetleri geldiğinde Allâh’ın mağfiret ve lûtfu için duâ etmeli, azâbla tehdit âyetleri geldiğinde de Allâh’tan himâye dileyip ona sığınmak gerekir. Çünkü ondan başka sığınak ve barınak yoktur.
Tenzîh ve takdîs (Allâh’ın her şeyden üstün olup hiç bir şeye benzemediğini) bildiren âyetlere gelindiğinde ise “sübhânellah” diyerek onu tesbîh etmeli.
Okuma sırasında ağlayamıyorsa da ağlamaya kendini zorlamalı.
Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemek için okunmuyorsa hızlı okumaya aceleye gerek yoktur.
Allâh’ın kitâbı, saygıdan dolayı nispeten yüksek bir yere, bir rahleye, hiç olmazsa bir yastık üzerine konmalı, okuma sırasında başkasıyla konuşmamalı, mutlaka konuşmak gerekiyorsa, Kur’ân-ı Kerîm’i kapatıp ondan sonra konuşmalı, daha sonra E‘ûzu Besmele çekip tekrar başlanmalıdır.
Çevrede bulunan insanlar kendi işleri ile uğraşıyor da Kur’ân-ı Kerîm’i dinleyemiyorlarsa o zaman sessizce (kendi duyacağı kadar bir sesle) okunması daha uygundur. Aksi halde sesli okumak daha iyidir.
(M. Zekeriyya Kandehlevî, Fezâil-i A‘mâl, 364-365.s.)
12
RESÛLULLÂH (S.A.V.)’İN BEĞENDİĞİ DUÂLAR
Talhâ b. Ubeydullâh (r.a.) anlatıyor: “Bir yolculukta adamın biri gitti, elbisesini çıkardı, kızgın kumlar üstünde debelenip nefsine: “Cehennemin ateşini tat! Geceleri leş, gündüzleri tembelsin!” diye söylenmeye başladı. O sırada Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir ağacın gölgesi altında istirahat buyuruyorlardı. Doğruca Resûlullâh (s.a.v.)’in yanına vardı ve:
– Nefsim beni yendi! dedi. Resûlullâh (s.a.v.):
– İyi dinle, gök kapıları senin için açıldı, melekler seninle övündüler, buyurduktan sonra Sahâbelerine: “Kardeşinizden faydalanın” diye öğüt verdi. Bunun üzerine herkes:
– Ey falanca, benim için duâ eyle, demeye başladı. Resûlullâh (s.a.v.):
– Hepsi için birden duâ eyle, dedi. O da:
– Allâhım, takvayı onlara azık eyle, işlerini doğru yolda bir araya getir, dedi.
O duâ ederken Resûlullâh (s.a.v.) de: “Allâhım, onun duâsını gerçekleştir.” diyordu. Adam devâmla: “Allâhım, cenneti onların meskenleri yap” dedi.” (İbn Ebi’d-Dünyâ)
Enes (r.a.) anlatıyor: “Bir def‘asında Resûlullâh (s.a.v.), namazı içinde duâ etmekte olan bir bedevînin yanından geçerken adamın şöyle niyâzda bulunduğunu duydu: “Ey gözlerin görmediği! Ey zanların ulaşamadığı! Ey vasfedenlerin niteleyemedikleri! Ey hâdiselerin değiştiremediği! Ey felâketlerden korkmayan! Dağların ağırlıklarını, denizlerdeki suların miktarını, yağmur damlalarının sayısını, ağaç yapraklarının adedini, gecenin zulmetine, gündüzün ziyâsına bürünenlerin sayılarını bilen! Hiç bir gök diğer bir göğü, hiç bir arz diğer bir arzı, (onun bilgisinden saklayamayan) denizlerin diplerindekileri, dağların sarp yerlerindekileri ondan gizleyemeyen! Ömrümün en hayırlı ânını ömrümün sonu, amelimin en hayırlısını amellerimin sonu, günlerimin en hayırlısını da sana kavuşacağım gün eyle!” Resûlullah (s.a.v), Allah’ı pek güzel övdüğün için bedevîye o sıralarda kendilerine hediye edilen bir miktar altını hîbe ettiler. (Taberânî)
(M. Yûsuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, 4.c. 60-64.s.)
27
“SEYYİDÜ’L İSTİĞFÂR” DUÂSI TERCÜMESİ
Allâhümme: Ey benim Allâh’ım, kabul ve i‘tirâf ederim ki,
Ente rabbî: İnsanlığın başından sonuna kadar, bütün ma’nâsı ile, beni terbiye eden, ancak sensin, yüce zâtındır. Çünkü:
Lâ-ilâhe illâ ente: Senden başka bir ilâh yoktur.
Halaktenî: Ve i’tirâf ederim ki, beni yaratan, yoktan var eden sensin.
Ve ene ‘abduke: Ben ise senin kulun ve yarattığınım. Ya‘ni İlâhî emir ve yasaklarını, yerine getirmeye me’mûrum.
Ve ene ‘alâ ‘ahdike ve va‘dike mesteta‘tü: Aynı şekilde kulluk vazîfeme dâir “kâlû belâ”da verdiğim söz ve yeminin yerine getirilmesine, insânî gücümün yettiği kadar emrindeyim. Şu kadar var ki:
E‘ûzü bike min şerri mâ- sana‘tü: Gaflet, bilgisizlik ve cehâlet sebebiyle va’kî olan, geçmiş kusurlarımın, kötülüğünden cânımı ve cânânımı kurtarabilmek için emniyet ve güven yurdu olan İlâhî bağış ve mağfiretine sığınıyorum.
Ebûü’ leke bi- ni‘metike ‘aleyye: Ey benim sevgili Allâh’ım, kusurluluğuma rağmen apaçık gözüken çeşit çeşit ni’metlere nâil olduğumu bildiğim gibi.
Ve ebûü’ bi- zenbî: Hiçbir akıl ve mantığa sığmayan günâhlarımı da bilip onları da kabûl ve i’tirâf ediyorum. Öyle ise ey Rabbim,
Fa’ğfirlî zünûbî: Va’kî olan kusûr ve günâhlarımı afvet ve bağışla.
Fe- innehu lâ- ya’ğfiru’z- zünûbe illâ ente: Zîrâ senin en yüce ve en ulu zatından başka günâhları afvedecek başka bir Allâh yoktur.
(M. Es‘âd Erbilî (k.s.), Mektûbat, 85.s.)
YEMEK DUÂSI
El-hamdü li’llâh el-hamdü li’llâh ellezî et‘amenâ ve sekânâ ve ce‘alenâ mine’l-müslimîne.
Allâhümma’ğfir ve’rhâm va’hfez sâhibe’t-ta‘âmi ve’l-âkilîn ve li-men sa‘â fîhi ve li-cemî‘i’l-mü’minîne ve’l-mü’minât, ve’l-müslimîne ve’l-müslimât el-ahyâu minhüm ve’l-emvât bi-rahmetike yâ erhame’r-rahimîne.
Allâhümme nevvîr kulûbenâ bi-envâri mahabbetike ve zikrike ve şükrike yâ zê’l-celâli ve’l-ikrâmi.
Allâhümme ahyinâ hayaten tayyibeten bi’s-sıhhati ve’s-selâmeti ve’l-‘afve ve’l-‘âfiyete fî’d-dîni ve’d-dünyâ ve’l-âhireti. İnneke ‘alâ külli şey’in kâdîrin.
Allâhümme innâ nes’elüke tamâmen ni‘meti ve devâme’l-‘âfiyeti ve’rzüknâ hüsne’l-hâtimeti. Allâhümme zid ve lâ-tenkus bi-hurmeti’n-nebîyyî sallâ’llâhu ‘aleyhi ve sellem ve bi-hurmeti sirri sûreti’l-fâtiha.
ABDEST DUÂSI
Abdest aldıktan sonra şu duâyı okumak müstehabbdır.
Sübhâna’llâh, ve’l-hamdü li’llâh, e’stağfiru’llâh, ve eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: Sübhânsın Allâhım, hamd sanadır. Senden başka ilâh olmadığına şahâdet ederim. Sana istiğfâr eder, sana tevbe ederim. Muhammed (s.a.v.)’in senin kulun ve Resûlün olduğuna şahâdet ederim.” Bu duânın çok fazîletli olduğu rivâyet edilmiştir.
İbn-i Mes‘ûd (r.a.), Resûlu’llâh (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduklarını rivâyet etti: Eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: “Abdest alan biriniz şöyle desin: Şahâdet ederim ki Allâh’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed (s.a.v.) Allâh’ın kulu ve Resûlüdür. Ve bundan sonra salavât okusun. Böyle yapan kimseye rahmet kapıları açılır.
Abdest alan kimsenin, kendisini tamâmen abdeste vermesi ve hiçbir söz konuşmaması gerekir; zîrâ abdestle Rabbini ziyâreti murâd etmektedir.
(Fakîh Ebû’l-Leys es-Semerkandî (r.h.),
Bustânu’l-‘Ârifîn, 838-839. s.)
KUR’AN-I KERİM BİR MU‘CİZEDİR
Resûlullâh (s.a.v.) buyurmuşlardır: “Allâh Kur’ân’ı emredici, nehyedici, uyulan, başlı başına nûrlu bir yol, dillerden düşmeyen bir örnek olarak göndermiştir: İçinde sizin, sizden öncekilerin ve sizden sonra (gelecek)lerin de haberi vardır. Aranızda cereyan edecek olayların da hâkimidir o. Çok okumak onu eskitmez. Garaibi bitmez! O gerçektir, şaka değildir. Onunla söyleyen doğru söyler… Onunla hükmeden adâletle hükmetmiş olur. Onunla savunan dâimâ muzaffer olur. Onun ışığında taksîm eden herkese hakkını tam vermiş olur. Onunla amel eden me’cur olur… Ona temessük eden (sarılan) dosdoğru bir yola kavuşmuş olur. Ondan başkasından hidâyeti isteyeni Allâh saptırır, ondan başkasıyla hükmedenin de Allâh belini kırar (helâk eder). O, hüküm ve hikmetleri içine alan bir zikirdir. Apaçık nûrdur. Dosdoğru bir yoldur. Allâh’ın sapasağlam (muhkem) bir ipidir. (Her hastalığa) yararlı olan bir şifâdır. Kendisine sarılanı korur. Kendisine tâbî olanı kurtarır… Eğri büğrü olmaz ki düzeltilmeye muhtaç olsun! (Doğrudan) meyletmez ki kınansın… Acâip (ve garâibi) bitmez. Çok okumak (ve tekrarlanmak)la eskimez.”
İbn Mes‘ud (r.a.)’den aynı bunun gibi bir hadîs rivâyet edilmiştir. O hadîsde şöyle geçmektedir. “İçinde ihtilâfa mahal bir şey yoktur! Zarâfeti ve göz alıcılığı asla kayıb olmaz!.. İçinde öncekilerin de sonrakilerin de haberi mevcuttur.”
Kudsî bir hadîs-i şerîfde şöyle buyurulur: Allâh (c.c.) Muhammed (s.a.v.)’e şöyle hitâb etmiştir: “Ben sana öyle Tevrat(a benzer) yepyeni bir kitab göndereceğim ki, sen onunla, kör gözleri, sağır kulakları, kapalı kalpleri açacaksın! İlim menbaları ondadır… Ondadır fehm-i hikmet ve kâinlerin baharı!…”
(Kadı ‘Iyâz (rh.a.), Şifâ-i Şerîf, 274-276.s.)
KUR’AN-I KERÎMİN TEFSÎRİ MES’ELESİ
Tefsîr yapacak âlimin aşağıda zikr edilen şu onbeş ilmi gayet mükemmel şekilde bilmesi lâzım gelir.
Bu ilimleri kemâliyle (tam ve en olgun şekilde) bilmeyen kimselerin Kur’an tefsîrine yeltenmesi şer‘an câiz değildir (şeriatın buna izni yoktur).
1- Lûgat (Arap dili) 8- Kıraat ilmi
2- Tasrif (Sarf ilmi) 9- Usûl-i din ilmi
3- Nahv ilmi 10- Usûl-i fıkıh ilmi
4- İştikak 11- Esbâb-ı nüzûl
5- Me‘ânî ilmi 12- Nâsih ve mensûh
6- Beyân ilmi 13- Fıkıh ilmi
7- Bedi‘ ilmi 14- Mücmel ve mübhemin tefsîri
Müfessirin sahip olması gereken 15’inci ilim ilmü’l-mevhibedir. Bu öyle bir ilimdir ki, onu Cenâb-ı Hakk hazretleri, ilmiyle âmil olan bahtiyar kuluna ihsân eder.
(Sırrı Paşa’nın saydığı bu 14 ilim kesbîdir, ya‘ni çalışıp öğrenmekle elde edilebilir. 15’inci ilim ise vehbîdir, ya‘ni Allâh (c.c.) vergisidir. O verirse verir, vermezse, çalışmakla öğrenilip elde edilemez.)
İşte bu 15 ilim, müfessirin (tefsîr âliminin) mutlaka, kesin sûrette ve hiç şüphesiz ve eksiksiz mükemmel bir şekilde sâhip olması zorunlu bulunan ilimlerdendir.
Ama bunlardan başka, Kur’an-ı kerîmi tefsîr edebilmek için müfessirin diğer ilimlerde (ve çağının gerektirdiği genel kültür bilgilerinde) derinleşmiş olması da şarttır.
(İmâm Zehebî (rh.a.),
Büyük Günâhlar, Ekbölüm, 257-259.s.)
KUR’AN-I KERÎMİ TEKRAR TEKRAR OKUMAK
Kur’ân; ne sûretle olursa olsun, tekrârının çokluğundan eskimez: Kezâ onun mükerrer tilâveti ve dinlenmesi bakımından da eskimez. Şöyle denilmektedir: Okuyan kimse ne usanır, ne de bıkar. Bir görüşe göre de; onun revnakı ve behçeti ya‘ni güzelliği gitmez. Nitekim; mahlûkun kelâmında bu vardır. Bilakis tekrâr edildikçe, tekrâr okundukça, okumalar çoğaldıkça güzellik artar. Şu yönüyle îzah edilmiştir ki; tilâvet ve tedris bakımından ulemâ, cühelâ, Araplar ve Acemler tarafından tekrârın çokluğu ile onun harfi değişmez. Bilakis hatalı okuyuşlar doğruya ve güzel okuyuşlara döner. Nitekim; Cami’us-Sağîr’deki hadîs de şöyledir:
“Okuyan okuduğu ve hata ettiği veyâ lahin yaptığı veyâ acemi olduğu zamân, melek onu nâzil olduğu gibi yazar.”
Münâvî der ki: Kasden hatâ etmediği veyâ ta‘limde kusûr etmediği zamân, kıraatta hatâ eden ve lahin eden kimse sevâb alır. Yani o buna kâil olmuş olur. Yok eğer kasden böyle olursa günâh olur. Fakat bu düşünülemez. Zîrâ; tekrâr işi, münâsebet bakımından onu ifâde etmez. Yani kasden yapılmış olmaz.
Hadîsde; “Onu okuyunuz tilâvet ediniz” diye geçmektedir. Tilavet ve kıraat aynı ma‘nâya gelmektedir. “Okuyunuz” diye gelen emir, namâzda mutlak vücûb için olduğundan farz ma‘nâsınadır veyâ farzın karşılığıdır. Bazan da kıraat (okumak) mendûb olur. Fakat bu namâzın bidâyet ve nihâyetinde vâcib olur. Namâzın dışında ise mendûb olur.
Kıraatta efdâl olan; Mushaf (Kur’an)’dan okumaktır, ezberden değil. Çünkü Mushaf’ı tutmak, elin amelidir. Yine onun taşınmasında ve ona bakmakta gözün ameli vardır. Ve aynı zamânda onun ma‘nâlarının düşünülmesine yardım eder. Bundan dolayı sahâbe (r.a.)’ün ekserisi Mushaf’dan okurlardı.
Alî (r.a.)’den rivâyet olunmuştur: “Üç şey vardır ki, hâfızayı kuvvetlendirir, balgamı giderirler. Bunlar; misvak kullanmak, oruç tutmak ve Kur’ân okumaktır.”
(Muhammed Hâdîmi (rh.a.), Berika, 162-163.s.)
SÛRELERİN FAZÎLETİ
Hz. Âişe (r.anhâ)’dan: Resûlullâh (s.a.v.) yatağa girdiği zamân İhlâs ve Muâvvizeteyn sûrelerini okur, avuçlarına üfler, sonra da yüzüne, kollarına, göğsüne ve elinin ulaştığı yerlere sürerdi. Hastalığı şiddetlendiği zamân bunu benim yapmamı emretti.
Abdullâh b. Mes‘ûd (r.a.)’den: Cenâze kabre konduğu zamân, azab melekleri ölünün ayak tarafından gelmek isteyince ayaklar:
“- Buradan gelemezsiniz, çünkü sâhibim Mülk sûresini okurdu.” derler. Melekler göğüs tarafından gelmek isteyince, göğüs -veyâ karın-:
“- Buradan gelemezsiniz, çünkü sâhibim üzerimde Mülk sûresini okurdu.” der. Bu defâ melekler baş tarafından gelmek isterler, fakat baş:
“- Buradan gelemezsiniz, çünkü sahibim Mülk sûresini okurdu.” der. İşte böylece Mülk sûresi kabir azâbına mânî olur. Mülk sûresi Tevrat’ta da vardı. Geceleri Mülk sûresini okuyanlar büyük servete kavuşurlar ve çok güzel bir amel işlemiş olurlar.
Hz. Ömer (r.a.)’den: Geceleri Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ sûrelerini okuyanlar samîmî kullar zümresine ilhâk olunurlar.
Cübeyir b. Mut‘ım (r.a.)’den: Resûlullâh (s.a.v.) bana:
“- Cübeyir! Bir yolculuğa çıktığın zamân arkadaşlarının arasında en güzel görünüşe ve en çok azığa sahip olmak ister misin?” dedi.
“- Anam babam sana kurban olsun, istemez olur muyum?” dedim.
“- O halde şu beş sûreyi oku: Kâfirûn, Nasr, İhlas, Felâk ve Nâs. Her sûreye besmele ile başla ve besmele ile bitir.” buyurdu. Şimdi zenginim. Vaktiyle bir yolculuğa çıktığım zamân arkadaşlarım arasında elbisesi en mütevâzi ve azığı en az olanı bendim. Resûlullâh (s.a.v.) bana bunları öğretti. Ben de okudum, yolculuk müddetince arkadaşlarım arasında elbisesi en güzel ve azığı en çok olan ben oldum.
(M. Yûsuf Kandehlevî (rh.a.),
Hadîslerle Müslümânlık, 4.c.,1638.s.)
RESÛLULLÂH (S.A.V.)’E İTÂAT ETMEYİ BEYÂN EDEN ÂYETLER
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e itâat etmeye ve sünnetine uymaya delâlet eden âyet-i kerîmeler bildirilecektir.
Hakk ta‘âlâ hazretleri meâlen: “Ey îman edenler, Allâh’a ve O’nun peygamberine itâat edin.” (Enfâl s. 20.â.) buyurdu.
Yine meâlen; “Allâh’a ve Peygambere itâat edin. Tâ ki rahmete kavuşturulasınız.” (Âl-i İmrân s. 132.â.) buyurdu.
Yine “De ki: Allâh’a ve Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz ki, Allâh da o kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân s. 32.â.) buyurdu.
Yine “Kim Peygambere itâat ederse muhakkak Allâh’a itâat etmiştir.” (Nisâ s. 80.â.) buyurdu.
Bu âyet-i kerîmeler Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bütün söz ve davranışlarında ma‘sum olduğunun delîlidir. Zîrâ eğer ufak bir hatâsı olsaydı ona itâat, Hakk ta‘âlâ hazretlerine itaat olmazdı. Buna göre ma‘sum olması vâcibtir. Zîrâ Cenâb-ı Hakk “Ve’t-tebiûhü” “Ona uyunuz” şerefli sözü ile O (s.a.v.)’e tâbî olmayı, halka emretmiştir. Ona uymak demek, yaptıklarının aynını yapmak demektir. O halde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in söz ve davranışlarına uymak Allâh (c.c.)’ün emirlerine uymak ve O’na itimat etmek demektir.
Yine Hakk ta‘âlâ hazretleri meâlen:
“Kim ki Allâh’a ve Peygambere itâat ederse işte onlar, Allâh’ın kendilerine ni‘metler verdiği Peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi adamlarla beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar.” (Nisâ s. 69.â.) buyurmuştur.
(İmâm-ı Kastalânî (rh.a.),
İlâhî Rahmet Hz. Muhammed (s.a.v.), 2.c.,126-127.s.)
RESÛLULLÂH (S.A.V.) HAKKINDA ŞÜPHE VE İFTİRÂLARI BERTARAF EDEN ÂYETLER
Müşrikler, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e deli demişlerdir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, meâlen: “Hokka ile kaleme ve (erbab-ı kalemin) yazmakta oldukları şeylere and olsun ki, (Habibim) Sen kalbinin ni‘meti sayesinde, bir mecnun değilsin.” buyurmuştur. (Kalem s. 1-2.â.)
Bir gün Âs bin Vâil, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile konuştuktan sonra, dönerken Mescid-i Harâm’da oturan Kureyş ulularından birkaç kâfir, Âs’a:
O söyleştiğin kimdir, diye sordular. O da hâşâ: Bir ebter (soyu kesik) idi cevâbını verdi. O günlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Hz. Hatice (r.a.)’den doğan bir erkek oğlu vefât etmişti. O mel‘un, bunun için ebter, yani soyu kesilen bir kişi idi, demek istedi. Cenâb-ı Hakk, o mel‘unun bu sözlerine karşı şu âyet-i kerîmeyi indirdi. Meâlen: “Ebter senin düşmânındır, Yâ Muhammed sen değilsin, senin evlâdın ve soyun kıyâmete kadar bakidir.” (Kevser s. 3.â.) Düşmânın ise bunlardan mahrumdur, demektir.
Yine o zamân da Hz. Peygamber (s.a.v.) için o mel‘un kafirler yalan söyleyip iftira ettiler. Meâlen “O Allâh’a karşı yalan yere iftirâ mı ediyor. Yoksa onda bir delilik mi var.” (Sebe s. 8.â.) dediler. Hakk ta‘âlâ hazretleri buna cevâb verip şöyle buyurdu. Meâlen:
“Hayır, âhirete inânmamakta olanlar (orada) azâbda (dünyâ da hakdan) uzak bir sapıklık içindedirler.” (Sebe s. 8.â.)
Yine O (s.a.v.)’e, Kur’an onun sözüdür, şâirdir dediklerinde Allâh (c.c.) onlara şöyle cevâb buyurdu. Meâlen: “Biz ona, şiir öğretmedik (bu) O’na yakışmaz da. O (nun getirdiği kitab) bir öğütten ve (hükümleri) açıklayan bir Kur’an’dan başkası değildir.” (Yâsin s. 69.â.)
Hz. Peygamber (s.a.v.) eski ümmetlerden haber veren âyetleri kâfirler okuduğu zamân Nadr bin el-Haris adındaki kâfir meâlen: “Eğer dilersek bizde elbet bunun benzerini söyleriz. Bu eskilerin masallarından başka (bir şey) değildir.” (Enfal s. 32.â.)
Bu sûre ile Hakk ta‘âlâ hazretleri müslümânları Kureyş üzerine muzaffer kılacağını, onlara Mekke ve diğer ülkeleri fethedeceklerini va‘d buyurduğunu ve insanların bölük bölük İslâm dînine gireceklerini haber verdi ve öyle oldu.
(İmâm-ı Kastalânî (rh.a.),
İlâhî Rahmet Hz. Muhammed (s.a.v.), 2.c., 132.s.)
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ
“Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm”
Ömer İbn-i Hattâb radıya’llâhu anhin şöyle dediği rivâyet edildi:
“Resûlullâh salla’llâhu ta‘âlâ ‘aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) def‘a Fâtiha sûresi ve yetmiş (70) def’a Âyetü’l-kürsî ve yetmiş (70) kul-huve’llâhu ahad ve yetmişer (70’er) def‘a da Mu‘avvizeteyn’i (Felâk ve Nâs sûrelerini) okursa, nefsim, yed-i kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allâh sübhânehu ve ta‘âlâ, o suyu içen kimsenin cesedindeki bütün hastalıkları def‘ eder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a‘zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
HADÎS-İ ŞERÎF
“Resûlullâh (s.a.v.), her zaman hastalıklarında Muavvizeteyn sûrelerini okuyup kendi ellerine üflemek ve ondan ifâkat için elleriyle vücûdlarını sıvazlamak i’tiyâdında idiler.” (Buhârî)
“Allâhım! Bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azabından koru!” (Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ekseriyetle okuduğu duâ) (Müslim)
KUR’AN OKUMANIN EDEBLERİ
Kur’an-ı kerim okuyanın, okuma esnâsında dikkat edeceği edebler vardır.
Mushafı taşımakta altı edebi gözetmelidir:
1- Abdestli olmalıdır. Bir rivayette Kur’ân-ı kerîme abdestsiz dokunmak ve Kur’ân-ı kerîmi abdestsiz taşımak haramdır. Allâh ta‘âlâ Vakıâ sûresi yetmiş dokuzuncu âyetinde: “Ona tertemiz -abdestli- olanlardan başkası el sürmesin.” buyuruyor.
2- Sağ eli ile tutmalı ve elbette özürsüz sol eli ile tutmamalıdır.
3- Düşünürken ve yapraklarını çevirirken, elini yazılı olmayan kısımdan tutmalıdır.
4- Okurken, dizinden yukarıda olmak üzere bir rahle üzerine, koymalıdır.
5- Okurken, göreceği bir iş çıkarsa, onu yapmaya kalkarken mushafı açık bırakmamalı, gelince açıp, yeniden okumalıdır.
6- Kur’ân-ı kerîm okurken, okuduğu sûre veya âyet bitmeden konuşmamalıdır. Ancak kesin bir zarûret olunca konuşabilir. Satırlara iyi dikkat etmelidir. Rahmet âyetine gelince, duraklayıp, Allâh ta‘âlâya duâ edip O (c.c.)’den rahmet istemeli; azâb âyeti gelince, Allâh ta‘âlâya sığınmalı ve sonra yeniden okumaya başlamalıdır. Zîra Muhammed Mustafâ (s.a.v.) böyle yapmıştır.
(Mevlânâ Muhammed Rebhâmî (rh.a.),
Riyâdu’n-Nâsihîn, 61.s.)
HADÎS-İ ŞERÎF
“Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Muhakkak şeytân içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar.” (Müslim)
“Allâh ta‘âlâ şu Kur’ân’la (âmil olan) kavimleri yükseltir ve onun izinden gitmeyenleri de alçaltır.”
(Müslim)
KUR’AN-I KERİME TA‘ZÎM
Şerhü’s-Sünne’de diyor ki: İbn-i Abbâs (r.anhümâ), Kur’ân-ı kerîme ta’zîm hakkında buyurdu: “Eğer Allâh ta‘âlâ, Kur’ân-ı kerîmi, insanların dilinde kolay eylemeseydi, hiç kimsede, Allâh ta‘âlânın kelâmını söyleyecek tâkat bulunmazdı. Resûlullâh (s.a.v.)’in zamânında, Kur’ân-ı kerîm, bir mushaf hâlinde toplanmamıştır. Kur’ân-ı kerîmi ilk toplayan Ebû Bekir Sıddîk (r.a.)’dir. Ondan sonra Hazret-i Osmân (r.a.)’dır. Nitekim Ebû Amr-i Dânî Mukni’, İmâm-ı Şâtıbî Raiyye kasîdesinde bildirmiştir. Bu kıssayı şöyle anlatırlar: Yemâme cenginde, Müseylemetü’l Kezzâb, kurrâ olan, ya’ni Kurân-ı kerîmi ezber bilenlerden bir çoğunu şehîd etmişti. Hazret-i Ömer (r.a.), Hazret-i Ebû Bekir (r.a.)’in yanına gelip: “Kur’ân-ı kerîmi ezber bilenler çok şehîd olmakla azalmaktadır. Kur’ân-ı kerîmin unutulmasından korkuyorum. Kur’ân-ı kerîmi toplayıp yazın.” dedi. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) Peygamber (s.a.v.) Efendimizin bize emretmediği, yapın buyurmadığı bir şeyi nasıl yaparım? dedikte, Hazret-i Ömer (r.a.): “Kur’ân-ı kerîmi topla Allâh ta‘âlâya yemîn ederim ki, hayırlıdır ve iyi niyyetledir.” dedi. Hazret-i Ömer (r.a.), bu konu üzerinde o kadar ciddî olarak durdu ki, Allâh ta‘âlâ, Hazret-i EbûBekir (r.a.)’e de, Hazret-i Ömer (r.a)’in görüşünü verdi. Bunun üzerine Ebû Bekir (r.a.) Zeyd bin Sâbit (r.a.)’i çağırdı ve; “Ey Zeyd, sen gençsin ve Resûlullâh (s.a.v.) zamanında vahiy kâtibi idin. Kur’ân-ı kerîmi topla ve yaz.” buyurdu. Zeyd bin Sabit (r.a.) de aynısını söyledi. Yani Resûlullâh (s.a.v.)’in bize buyurmadığı ve yapın demediği şeyi nasıl yaparım dedi. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) bu mes’elede mübâlağa eyledi. Allâh ta‘âlâ Zeyd bin Sâbit (r.a.)’e, Hazret-i Ömer ve Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) gösterdiği re’yi gösterdi. Zeyd bin Sâbit (r.a.) der ki: “Allâh ta‘âlâya yemîn ederim ki, bana bir dağı devirmek işi verilseydi, bana verilen bu ağır vazîfeden daha kolay gelirdi. Kur’ân-ı kerîmi âyet âyet, sûre sûre büyük bir zahmetle, ehlinin gönüllerinden, yapraklardan, ağaç kabukları, taş ve diğer şeyler üzerinde yazılı olanlardan topladı.
(Mevlânâ Muhammed Rebhâmî (rh.a.),
Riyâdu’n-Nâsihîn, 63-64.s.)
MÜFLÎS KİMDİR?
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivâyetle Resûlullâh (s.a.v): “Müflîs kimdir, bilir misiniz? buyurmuştur. Ashâb (r.a.e.):
– Bizim aramızda müflîs hiçbir dirhemi ve eşyâsı olmayan kimsedir, demişler. Bunun üzerine:
– Hakîkaten benim ümmetimden müflis, Kıyâmet gününde namâz, oruç ve zekâtla gelecek olan kimsedir. Ama şuna sövmüş, buna zinâ isnâdında bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini de dövmüş olarak gelecek ve buna hasenâtından şuna hasenâtından verilecektir. Şâyet da‘vası görülmeden hasenâtı biterse, onların günâhlarından alınarak, bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır.” buyurmuşlar.
Bu hadîsde Resûlullâh (s.a.v.) müflîsin hakîkatini ta‘rif etmiştir. İnsanlar arasında hiç malı bulunmayan ya da malı pek az olan kimseye müflîs denilse de, hakîkî müflîs bunlar değildir. Çünkü bu hâl ölümle veyâ sonradan zenginleşmekle değişebilir. Hakîkî müflîs bu hadîsde bildirilen kimsedir. Böylesi kâmilen mahv-ü helâk olmuş tam yoksuldur. İşlediği hayır ve hasenâtın sevâbları borçlarına verilecek, bunlar bitince borçlularının günâhlarını yüklenecek, sonra cehennemi boylayacaktır ki, zarâr ve ziyânı, helâk ve iflâsı bu sûretle tamâm olacaktır.
Numan b. Beşîr (r.a.)’den rivâyetle Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta, birbirlerine şefkat husûsunda mü’minlerin misâli bir cesed gibidir. Ondan bir uzuv şikâyet ederse cesedin sâir uzuvları, uykusuzluk ve humma ile ona (iştirâke) çağrışırlar.”
(Sahîh-i Müslim,
Terc. Ahmed Dâvudoğlu (rh.a.), 10.c., 532.s.)
HER TÜRLÜ HAYIRLI TALEB
VE MURÂD İÇİN OKUNACAK DUÂ
“Önce cum‘a gecesi sabaha karşı, 2 rek‘at namâz kılınıp arkasından aşağıdaki duâ ta‘rif edildiği şekilde 480 def‘a okunacak:
Önce “Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” dedikten sonra, 100 def‘a: “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” (A‘râf s. 89.â.) duâsı okunup, arkasından bir def‘a: “Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duâsı okunacak.
Dört kere bu şekilde tekrardan sonra yine besmelenin arkasından 80 def‘a:
“Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” duâsı ve bir def‘a
“Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duâsı okunacak.
Ayrıca aşağıdaki üç duâ (âyetler) 7’şer def‘a okunacak.
Birinci okunuşta; ön tarafa, ikincide; sağa, üçüncüde; sola, dördüncüde; arkaya, beşincide; yukarıya, altıncıda; aşağıya üflenilecek, yedinci okunuşta; yutulacak, sekizinci okunuşta; etrafa dönülerek (dört bir tarafa doğru) üflenecektir.
KUR’AN OKUMAK VE ZİKİRDE BULUNMAK İÇİN TOPLANMANIN FAZÎLETİ
Resûlullâh (s.a.v.): “Bir kimse bir mü’minden dünyâ sıkıntılarından bir sıkıntı giderirse; Allâh ondan âhiret sıkıntılarından bir sıkıntı giderir. Bir kimse başı sıkılana kolaylık gösterirse, Allâh ona dünyâ ve âhirette kolaylık verir. Ve bir kimse bir müslümânın günâhını örtbas ederse, Allâh da onu dünyâ ve âhirette örtbas eder. Kul din kardeşinin yardımında oldukça, Allâh da kulun yardımındadır. Ve her kim bir yol tutarak, o yolda ilim ararsa, bu sebeple Allâh ona cennete götüren bir yol müyesser kılar. Bir kavm Allâh’ın evlerinden bir evde toplanarak kitâbullâhı okurlar ve onu aralarında müzâkere ederlerse; üzerlerine sekînet iner. Allâh’ın rahmeti onları kaplar. Melekler de etraflarını kuşatırlar. Allâh onları kendi nezdindekilere anar. Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa, nesebi hızlandıramaz.” buyurdular.
(Sahîh-i Müslim Tercemesi, 11.c. 30-31.s.)
MÜSLÜMÂNLARA GÂİBÂNE
DUÂ ETMENİN FAZÎLETİ
Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İsa b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize Abdü’l-Melik b. Ebî Süleyman Ebü’z-Zübeyr’den, o da Safvan’dan (bu zât İbn Abdillâh b. Safvan’dır. Derdâ onun nikâhlısı idi.) demiş ki: Şam’a geldim. Ve Ebü’d-Derdâ’nın evine vardım. Fakat onu bulamadım da Ümmü’d-Derdâ’yı buldum.
– Bu sene haccetmek mi istiyorsun? dedi.
– Evet! dedim.
– Öyle ise Allâh’a bizim için hayır duâda bulun! Çünkü Peygamber (s.a.v.): “Müslümân kişinin din kardeşine gâibâne duâsı müstecâbdır. Onun başında müvekkel bir melek vardır. Din kardeşi için hayır duâsında bulundukça, ona müvekkel olan melek: Âmin! Senin için de bir misli var, der.” buyururdu, dedi.
(Sahîh-i Müslim Tercemesi, 11.c. 72.s.)
DUÂ
Duânın da âdabı ve şartları vardır. Bu âdaba ve şartlara riâyet icabetin te’minâtıdır. Kim bu şartlara riâyet etmeden duâsının kabûlünde ısrar ediyor ve kabûl edilmediğinden gönlünü bozuyorsa azgınlardandır.
Duânın kabulünde şart, nefis tezkiyesi ve kalb tasfiyesidir. Duâ eden evvelâ helâl lokma ile nefsini ıslâh etmeli, zikrullâha ihtimam ederek kalbini ölümden kurtarmalıdır.
Büyükler demişlerdir ki: Duâ, gök kapılarının, anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri de helâl lokmadır. Yani helâl lokma olmaksızın bu anahtar bir şeye yaramaz.
Risâle-i Kuşeyrî’de der ki: Rivâyet olunan haberler arasında şu da vardır: Kul, Allâh (c.c.)’e duâ eder. Duâsında ihlâs ve bağlılığı artırdıkça Allâh (c.c.) onu sever. Cibrîl’e emreder: “Kulumun hacetini geciktir, duâsını artırmasını ve sesini duymayı seviyorum.” Bir kul da duâ eder, fakat duâsıyle Allâh (c.c.)’ü gadablandırır. Allâh (c.c.) Cibrîl’e buyurur ki: “Kulumun hâcetini hemen, yerine getir, sesini daha fazla duymak istemiyorum.”
Dünyânın kıvamı dört şeyle olduğu buyurulmuşdur:
1- Âlimin ilme devâmı,
2- Umerânın adâlete devâmı,
3- Fakirlerin duâya devâmı,
4- Zenginlerin cömertliğe devâmı.
Edebli bir mü’min Allâh’a Esmâ-i hüsnâsıyle, Kur’an’da ta’lim olunan ve hadîs-i şerîflerle öğretilen ve selef-i sâlihinden rivâyet oluna gelen duâlarla ve Allâh (c.c.)’e onun nebîleriyle, velîleriyle tevessül ederek duâ eder.
Duâya icâbet saatleri ve yerleri de gizlenmişdir.
Zulümden son derece sakınmak lâzımdır. İslâmiyyet, kâfire bile zulmetmeği haram kılmışdır. Mazlum kim olursa olsun zulümden ah ederse zâlim cezâsını görür, Hulâsa zulüm haram kılınmıştır. Duânın icâbet olunmamasının sebeblerinden biri de zulümdür. En çabuk kabul olunan duâlardan biri mazlumun duâsıdır.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.),
Bakara Sûresi Tefsîri, 236.s.)
ZİKİR, DUÂ VE ALLÂH TA‘ÂLÂYA
YAKLAŞMANIN FAZÎLETİ
Resûlullâh (s.a.v.): “Allâh (azze ve celle) buyuruyor ki: Ben kulumun bana olan zannının yanındayım. Beni zikrettiği zamân da ben onunla beraberim. O beni gönülden zikrederse, onu gönlümden zikrederim. Cemaat arasında zikrederse, onu o cemaattan daha hayırlı bir cemaat arasında zikrederim. Bana bir karış yaklaşırsa; ben ona bir arşın yaklaşırım. Bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim.” buyurdular.
(Sahîh-i Müslim Tercemesi, 11.c. 5.s.)
TEHLÎL, TESBÎH VE DUÂNIN FAZÎLETİ
Resûlullâh (s.a.v.): “Bir kimse günde yüz defâ, bir Allâh’dan başka ilâh yoktur. Onun şerîki yoktur; mülk O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O her şeye kâdirdir, derse, o kimse için on köle dengi sevâb olur. Ve kendisine yüz hasene yazılır. Yüz günâhı da silinir. Bu onun için o gün akşam oluncaya kadar şeytandan muhâfaza olur. Onun yaptığından daha fazla bir iş kimse yapamaz. Meğer ki, onun yapacağından fazla yapsın. Ve bir kimse günde yüz kere Allâh’ı hamd ile birlikte tenzîh ederim derse; günâhları denizin köpüğü kadar bile olsa sâkıt olur.” buyurmuşlardır.
(Sahîh-i Müslim Tercemesi, 11.c. 25.s.)
Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki:
“İki kelime vardır ki, dile hafif, mizanda ağır, Allâh’a makbûldür. (Bunlar) Allâh’ı hamd ile birlikte tenzîh ederim. Büyük Allâh’ı tenzîh ederim (kelimeleridir).”
(Sahîh-i Müslim Tercemesi, 11.c. 27.s.)
YEMEK DUÂSI
El-hamdü li’llâh el-hamdü li’llâh ellezî et‘amenâ ve sekânâ ve ce‘alenâ mine’l-müslimîne.
Allâhümma’ğfir ve’rhâm va’hfez sâhibe’t-ta‘âmi ve’l-âkilîn ve li-men sa‘â fîhi ve li-cemî‘i’l-mü’minîne ve’l-mü’minât, ve’l-müslimîne ve’l-müslimât el-ahyâu minhüm ve’l-emvât bi-rahmetike yâ erhame’r-rahimîne.
Allâhümme nevvîr kulûbenâ bi-envâri muhabbetike ve zikrike ve şükrike yâ zê’l-celâli ve’l-ikrâmi.
Allâhümme ahyinâ hayaten tayyibeten bi’s-sıhhati ve’s-selâmeti ve’l-‘afve ve’l-‘âfiyete fî’d-dîni ve’d-dünyâ ve’l-âhireti. İnneke ‘alâ külli şey’in kâdîrin.
Allâhümme innâ nes’elüke tamâmen ni‘meti ve devâme’l-‘âfiyeti ve’rzüknâ hüsne’l-hâtimeti. Allâhümme zid ve lâ-tenkus bi-hurmeti’n-nebîyyî sallâ’llâhu ‘aleyhi ve sellem ve bi-hurmeti sirri sûreti’l-fâtiha.
ABDEST DUÂSI
Abdest aldıktan sonra şu duâyı okumak müstehabbdır.
Sübhâna’llâh, ve’l-hamdü li’llâh, e’stağfiru’llâh, ve eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: Sübhânsın Allâhım, hamd sanadır. Senden başka ilâh olmadığına şahâdet ederim. Sana istiğfâr eder, Sana tevbe ederim. Muhammed (s.a.v.)’in senin kulun ve Resûlün olduğuna şahâdet ederim.” Bu duânın çok fazîletli olduğu rivâyet edilmiştir.
İbn-i Mes‘ûd (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduklarını rivâyet etti: Eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: “Abdest alan biriniz şöyle desin: Şahâdet ederim ki Allâh’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed (s.a.v.) Allâh’ın kulu ve Resûlüdür. Ve bundan sonra salavât okusun. Böyle yapan kimseye rahmet kapıları açılır.”
Abdest alan kimsenin, kendisini tamâmen abdeste vermesi ve hiçbir söz konuşmaması gerekir; zîrâ abdestle Rabbini ziyâreti murâd etmektedir.
(Fakîh Ebû’l-Leys es-Semerkandî (r.h.),
Bustânu’l-‘Ârifîn, 838.s.)
AYETÜ’L-KÜRSÎ’NİN FAZÎLETLERİ
Ayetü’l-Kürsî’nin fazîleti hakkında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Bu âyet herhangi bir evde okunduğunda, şeytanlar o evi otuz gün süreyle terk ederler ve hiçbir büyücü (sihirbaz) erkek ve hiçbir (büyücü kadın) kırk gece boyunca o eve giremez.”
Hz. Alî (r.a.)’in de şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Nebi (s.a.v)’in minber üzerinde iken şöyle dediğini duydum:
“Kim, “Ayetü’l-Kürsî’yi her farz namazın peşinden okursa cennete girmesine, ölümden başka hiçbir şey mâni olmaz (Ölünce cennete girer). Onu okumaya, ancak sıddîk veya âbid kişiler devam eder. Kim onu, yatağına girdiğinde okursa, Allâh (c.c.) o kimseyi kendi canı, komşusu, komşusunun komşusu ve etrafındaki evler husûsunda emin kılar.”
Sahâbe-i Kîram, Kur’an’da hangi ayetin daha faziletli olduğunu müzakere ederlerken, Hz. Alî (r.a.) onlara, “Ayetü’l-Kürsî’den haberiniz yok mu?” der, sonra da sözüne şunları ilâve eder: “Allâh’ın Resûlü (s.a.v.), bana şöyle dedi:
“Yâ Alî, beşeriyetin efendisi Hz. Adem; Arapların efendisi Muhammed (s.a.v.)’dir. Bunda övünülecek bir durum yok. Sözlerin efendisi Kur’an, Kur’an’ın efendisi Bakara Sûresi, Bakara Sûresi’nin efendisi ise, “Âyetü’l-Kürsî”dir.”
Yine Hz. Alî (r.a.)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bedir gününde savaşıyordum. Derken Allâh’ın Resûlü (s.a.v.)’in ne yaptığını göreyim diye, O (s.a.v.)’in yanına vardım. Yanına vardığımda O (s.a.v.) secde halinde, “Ya Hayyü Ya Kayyûmu” diyor, başka bir şey demiyordu. Sonra savaşa döndüm. Daha sonra da, Resûlullâh (s.a.v.)’in yanına tekrar geldiğimde O (s.a.v.), aynı şeyleri söylüyordu. Ben, gidip gelmeye ve O (s.a.v.)’e bakmaya devam ettim. O (s.a.v.) de, Allâh te‘âlâ feth-i müyesser kılıncaya kadar devam etti.”
(Fahruddin Er-Râzî; Tefsiri Kebir, 5.c. 403-404.s.)
SELÂM ÂYETLERİ
E‘ûzü bi’llâhi mine’ş- şeytâni’r- racîm.
Bi-smi’llâhi’r- rahmâni’r- rahîm .
Selâmün ‘aleyküm ketebe rabbüküm ‘alâ nefsihi’r-rahmeh.
Selâmün aleyküm bi mâ-sabertüm feni‘me ‘ukbe’d-dâr.
Selâmün aleykümü’dhulû’l- cennete bi mâ-küntüm ta‘lemûn.
Ve selâmün ‘aleyhi yevme vülide ve yevme yemûtü ve yevme yüb‘asü hayyen.
Ve’s-selâmü ‘aleyye yevme vülittü ve yevme emûtü ve yevme üb‘asü hayyen.
Selâmün ‘aleyke se-estağfiru leke rabbî innehû kâne bî hafiyyen.
Ve’s-selâmü ‘alâ meni’t-tebe‘a’l-hüdâ.
Ve selâmün ‘alâ îbâdihî’l-lezîne’stafâ
Selâmün ‘aleyküm lâ-nebteği’l-câhilîn.
Selâmün kavlen min rabbi’r- rahîm.
Selâmün ‘alâ Nûhin fi’l-‘âlemîn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ibâdine’l-mü’minîn.
Selâmün ‘alâ İbrâhîm, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ibâdine’l-mü’minîn.
Selâmün ‘alâ Mûsâ ve Hârûn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehümâ min ‘ibâdine’l-mü’minîn.
Selâmün ‘alâ İlyâsîn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ibâdine’l-mü’minîn.
Ve selâmün ‘ale’l-mürselîn.
Selâmün ‘aleyküm tibtüm fe’dhulûhâ hâlidîn.
Selâmün hiye hattâ matla‘i’l-fecr.
SELÂM ÂYETLERİ
Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
“Selâmün kavlen min rabbi’r-rahîm.”
“Selâmün ‘alâ Nûhin fî’l-‘âlemîne.”
“Selâmün ‘alâ İbrâhîme.”
“Selâmün ‘alâ Mûsâ ve Hârûne.”
“Selâmün ‘alâ İlyâsîn.”
“Selâmün ‘aleyküm tibtüm fe’dhulûhâ hâlidîne.”
“Selâmün ‘alâ’l-mürselîne.” “Ve’l-hamdü li’llâhi rabbi’l-‘âlemîne.”
(Yolculukta yedişer def‘a okunur.)
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ
“Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm”
Ömer İbn-i Hattâb radıya’llâhu anhin şöyle dediği rivâyet edildi:
“Resûlullâh salla’llâhu te‘âlâ ‘aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) def‘a Fâtiha sûresi ve yetmiş (70) def’a Âyetü’l-kürsî ve yetmiş (70) kul-huve’llâhu ahad ve yetmişer (70’er) def‘a da Mu‘avvizeteyn’i (Felâk ve Nâs sûrelerini) okursa, nefsim, yed-i kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allâh sübhânehu ve te‘âlâ, o suyu içen kimsenin cesedindeki bütün hastalıkları def‘ eder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a‘zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
HADÎS-İ ŞERÎF
“Resûlullâh (s.a.v.), her zaman hastalıklarında Muavvizeteyn sûrelerini okuyup kendi ellerine üflemek ve ondan ifâkat için elleriyle vücûdlarını sıvazlamak i’tiyâdında idiler.” (Buhârî)
“Allâhım! Bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azabından koru!” (Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ekseriyetle okuduğu duâdır.) (Müslim)
KUR’AN-I KERİM HER DERDE ŞİFÂDIR
“Biz Kur’an’ı mü’minlere şifa ve rahmet olsun diye indirdik” (İsra s. 82) buyuruluyor.
Kur’an’ın insan bedeni üzerinde fiziki tesiri, yani şifa özelliği bulunup bulunmadığı hususunda müslüman olmayan ve Arapça bilmeyen değişik yaşta kadın ve erkek gönüllü insanlar seçilmiş ve bir istatistik yapılmıştır. Seçilen bu insanlara, bir yıl boyunca Kur’an’ın orjinal metni değişik seslerden dinletilerek etkisi gözlenmiş ve sonuçta, Kur’an’ı dinleyenlerden %97’sindeki gerilimler (stres) bariz bir şekilde azalmıştır. Bu gerilim azaltıcı tesir, fizyolojik aksi tesirlerin otonom sinir sistemine yansımasıyla meydana gelmiştir. Araştırmanın diğer bir özelliği de, Kur’an’ın insan bedeni üzerindeki gerilim azaltıcı tesirin, kemmiyet ve keyfiyet açısından ölçülebilir bir şekilde ortaya konmasıdır. Dolayısıyla bilimsel araştırmalar ve istatistikler de göstermiştir ki, Kur’an’ın insan üzerindeki stresi kaldırdığı kesinleşmiştir. Stresin ise; başta tansiyon yüksekliği olmak üzere, ülser, baş ağrıları ve cilt hastalıkları gibi nice hastalığın ana kaynağı olduğu bilinmektedir. Bu itibarla Kur’an gerçekten şifa ve rahmettir.
Kur’an’ı İngilizceye çeviren Rodwil: “Kur’an-ı okudukça, O’nun bizi etkilediğini ve hayrete düşürdüğünü, nihayet bize üstünlüğünü teslim ettirdiğini ve önünde secdeye kapandırdığını görüyoruz. Kur’an temas ettiği konular ve gittiği maksatlar itibariyle üslûbu temiz, yüksek ve hayret vericidir. Belagat bakımından ise en yüksek şahikadadır” derken, Alman filozoflardan Jacob Reisig de:
“Biraz Arapça öğrenen bazı kimseler, Kur’an ile istihzaya kalkışıyor. Fakat bunlar Kur’an’ın tesirli, fasih ve inananları elektrikleyen okunuşunu dinlemiş olsalar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashabına anlatırken kullandığı akıllara hayret verici lisanı duysalar, Allâh (c.c.)’ün huzûrunda secdeye kapanırlar ve hepsi de “ Ya Resûlallâh! Bizim elimizden tut ve bizi senin ümmetine dahil olmak şerefinden mahrum etme” derlerdi” ifadesinde buluyor.
(M. Turan, Tarih Anekdotları, 98.
KUR’ÂN TEFSÎRİ ÜÇ KISIMDIR
Birincisi: Cenâb-ı Hakk’ın mahluklarından hiç kimseye bildirip öğretmemiş olduğu ilimdir. Bu da Allâh (c.c.)’ün zatının künhüne, ilâhî esmâsının ve sıfatlarına dâir mukaddes kitabımızın ihtiva ettiği sırlardır ki, bu mevzûda konuşup fikir ileri sürmek, açıklama yapmaya yeltenmek kimse için câiz değildir.
İkincisi: Cenâb-ı Hakk’ın Kur’an-ı kerîmden ancak Peygamber (s.a.v.) Efendimize (ki O (s.a.v.) peygamberlerin en âlimi ve ârifidir) bildirip öğretmiş olduğu sırlardır ki, bu sırların ancak (s.a.v.) Efendimize tahsis olunması (sadece O (s.a.v.)’e bildirilmesi, bilgisinin sırf ona has olması dolayısiyle) bu mevzûda da ondan yâhud onun izin verdiği ehl-i irfandan başkasının bunlar hakkında konuşması doğru olamaz. Bâzı âlimler, sûrelerin başındaki harfler bu kısımdandır, demişlerdir.
Üçüncüsü: Kur’an-ı kerîmi indirmiş olan Yüce Rabbimizin o kadri büyük kitabında ortaya koyduğu şerefli ilimler ve bilgilerdir, açık ve gizli manalardır ki, onları Peygamber (s.a.v.)’ine öğretmiş, ümmetine öğretmesi için de ona izin ve ruhsat vermiştir.
İşte bu üçüncü kısım da iki bölüme ayrılır:
Birinci bölüm: Bahs ve beyanı behemehal işitmeye bağlı olan ilimlerdir: Esbab-ı nüzul, nâsih ve mensuh, kıraat, lügat, kısas-u ümem (geçmiş milletlerin tarihi), haberler ve buna benzer şeyler.
İkinci kısım: Aklını çalıştırarak, lâfızlardan çıkartarak elde edilebilen bilgilerdir. Bu da ikiye ayrılır. Biri: Câiz olup olmadığı önceki âlimlerle, sonrakiler arasında ihtilaflı olan şeylerdir. Bu da müteşâbih olan âyetlerin te’vilidir. Diğeri: Bütün âlimler arasında üzerinde ittifak edilmiş, oy birliğine varılmış olan mevzulardır. Kur’an-ı kerîmden temel hükümlerin ve fürûa ait ahkâmın çıkarılması, i’raba ait ahkâmın istinbatıdır. Bunda ümmetin icmâı mün’akid olmuştur. Çünkü zikredilen hükümler kıyaslar üzerine mebnidir. Belagat fenleri, öğüt verici sözler, hikmetler, işaretler dahi öyle olup ehliyet erbabı için bunları Kur’an’dan anlayıp çıkartmak imkânsız değildir.
(İmâm Zehebî (rh.a.), Büyük Günâhlar, Ekbölüm, 257.s.)
GÜNÂHLARDAN KORUNMAK, KUR’AN VE SÜNNETE SARILMAKLA OLUR
İ‘tisam: Kitâb’a yani Kur’an-ı kerîme yapışmakla; şeytânın tuzaklarından, hilelerinden ve nefsi cehenneme yaklaştıran, Allâh (c.c.)’ün rızasından uzaklaştıran her türlü davetçilerinden sakınmaktır.
Çünkü kitâb ve sünnet istihkâm olunmuş iki kaledirler. Kurtuluş yoludurlar. Herhangi bir anda başlangıçta ve sonuçta onlara tutunan kimse elbette hüsrana, ziyana uğramayacaktır.
Kötü âdetlerden sakınmak ne demektir? Çünkü her âdetten sakınmak-kaçınmak gerekmez. Bilakis kötü olan âdetlerden sakınılır ve ondan kaçınılır. Bir âdet acaba ne ile kötü olur? Kur’an’a ve sünnete muhalif olmakla. Âdet, çok tekrarlanan, tekrar tekrar yapılagelen şey demektir. Kötü ise, şeriatta (İslâm’da) kabîh çirkin görülen şey demektir.
Bid’at: Yokluktan sonra var olmaktır. Bid’atten murâd; bütün beşerin efendisi olan Peygamberimiz (s.a.v.)’den sonra, ziyâde veya noksan olarak ortaya çıkan şey demektir.
İktisâd: Bir kimse israf etmediği ve kısmadığı zaman nafakada iktisâd etti denilir. Böylece yukarıda anlattığımız gibi, vasat yani orta halli ma’nâsına olur.
İfrat; aşırı gitmek, haddinden fazla yapmak, ziyâde etmek manasına gelir. Tefrit ise, bunun aksini yapmaktır. Birbirine tamamen zıt olan iki uç demektir.
Musannif; birisini anlatmakla, diğerine ihtiyaç bırakmayacak neticeyi ortaya çıkaran lafızları bir arada kullanması bu makamın fazla önem taşımasındandır. Yoksa mutlak i’tisam (günahtan sakınmak) ve iktisâd ifadeleriyle yetinebilirdi.
(Berika, Tarikat-ı Muhammediyye Şerhi, 130.s.)
HER TÜRLÜ HAYIRLI TALEB VE MURÂD İÇİN OKUNACAK DUÂ
“Önce cum‘a gecesi sabaha karşı, 2 rek‘at namâz kılınıp arkasından aşağıdaki duâ ta‘rif edildiği şekilde 480 def‘a okunacak:
Önce “Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” dedikten sonra, 100 def‘a: “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” (A‘râf s. 89) duâsı okunup, arkasından bir def‘a: “Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duâsı okunacak.
Dört kere bu şekilde tekrardan sonra yine besmelenin arkasından 80 def‘a:
“Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” duâsı ve bir def‘a
“Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duâsı okunacak.
Ayrıca aşağıdaki üç duâ (âyetler) 7’şer def‘a okunacak.
Birinci okunuşta; ön tarafa, ikincide; sağa, üçüncüde; sola, dördüncüde; arkaya, beşincide; yukarıya, altıncıda; aşağıya üflenilecek, yedinci okunuşta; yutulacak, sekizinci okunuşta; etrafa dönülerek (dört bir tarafa doğru) üflenecektir.
RAMAZAN’DA OKUNACAK DUÂLAR
Ramazân-ı şerîfte okunacak duâlar:
İlk On (10) gün: “Yâ erhame’r- râhimîn”
İkinci On (10) gün: “Yâ gaffârü’z- zünûb”
Son On (10) gün: “Yâ ‘atîka’r- rikâb”
HADÎS-İ ŞERÎF
Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki: “Kim Allâh te‘âlâ yolunda bir gün oruç tutsa, Allâh onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.” (Tirmizî)
Ebû Ümâme (r.a.): “Ey Allâh’ın Resûlü (s.a.v.) dedim, bana öyle bir amel emret ki (yaptığım takdirde) Allâh beni mükafatlandırsın.” “Sana” dedi, “Orucu tavsiye ederim, zira onun bir eşi yoktur.” (Nesaî)
İbn-i Sa’d (r.a.)’den: Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki: “Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez.” (Tirmizî)
Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki: “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.” (Buhârî)
Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki: “Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.” (Tirmizî)
YEMEK DUÂSI
El-hamdü li’llâh el-hamdü li’llâh ellezî et‘amenâ ve sekânâ ve ce‘alenâ mine’l-müslimîne.
Allâhümma’ğfir ve’rhâm va’hfez sâhibe’t-ta‘âmi ve’l-âkilîn ve li-men sa‘â fîhi ve li-cemî‘i’l-mü’minîne ve’l-mü’minât, ve’l-müslimîne ve’l-müslimât el-ahyâu minhüm ve’l-emvât bi-rahmetike yâ erhame’r-rahimîne.
Allâhümme nevvîr kulûbenâ bi-envâri muhabbetike ve zikrike yâ zê’l-celâli ve’l-ikrâmi.
Allâhümme ahyinâ hayaten tayyibeten bi’s-sıhhati ve’s-selâmeti ve’l-‘afve ve’l-‘âfiyete fî’d-dîni ve’d-dünyâ ve’l-âhireti. İnneke ‘alâ külli şey’in kâdîrin.
Allâhümme innâ nes’elüke tamâmen ni‘meti ve devâme’l-‘âfiyeti ve’rzüknâ hüsne’l-hâtimeti. Allâhümme zid ve lâ-tenkus bi-hurmeti’n-nebîyyî sallâ’llâhu ‘aleyhi ve sellem ve bi-hurmeti sirri sûreti’l-fâtiha.
ABDEST DUÂSI
Abdest aldıktan sonra şu duâyı okumak müstehabbdır.
Sübhâna’llâh, ve’l-hamdü li’llâh, e’stağfiru’llâh, ve eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne Muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: Sübhânsın Allâhım, hamd sanadır. Senden başka ilâh olmadığına şahâdet ederim. Sana istiğfâr eder, Sana tevbe ederim. Muhammed (s.a.v.)’in senin kulun ve Resûlün olduğuna şahâdet ederim.” Bu duânın çok fazîletli olduğu rivâyet edilmiştir.
İbn-i Mes‘ûd (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduklarını rivâyet etti: Eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne Muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: “Abdest alan biriniz şöyle desin: Şahâdet ederim ki Allâh’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed (s.a.v.) Allâh’ın kulu ve Resûlüdür. Ve bundan sonra salavât okusun. Böyle yapan kimseye rahmet kapıları açılır.”
Abdest alan kimsenin, kendisini tamâmen abdeste vermesi ve hiçbir söz konuşmaması gerekir; zîrâ abdestle Rabbini ziyâreti murâd etmektedir.
(Fakîh Ebû’l-Leys es-Semerkandî (r.h.),
Bustânu’l-‘Ârifîn, 838.s.)
HIFZ DUÂLARI
E‘ûzu bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîmi. Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm. Tehassantü bi-zî’l-mülki ve’l-melekûti, ve’‘tesamtü bi’l-‘izzeti ve’l-ceberûti ve tevekkeltü ‘alâ’l-meliki’l-hayyi’l-kayyûmi’l-halîmi’llezî lâ-yenâmu ve lâ-yemûtu. Dahaltü fî hirzi’llâhi. Dehaltü fî hıfzi’llâhi. Dehaltü fî emâni’llâhi bi-hakkı kâf hâ yâ ‘ayn sâd. Küfîtü ve bi-hâ mim ‘ayn sîn kâf. Humîtü ve bi-lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ bi’llâhi’l-‘aliyyi’l-‘azîmi.
Allâhümma’hruznî bi-hırzi kudretike min keydi’l-a‘dâi ve hallısnî bi-mennike ‘an sûi kasd-i’l-eşkiyâi ve e‘ûzü bi-ke min kahri’l-kâhirîne ve zulmi’z-zâlimîne ve keydi’l-ümerâi’l-hâsidîne ve ta‘ni’l-eşkiyâi’l-müfsidîne ve şemâteti’l-eşirrâi’l-mudırrîne ve’l-hamdü li’llâhi rabbi’l-‘âlemîne.
Allâhümme yâ hâfıza Nûhun fî’l-mâ’i ve Yûsufe fî’l-bi’ri ve Yûnuse min batni’l-hûti ve Eyyûbe fî’d-durri ve Mûsâ fî’l-yemmi ve İbrâhîme fî’n-nâri ve Muhammedin sallâ’llâhu te‘âlâ âleyhi ve selleme fî’l-ğâri. İhfaznî ve lâ-tefzahnî ‘alâ rü’ûsi’l-eşhâdi.
Allâhümme innî esbahtü (emseytü) lâ-emlikü li-nefsî darran ve lâ-nef‘an ve lâ-mevten ve lâ-hayâten ve lâ-nüşûrâ ve lâ-estedî‘u en âhize illâ mâ-a‘taytenî ve lâ-ettekıye illâ mâ vekîtenî allâhümme ve’ffıknî li-mâ tühibbuhu ve terdâhu mine’l-kavli ve’l-‘ameli fî tâ‘atike inneke zû’l-fadli’l-‘azîmi.
Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Fa’llâhu hayrun hâfizan ve hüve erhamu’r-râhimîne.
Bi-smi’llâhi mâ-şâ’a’llâhu lâ-yesûku’l-hayra illâ’llâhi.
Bi-smi’llâhi mâ-şâ‘a’llâhu lâ-yesrifü’s-sûe illâ’llâhi.
Bi-smi’llâhi mâ-şâ’a’llâhu mâ-kâne min ni‘metin fe-mina’llâhi.
Bi-smi’llâhi mâ-şâ’a’llâhu lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ bi’llâhi.
Mâ-şâ’a’llâhu te‘âlâ bi-smi’llâhi tevekkeltü ‘alâ’llâhi lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ bi’llâhi’l-‘aliyyi’l-‘azîmi.
Yâ şâfî, yâ kâfî, yâ mu‘âfî.
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ
“Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm”
Ömer İbn-i Hattâb radıya’llâhu anhin şöyle dediği rivâyet edildi:
“Resûlullâh salla’llâhu te‘âlâ ‘aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) def‘a Fâtiha sûresi ve yetmiş (70) def’a Âyetü’l-kürsî ve yetmiş (70) kul-huve’llâhu ahad ve yetmişer (70’er) def‘a da Mu‘avvizeteyn’i (Felâk ve Nâs sûrelerini) okursa, nefsim, yed-i kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allâh sübhânehu ve te‘âlâ, o suyu içen kimsenin cesedindeki bütün hastalıkları def‘ eder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a‘zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
HADÎS-İ ŞERÎF
“Resûlullâh (s.a.v.), her zaman hastalıklarında Muavvizeteyn sûrelerini okuyup kendi ellerine üflemek ve ondan ifâkat için elleriyle vücûdlarını sıvazlamak i’tiyâdında idiler.” (Buhârî)
“Allâhım! Bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azabından koru!” (Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ekseriyetle okuduğu duâdır.) (Müslim)
KUR‘AN-I KERİM HİDÂYETTİR
“Takva sahipleri için” gerek şimdi ve gerekse ileride takva ile nitelenenler için “bir hidâyettir”, bir yol gösterici ve bir açıklamadır. Hidâyetin takva sahiplerine özgü kılınması, bu kimselerin Kur‘an nurundan bir şeyler kapabilmelerinden, bundan yararlanmalarındandır. Gerçi bu ifade, mü’min veya kâfir, Kur‘an’a bakan herkesi kapsar. Nitekim bu anlamda Allâh (c.c.), şöyle buyuruyor: “insanlara doğru yolu gösteren” (Bakara s. 185), yani herkes için.
Teysîr adlı eserde şöyle denmektedir: “Nitekim hep aynı şeyden yararlananlar için, “bu, yalnız sana aittir, sadece sen bundan yararlanacaksın” denir, buna rağmen bir başkasının da bundan yararlanamayacağı manası çıkmaz. Dolayısıyla bazı kimselerin hidayete ermemeleri, bu kitabı hidâyet kaynağı olmaktan çıkaramaz. Meselâ, körün güneşten yararlanmaması, ya da onu görmemesi dolayısıyla güneşin varlığını inkâra kalkışması ile güneş reddedilmez. Ağzının tadını bilmeyenin balı kabul etmemesi, balın bal olduğu gerçeğini değiştirmez. Koku alma duyusu herhangi bir sebeple bozulmuş olan kimsenin misk kokusunu duymaması, onun iyi olmadığından değil, burnunun kokuyu almamasındandır. Önünden berrak ve tatlı bir akarsuyun akıp gitmesine rağmen, susuzluktan ölmek üzere olan kimseye yazıklar olsun! Dolunayın her tarafı gündüz gibi aydınlattığı bir gecede, hâlâ karanlıklar içinde kalan ve aydınlığı göremeyen kimsenin, suçu kendisinde değil dolunayda görmesi ne kötüdür! Kur‘an-ı Kerîm, emredici ve yasaklayıcı hükümleriyle ortada dururken, hâlâ isyana kalkışan ve fâsıklığına devam eden kimseye her bakımdan yazıklar olsun! Bunun için Rabbimiz (c.c.) şöyle buyuruyor: “Muhakkak o (Kur‘an), kâfirler için bir üzüntüdür.” (Hâkka s. 50)
(İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân Tefsîri, 1.c.,60.s.)
DUÂNIN KABULÜ
Duânın da âdabı ve şartları vardır. Bu âdaba ve şartlara riâyet icabetin te’minâtıdır. Kim bu şartlara riâyet etmeden duâsının kabûlünde ısrar eder ve kabul edilmediğinden gönlünü bozarsa azgınlardandır.
Duânın kabûlünde şart, nefis tezkiyesi ve kalb tasfiyesidir. Duâ eden evvelâ helâl lokma ile nefsini ıslâh etmeli, zikrullaha ihtimam ederek kalbini ölümden kurtarmalıdır. Büyükler demişlerdir ki:
Duâ, gök kapılarının, anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri de helâl lokmadır.
Risâle-i Kuşeyrî’de der ki: Rivayet olunan haberler arasında şu da vardır: “Kul, Allâh (c.c.)’e duâ eder. Duâsında ihlâs ve bağlılığı artırdıkça Allâh (c.c.) onu sever. Cibrîl’e emreder: “Kulumun hacetini geciktir, duâsını artırmasını ve sesini duymayı seviyorum.” Bir kul da duâ eder, fakat duâsıyla Allâh (c.c.)’ü gadablandırır. Allâh (c.c.) Cibril’e buyurur ki: “Kulumun hacetini hemen, yerine getir, sesini daha fazla duymak istemiyorum.”
Dünyânın kıvamı dört şeyle olduğu buyurulmuşdur: 1- Âlimlerin ilme devamı,
2- Umeranın adâlete devamı,
3- Zenginlerin sehavete devamı,
4- Fakirlerin duâya devamı.
Edebli bir mü’min Allâh (c.c.)’e Esmâ-i hüsnâsı ile, Kur‘an’da ta’lim olunan, hadîs-i şeriflerle öğretilen ve selef-i salihinden rivayet oluna gelen duâlarla, Allâh (c.c.)’e O’nun Nebîleriyle, velîleriyle tevessül ederek duâ eder.
Duâya icabet saatleri ve yerleri de gizlenmişdir.
Zulümden son derece sakınmak lâzımdır. İslâmiyet, kâfire bile zulmetmeği haram kılmışdır. Mazlum kim olursa olsun zulümden ah ederse zâlim cezasını görür. Hulâsa zulüm haram kılınmışdır. Duanın icabet olunmamasının sebeblerinden biri de zulümdür. En çabuk kabul olunan duâlardan biri mazlumun duâsıdır.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.),
Bakara Suresi Tefsiri, 236-237.s.)
ÂYETE’L KÜRSÎ
Bu âyet Allâh’ın yüce zatı ile ilgili temel ilâhi meseleleri kapsamaktadır. Böylece Allâh’ın varlığı ve tek ilâh olduğu açıkça ifade ediliyor. O hayat ile nitelenmiştir. Zatının varlığı vaciptir (vacibü’l-vücud). Başkalarını O yaratmıştır. Çünkü Kayyum, Zatı ile Kaim ve başkalarını da ayakta tutan demektir. Allâh, başka bir varlığa hulul etmekten ve bir mekanda yer tutmaktan münezzeh, değişim gibi şeylerden uzak ve berîdir. Onunla öteki varlıklar arasında herhangi bir benzerlik yoktur. Canlılara ve ruhlara gelen ve arız olan şeyler, Allâh için sözkonusu değildir. O, mülkün ve melekûtun sahibidir. Usul ve fürûu yaratan, icad eden O’dur. Yüce kudret ve güç sahibidir, yakalaması şiddetlidir. O’nun katında, kendisinin izni olmadıkça kimse kimseye fayda veremez. Herşeyi bilen yalnız O’dur, açık olanını da, gizlisini de bilir. Tümünü bildiği gibi, bunların parçalarını da bilir. Mâlik olma ve güçlü olma gibi niteliği olan her mâliki ve güçlüğü mülkünün ve kudretinin genişliğiyle kuşatmıştır. O’nun için zor diye bir şey yoktur. Herhangi bir işin O’nu meşgul edip engel olması diye bir durum yoktur. Vehimlerin kapsadığı her şeyden yüce ve münezzehtir. O derece büyüktür ki, hiçbir idrak onu kavrayamaz.
Bu sebeple, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Kur’an’da en büyük âyet, Âyete’l-Kürsî’dir.”
(İsmail Hakkı Bursevî,
Rûhu’l-Beyân Tefsîri, 1.c.,444.s.)
HADÎS-İ ŞERÎF
“Şüphesiz o (Kur’an), nezdimizdeki ana kitâbda (sâbit) çok yüce, çok kıymetli (bir kitâb)dır.” (Zuhrûf s. 4)
“Binâen’aleyh sen, sana vahyolunan (Kur’an)a kuvvetle sarıl. Muhakkak ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin.” (Zuhrûf s. 43)
KUR’AN-I KERİMİ OKUMAK VE
DİNLEMEK VAZİFELERİ
Kur’ân-ı Kerîmi namaz dışında Mushaf’a bakarak okumak, ezber okumaktan daha faziletlidir. Çünkü böyle yapmakla okuma ibadeti ile Mushaf’a bakma ibadeti toplanmış olur.
Kur’ân-ı Kerîmi namaz dışında da kıbleye yönelerek ve güzel elbise giyerek taharet üzere okumak müstahabdır. Başlarken “Eûzü Besmele”yi okumak da müstahabdır.
Kur’ân-ı Kerîmi ayda bir defa hatmetmek iyidir. Senede bir, kırk günde bir, haftada bir hatmedilmesini tercih edenler de vardır. Nebi (s.a.v.) en son olarak haftada bir hatmederlerdi. Üç günden az bir zamanda hatmedilmesi müstahab değildir. Çünkü böyle az bir zaman içinde Kur’ân-ı Kerîmin manalarını düşünmek mümkün olamaz. Tecvidi bile gözetilemez.
Kur’ân-ı Kerîmi dinlemek bir farz-ı kifayedir. Bununla beraber başka bir işle uğraşmakta olan kimselerin yanında Kur’ân âyetlerinin sesli olarak okunması uygun değildir.
Kur’ân-ı Kerîmi okumak, nafile ibadetten ve aşikâre okumak, gizli okumaktan ve dinlemek de okumakdan daha faziletlidir. Yeter ki, işte gösteriş bulunmasın.
Bir kimse yürürken veya bir iş görürken Kur’ân-ı Kerîmi okuyabilir. Yeter ki bu durum, Kur’ân’ın gafletle okunmasına sebebiyet vermiş olmasın.
Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde duâ etmek, tesbihde bulunmak ve Peygamber (s.a.v.) Efendimize salât ve selâm getirmekle meşgul olmak, Kur’ân-ı Kerîmi okumaktan daha faziletledir.
Kur’ân-ı Kerîmi okuyup öğrenmiş olan kimse, sonra Kitab’dan okuyamayacak derecede unutacak olsa günahkâr olur.
(Ömer Nasuhi Bilmen, İslâm İlmihali, 210-212.s.)
YEMEK DUÂSI
El-hamdü li’llâh el-hamdü li’llâh ellezf et‘amenâ ve sekânâ ve ce‘alenâ mine’l-müslimtne.
Allâhümma’ğfir ve’rhâm va’hfez sâhibe’t-ta‘âmi ve’l-âkilîn ve li-men sa‘â fîhi ve li-cemîil-mü’minîne ve’l-mü’minât, ve’l-müslimîne ve’l-müslimât el-ahyâu minhüm ve’l-emvât bi-rah-metike yâ erhame’r-rahimîne.
Allâhümme nevvîr kulûbenâ bi-envâri muhabbetike ve zik-rike yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâmi.
Allâhümme ahyinâ hayaten tayyibeten bi’s-sıhhati ve’s-se-lâmeti ve’l-‘afve ve’l-‘âfiyete fid-dîni ve’d-dünyâ ve’l-âhireti. İnneke ‘alâ külli şey’in kâdîrun.
Allâhümme innâ nes’elüke tamâmen ni‘meti ve devâme’l-âfiyeti ve’rzüknâ hüsne’l-hâtimeti. Allâhümme zid ve lâ-ten-kus bi-hurmeti’n-nebîyyî sallâ’llâhu ‘aleyhi ve sellem ve bi-hurmeti sirri sûreti’l-fâtiha.
ABDEST DUÂSI
Abdest aldıktan sonra şu duâyı okumak müstehabbdır.
Sübhâna’llâh, ve’l-hamdü li’llâh, e’stağfiru’llâh, ve eş-hedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhe-dü enne Muhammeden abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: Sübhânsın Allâhım, hamd sanadır. Senden başka ilâh olmadığına şahâdet ederim. Sana istiğfâr eder, Sana tevbe ederim. Muhammed (s.a.v.)’in senin kulun ve Resûlün olduğuna şahâdet ederim.” Bu duânın çok fazîletli olduğu rivâyet edilmiştir.
İbn-i Mes‘ûd (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduklarını rivâyet etti: Eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resûlühu. Ya‘nî: “Abdest alan biriniz şöyle desin: Şahâdet ederim ki Allâh’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed (s.a.v.) Allâh’ın kulu ve Resûlüdür. Ve bundan sonra salevât okusun. Böyle yapan kimseye rahmet kapıları açılır.”
Abdest alan kimsenin, kendisini tamâmen abdeste vermesi ve hiçbir söz konuşmaması gerekir; zîrâ abdestle Rabbini ziyâreti murâd etmektedir.
(Ebû Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Ğâfilîn
Bostânu’l-‘Ârifîn, 838.s.)
HIFZ DUÂLARI
E‘ûzu billahi mine’ş-şeytâni’r-racîmi. Bi-smillâhi’r-rahmini’r- rahîm. Tehassantü bi-zil-mülki ve’l-melekûti, vağte-samtü bil-‘izzeti vel-ceberûti ve tevekkeltü ‘alâl-melikil-hayyil- kayyûmil- halîmillezî lâ-yenâmu ve lâ-yemûtu. De-haltü fî hirzillâhi. Dehaltü fî hıfzillâhi. Dehaltü fî emânillâhi bi-hakkı kâf hâ yâ ‘ayn sâd. Küfîtü ve bi-hâ mim ‘ayn sîn kât Humîtü ve bi-lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil-‘aliyyil-‘azî-mi.
Allâhümma’hruznî bi-hırzi kudretike min keydil-a‘dâi ve hallısnî bi-mennike ‘an sûi kasd-il-eşkiyâi ve e‘ûzü bi-ke min kahril- kâhirîne ve zulmi’z-zâlimîne ve keydil-ümerâil-hâsidîne ve ta‘nil- eşkiyâil-müfsidîne ve şemâtetil-eşirrâil-mudırrîne ve’l- hamdü lillâhi rabbi’l-‘âlemîne.
Allâhümme yâ hâfıza Nûhun fîl-mâ’i ve Yûsufe fî’l-bi’ri ve Yûnuse min batnil-hûti ve Eyyûbe fî’d-durri ve Mûsâ fîl-yemmi ve İbrâhîme fî’n-nâri ve Muhammedin sallâllâhu Te‘âlâ âleyhi ve selleme fil-ğâri. İhfaznî ve lâ-tefdahnî ‘alâ rü’ûsil-eşhâdi.
Allâhümme innî esbahtü (emseytü) lâ-emlikü li-nefsî dar-ran ve lâ-nef’an ve lâ-mevten ve lâ-hayâten ve lâ-nüşûrâ ve lâ-estedî‘u en âhize illâ mâ-a‘taytenî ve lâ-ettekıye illâ mâ ve-kîtenî allâhümme ve’ffıknî li-mâ tühibbuhu ve terdâhu minel-kavli ve’l-‘ameli fî tâ‘atike inneke zûl-fadlil-‘azîmi. Bi-smillâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Fallâhu hayrun hâfizan ve hüve erhamu’r-râhimîne.
Bi-smillâhi mâ-şâ’allâhu lâ-yesûkul-hayra illâllâhi.
Bismillahi mâ-şâ’allâhu lâ-yesrifü’s-sûe illâllâhi.
Bi-smillâhi mâ-şâ’allâhu mâ-kâne min ni‘metin fe-mi-nallâhi.
Bi-smillâhi mâ-şâ’allâhu lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billahi.
Mâ-şâ’allâhu Te‘âlâ bi-smillâhi tevekkeltü ‘alâllâhi lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil-‘aliyyil-‘azîmi.
Yâ şâfî, yâ kâfî, yâ mu‘âfî.
SELÂM ÂYETLERİ
E‘ûzü bi’llâhi mine’ş- şeytâni’r- racîm. Bi-smi’llâhi’r- rahmâni’r- rahîm .
Selâmün ‘aleyküm ketebe rabbüküm ‘alâ nefsihi’r-rah-meh.
Selâmün aleyküm bi mâ-sabertüm feni‘me ‘ukbe’d-dâr.
Selâmün aleykümü’dhulû’l- cennete bi mâ-küntüm ta‘melûn.
Ve selâmün aleyhi yevme vülide ve yevme yemûtü ve yevme yüb‘asü hayyen.
Ve’s-selâmü ‘aleyye yevme vülidtü ve yevme emûtü ve yevme üb‘asü hayyan.
Selâmün aleyke se-estağfiru leke rabbî innehû kâne bî hafiyyen.
Ve’s-selâmü ‘alâ meni’t-tebe‘a’l-hüdâ.
Ve selâmün ‘alâ îbâdihi’l-lezîne’stafâ
Selâmün aleyküm lâ-nebteği’l-câhilîn.
Selâmün kavıen min rabbi’r- rahîm.
Selâmün ala Nûhin fi’l-‘âlemîn, innâ kezâlike neczi’l-muh-sinîn, innehû min ‘ıbâdine’l-mü’minîn.
Selâmün ala ibrâhîm, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ıbâdine’l-mü’minîn.
Selâmün ala Mûsâ ve Hârûn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehümâ min ‘ıbâdine’l-mü’minîn.
Selâmün alâ Ilyâsîn innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ıbâdine’l-mü’minîn.
Ve selâmün ‘ale’l-mürselîn.
Selâmün aleyküm tıbtüm fe’dhulûhâ hâildîn.
Selâmün hiye hattâ matla‘ı’l-fecr.
HADÎS-İ ŞERÎF
“Duâ, gök ile yeryüzü arasında durdurulur ve Nebî (s.a.v.)’e salevât getirinceye kadar o duâdan hiçbir kelime (arşa) yükselmez.” (Tirmizî)
RESÛLULLÂH (S.A.V.)’İN YAĞMUR DUÂSI
Enes (r.a.) anlatıyor: “Bir Cuma günü Resûlullâh (s.a.v.) ayakta hutbe irâd buyururken adamın biri minberin karşısındaki bir kapıdan mescîde girdi, Allâh Resûlü (s.a.v.)’in karşısında durdu ve:
– Yâ Resûlallâh (s.a.v.)! Hayvanlar helâk oldu, yollar kapandı. Bizim için Allâh’a duâ et de imdâdımıza yetişsin, dedi.
Resûlullâh (s.a.v.) ellerini kaldırdı ve:
– Allâhım! Bizi sula. Allâhım! Bizi sula! Allâhım! Bizi sula! diye duâ buyurdu.
Vallâhi biz o sırada gökte ne kalın, ne ince hiç bir bulut görmüyorduk. O zaman bizimle Sel dağı arasında ev, binâ gibi hiç bir şey yoktu. Derken Resûlullâh (s.a.v.)’in duâsının ardından kalkan şeklinde bir bulut parçası beliriverdi. Göğü ortalayınca yayıldı ve sonra yağmur yağdırdı. Yemînle söylüyorum: Altı gün güneş yüzü görmedik.
Sonra ertesi Cuma yine Resûlullâh (s.a.v), ayakta hutbe irâd buyururken adamın biri aynı şekilde (minberin karşısındaki) kapıdan girdi, Resûlullâh (s.a.v.)’in karşısına durdu ve:
– Yâ Resûlallâh (s.a.v.)! Mallar helâk oldu, yollar kesildi. Allâh’a duâ et de yağmuru tutsun, dedi.
Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.) ellerini kaldırdı ve:
– İlâhî! Çevremize yağdır, üzerimize değil. İlâhî! Tepelere, dağlara, bayırlara ve ağaçların bittiği yerlere yağdır! diye duâ buyurdu.
Allâh Resûlü (s.a.v.)’in duâsı akabinde yağmur kesildi. Mescîdden çıktığımızda güneş altında yürüdük.”
Diğer bir rivâyette farklı şu ifâde yer alıyor: Enes (r.a.) diyor ki: “Resûlullâh (s.a.v.)’in “İlâhî! Çevremize yağdır” diye duâ buyurması üzerine vallâhi bulutların sağa-sola parçalanıp dağıldığını, yağmurun çevredekilerin üzerlerine yağıp Medine halkı üzerine yağmadığını gördüm.”
(M. Yûsuf Kandehlevî, Hayâtus-Sahâbe, 4.c, 309-310.s.
YAĞMUR SUYUNAOKUNACAK DUÂ
“Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm”
Ömer İbn-i Hattâb radıya’llâhu anhin şöyle dediği rivâyet edildi:
“Resûlullâh salla’llâhu Te‘âlâ ‘aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) defa Fâtiha sûresi ve yetmiş (70) defa Âyetü’l-kürsî ve yetmiş (70) kul-huve’llâhu ahad ve yetmişer (70’er) defa da Mu‘avvizeteyn’i (Felâk ve Nâs sûrelerini) okursa, nefsim, yed-i kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allâh sübhânehu ve Te‘âlâ, o suyu içen kimsenin cese-dindeki bütün hastalıkları def eder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a‘zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
HADÎS-İ ŞERÎF
“Resûlullâh (s.a.v.), her zaman hastalıklarında Muavvi-zeteyn sûrelerini okuyup kendi ellerine üflemek ve ondan ifâkat için elleriyle vücûdlarını sıvazlamak i’tiyâdında idiler.” (buhârî)
“Allâhım! Bize dünyâda iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azâbından koru!” (Müslim) (Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ekseriyetle okuduğu duâdır.)
DUÂ ESNÂSINDA ELLERİ KALDIRMANIN HİKMETİ NEDİR?
İmâm Gazâlî, “Risâle-i Kudsiye”de diyor ki: İstekte bulunduğu sırada elleri semâya doğru kaldırmak, gök yüzünün duânın kıblesi olmasındandır. Böyle yapmakta, kendisinden istekte bulunulan zâtın büyüklük vasfına işâret vardır. Zîrâ Ce-nâb-ı Hakk büyüklük, yücelik, kahr ve galebe ile her varlığın fevkinde bulunmaktadır.
İmâm Mâlik, “İstivâ ma‘lûm, keyfiyeti meçhûldür. Ona îmân, vâcib ve ondan sual açmak bid‘attir” demiştir.
İmâm Mâlik’in “Keyfiyeti meçhûldür” sözü, “bize meçhûldür” demektir. Onun “Buna îmân vâcibdir” cümlesi, “Allâhü Te‘âlâ’nın vasfında onun için sahîh bir ma‘nâ vardır” diye tas-dîk edilmesi vâcibdir, demek olur.
“Ondan suâl açmak, bid‘attir” sözü, zan yoluyla bunu tayine kalkışmak bid‘attir, demektir, zîrâ, Allâhü Te‘âlâ’nın isimlerinde zanlarıyla tasarrufta bulundukları, ashâbda sâbit olmuş değildir. Onlar zan ile işledikleri şeyleri, ancak şer‘î hükümlerin tafsîlâtı sebebiyle yapmışlardır. Îmânla ilgili itikâd kâidelerine müstenîden değil. Akıllıların semâya yönelmesi, Allâh’ın semâda olduğuna inandıkları için değildir. Semâ, duânın kıblesi olduğundan dolayıdır. Hayırlar, bereketler, nûrların ağması, yağmurların yağması oradan zuhûra geldiğinden dolayıdır.
Böyle yapılması, onun bir cihette olmasının delîli sayılamaz. Bu şekilde hareket, verilen emre uymuş olmak için yapılmaktadır. İnsanlar, namâzda Kâ‘beye yönelmekle emr olundular da bu cihete döndüler. Yoksa Allâh (hâşâ), Kâ‘be cihetinde olduğu için değildir. Kıyâmda secde mahalline bakmak ile emr olundular da bu sebeple oraya bakmaktadırlar. Yoksa O, yerde bulunduğu için değildir. Aynen bunun gibi, secde hâlinde yüzlerini yere koymakla emrolundular. Yoksa O, yerin altında olduğu için değil! Bil‘akis, sırf kulluk vazîfesini îfâ, huzûr ve huşû için yapmaktadırlar.
Arş, duâ sırasında kalplerin kıblesi kılınmıştır. Kâ‘be’nin namâz esnâsında vücûdların kıblesi kılındığı gibi.
(Yûsuf en-Nebhânî, Şevâhidü’l Hakk, 219-220.s.)
KUR’ÂN OKUMA ÂDÂBI -1
Allâhü Te‘âlâ şöyle buyuruyor: “Kur’ân okunduğu zaman
önce, o kovulmuş şeytândan Allâh’a sığın.O kimseler ki;
Allâh’ı ayakta, oturdukları halde ve yanları üzere yaslandık-
ları halde zikrederler. (Al-i İmrân s. 191)
“Biz O’nu Kur’ân olmak üzere âyet âyet ayırdık ki, in-
sanlara karşı Kur’ân’ı ağır ağır ve güzel güzel oku(yasın).”
(İsra s. 106)
Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Allâhü Te‘âlâ şu üç
hasleti size çirkin görür: Kur’ân okurken boş laf etmek,
duâda sesi yükseltmek, namazda eli, fazlaca aşağıdan bağ-
lamak. (Câmiü’s Sağîr)
“Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenin. O’nu öğrendiğinizde, O’nda
taşkınlık etmeyin, kendinizi O’ndan uzak tutmayın, O’nu
okurken bir şey yemeyin ve O’nun hakkında çok şey sor-
mayın.” (Müsned)
Ebû Said (r.a.)’den rivâyetle birgün Resûlullâh (s.a.v.) Efen-
dimiz mescidde itikafa girdi. Cemâatin yüksek sesle Kur’ân oku-
duklarını duydu. Perdeyi açıp şöyle buyurdu: “Dikkat edin, her
biriniz, hususi bir şekilde Rabb’ine münacaat ediyor, birbi-
rinizi rahatsız etmeyin! Kıraatte ya da namazda birbirinizin
okuyuşunu karıştırmayın.” (Ebû Dâvud)
Ali (k.v.)’den rivâyetle; Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle
buyurdu: “Ey Müslümanlar! Şüphesiz ağızlarınızı misvak ile
temiz ve hoş tutun. Zîrâ ağızlarınız Kur’ân’ın (çıkış) yolları-
dır.” (İbn Mace)
Resûlullâh (s.a.v.) bir gün Hz. Bilâl (r.a.)’e uğrar. O’nun deği-
şik sûrelerden âyetler okuduğunu görerek şöyle der: “Ya Bilâl,
yanına geldiğimde, senin değişik sûrelerden âyetler okudu-
ğunu gördüm.” Bilâl (r.a.): “Güzeli güzelle karıştırdım.” Nebî
(s.a.v.): “Sûreyi olduğu gibi oku, bir sûreyi okurken diğerine
geçme” buyurdu. (Ebû Dâvud)
Ya’lâ b. Memlek (r.a.); Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in hanı-
mı Ümmü Seleme (r.anhâ)’ya Peygamber (s.a.v.)’in nasıl Kur’ân
okuduğunu ve ne zaman namaz kıldığını sordum. “Siz O’nun
gibi namaz kılamazsınız; O, bir süre namaz kılar, sonra bu
süre kadar uyur, tekrar kalkar namaz kılardı. Daha sonra na-
maz kıldığı bu süre kadar daha uyuduktan sonra şafak sö-
kerdi. O, Kur’ân okurken harfleri sayabilecek kadar ağır ve
mahreçlere dikkat ederek okurdu” diye cevap verdi. (Tirmizi)
KUR’ÂN-I KERÎM’E KARŞI GÖREVLERİMİZ
mak, ezber okumaktan daha faziletlidir.
güzel elbise giyerek taharet üzere okumak müstehâbdır. Başlar-
ken “Eûzü Besmele”yi okumak da müstehâbdır.
bir, kırk günde bir, haftada bir hatmedilmesini tercih edenler de
vardır. (Nebî (s.a.v.)’in Kur’ân’ı hatmetmedeki fiîlî sünneti hafta-
da bir hatimdir.)
ve susunuz. Umulur ki esirgenmiş olursunuz.” (A’râf s. 204)
buyurmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemek bir farz-ı kifayedir. Bu-
nunla beraber başka bir işle uğraşmakta olan kimselerin yanın-
da Kur’ân âyetlerinin sesli olarak okunması uygun değildir. Bu
durumda Kur’ân’ı dinlemeyenler değil, okuyanlar günâh işlemiş
olur. (Câmilerde Kur’ân okunmaya başlandığı zaman kalkıp git-
mek uygun değildir. Çıkılacaksa tesbîhattan önce çıkılmalıdır.)
mak, gizli okumaktan; dinlemek de okumaktan daha faziletlidir.
Yeter ki, işte gösteriş bulunmasın.
Bir kimse yürürken veya bir iş görürken Kur’ân-ı Kerîm’i oku-
yabilir. Yeter ki bu durum, Kur’ân’ın gafletle okunmasına sebeb
olmasın.
tesbîhde bulunmak ve Peygamber (s.a.v.) Efendimize salât ve
selâm getirmekle meşgûl olmak, Kur’ân-ı Kerîm’i okumaktan
daha faziletledir.
Kitab’dan okuyamayacak derecede unutacak olsa günahkâr
olur.
öğretmek de pek büyük bir ibâdettir. Hadîs-i şerîflerde şöyle bu-
yurulmuştur: “Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenip başkaları-
na da öğreteninizdir” “Kur’ân’ı güzel okuyan müslümanlar,
Cennet ehlinin ârif olanlarıdır.”
(Ömer Nasûhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, 226-227.s.)
NEBİ (S.A.V.)’İN DİLİNDEN DUALAR-4
Erken Kalkmak İçin Okunacak Dua:
“Bi’smillâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
“Lâ te’huzühû sinetün velâ nevm. Allâhümme sehhir
aynî ve nevvir kalbî ve’dfa‘ ‘annî kesreten nevmi ve ğılzate’l
gafleti.”
Her kim gece yatarken bu duâyı okuyup erkenden
uyanmak niyetiyle yatar ise Bi-iznillâhi Te‘âlâ dilediği saatte
uyanır. (Sünnet olan sağ yanına ve yüzü kıbleye gelecek
şekilde yatmaktır.)
Yatarken Okunacak Dua:
“Bi’smike’llâhümme emûtu ve ehyâ, Allâhümme eslem-
tü nefsî ileyke ve veccehtü vechî ileyke ve fevvaztü emrî
ileyke ve’lce’tü zahrî ileyke rağbeten ve rahbeten ileyke lâ
melcee velâ mencee minke illâ ileyke âmentü bi-kitâbike
ellezî enzelte ve nebiyyike’llezî erselte.”
Türkçe Anlamı: Ey Allâh’ım! Senin isminle ölür ve Se-
nin isminle dirilirim. (Uyurum ve uyanırım). Allâh’ım! Ken-
dimi Sana teslim ettim, yüzümü Sana çevirdim, işimi Sana
ısmarladım, Sana i‘timâd ettim, Seni dilerim ve Senden
korkarım, Senden başka sığınacak, Senden başka kur-
taracak yoktur. Kurtarmak ve himâye etmek ancak Sana
aittir. Allâh’ım! İndirdiğin kitabına inandım ve gönderdiğin
Peygamberine îmân ettim.
Ayrıca, Fâtihâ, Âmene’r-resûlü, üç İhlâs, Felâk ve Nâs
sûreleri okunmalıdır.
Uyanınca Okunacak Dua:
“Elhamdü lillâhillezî ehyânâ ba‘de mâ emâtenâ ve
ileyhi’n-nuşûr.”
Türkçe Anlamı: Beni öldükten sonra dirilten Allâh’a
hamd ederim. Kıyâmette bütün insanların diriltilmesi de
O’na aittir. (Buhârî)
(Misvâk Neşriyat, İbâdet Takvimi ve Duâlar, 95-99.s.)
KUR’AN’I YÜZÜNDEN OKUMANIN FAZİLETİ
Nebî (s.a.v.) Efendimiz hadîs-i şerîflerinde buyuruyor:
“Kur’ân’ı Mushâf’a bakarak okuyanın, ezberden
okuyana fazilet ve üstünlüğü, farz ibâdetlerin nâfilelere
üstünlüğü gibidir.” (Fezailü’l Kur’ân, İbn Kesir, 161)
“Kim mushafdan Kur’ân okursa, ana ve babası kâfir
bile olsalar, azâbları hafifletilir.” (Ümdetü-l Kâri 9/336)
“Bir kimse, her gün, (Kur’ân’ın) yüzünden ikiyüz âyet
okursa, kabrinin etrafındaki yedi kabir halkına, şefaatçi
kılınır. Müşrik bile olsalar ana babasından Allah azâbı
hafifletir. (el-Burhan c.1 s.462)
Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Gözlerinize ibâdetten
nasîbini veriniz.’ Ashâb (r.a.e.): ‘Gözlerin nasîbi nedir ey
Allah’ın Resûlü?’ Nebî Aleyhisselâm: ‘Mushâfa bakmak,
O’ndakileri düşünmek ve inceliklerinden ibret almak-
tır.’ buyurdu. (Câmiü’ssağir 1/665)
“Kişinin Mushâfsız olarak (ezberden) kıraat etmesi-
nin karşılığı, bin derecedir. Mushâf ile okuması ise iki-
bin derece daha sevabı artırır.” (Cemîu’l Fevâid 4/6775)
“Allah ve’ Resûlü’nün sevgisi, kendisini sevindiren
kişi, Kur’ân’ı bakarak okusun.” (Hilyetü’l Evliya 7/209)
“Şu beş şey ibâdettendir: Az yiyip içmek, mescid-
lerde oturmak, Kâbe’ye bakmak, Kur’ân’ı okumasını
bilmeyenler için açıp bakmak, bildiğini yaşayan âlimin
yüzüne bakmak.” (Câmiü’s Sağîr 2/2073)
“Kur’ân-ı Kerîm’den tek harf okuyana bile bir sevâb
vardır. Her hasene on misliyle (kayda geçer). Elif-Lam-
Mim bir harftir demiyorum, Aksine elif bir harf, lam bir
harf ve mim de bir harftir.” (Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân 16, 2912)
“Ümmetimin yapacağı en faziletli ibâdetlerden biri
de, Kur’ân-ı Kerîm’i yüzüne bakarak okumaktır.” (İbn-i
Hibbân, Câmiüssağîr)
“Kur’ân’ı okuyunuz. Çünkü Allah, Kur’ân’ı ezberle-
miş bir kalbe azâb vermez.” (Câmiüssağîr)
FÂTİHA SÛRESİNİN FAZİLETİ VE MÂNÂSI
Bişr b. Ömer ez-Zehrânî (r.a.) anlatır: Resûlullah (s.a.v.)
birgün mescidde namaz kılıyorken bana rastlamış ve beni
çağırmıştı. Ben de, namazda olduğum için çağrısına hemen
icâbet edememiş, yanına namazdan sonra gitmiştim. O za-
man O (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardı: “Allah Azze ve Celle;
“Ey îman edenler! Sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Resûl’e
icâbet edin!” (Enfâl s. 24) buyurmadı mı?” Hz. Peygam-
ber (s.a.v.) sonra da; “Mescidden çıkmamdan önce sana,
Kur’ân’daki en büyük Sûreyi öğreteyim mi?” buyurmuşlar,
nihâyet mescidden çıkmak istediğinde de şöyle buyurmuşlardı:
“Kur’ân’daki en büyük Sûre, Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin
Sûresi, yani Fâtihâ Süresidir. Kur’ân’da size verildiği bil-
dirilen es-seb’u’l-mesani (namazın her rekâtında tekrarla-
nan yedi âyet) ve Kur’ân’ın özeti de bu sûredir.” Yine şöy-
le buyurmuşlardır: “Fâtihâ Sûresinde her hastalığın şifâsı
vardır!”
Nebî (s.a.v.): “Ne Tevrat’ta, ne de İncil, Zebûr ve
Kur’ân’da onun yani Kur’ân’ın anası Fâtihâ’nın benzeri in-
dirilmemiştir…” buyurmuştur. (Sünen-i Dârimi 3373-3376-3374)
Fâtihâ’nın meâl-i şerîf’i: “Hamd (sena, şükür, medh yani
bütün övgüler) âlemlerin Rabbi, Rahmân (Rahmeti dünya-
da bütün mahlûkâtı kuşatan, herkese rızık ve imkân veren),
Rahîm (Rahmeti ahirette mü’mînlere mahsûs olan), hesâb ve
cezâ gününün (âhiret gününün) mâliki Allah’a mahsûstur.
(Allahım!) Yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yar-
dım dileriz. Bizi sırât-ı müstakîme ulaştır. (Kul, önündeki
mesafeleri Yüce Allah’a ibâdet, ubudiyet ile kat edip bu esnâda
engel ve musibetlerle karşılaşınca Cenâb’ı Hakk’dan yardım
isteyecek, insanlardan gördüğü cefâlara sabır edecek, önün-
deki nefis dağını Allah (c.c.)’nun inâyetiyle yapacağı mücâhede
ile aşacak ve müşâhedeye erecekdir. Cenâb-ı Hakk’a ulaşmak
için müşâhede ile neticelenen bir mücâhede yolu bulmak ve o
yola ulaşmak, sırât-ı müstakîme ulaşmak demekdir.) Kendile-
rine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazâba uğrayanlarınki-
ne ve sapıklarınkine (yahûdî ve hristiyanların yoluna) değil.”
(Hz. Mahmûd Sâmi Ramazânoğlu (k.s.), Fâtihâ Sûresi Tefsîri, 32-43.s.)
KUR’ÂN’I ÖĞRENİP ÖĞRETMENİN FAZÎLETİ
Resûlullah (s.a.v) hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlar-
dır: “Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.”
(Buhârî)
“Sizin üstününüz Kur’ân’ı öğrenen ve öğretenleriniz-
dir.” (Buhârî)
Ali (k.s.)’den rivâyetle ; Resûlullah Sallallahu aleyhi ve
sellem bana şöyle buyurdu: “Ey Ali! Kur’ân’ı öğren ve
insanlara öğret. Senin için her harfine on sevap vardır.
Eğer sen ölürsen, şehîd olarak ölürsün.Ya Ali! Kur’ân’ı
öğren ve insanlara öğret, sen öldüğünde melekler kabri-
ni; insanların, Allah’ın Evi’ni haccettikleri gibi hacceder-
ler (tavâf ederler). (Nihâyetul Kavlil Müfid, 255.s.)
Kur’ân, Allah Teâlâ’nın ezelî ve ebedî kelâmıdır. O, her
hayrın kaynağıdır. Her derdin devası, her müşkilin çaresi
O’ndadır. Bu sebeple en hayırlı kimseler, O’nu öğrenen ve
öğretenlerdir. Bu hayırlı oluş, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in
hitâb ettiği insanlarla (Ashâb) sınırlı, yani onların en hayırlı-
ları manasına olabileceği gibi, bütün müslümanların en ha-
yırlıları veya bir şey öğrenmekte ve öğretmekte olanların en
hayırlıları ma’nasına da olabilir. (Sünen-i Dârimi Şerhi, 6.c., 407.s.)
Nebî (s.a.v.)’in övgüsüne mazhâr olanlar Kur’ân’ın
mânâlarını anlayarak öğrenen, öğreten ve bildikleriyle amel
edenlerdir. Zîra amel edilmeyen bir ilim, sâhibine övgü değil
yergi kazandırır.
“Benden bir âyet kadar bile olsa başkalarına ak-
tarınız. İsrail oğullarından da ibretli şeyleri aktarınız,
(bunda) bir sakınca yoktur. Ancak kim bilerek benden
olmayan bir şeyi bana ait imiş gibi söyler ve aktarırsa
Cehennem’deki yerine hemen hazırlansın.” (Buhârî, 1444)
“Din nasîhat ve samimi olmak demektir.” Oradakiler
de: ‘Kim için samimi olmaktır’ dediler. Nebî (s.a.v) şöyle bu-
yurdu: “Kulun Allah’ın Kitab’ını Allah tarafından târif edil-
diği gibi bilmesi, öğrenmesi, yaşaması ve başkalarına
öğretmekde samimi olması demektir.” (Nesâi, 3/4126)
NEBÎ (S.A.V.)’İN DİLİNDEN DUALAR-5
Ölüm Haberi Alınca Yapılacak Dua:
“-Ölümün kendine has büyük bir korkusu vardır. Siz-
den birinize bir kardeşinin ölüm haberi geldiğinde şöyle
desin: İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Allâhümme el-
hıkhu bi’s sâlihîne va’hlüfhü alâ zürriyyetihî fî’l-ğâbirîne
va’ğfirlenâ velehû yevme’ddîn. Allâhümme lâ tahrimnâ
ecrahû velâ teftinnâ ba’dehû.”
Türkçe Anlamı: Biz Allâh’a âidiz ve tekrâr O’na dönücüle-
riz. Ey Rabbimiz! Onu sâlihlere ilhâk et (arasına kat), ve zür-
riyyetine geride kalanlarla beraber halef ol, yani muîn ol! Onu
ve bizi dîn gününde mağfiret et! Ey Rabbimiz onun ecrinden
bizi mahrûm etme, onun arkasından bizi fitneye dûçâr etme!”
(Nevevî (r.h.), el-Ezkâr, 132)
Kabir Ziyareti Nasıl Yapılır?
Ziyâret Âdâbı: Ziyâretçi, ölünün yüzüne doğru ve ayak ucu
tarafında yukarıdaki duâyı okur. Kabirleri ayakta ziyâret etmek
ve ayakta duâ okumak sünnettir. Ziyâretçi Kur’ân’dan kolayı-
na geleni; Fâtihâyı, Bakara sûresinin baş kısmını, son kısmı
Âmene’r-rasûlü’yü, Yâsin’i, Tebâreke’yi, Tekâsür sûrelerini ve
İhlâs’ı 11, 7 veya 3 def‘a okur. Bundan sonra Yâ Rabbi okudu-
ğumuzun sevâbını Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den başlaya-
rak tertîp üzere, bütün kadın ve erkek mü’minlere, filana veya
burada yatanlara ulaştır diye duâ eder.
Hz. Âişe (r.anhâ)’dan rivâyetle Resûlullâh (s.a.v.): “Cibrîl
bana şunları söyledi (Rabbim, Bâkî’de yatanların yanına
giderek onlar için istiğfârda bulunmanı Sana emrediyor.)
Ben: Onlara ne diyeyim yâ Resûlallâh? dedim: Peygamber
(s.a.v.): “Es-selâmu ‘alâ ehli’d-diyâri mine’l mü’mînîne
ve’l-müslimîne ve yerhamullâhu’l müstakdimîne minnâ
ve’l-müste’hirîn. Ve innâ inşâallâhu bikum le-lâhikûn.”
Türkçe Anlamı: Selâm mü’mîn ve müslümanlardan bu
diyarda yatanlara! Allâh bizim geçmişlerimize de, gelecekleri-
mize de rahmet eylesin, bizler de inşâallâh sizlere katılacağız,
de buyurdular. (Müslim, 5.c., 252.s.)
(Misvâk Neşriyat, İbâdet Takvimi ve Duâlar, 177-179.s.)
KUR’ÂN KIYAMET GÜNÜNDE ŞEFAATÇİDİR
Hadîs-i şerîflerinde Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur-
muşlardır: “Oruç ve Kur’ân, Kıyâmet gününde kula şefa-
at ederler. Oruç: ‘Ya Rabbi! Ben, onu, gündüz yeme ve
içmesinden alıkoydum. Ona şefaat etmeme müsaade
buyur’ der. Kur’ân-ı Kerîm de: ‘Rabbim! Gece uykusun-
dan onu alıkoydum. Ona şefaat etmeme izin ver’ der.
Böylece bu ikisi kula şefaat ederler. (Camiü-s Sağir 2/2546)
“Kıyâmet günü Kur’ân’ın şefaat ettiği kimse kurtu-
lur. Çünkü O’nun şefaati Cehennem’e girmeye mânidir.
O’ndan başkasının şefaati ise azâbın vukûundan sonra
kurtarıcıdır.” (Nihâyetü’l Kavli’l Müfîd s.251)
“Kur’ân şefaat edecek ve şefaati kabul edilecektir.
Şikâyetçi olacak ve şikâyeti doğru kabul edilecektir.
O’nu kendisine rehber edeni O, Cennet’e götürecek-
tir. Arkasına atanı ise Cehennem’e sürükleyecektir.”
(Dârimî)
“Şefaatçiler beştir: Kur’ân, akrabalarla iyi ilişkiler
içinde bulunmak, güvenilir olmak, Peygamberiniz ve
O’nun Ehl-i Beyti.” (Câmi’ü-s Sağir 2/2461)
“Kur’ân’ı okuyunuz Çünkü Kur’ân, kıyâmet günü
okuyanlarına şefaat etmek için gelir. İki parlak sûreyi;
Bakarâ ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyun. Çünkü O’nlar,
Kıyâmet Günü iki parça bulut veya iki gölgelik gibi ya
da saf bağlamış iki grup kuş gibi, okuyanlarını ve hü-
kümleriyle amel edenleri müdafaa etmek için gelirler.”
“Bakara sûresini okuyunuz. Çünkü O’nu okumaya
devam etmek bereket, bunu terk etmek ise hasrettir.
Tembeller bunu devamlı okumaya güç yetiremezler.”
(Müslim 4/804)
“Kur’ân’ı okuyun çünkü O kıyâmet gününde sahibi
için şefaatçidir. Allah (c.c.)’ya yakınlaşılan O şeyi, kişi-
nin hor görüp, küçümsemesi kendisine kötülük olarak
yeter.” (Müsned-i Şihab 89)
KUR’AN MU’CİZESİ-1
Yüce Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in eseri olmadığını ve Hakk Teâlâ tarafından indiril-
diğini isbâtlamak için ve inkarcıları ağız açtırmayacak bir
şekilde susturmak için şöyle buyurur: “(Ey Resûlüm) De
ki: Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur’ân’ın
benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yar-
dımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”
Kur’ân-ı Kerîm’in terkibi, fesahât ve belâgatı, eskime-
yen yeniliği, gaybdan haber vermesiyle insanlığın erişe-
meyeceği bir mucize olduğu kadar, ilmî bakımdan da mu-
cizedir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in bulunduğu zamanlar-
da hiçbir kimsenin bilmediği konular hakkında Cenâb-ı
Hakk şöyle buyuruyordu: “O kâfir olanlar görmediler mi
ki, göklerle yer bitişik olduğu halde, biz onları ayırdık.
Hayatta olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar
mı?” (Enbiyâ s. 30) Göklerin ve yerin birbirinden ayrıldıklarını
o zaman bilen, ne bir kişi ne de bir müessese vardı.
Güneşin kendi ekseni etrafında ve sâbit bir merkezde
döndüğünü, bu hareketin oluşumuyla meydana gelen gü-
cün çekimiyle uzaydaki düzenin sağlandığını 14 asır önce
bilen var mıydı? Okur yazar olmayan bir insanın Allah
(c.c.)’un kelâmından bu bilgileri Cebrâil (a.s.) vâsıtasıyla
öğrenip diğer insanlara bildirmesi hem Kur’ân’ın, hem de
Peygamberimiz (s.a.v.)’in varlığına (Hak olduğuna) işâret
değil midir? Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyuruyor:
“Güneş kendi ekseni etrafında kararlaştırılmış bir va-
kit için dönmektedir. Ayın da zamanını ve yörüngesini
tayin ettik. Nihayet görünüşü eski hurma dalının yay
şeklini almıştır. Ne güneşin aya yetişmesi mümkün
olur, ne gece gündüzü geçer. Hepsi (güneş, ay ve yıl-
dızlar ayrı ayrı) bir felekte (yörüngede) yüzerler.” (Yâsin
(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Âkâidi, 129-130.s.)
DUÂ-I ARŞ
(Ramazân ayının başında veyâ ortasında veyâ sonunda üç
kere okunacak.)
Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm “Allâhü Râbbün ahadün sa-
medün ferdün li’l-‘âlemîne, nebîyyinâ Muhammedin ersele-
hu mübeşşira. Li’l-kâfirîne münzirûn münzîran mine’n-nâri
ve münzîrân nebîyyinâ Muhammedün ahadün, hâmidün ve
kâsimun ve şâhidün li’l-mü’minîne ve kâimun nebîyyinâ Muham-
medün vehüve nebîyyü’l- Mustafâ salla’llâhu Te‘âlâ ‘aleyhi ve
sellem. Ve’l-imâmu’l-murtezâ, ve’r-resûlü’l-müctebâ, nebîyyinâ
Muhammedün hüve’r-resûlü’l-murselü, sâhibu’l-kitâbi, münzi-
ru ve’l-kitâbu’l-mecdü, nebîyyinâ Muhammedün sâhibu’l-livâ’i
ve’l-minberi ve’l-burâki’l-ezheri ve’r-rızâ’i ve’l-kevseri nebîyyinâ
Muhammedün ve zeynü’l-cinâni Ahmedün, ‘abdun mutî‘un,
‘âdilün, ‘abdun, cevâdün, nâfi‘un, li’l-müşrikîne kâilün, nebîyyinâ
Muhammedün ve şefî‘unâ Muhammedün ve resûlünâ Muham-
medün fahrun lenâ Muhammedün hayrun li’l-’âlemîne şefî‘un
li’l-müznibîne ve’l-mücrimîne, nebîyyinâ Muhammedün ihtârahu
ve erselehu fî hâlkıhî şerrafehu, yuhibbuhu nebîyyinâ Mu-
hammedün salla’llâhu ‘alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve
sahbihî ecma‘îne bi-rahmetike yâ erhame’r-râhimîn.”
Ramazân-ı şerîf’te okunacak duâlar:
İlk 10 gün: “Yâ erhame’r-râhimîn”
İkinci 10 gün: “Yâ ğaffârü’z-zünûb”
Son 10 gün: “Yâ atîga’r-rigâb”
okunursa, o sene içindeki kötülük, belâ ve musîbetlerden bi-
izni’llâhi te‘âlâ muhâfaza olunur.
okunur.
okunur.
miz oruçlarımızın sıhhati açısından ihtiyâten gereklidir.
(Misvâk Neşriyat, İbâdet Takvimi ve Duâlar, 55-56.s.)
BAKARA SÛRESİNİN FAZİLETİ
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) buyurdular ki; Hz. Muham-
med (s.a.v)’in ashâbından bir adam cinnilerden bir adam-
la karşılaşmış ve onunla güreşmiş. Derken insan, cinnîyi
yere atıp yenmiş. O zaman insan, cinnîye şöyle demiş:
“Doğrusu ben seni gerçekten zayıf ve çelimsiz görüyo-
rum. Küçücük kolların sanki köpeğin küçücük kolları gibi!
Siz bütün cinnîler mi böylesiniz, yoksa onların arasından
sen mi böylesin?”
Cinnî şöyle cevap vermiş: “Hayır, vallâhi bütün cinnîler
böyle değil! Doğrusu ben onlar arasında gerçekten güç-
lü kuvvetliyim. Fakat sen benimle ikinci defa güreş. Eğer
beni yere atıp yenersen, sana, kendine fayda verecek bir
şey öğretirim!” İnsan; “peki” demiş ve tekrar güreşmişler.
İnsan yine yenmiş. O zaman cinnî; “Allâhu lâ ilahe illâ
hüve’l-hayyu’l-kayyûm” (Âyet el-Kürsî) ayetini okuyabili-
yor musun?” demiş. O da; “evet” demiş. Bunun üzerine
cinnî şöyle demiş: “Bu âyetlerin okunduğu evde şeytân
barınamaz ve derhal evi terk eder, sabah oluncaya kadar
da geri dönemez.”
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Bakara Suresi-
nin sonundaki iki ayeti (Âmenerrasûlü) geceleyin kim
okursa o iki ayet ona kâfi gelir.” (Buhâri)
Hz. Ali (k.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Akıllı olan birinin,
Bakarâ Sûresinin sonundaki o ayetleri, onlar Arş’ın altın-
daki bir hazîneden oldukları halde, okumadan uyuyacağı-
nı zannetmem!”
İshak b. Îsâ’dan rivâyete göre: “Kim uyuyacağı sırada
Bakara Sûresinden on ayet okursa, Kur’ân’ı unutmaz. Bu
on ayet şunlardır: Başından dört ayet, Kürsî ayeti, bundan
sonraki iki ayet ve sonundan üç ayet” buyurulmuştur. İs-
hak der ki: “…Kur’ân’ı unutmaz”dan maksat, “ezberledik-
lerini unutmaz” demektir.
(Sünen-i Darimi, 3384-3387-3388)
SALÂT-I TEFRÎCİYE
Hadîs-i Şerif’te şöyle buyurulmuştur: “Kim altından kal-
kamayacağı güç bir işle karşı karşıya gelirse, üzerime
çok çok selavât-ı şerîfe getirsin. Çünkü Allahü Teâlâ üze-
rime getirilen salâvat-ı şerîfe sebebi ile onun sıkıntı-
larını, kederlerini giderir, rızkını çoğaltır, Allah (c.c.)’un
yardımı ile murâdına nâil olur .”
İmâm-ı Kurtubî Hazretleri şöyle buyurmuştur: “Bir kimse,
çok önemli bir işinin veya önemli bir dileğinin gerçekleşmesi
ya da büyük bir belanın üzerinden çekilip gitmesi (kalkması)
için Salâtü Tefriciye’yi (4444) def‘a okuyup, bu mübârek Salât
ü Selâm ile Yüce Peygamberimiz (s.a.v.)’i vesîle edinse, hiç
şüphe ve tereddüt yoktur ki, Yüce Allâh (c.c.), o kulunun is-
tek ve murâdının olması için hayırlı bir sebeb yaratır ve ona
murâdını verir.”
“Allâhümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen
tâmmen ‘alâ Seyyidinâ Muhammedini’llezî tenhallü bihi’l-
‘ukadü ve tenfericü bihi’l-kürebü ve tukdâ bihil-havâicu
ve tünâlü bihi’r-rağâibü ve hüsnül-havâtimi ve yusteska’l-
ğamâmu bivechihi’l Kerîmi ve ‘alâ âlihî ve sahbihî fî külli lem-
hatin ve nefesin bi ‘adedi külli ma‘lûmin lek.”
Türkçe Anlamı:
Allâh’ım! Efendimiz Muhammed’e kusursuz bir salât ve
rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz.
O Peygamber ki, O’nun hürmetine düğümler çözülür, sıkın-
tılar ve belâlar açılıp dağılır, dilek ve ihtiyaçlar yerine getirilir,
maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar elde edi-
lir, O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir.
Allâh’ım! O (s.a.v.)’in ehl-i beytine, ashâbına da her göz kır-
pacak kadar zamanda (her an, her saniye) her nefes alacak
zamanda Sana ma‘lûm olan varlıklar sayısınca salât et.
Not: İbn Hacer-i Askâlâni hz. bu adet “iksir-i âzamdır” bu-
yurmuştur. Kilidin anahtarı gibidir. Anahtarın dişlerinden bir
tanesi fazla veya noksan olsa kapıyı açamazsın. Bunun için
adet çok önemlidir.
(Misvak Neşriyat, İbâdet Takvimi ve Duâlar, 136-137.s.)
KUR’ÂN’IN TIBBÎ FAYDALARI
“Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırın-
caya kadar belli vakitlerde namaz kıl ve özellikle saba-
hın Kur’ân’ını okumayı da unutma… Zîrâ sabah namazı
meşhûddur.” (İsrâ s. 78) “Sabahın Kur’ân’ını okumak” sadece
Kur’ân okumak demek değil, bilâkis namaz sırasında okumak
demektir. Böylece Kur’ân salâtı oluşturan bölümleri salât yeri-
ne kullanmış ve Hz. Resûlullah (s.a.v.)’in bugün müslümanların
kıldığı şekilde namazı göstermesine ışık tutmuştur.
Hadîslerde açıklandığına göre sabah namazına melekler
şâhidlik eder. Melekler her namazı ve her iyi ameli gözlediği
halde, bu ayet sabah namazına verilen özel önemi gösterir. Bu
nedenle Allâh Resûlü (s.a.v.) sabah namazında Kur’ân’dan çok
uzun sûreler/âyetler okurdu. Onun sünnetini sahâbe (r.a.e.) de
devam ettirmiş ve sonraki âlimler bunu müstehâb görmüşlerdir.
Sabah namazında uzunca okunan Kur’ân’ın tıbbî faydası-
nın olup olmadığı hususunda yaptığımız araştırma neticesinde
şu sonuca ulaştık: “Sabahları, aç karnına ve çok yüksek ol-
mayan bir sesle Kur’ân okumak, vücûd ve rûh sağlığı için çok
faydalıdır. Okuyucunun kafasının içinde titreşimler olur. Bunlar
beyin için iyi bir masaj gibidir. Bu yüzden beyindeki damarlar
çevresini daha iyi besler. Kısık sesle ve münâsib bir makamla
Kur’ân okumak, boğazdaki ses tellerini terbiye eder, kuvvetlen-
dirir, bir nev’i boğaz jimnastiği olur. Her gün bu suretle Kur’ân
okumaya alışanların sesleri, ihtiyarlıkta bile bozulmaz. Rûha
ferahlık veren te’siri, beyne yakın olan hipofiz bezesinin daha
iyi işlemesine yardım eder. Diğer bezeleri de, burası idare ettiği
için böylece iç salgı muntazam bir hâl alır. Sağlık üzerine iyi-
leştirici bir tesir yapar. İnsanın karamsarlığı gider; vücut canlılık
kazanır.
İnsanı yaratanla Kur’ân’ı gönderen aynı Zât olduğu için, vü-
cut hassasiyetimize uygun olarak, hikmetlerle dolu olduğu yeni
yeni anlaşılan Kur’ân harflerini ahenk içinde indirmiş, kalp ve
kafamıza maddi ve manevi yönden bitmez tükenmez bir nimet-
ler hazînesi olarak hazırlamıştır.”
(Prof. Dr. Dâvud Aydüz, Kur’ân-ı Kerîm’de Besinler ve Şifâ, 177-178.s.)
KUR’ÂN’I GÜZEL SESLE OKUMAK
Kur’ân’ın nazmını bozacak derecede aşırıya gitmeksizin
sesi yükseltip âhenkli bir şekilde tertîl ile güzelce okumak,
sünnet-i seniyyedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle bu-
yurmuşlardır:
“Kur’ân’ı seslerinizle süsleyiniz.” (Ebû Dâvûd) Başka bir
hadîsde: ‘Allah Teâlâ güzel sesle Kur’ân okumaya müsaade
ettiği gibi, hiçbir şeye müsaade etmiş değildir’ (Müslim)
Meşhur kurrâ Heysem el-Gassânî, Resûlûllah (s.a.v.)’i rü-
yasında görür. Allah Resûlü (s.a.v) ona ‘Kur’ân’ı sesiyle süs-
leyen Heysem sen misin?’ diye sorarlar. ‘Evet yâ Resûlullah!’
diye cevap verince, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: ‘Al-
lah Teâlâ, sana hayırlar ihsân eylesin’.
Rivâyet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
ashâbı (r.a.e.) bir araya geldikleri zaman, aralarından birisine
Kur’ân’dan bir sûre okumayı emrederlerdi. Hz. Peygamber
(s.a.v.) bir gece Âişe (r.anhâ) vâlidemizi bekliyorlardı. Fa-
kat Âişe (r.anhâ) hazretleri geç geldiler. Resûlullah Hz. Âişe
(r.anhâ)’ya ‘Seni geciktiren nedir?’ diye sorunca, Hz. Âişe
(r.anhâ) ‘Ey Allah’ın Resûlü (s.a.v.)! Ben bir kişinin okuyuşunu
dinliyordum ki, ondan daha güzelini işitmedim’. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.) kalktılar, gidip o kişiyi uzun uzun dinlediler ve
sonra dönüp gelerek şöyle buyurdular: “Bu okuyan kişi Ebû
Huzeyfe’nin âzâdlısı Sâlim’dir. Ümmetimden Sâlim gibileri-
ni çıkaran Allah’a hamdederim.” (İmam Ahmed)
Hz. Ömer (r.a.), Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.)’e ‘Rabbimizi bize
hatırlat’ der, bunun üzerine Ebû Mûsâ (r.a.), Hz. Ömer (r.a.)’in
nezdinde Kur’ân okur. O kadar uzun okur ki, nerede ise, na-
mazın vakti geçer. Bunun üzerine ashâbdan birisi ‘Ey emîrü’l
mü’mînîn! Namaz, namaz’ diye hatırlatır. Hz. Ömer (r.a.)’da
‘Acaba biz namazda değil miyiz?’ diye karşılık verir
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Allah
(c.c.)’nun Kitâbı’ndan tek bir âyeti cân u gönülden dinle-
yen kimse için, o âyet kıyâmet gününde bir nûr oluverir.”
(İmam Ahmed)
(İmâm-ı Gazâlî, İhya-ı Ulumi’d Din, 1.c., 791.s.)
KUR’ÂN OKUMA VE DUÂ ÂDÂBI
Kur’ân okumaya başlamadan önce şu duâ okunmalıdır:
“Râhmetten uzaklaştırılan şeytânın şerrinden, semî ve
alîm olan Allâh (c.c.)’a sığınırım. Ey Râbbim! Şeytânların
dört yanımı sarıp iğvâ etmesinden de sana sığınırım”
Duâdan sonra Nâs sûresi ile Fâtihâ-i şerîfe’yi okumalıdır. Bun-
lardan sonra Kur’ân okumaya başlamalıdır.
Kur’an-ı Kerim’i namaz dışında da kıbleye yönelerek ve
güzel elbise giyerek taharet üzere okumak müstehabdır. Baş-
larken “Eûzü-Besmele”yi okumak da müstehabdır.
Kur’an-ı Kerimi ayda bir defa hatmetmek iyidir. Senede bir,
kırk günde bir, haftada bir hatmedilmesini tercih edenler de
vardır.
Başka bir işle uğraşmakta olan kimselerin yanında Kur’an
âyetlerinin sesli olarak okunması uygun değildir. Bu durumda
Kur’an’ı dinlemeyenler değil, okuyanlar günâh işlemiş olur.
Bir kimse yürürken veya bir iş görürken Kur’an-ı Kerim’i
okuyabilir. Yeter ki bu durum, Kur’an’ın gafletle okunmasına
sebebiyet vermiş olmasın.
Huzeyfe b. Yeman (r.a.) şöyle anlatmaktadır: “Hz. Pey-
gamber (s.a.v.)’le beraber namaz kıldım. Resûlullâh (s.a.v.)
Bakara Sûresi’ne başlayarak okudu. Râhmet âyetlerini
okuyunca Allâh (c.c.)’nun râhmetini diliyor, azâb âyetlerini
okurken de istiâze edip Allâh (c.c.)’ya sığınıyordu. Allâh
(c.c.)’yu tenzih eden herhangi bir âyeti okuduğu zaman
Allâh (c.c.)’yu tesbîh ediyordu.” (Müslîm)
Kişi okumasını bitirdiği zaman; Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
Kur’ân’ı hatmettikten sonra okuduğu şu duâyı okumalıdır;
“Allahümmec’alnî bi’l Kur’an vec’alhü lî imâmen ve hûden
ve nûran ve rahmeh – Ey Allâh’ım! Kur’ân sayesinde bana
rahmet eyle, Kur’ân’ı bana îmân, nûr, hidâyet ve râhmet
kıl.”
“Ey Allâh’ım! Kur’ân’dan unuttuklarımı bana hatır-
lat, bilmediklerimi bana öğret. Gece gündüz (yani bütün
vâkitlerde) Kur’ân okumayı bana nasîb eyle. Ey âlemlerin
Râbbi! Kur’ân’ı bana hüccet kıl!”
(İmâm-ı Gazâlî (k.s.), İhyâ-u Ulûmi’d Dîn, 1.c., 787-788.s.)
KURÂN-I KERÎM OKUMANIN FAZÎLETLERİ
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Veda Haccında irad buyur-
duğu hutbesinde: “Ben size öyle bir şey bıraktım ki, ona
sımsıkı sarılırsanız, hiçbir zaman dalâlete düşmez, sap-
mazsınız. O, Allâh’ın Kitâbı ve Resûlullah ()’ın sünnetidir”
buyurmuşlardır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in mucizeleri sadece
Kur’ân-ı Kerîm’den ibaret olmadığı ve daha birçok mucizesi
bulunduğu halde, mucizelerinden yalnız Kur’ân’ı anmakla
yetinmeleri onun mucizelerinin en büyük ve en yararlısı olu-
şundan, dine daveti, delil ve hücceti içinde taşımakta bulunu-
şundan, Kıyamet gününe kadar hâzır ve gâib herkesin ondan
yararlanışındandır.
Kur’ân-ı Kerîm’e Kur’ân isminin verilişi, ilâhî kitaplar ara-
sında, kitapların, belki bütün ilimlerin semerelerini kendisinde
toplamış olduğu içindir. Kur’ân-ı Kerîm, hakikat ehline göre,
bütün hakikatleri toplayan ledün ilminin de icmâli, özetidir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in, Kur’ân’ı öğrenip öğretme-
nin ve okumanın fazîletine dair bazı hadis-i şerîfleri şu şekilde –
dir: “Sizin hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve onu öğretendir”.
“Bu Kur’ân’ı öğreniniz! Çünkü onun okuyacağınız her
harfine karşılık on sevabla mükâfatlandırılırsınız”.
“Kim Kur’ân’ı okur, onu ezberler, onun helâlini helâl,
haramını haram kılarsa, Allâh (c.c.) o kimseyi bu amelin-
den dolayı cennete koyar ve kendisini ev halkından on
kişinin herbiri için de şefaatçi kılar”.
“Kur’ân’ı okuyan ve onun içindekilere göre amel eden
kimsenin baba ve annesine, Kıyamet günü ziyası güneşin
bütün dünya evlerindeki ziyasından daha parlak ve güzel
tâc giydirilecektir. Baba ve annesine böyle olursa, artık
kendisine ne olacağını hesap ediniz.”
Resûlullah (s.a.v.) Kur’ân-ı Kerîm’i her âyette durarak
okurlar, çekilmesi gereken harfleri çekerlerdi. Yatmadan
önce Müsebbihât sûrelerini (İsrâ, Hadîd, Haşr, Saf, Cum’a,
Tegâbün, A’lâ) okur ve: “Onların içinde bir âyet vardır ki,
bin âyetten efdal ve hayırlıdır” buyururlardı.
(M. Âsım Köksal, İslâm Tarihi, 18.c., 199-227.s.)
NEBİ (S.A.V.)’İN DİLİNDEN DUÂLAR
Çarşıya Çıkınca Okunacak Duâ:
Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: “Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki:
“Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâşerîkeleh, lehü’l-mülkü
velehü’l-hamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ-yemûtü
bi-yedihi’l-hayri ve hüve ‘alâ külli şey’in kadîr”.
Türkçe Anlamı:
“Allâh (c.c.)’dan başka ilâh yoktur, O tekdir, O’nun ortağı yok-
tur, mülk ve hamd O’na âittir. Hayatı O verir, ölümü de O verir.
Kendisi diridir, ölümsüzdür. Hayırlar O’nun elindedir. O her şeye
kâdirdir.”
Kim bu duâyı okursa Allâh (c.c.) ona bir milyon sevâb yazar,
bir milyon da (günâhını) affeder ve mertebesini bir milyon derece
yüceltir. Bir rivâyette, üçüncü mükâfata bedel, “Onun için cen-
nette bir köşk yapar” denmiştir.” (Tirmizî)
Hâkim b. Hîzâm (r.a.)’den Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur-
muştur: “Birbirlerinden ayrılmadıkça alıcı ile satıcı muhayyer
(serbest)dirler. Eğer alış verişlerinde dürüst olurlar (şartları-
nı, mallarının kusurlarını) açıklarlarsa Allâh (c.c.) alışveriş-
lerini bereketlendirir (mübârek kılar). Gelgelelim niyetlerini,
şartlarını, mallarının kusurlarını açığa vurmaz, bir de alışveriş
için yalan söylerlerse ticaretlerinin bereketi kalmaz.” (Buhârî,
Müslim)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur-
muştur: “Kim iyi (ve helâl) kazancından bir hurma kadar sa-
daka verirse Allâh (c.c.) o sadakayı bereketiyle kabul eder.
Sonra onu birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi için geliştirir
de nihayet dağ gibi olur.” (Buhârî, Müslim)
Lisânda Hafif, Mîzanda Ağır Duâ:
“Sübhânallâhi ve bi-hamdihî, sübhâna-llâhi’l-‘azîm.”
Türkçe Anlamı:
“Hamdinle Seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim Allâh’ım.
Yücelerin yücesi olan Allâh’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzîh
ederim.”
Ebû Zerr (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet
etti: “Allâh (c.c.)’ya göre sözlerin en sevimlisini sana haber
vereyim mi?” dedi ve devam ederek: “Allâh’a göre sözlerin en
sevimlisi şüphesiz ki: Sübhânallâhi ve bi-hamdihî, cümlesi-
dir.” (Müslim)
AYET-EL KÜRSÎ’NIN DEĞERI
Ebû Eyyûb el Ensarî (r.a.)’den rivâyete göre: “Ebû
Eyyûb’un bir hurma deposu vardı. Cin veya şeytan türü biri-
leri gelir ve o depodan hurma alırdı. Ebû Eyyûb (r.a.) duru-
mu Peygamber (s.a.v.)’e şikayet etti. Resûlullah (s.a.v.)’de
şöyle buyurdu:
“Git onu tekrar gördüğünde: “Bismillah peygambere
icabet et” de” buyurdu.
Sonra Ebû Eyyûb (r.a.) onu yakaladı bir daha gelmeye-
ceğine söz verince bıraktı. Sonra Peygamber (s.a.v.)’e gel-
“Esirin ne yaptı” diye sordu. Ebû Eyyûb (r.a.):
“Bir daha dönmeyeceğine yemin etti” dedi. Resûlullah
(s.a.v.): “Yalan söyledi, O yalan söylemeye alışıktır” dedi.
Ebû Eyyûb (r.a.) o kişiyi bir daha yakaladı tekrar gel-
meyeceğine yemin edince onu tekrar serbest bıraktı.
Resûlullah (s.a.v.)’e gelince;
“Esirin ne yaptı” diye sordu. Ebû Eyyûb (r.a.):
“Bir daha dönmemeye ikinci defa yemin etti” dedi.
Resûlullah (s.a.v.):
“Yalan söyledi, O yalan söylemeye alışıktır” buyurdu.
Üçüncü sefer yakalayınca;
“Bu sefer seni Resûlullah (s.a.v.)’e götürmeden bırakma-
yacağım” dedi. Bunun üzerine o kimse dedi ki:
“Sana bir şey öğreteceğim “Ayet-el Kürsî”yi evinde oku,
ne şeytan ne de bir başkası sana yaklaşamaz”. Ebû Eyyûb
(r.a.) Peygamber (s.a.v.)’e geldi. Resûlullah (s.a.v.):
“Esirin ne yaptı” diye sordu. Ebû Eyyûb (r.a.) olup bite-
ni haber verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.):
“O doğru söylemiş, fakat aslında kendisi yalancıdır.”
buyurdu.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned)
BÜYÜKLERIN DILINDEN DUÂLAR
“Allahım Kur’an-ı Kerîm’i öğrenip öğretmek, okuyup
okutmak, ezberleyip ezberletmek, basmak-yaymak-çoğalt-
mak, mûcibince amel edip ettirmek nâsib et.” (Âmin)
GECEDE NE KADAR KUR’ÂN OKUMALIYIZ
Muhacir b. Habib (r.a.)’den rivayetle; Resûlullah (s.a.v.)
Efendimiz: “Ey Kur’ân ehli (olanlar), Kur’ân’ı başınızın
altına koymayınız (O’nu terk etmeyiniz), bütün gece ve
gündüz O’nu hakkıyla okuyunuz ve O’ndakileri açıkla-
yınız ki kurtuluşa eresiniz.” buyurmuşlardır.
Ma’kil b. Yesâr (r.a.)’den rivayetle; Resûlullah (s.a.v.)
Efendimiz: “Kim üç kere, ‘Euzü billâhi’s-semi’îl-âlimm’i
min’eşşeytânirracîym’ der sonra Haşr sûresinin son üç
ayetini okursa, Allah onun için yetmiş bin Melek gö-
revlendirir; bunlar, o kişiden, insan ve cin şeytanlarını,
gece ise sabaha kadar, gündüz ise akşama kadar kovup
uzaklaştırırlar, onun için Allah’tan mağfiret dilerler. Şa-
yet o gün ölürse, şehid olarak ölür. Akşamleyin okursa,
yine aynı sevabı (ve mükâfatı) alır.” buyurmuşlardır.
Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayetle; Resûlullah (s.a.v.)
Efendimiz : “Gece veya gündüz, ‘Haşr sûresinin son
ayetlerini okuyan kimse, o gün veya o gece ölürse,
Cenneti hak etmiştir.” buyurmuşlardır.
Yine başka bir Hadis-i Şerif’te Resûlullah (s.a.v.) Efen-
dimiz: “Kim şu farz namazları vaktinde kılarsa, gafil-
lerden yazılmaz. Ve kim bir gecede, yüz ayet okursa,
itaat edenlerden yazılır, (onun) ismi, gafillerin defterine
yazılmaz, ona (tam) bir gece ibadet (yapmış gibi sevap)
yazılır.” buyurmuşlardır.
Enes (r.a.)’den rivayetle; Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendi-
miz: “Öğrenin bilin ki, kim bir gecede elli ayet okursa,
o, gafiller listesine yazılmaz, hafizûn (Allah’ın hüküm-
lerini koruyanlar) arasına yazılır. Kim gecede yüz ayet
okursa, ganitûn (abidler) arasına yazılır. Kim gecede iki
yüz ayet okursa, ondan Kur’ân davacı olmaz. Gecede
beş yüz ile bin ayet okuyanlar ise kendilerine Cennet’te
büyük makamlar ihsân edilmiş olarak sabahlarlar.” bu-
yurmuşlardır.
(Adem Karataş, Hadislerde Kur’ân Okumanın Faziletleri, 103-119.s.)
KUR’AN-I GAFLETLE OKUMAMALIYIZ
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) “Demir paslandığı gibi şu kalb-
ler de paslanır” buyurdu. Ashâb (r.a.e.): “Cilâsı nedir yâ
Resûllah?” diye sorunca, Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Kur’an
okumak ve ölümü hatırlamaktır” buyurdu. (İbn Mâce)
İbn Mes’ûd (r.a.) “Kur’ân-ı Kerim, hükmüyle amel edilmek
için nâzil olmuş iken, onlar yalnız okumasını amel olarak ka-
bul etmişlerdir. Bâzı kimseler Fâtiha’dan başlayarak hiç ya-
nılmamak şartıyla Kur’ân-ı Kerim’i sonuna kadar okudukları
halde hükmü ile amel etmezler.” İbn Ömer (r.a.) ve Cündüb
(r.a.)’den naklen “Uzun zaman yaşadık, bâzılarımız Kur’ân
tamamen nâzil olmadan imân etti. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e
her sûre nâzil oldukça, helâl ve harâmını, emir ve nehyleri-
ni öğretir, hepsini tatbik eder ve herkes Kur’ân’dan kendini
alâkalandıracak olan kısmını bilirdi. Şimdi bir takım insan-
lar var ki, Kur’ân-ı Kerim nâzil olduktan sonra imân ettiler,
Kur’ân-ı Kerim’i başından sonuna kadar okudukları halde ne
emrini bilir, ne yasağını ve ne de kendi elinde kalacak olanı.”
Kur’ân okumaya başlayan kimse, en başta bunun be-
şer kelâmı olmadığını düşünerek mütekellimi olan Allâhü
Teâla’nın azâmetini gönlünde hatırlaması ve O (c.c.)’un
kelâmını okumanın ehemmiyetini anlayarak okuması lazım-
dır. Kur’ân-ı Kerim’de “Ona temizlerden başkası dokuna-
maz” (Vâkia s. 79) buyrulmuştur. İşte bu tâzimden dolayıdır ki
İkrime (r.a.), Kur’ân’ı açıp okuyacağı sırada “Bu Rabbimin
kelâmıdır” diyerek düşüp bayılırdı. Şüphesiz kelâma tâzim,
mütekellime tâzimdir. “Ey Yahya, kitâbı kuvvet ile al” (Mer-
yem s. 13) âyet-i celîlesinin tefsirinde “cehd ve gayret”, okudu-
ğu vakit, gönlünden her şeyi atarak akıl ve fikrini ona vererek
okumak demektir. Ebû Zer (r.a.)’den rivayetle, Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) yanımızda kaldığı bir gece namazında “Eğer ken-
dilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır
(dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz
sen izzet ve hikmet sahibisin” dedi.” (Mâide s. 118) âyet-i
celîlesini sabaha kadar tekrarlamıştır.” (İbn Mâce)
(İmâm Gazâli, İhyâ-u Ulûmiddîn, 1.c., 795.s.)
ASIL HAYAT AHİRET HAYATIDIR
Dünyayı ifsat eden, insanı mutsuzluğa dûçar eden se-
bep, insanoğlunun dünya hayatını asıl maksadının dışına
çıkarmasıdır. Dünya hayatı, ahiret hayatı için bir vesiledir.
Allâh (c.c) dünya hayatının bir imtihândan ibaret olması
dolayısıyla kullarının işledikleri amellerinin karşılığını ahi-
rette verecektir. Oysa insan dünya hayatını vesile olmaktan
çıkarmış ve asıl amaç haline getirmiştir. Adeta insanın yara-
tılışının gayesi onun dünyada var olup yaşaması olmuştur.
İnsanın dünya hayatının bir imtihan alanı olduğunu unut-
ması ve Allâh (c.c.)’un dinine sırtını dönmesi sebebiyle dün-
yada yaşayan her insanın yegane amacı, güç yetirebildiği
her şeyi elde etmek olmuştur. Halbuki Cenab-ı Hakk bizlere
dünya hayatının daimi olmayıp fani olduğunu, bugün kuvvetli
olanın yarın zayıf olacağını, bugün zengin olanın yarın fakir
olacağını, dünya nimetlerinin hiç kimse için devamlı olama-
yacağını bildirmiştir. Fakat insanların birçoğu Allâh (c.c.)’un
bu uyarısını anlamak istememişlerdir. Haram yollarda dahil
olmak üzere ne vesile ile olursa olsun dünya nimetlerini
elde etmek için çalışmışlardır. Onlar dünyanın bu fani olan
nimetlerini paylaşmak için oyalanırken ahiret hayatını ve
orada ebedi bir hayatın var olduğunu unutmuşlardır. İnsanlar
dünya hayatının varılacak en son yer olmadığını anlamak
istememişlerdir.
İnsanoğlunun dikkat etmesi gereken nokta, Allâh (c.c.)’un
ona bahşettiği seçme hürriyetinin sadece dünya hayatında
geçerli olduğunu bilmesi gerektiğidir. İnsan dünyada yaşadı-
ğı müddetçe seçme hürriyetine sahiptir. Dünya hayatını terk
edeceği anda, ecel vakti gelip beşeri sıfatlarından sıyrıldı-
ğında, seçme hürriyetini kaybedip boyun eğmeye başlamak-
tadır. Artık hiçbir şeyi kontrol edememekte ve irade hürriyeti
tamamen yok olmaktadır. Allâh (c.c.)’un yüce kudretine bo-
yun eğmektedir. Yani insanın seçme hürriyetinin var olduğu
tek yer dünya hayatı olup, yalnızca orada hayır veyahut şer
işlemeye muktedirdir.
(Muhammed Mütevelli Şaravi, Kuran’da Kıyâmet Sahneleri, 21.s.)
KUR’ÂN İNSANI AZİZ KILAR
Amir bin Vâsile (r.a.)’den rivayetle; Nafi b. Abdilharis
(r.a.), Usfan’da Ömer (r.a.)’a rastlamıştı. Ömer (r.a.), onu
Mekke’ye vali tayin etmiş idi. Ömer (r.a.) ona: “Bu vadi halkı-
na, kimi vekil tayin ettin?” diye sormuş, o da “İbn Ebza’yı” ce-
vabını vermişti. Ömer (r.a.) “İbn Ebza da kimdir” diye sordu.
O da “Azadlılarımızdan biridir” cevabını verdi. Ömer (r.a.)’de
“Sen, onların üzerine bir azadlıyı vekil tayin ettin ha!” diyerek
hayretini belirtince Nafi b. Abdilharis (r.a.): “Ama o, Allâh’ın
Kitab’ını okur; bütün farzları da bilir” dedi. Bunun üzerine
Ömer (r.a.): “Allah (c.c.), bu Kitap’la bazı kavimleri yüksel-
tir; bazılarını da alçaltır. Dikkat et, (bu sözleri), Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz buyurdu” dedi. (Müslim 4/817)
Tebük seferinde Neccaroğulları’nın sancağı Ümare b.
Hazım (r.a.)’ın elinde idi. Nebi (s.a.v.) sancağı alıp Zeyd b.
Sabit (r.a.)’e verdi. Bunun üzerine Ümare (r.a.): “Ey Allâh’ın
Resûlu! Benim hakkımda size bir şey mi söylendi de böyle
yaptınız?” dedi. Resûlullah (s.a.v.): “Hayır, böyle bir şey
yoktur. Ancak Kur’ân önde gelir; Zeyd İbn sabit, Kur’ân-ı
Kerim’i öğrenip alma bakımından senden önde gelir”
buyurdu. (Buhâri 1. c., 415. s.)
Ebû Hureyre (r.a.) der ki: “Nebi (s.a.v.) bir yere belli sayı-
da bir birliği göndermek istemişti. Fakat herkesin Kur’ân’dan
ne kadar bildiği varsa, önce onu okumasını emir buyurdu.
Sıra onların en gençlerinden birine gelince ona: “Ey Fi-
lan! Sen nereleri biliyorsun?” buyurdu. O da: “Şu ve şu
sûreleri ile bir de Bakara’yı biliyorum” dedi. Peygamberimiz
(s.a.v.)’de “Bakara sûresini de biliyor musun?” dedi. Oda
“Evet” dedi. Efendimiz (s.a.v)’de “Git, onların komutanı
sensin” buyurdu. (Tirmizî, 3/2876)
İbni Ömer (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Re sûlûllah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an sahibinin (Kur’an ezberleyenin) hali, bağlı deve-
nin haline ben zer; deve sahibi onu devamlı göz altında bu-
lundurursa, onu tutar. Eğer deveyi salıverirse, geçip gider.”
(Bûhari 1816)
KUR’ÂN’I KERİM KALBİN BAHARIDIR
Hz. Ebu Bekir (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’in kendisine şu
duâyı öğrettiğini bizlere bildirmiştir: “Allah’ım! Ben Sana,
Peygamberin Muhammed (s.a.v.), dostun İbrahim (a.s.),
kurtardığın Musa (a.s.), ruhun ve kelimen İsa (a.s.) hak-
kı için, Musa (a.s.)’nın Tevrat’ı, İsa (a.s.)’ın İncil’i, Davud
(a.s.)’ın Zebur’u ve Muhammed (s.a.v.)’in Furkan’ı hakkı
için, vahyettiğin her vahiy, hükmettiğin her hüküm hak-
kı için niyaz ederim. Yine Senden; Kitab’ında indirdiğin
ve kendine seçip sakladığın her isminle yalvarırım. Aza-
metinle, kibriyanla, cemalinin nuru ile bana Kur’ân’ı öğ-
retmeni, ilmi öğretmeni, onu etime, kanıma, kulağıma,
gözüme karıştırmanı; güç ve kudretinle vücudumu O’na
amade etmeni niyaz ederim. Çünkü Sensiz ne güç olur ne
de hareket.” (Cem’ül Fevâid)
İbn Mes’ud (r.a.)’den rivayetle; Resûlullah (s.a.v.) Efendi-
miz: “Allah’ım! Ben senin kulunum. Yine Senin kulun olan
erkek ve kadının oğluyum. Her şey Senin avucundadır.
Perçemim Senin elindedir. Hakkımda hükmün geçerlidir.
Hakkımdaki hükmün de adildir. Kendini adlandırdığın, ya
da Kitab’ında indirdiğin veyahut ğayb varlıkları içinde
onu kendine tercih edip sakladığın her bir isminin hürme-
tine, Kur’ân-ı Azim’i, kalbimin baharı, üzüntü ve kederi-
min cilası kılmanı Senden diliyorum.” Bunu kim söylerse,
Allâh (c.c.) onun üzüntüsünü giderir ve kederini feraha
(sevince) döndürür” buyurmuşlardır. (Cem’ül Fevâid)
Ata b. Ebû Rebah (r.a.)’den rivayetle; Resûlullah (s.a.v.)
Efendimiz: “Kim sabahları, Yasin suresini okursa, bütün
ihtiyaçları görülür.” buyurmuşlardır. (Dârimi)
Ukbe b. Amir (r.a.); “Bir gün ben, Resûlullah (s.a.v.) ile
birlikte, Cuhfe ile Ebva arasında yürüdüğümüz sırada, fırtına
ve şiddetli bir karanlığa tutulduk. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.)
bana: “(Dua eden) hiç kimse, o ikisi (Nas ve Felak surele-
sığınan) hiç kimse de O’nlar gibisiyle sığınamaz.” demiş-
tir.” (Ebû Dâvûd)
YATAĞA UZANILDIĞINDA OKUNMASI
SÜNNET OLAN SÛRELER
Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayetle; Resûlullah (s.a.v.) bu-
yurdular ki: “Kur’ân’ı öğreniniz ve yatağınıza uzanırken
O’nu okuyunuz. Çünkü Kur’ân’ı öğrenip okuyan ve
O’nunla amel eden kimsenin durumu, misk dolu torba-
ya benzer. Kokusu her tarafa yayılır. O’nu öğrenip oku-
yan ve henüz tesiri geçmemişken yatağına uzanan kişi-
nin durumu; misk’in üzerine geçirilen torba gibidir.”
Şeddad İbn Evs (r.a.)’den rivayetle; Nebi (s.a.v.):
“Allâhü Teâlâ’nın Kitab’ında bir sûreyi okuyarak yata-
ğına yatan bir müslümana, Allâh (c.c.), vekil olarak bir
melek gönderir. Melek onu muhafaza eder, uyanıp kal-
kıncaya kadar ona zarar verecek bir şey yaklaşamaz.”
buyurmuşlardır.
Enes b. Malik (r.a.)’den rivayetle; Resûlullah (s.a.v.)
Efendimiz: “Yatağına uzandığın zaman, Fatiha ve İhlâs
sûresini okursan, ölüm müstesna her şeyden emin olur-
sun.” buyurmuşlardır. Hz. Ali (r.a.)’den rivayetle; Resûlullah
(s.a.v.): “Her kim, O’nu (Ayet el-Kûrsi’yi) yatacağı zaman
okursa, Allâhü Teâlâ ona; kendi evi, komşusunun evi ve
etraftaki evler hakkında emniyet verir.” buyurmuşlardır.
Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivayetle: Nebi (s.a.v.), Elif-
Lâm-Mim, Tenzil (Secde) ve Tebârake sûrelerini okumadık-
ça uyumazdı. Ebu Zübeyr (r.a.)’den rivayetle; Allâh Resûlü
(s.a.v.): “Elif-Lâm-Mim, Tenzil (Secde) ve Tebârake
sûreleri Kur’ân’da bulunan her sûreye yetmiş sevâbla
üstündürler. Bunları kim (uyumadan önce) okursa, ona
yetmiş sevap yazılır, yetmiş derece yükseltilir, yetmiş
günahı da düşürülür.” buyurmuşlardır.
Aişe (r.anhâ)’dan rivayetle; Resûl-i Ekrem (s.a.v.), bir
adama yatağına yatacağı vakit, Haşr sûresini okumayı va-
siyet etmiş ve şöyle buyurmuşlardır: “Ölürsen şehit olarak
ölür veya cennet ehlinden olursun.”
(Adem Karataş, Hadislerde Kur’ân Okumanın Faziletleri, 113-117.s.)
KUR’ÂN’I GÜZEL OKUMAK
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlerden yapmamızı istemiş olduğu
amellerden biri, güzel ve tatlı bir sesle Kur’ân’ı okumaya ça-
lışmamızdır.
Zîra güzel bir sesle okunan Kur’ân’ı dinlemek ve okuyanı
takip etmek kişinin eğilimini bu yönden artırmış olur. Eğer
sesimizi halk beğenmiyorsa dedikodulara engel olmak için
kendimiz duyacak kadar bir sesle okumalıyız. Çünkü bazı-
ları, “Falanın okuyuşu sıkıyor, kalbi karartıyor.” diyerek Allâh
(c.c.) kelâmını dinlemenin kalbi kararttığını ileri sürerler. Böy-
le sözler günâhtır.
Şeyheyn ve diğerleri şu hadîs-i şerîfi rivâyet ederler:
“Hakk Teâlâ Kur’ân’ı ahenkli ve tabiî bir sesle okuyan
kişiye kulak verip dinlediği kadar hiçbir şeyi ve kimseyi
dinlemez.”
Hâfız Münzirî bu hadîs hakkında, “Allâh (c.c.) insanın te-
ganni eder gibi tatlı ve ahenkli bir sesle okuduğu Kur’ân’ı din-
lediği kadar hiçbir kelâmı dinlemez.” buyrulduğunu anlatır.
Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce şu hadîsi rivâyet eder-
ler: “(Tatlı) seslerinizle Kur’ân’ı süsleyiniz”. İbn Mâce şu
hadîsi rivâyet eder: “Kur’ân-ı Kerîm kederli, hüzün içinde
inmiştir. Bunu okurken ağlayınız. Ağlamazsanız ağlar
gibi olunuz. Kur’ân’ı ses ahengîyle okuyunuz. Kur’ân’ı
ahenkli ve tabii bir sesle okumayanlar bizden değildir”.
Ve yine İbn Mâce’nin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte de
şöyle buyuruluyor: “Kur’ân’ı en güzel sesle okuyan kimse
şu kişidir ki, Kur’ân okuduğunu işittiğinizde onun Allâh
(c.c.)’dan haşyet duyduğunu hissedersiniz”.
Ayrıca Kur’ân okurken ve dinlerken; gülmekten, boş ve
faydasız sözler söylemekten uzak durmak, kaçınmak gere-
kir. Ancak konuşulması gereken ve mecbur kalınan söz bu-
nun dışındadır. Bu konuda Allâhü Teâlâ’nın şu emrine itaat
edilmesi ve ona boyun eğilmesi gerekir:
“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve ona kulak
verin ki merhamet olunasınız.” (A’râf s. 204)
(İmam Şarani, el-Uhudü’l-Kübra, s.13)
KUR’ÂN-I KERİM’İN EŞSİZ HİTABETİ
Kur’ân’ın ifadelerindeki mucizelerden biri de, Kur’ânda
yer alan her âyetin, her kelimenin ve her harfin belli bir he-
defe yönelik ve birçok hikmetlerle dolu olmasıdır. Kur’ân,
Allâh (c.c.)’ün kitabı olduğuna göre, kuşkusuz yüce Allâh’ın
kelâmı, bu hususlarda gâyet hassas olmalı ve ifade etmek
istediğini en mükemmel şekliyle ifade etmiş olmalıdır.
Anlamı olmayan hiçbir harf bulunmamalı, eş anlamlı ke-
limeler ve benzeri hususlar olmamalıdır. Gerçek odur ki,
Kur’ân’daki mûcizeyi bir harfte de yakalamak mümkündür.
Yüce Allâh şöyle buyuruyor:
“De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın” (En’âm s. 11) İnsan,
bu âyetin yanında durup soruyor: Yüce Allâh niçin “Yer-
yüzü üzerinde dolaşın” buyurmuyor? Bizler yeryüzünün
içinde mi, yoksa üzerinde mi yürüyoruz? Elbetteki yer-
yüzünün üzerinde yürüyoruz. Dolayısıyle böyle bir ifade
caizdir. Ancak Kur’ân sözlüğünde bu tür kullanışlara yer
yoktur. Kullanılan sözler, ifade edilmek istenen anlama ta-
mamen uygundur. Onda kullanılan tek bir harfin bile bir
anlamı vardır ve bir hedef için kullanılmıştır. Eğer farklı bir
harf kullanılmışsa mutlaka bir hikmeti vardır.
İlim ilerleyip yüce Allâh yeryüzünün ve evrenin sırları-
nı bize gösterince yeryüzünün sadece yüzeyinden ibaret
olmadığını; sadece toprak ve sudan ibaret bir küre olma-
dığını anladık.
Yeryüzü Sâkinleri yüce Allâh’ın yer küreyi kaplayan
atmosferdeki kimi özellikleri kullanarak ilmi keşiflerde
bulunuyorlar. Yerküreyi çevreleyen atmosfer içinde kal-
dığın müddetçe yerkürenin içindesin demektir. O halde
atmosfer, yer küreyi tamamlayan bir parçadır, onu tamam-
lamaktadır ve onunla birlikte dönmektedir. İnsan yerin
yüzeyinde yürümektedir. İşte bir harfle tecelli eden Kur’ân
mücizesi. Kur’ân’daki her harf, mutlaka birçok hikmetleri
kapsamaktadır ve özel olarak seçilmiştir.
(Muhammed Mütevelli Şa’râvî, Kur’ân Mucizesi, s.51-52)
KUR’ÂN-I KERİM’İ
NE KADAR SÜREDE HATMETMELİYİZ?
Nebî (s.a.v.)’in ashâbın ve onları görenlerin Kur’ân okuma mik-
tarı hususunda çeşitli uygulamaları vardı. Kur’ân’ın çokça tilâveti
meselesinde bize bir çok haber ulaşmıştır. Sahabeden, dördü gün-
düz, dördü gece olmak üzere bir günde sekiz hatim yapanlar ol-
duğu gibi günde dört, üç, iki veya bir hatim indirenler de olmuştur.
Hz. Âişe (r.anhâ): “…Bir geceyi Resûlullâh (s.a.v.) ile beraber
geçirdim. O, Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ sûrelerini okur, müjde ih-
tiva eden âyetlerde durur, duâ ve istiğfârda bulunurdu” dedi. (Bey-
haki)
Ayrıca Kur’ânı iki gecede bir hatmedenler veya üç gecede bir
hatmedenler de olmuştur. Bundan daha kısa bir sürede hatmedil-
mesi kerih görülmüştür.
Kur’ânı dört, beş, altı ve yedi günde bir hatmedenler de olmuş-
tur ki, bu en güzel ve doğru olandır. Sahabenin ve tabiinin çoğu
böyle yaparlardı. Kays b. Ebi Sa’saa (r.a.)’ın şöyle dediği rivâyet
edilir: Kays: “Ya Resûlullâh, Kur’ânı ne kadar sürede hatmedeyim”
diye sorunca Resûlullâh (s.a.v.) “Onbeş günde bir” diye cevâp
verdi. Bundan daha kısa sürede hatmedebileceğim! söylediğim
zaman “Öyleyse haftada bir hatmet” buyurdu. (Ebû Davud)
Yine Kur’ânı sekiz veya on günde, bir veya iki ayda hâtmedenler
de olmuştur. Mekhûl b. Ebî Müslim’in şöyle dediği rivâyet edilir:
“Sahabeden güçlü olanlar yedi günde, bazıları bir ay, bazıları iki
ay, bazıları da daha uzun bir zamanda hatim yaparlardı. “
Ahmet b. Hanbel: “Özürsüz Kur’ân hatminin kırk günü aşması
mekruhtur” demiştir.
Abdullâh b. Ömer (r.a.)’den rivâyet edilir ki: “Resûlullâh (s.a.v.):
Kur’ânı ne kadar günde hatmedelim diye sorulunca o da: “Kırk
günde” diye cevap vermiştir. (Ebû Davud)
İlim, devlet görevi ve önemli dîni-ictimai işlerle meşgul olanlar
da görevlerine mani olmayacak ölçüde Kur’ân okumalıdırlar (ama
mutlaka okumalıdırlar). Bunların dışında kalanlar, bıkkınlık sınırına
vardırmamağa dikkat ederek kıraati mümkün mertebe çoğaltma-
lıdırlar.
(İmam-ı Suyûti, el-İtkan Muhtasarı Tercümesi, s.37-38)
SÜREKLİ OKUNMASI FAZİLETLİ OLAN SÛRELER
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere emir ve vasiyetlerinden biri,
gece olsun gündüz olsun, boş vakitlerimizde, fırsat buldukça
Kur’ân-ı Kerîm’deki âyet ve sûreleri okumayı adet haline getir-
memiz hususundadır.
Fâtihâ gibi, Âyet el-Kürsî gibi sûreleri, Bakara ve Âl-i İmrân
sûrelerinin son âyetleri, Yasin, Vakıa, Duhân, Tebâreke (Mülk)
sûrelerinin tamamını vaktin müsaadesi nisbetinde okumalıyız.
Yukarda adları sayılan sûre ve âyetlerin fazlaca okunması
hakkında bilinen birçok hadîs vardır. Bunları okumayı adet
edinenler zahirî ve bâtıni âfet ve musibetlerden kendilerini em-
niyete almış olurlar.
Ey kardeşim! Şerîatın getiricisi Efendimiz (s.a.v.)’in emir
buyurduğu sureleri okumaya önem vermelisin. Zira Resûlullâh
(s.a.v.) Efendimiz kişinin bununla her türlü âfet ve belâlardan
kurtulacağını bildirmiştir. Bu yönden dalgın ve gafil olma.
Hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Yeryüzüne bugüne
kadar gökten inmeyen bir melek gelerek bana selâm verdi
ve: “Müjdeler olsun! Sana öyle iki nur verildi ki, senden
önceki peygamberlere böyle bir şey verilmemişti. Bunlar
Kur’ân’ın Fâtihâ sûresi ile Bakara sûresinin son kısmıdır.
Bunlardan bir harfini okuyana istediği verilir”. (Müslim)
“Evlerinizi mezarlık haline sokmayınız. Şeytân, Bakara
sûresinin okunduğu evden kaçıp gider” (Müslim)
İmâm Ahmed ve diğerleri şu hadîsi naklederler: “Âyet el-
Kürsî Kur’ân’ın efendisidir (tacıdır), şeytânın bulunacağı
herhangi bir evde okunacak olursa, şeytân oradan çıkmış
olur”
“Kur’ân’ın kalbi Yasin sûresidir. Allâh (c.c.) ve âhiret
evini isteyerek bu sûreyi okuyanın bütün günâhı ve suçla-
rı affedilmiş olur” (Nesâî)
“Kur’ân’da bir sûre vardır ki, otuz âyettir. Bu âyetler,
okuyan kişiye şefâatçi olarak suç ve günâhları af olur. Bu
sûre de “Tebârekellezi bi yedihi’l-mülk” süresidir” (Nesâî)
“Her kim her gece Vâkıa Sûresi’ni okursa, ona fakirlik
dokunmaz.” (Rezin)
(İmâm Şârani, el-Uhudü’l Kübra, s.19)
KUR’ÂN-I KERİM’İN MUCİZELERİNİN DEVAMLILIĞI
Kur’ân-ı Kerim’de aklın, ancak inceleme ve dene-
yim sonucu varabileceği pek çok bilgi vardır. Bu bilgiler,
Kur’ân-ı Kerim’in anlatımındaki dikkat ve hassasiyette or-
taya çıkmaktadır. Bilhassa müsteşriklerin çelişki diye iddia
ettikleri hususlarda daha çok kendini göstermektedir.
Bu meseleye geçmeden önce şunu iyice bilmemiz ge-
rekir: Kur’ân’ı Kerim’in insanlara verdikleri daima yenilen-
mektedir. Onun bu yenilenen verileridir ki, Kur’ân’ın muci-
zevi yönüne süreklilik kazandırmaktadır.
Kur’ân’daki mucizelerin tamamı birkaç yılda ya da her-
hangi bir çağda tükenecek olsa geri kalan çağlar onun
i’câzı yahut insanlığa verecekleriyle karşılaşmayacaklar-
dır. Böylece Kur’ân donuklaşmış olacaktır. Oysa Kur’ân
asla donuklaşmaz. Her nesle, o neslin gücü nisbetince bir
şeyler verir. Her gelen nesle, daha önce vermediği yeni
şeyler verir. Kıyâmete kadar da bu durumunu devam et-
tirecektir.
Daha önce de dikkat çektiğimiz gibi, Kur’ân-ı Kerim’in
indiği dönemde Nebi (s.a.v.)’in sadece “yap ve yapma”
şeklindeki konuları; yapıldığı takdirde kişinin kurtuluşunu,
yapılmadığında da kişinin cezâlandırılmasını gerekli kılan
dînî hükümleri açıklamakla yetinmesinin hikmetini anlamış
oluyoruz. Kâinattaki kanunları ilgilendiren ve ilerde insan-
lığın keşfedeceği hususların açıklamasını yapmamıştır.
Niçin? Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in indiği dönemdeki insanla-
rın bilgisi bunları anlayacak kapasite ve deneyime sahip
değildi. Ancak Kur’ân-ı Kerim bu âyetleriyle de o günkü
insan aklının anlayacağı nisbette ona birşeyler veriyordu.
Yani bu yönden de insan aklını doyuruyordu. Asırların geç-
mesiyle yeni ilmî gerçekler ortaya çıktı ve Kur’ân bu seviye
ve deneyimlere sahip olan akla da yine anlayacağı nisbet-
te bir şeyler vermeye devam etti. Böylece Kur’ân verileri,
zaman geçtikçe yenilenmekte ve süreklilik arzetmektedir.
(Muhammed Mütevelli Şa’râvî, Kur’ân Mucizesi, s.91-92)
DUÂ ÂDÂBI
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivâyete göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır ki, “Sakın sizden biriniz
duâ ederken “Yâ Rabb! dilersen mağfiret eyle, dilersen
bana merhamet eyle” demesin. İstediğini sağlamca ve
kat’iyyetle istesin. Çünkü Allâh (c.c.)’yu şu veya bu işe
zorlayabilecek hiçbir kuvvet yoktur.” (Buhârî)
Başka Hadîs-i Şerîf’te, “Sizden herhangi biriniz ‘duâ
ettim de kabûl olunmadı’ diyerek acele etmedikçe duâsı
kabûl olunur.” (Tirmizî)
Duâ eden duâsında ısrar etmeli, devâm etmelidir. Herhalde
er veya geç müstecab olur. Bir de dünyada müstecab olmaz-
sa bile kul bunu yine kendi lehine bilip Allâh (c.c.)’dan ümidini
kesmemelidir. Duâ büyük bir ibâdet olup âhirette de bir ecir ve
sevâbı olur.
Duânın âdâbı pek çoktur. Bu cümleden olarak:
salât ve selâm eylemek,
bütün müminleri duâya müşterek kılmak,
açarak duâ etmek,
dışını semaya çevirerek duâ etmek ve Allâh (c.c.)’ya sığınmak,
mek, kötülüklerin def’i için yapılan duâlarda mesh edilmez.
Nebiyyi Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’e ve Ehl-i Beyti (r.a.e.)’ne
sâlât ve selâm da duânın en mühim âdâbındandır.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Duâlar ve Zikirler, s.35)
KUR’ÂN’DA KULAK VE GÖZ
Kur’ân-ı Kerîm’in ele aldığı konulardan biri de insan vücu-
du ve organları ilmidir. Yüce Allâh daima kulağı gözden önce
zikreder. “Kulak ve gözler” buyurur, “göz ve kulak” demez.
İster istemez bu ifade karşısında duraklıyoruz. Çünkü in-
san gözünü yitirdiğinde her şeyi yitirir. Sürekli karanlık içinde
yaşar. Hiçbir şeyi göremez. Çevresindeki her şeye çarpar.
Ama duymasını yitirirse, hiç olmazsa çevresini görür ve mü-
sibeti daha hafif olur. Ancak yüce Allâh daima duymayı gör-
meden önce zikrediyor.
Bu, Kur’ân’ın herkesi ilginç ve benzerini getirmekte aciz
bırakan bir yönüdür. Yüce Allâh duymayı görmekten üstün
tutmuştur. Çünkü dünyada görevini ilk yerine getiren odur.
Âhirette çağrıya ilk muhatap olan da odur. Ayrıca kulak asla
uyumaz. Uyumayan, uyuyandan yaratılış bakımından üstün-
dür.
Dünyada görevini ilk yerine getiren kulaktır. Bebek doğ-
duğu anda duyar; oysa göz, bir müddet için görevini yerine
getiremez. Sanki yüce Allâh bize görevini ilk yerine getire-
nin kulak olduğunu söylemek istiyor. Birkaç saattir doğmuş
bebeğin yanına gelip yüksek sesle bağıracak olursan çocuk
irkilir ve ağlar. Ama elini gözlerinin önüne götürecek olursan
hiçbir hareket yapmaz ve yaklaşan tehlikenin farkına var-
maz.
İnsan uyuduğunda bütün organları sâkinleşir, ancak kula-
ğı hariç. Uyuyan birini uyandırmak için elini gözlerinin önüne
götürecek olursan bir şeyin farkına varmaz. Ama kulağına
yakın bağıracak olursan korku içerisinde uykusundan fırlar.
İnsan ile dünya arasındaki iletişim, kulakla başlar. Yüce
Allâh Ashâb-ı Kehf’i yüzlerce yıl uyutmak istediğinde şöyle
buyurur: “Nice yıllar mağarada olanların kulaklarına (per-
duymadan yüzlerce yıl uyumuşlardır.
Ahirete çağrılma aracı da kulaktır. Bu yüzden Cenâb-ı
Hakk kulağı üstün tutmuştur.
(Muhammed Mütevelli Şa’râvî, Kur’ân Mucizesi, s.101-102)
KUR’ÂN’IN, OKUYUCUSUNA
KABİRDEKİ YARDIMI
Muâz bin Cebel (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Resûlullâh
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kur’ân okuyan kimse ölünce Melekler onu sema-
da karşılar ve ruhunun üzerinde namaz kılarlar. Sonra
kıyâmete dek ona istiğfâr ederler.
Kur’ân-ı öğrenen kimse ölünce ailesi onun kefenlenme-
siyle meşgulken, Kur’ân güzel bir surette onun başucunda
durur, kefenlenirken de göğsü ve kefeni arasına yerleşir.
Kabre bırakılınca da ona Münker ve Nekir gelir. O zaman
yine Kur’ân araya girmek üzere gelir. Onlar Kur’ân’a: “Bı-
rak bunu biz muhasebe edelim.” der. Kur’ân ise: “Kâbe’nin
Rabbi’ne yemin ederim. O benim arkadaşım ve dostumdur,
onu yalnız bırakmayacağım. Yapacağınız bir şey varsa ya-
pın. Ama onu cennete bırakıncaya kadar ben buradan ay-
rılmayacağım.” der. Sonra, Kur’ân okuyucusuna dönerek:
“Ben çok sevdiğin, sesli ve gizli okuduğun Kur’ân’ım.
Ben dostunum ve ben kime dostsam Allâh da ona dost
olur. Münker ve Nekir sualinde sana artık bir endişe olma-
sın” der. Sonra, melekler giderler. Kur’ân ve arkadaşı ka-
birde başbaşa kalır. Dünyada gece uykusuz kalıp, gündüz
meşakkate katlanıp bana saygı gösterdiğin gibi, sana güzel
bir yatak ve elbise hazırlayacağım der ve kısa bir zamanda
semaya yükselerek Allâh’tan ister, Allâh’da icabet edip ve-
rir. Melekler onu yumuşak bir şekilde kaldırırlar. Kabri dört
yüz senelik mesafe kadar genişler. Sonra melekler onun
için güzel döşenmiş yeşil ipekten döşekleri sererler. İpek
kumaş başucuna ve ayakucuna serilir ve o zinet eşyasıyla
beraber, kabrinde kıyâmete dek bir nur lambası yakılır.
Kur’ân haşre dek her gün arkadaşının evine uğrar. Hâl
ve durumlarını öğrenip ona bildirir. Çocuklarından biri
Kur’ân’ı öğrenmeye başlasa arkadaşına müjde verir.
Kötü bîr nesli varsa, ıslah olmaları için Kur’ân duâda
bulunur.” (Müslim)
(Celaleddîn es-Suyuti, Kabir Âlemi, s. 208–239)
NEBİ (S.A.V.)’İN DİLİNDEN DuâLAR
Mescidden Girerken Okunacak Duâ
Fâtımâ bintü’l-Hüseyin b. Alî, büyük annesi Fâtımâtü’l-Kübrâ
(r.a.)’den naklen anlatıyor: Resûlullâh (s.a.v.) mescide girdiği za-
man salât okur sonra:
Rabbi’ğfirlî zünûbî ve’ftahlî ebvâbe rahmetike.
“Rabbim günâhımı affet, rahmet kapılarını aç” derdi.
Mescidden Çıkarken Okunacak Duâ
Çıkarken de yine Hz. Muhammed (s.a.v.)’e salât okur sonra
da
Rabbi’ğfirlî zünûbî ve’ftahlî ebvâbe fadlike. “Rabbim günahımı
affet, lûtuf kapılarını benim için aç” derdi. (Tirmizî, Salât 234)
“Allâh’ın mescidlerini ancak Allâh’a ve âhiret gününe
îman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allâh’tan
başkasından korkmayan kimseler îmâr eder. İşte doğru yola
ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tevbe s.18)
Abdullâh b. Mes‘ûd (r.a.) şöyle demiştir: Nebiy-yi Ekrem
(s.a.v.)’e: “Amellerin hangisi Allâh’a daha sevgilidir?” diye sordum.
“Vaktinde kılınan namaz” buyurdu. Sonra hangisi? dedim
“Anne ve babaya iyilik” buyurdu. Sonra hangisi? dedim
“Allâh yolunda cihad” buyurdu. (Buhârî, c.2 s.474)
Binite (Araba, gemi veya uçağ) Binerken Okunacak Duâ
Sübhânellezî sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn.
Ve innâ ilâ rabbinâ lemunkalibûn.
Bi’smillâhi mecrâhâ ve mürsâhâ inne rabbî leğafûru’r-rahîm.
Ve mâ-kaderu’llâhe hakka kadrihî vel‘ardu cemî‘an kabzatühû
yevme’l-kıyâmeti ve’s-semâvâtü matviyyâtün biyemînihî
sübhânehû ve te‘âlâ ammâ yüşrikûn.
Türkçe Anlamı: Bunu bizim hizmetimize vereni tesbîh ve
takdîs ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Biz şüphesiz
Rabbimize döneceğiz. (Zuhruf s. 13, 14)
“Yüzüp gitmesine de durmasına da bismillâh. Muhakkak ki
Rabbim Gafûr ve Rahîmdir.” Allâh’ı lâyık olduğu şekilde takdîr
edemediler. Halbuki kıyâmet günü yeryüzü tamâmen O’nun
kabza-i kudretindedir. Gökler de yine O’nun yed-i kudretinde dü-
rülmüşlerdir. O, onların şirk koştukları şeylerden tamâmen mü-
nezzeh.”
(Misvak Neşriyât, İbadet Takvimi ve Duâlar, s.102-103-104)
KUR’ÂN EZBERİNİ UNUTMANIN CEZÂSI
Ezberdeki Kur’ân-ı unutmak, büyük günahlardandır. Bu-
nun delili Rasûlullâh (s.a.v.)’in şu hadîsleridir: “Ümmetimin
günâhları bana gösterildi de Kur’ân’ın bir sûresini veya
bir âyetini ezberleyip sonra unutan kimsenin günahından
daha büyüğünü görmedim. (Ebû Davud)
“Kur’ân okuyup sonra unutan kimse, kıyâmet günün-
de Allâh’ın huzûruna çolak olarak gelir” (Ebû Davud)
Başka bir hadîste Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kur’ânla ahitleşiniz, (devamlı olarak onu okuyunuz.)
Allâh (c.c.’)a yemin ederim ki ezberdeki Kur’ân’ı unutmak,
bağlı devenin kaçmasından daha şiddetlidir. (Buhârî)
KUR’ÂN OKUMA ÂDÂBI
En faziletli zikir olmasından dolayı Kur’ân okumak için ab-
dest almak müstehaptır. Dokunmak için ise farzdır.
Cünüp ve hayızlı olanın Kur’ân okuması haram olmakla
beraber Kur’ân’a bakmaları, kıraati kalpten geçirmeleri caiz-
dir. Ağzı pis olanın Kur’ân okuması mekruhtur. Ancak pis elle
Kur’ân’a dokunmak haram olduğu gibi pis ağızla okumak da
haramdır diyenler olmuştur.
Kur’ân’ın temiz bir yerde okunması sünnettir. Yerlerin en
faziletlisi ise mescitlerdir. Kur’ân okurken, huzûr ve vakar ile
huşu içinde, başı öne eğerek ve kıbleye dönerek oturmak
müstehaptır. Temizlik ve hürmet maksadıyla misvak kullan-
mak da sünnettir.
Kıraatten önce istiaze de sünnettir. Nitekim Allâhü Teâlâ
”Kur’ân okuyacağın zaman kovulmuş şeytândan Allâh
(c.c.)’a sığın” (Nahl s. 98) buyurur. Kur’ân okuyan birisi, bir top-
lulukla karşılaşınca onlara selâm verir. Selâm sonrası kaldığı
yerden kıraatine devam edebilir. Ancak tekrar eûzu-besmele
çekmesi en makbul olanıdır.
Kıraat imâmlarınca tercih edilen görüş; Euzu’nün cehren
(aşikare) okunmasıdır. Bir grup toplu olarak eüzü-besmele
çekse, birinin euzü çekmesi diğerine kafi gelmez.
Kur’ân tilavetinde tertil sünnettir. Allâhü Teâlâ: “Kur’ân-ı
tertil üzere ağır ağır oku” (Müzemmil s. 4)
(İmâm-ı Suyûti, el-İtkan Muhtasarı, s.39-40)
TEHECCÜDE KALKINCA OKUNACAK DUÂ
Allâhümme leke’l hamdü ente kayyimü’ssemâvâti
ve’l-‘ardı vemen fîhinne veleke’l hamdü ente nûru’s-
semâvâti ve’l-‘ardı vemen fîhinne ve leke’l hamdü ente
melikü’s semâvâti ve’l-‘ardı vemen fîhinne ve leke’l
hamdü ente’l-hakku ve va‘düke hakkun ve likâüke
hakkun ve kavlüke hakkun ve’l-cennetü hakkun ve’n-
nâru hakkun ve’n-nebiyyûne hakkun ve Muhammedun
salla’llâhu ‘aleyhi ve selemle hakkun ve’ssâatü hakkun.
Allâhümme leke eslemtü ve bike âmentü ve ‘aleyke
tevekkeltü ve ileyke enebtü ve bike hâsamtü ve ileyke
hâkemtü fa’ğfirlî mâ kaddemtü ve mâ ahhartü ve mâ
esrartü ve mâ a‘lentü ente’l mukaddimü ve ente’l muah-
hiru lâilâhe illâ ente velâ havle velâ kuvvete illâ billâh.
Türkçe Anlamı:
Hamd olsun Sana Yâ Rabb! Sen bütün semâları, arzı
ve onlardakileri ayakta tutansın. Hamd sana mahsûsdur
ey Rabbim! Sen semâlarda, arzda ve onlarda ne varsa
hepsinin nûrusun. Hamd Sana mahsusdur ey Rabbim!
Sen semâların, arzın ve onlardakilerin mâlikisin. Ve
Sana yine hamd olsun ki, Sen Hakk’sın. Senin va‘din
de hakk, Sana kavuşmak da hak, sözün de hak, cennet
de hak, ateş de hak, nebîler de hak, Hz. Muhammed
-salla’llâhu ‘aleyhi ve sellem- de hak, kıyâmet saati de
hak. Sana teslîm oldum ey Rabbim! Sana îmân ettim,
Sana tevekkül ettim ve Sana yöneldim. İnanmayanlara
karşı, Sana dayanarak mücâdele ettim ve neticede an-
cak Seni hakem olarak kabul ettim, benim evvelki yap-
tıklarımı da, sonradan yapacaklarımı da, gizli yaptıkla-
rımı da, açık yaptıklarımı da mağfiret et. Öne alan da
Sensin, geriye bırakan da Sensin. Senden başka ilâh
yoktur. Kuvvet ve kudret ancak, Allâh’a dayanmakladır.
(İmam-ı Buhârî, Sahih-i Buhârî, Teheccüd 14)
KUR’ÂN MUCİZESİ
Kur’ân’da Hz. Süleyman’ın ordularından bahsedilirken, ka-
rıncaların arasında bir “haberleşme sistemi” olduğuna işaret
edilmektedir:
Nihâyet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca
dedi ki: “Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin,
Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp geçme-
sin.” (Neml s. 18)
lar, bu küçük hayvanların çok organize bir sosyal yaşantıları
olduğunu ve bu organizasyonun gereği olarak aralarında çok
kompleks bir iletişim ağının var olduğunu ortaya koymuştur.
Büyük veya küçük herhangi bir karınca, başındaki karmaşık
duyu organlarıyla, milyonlarca hatta daha fazla kimyasal ve gör-
sel sinyalleri yakalar. Beyin 500.000 sinir hücresi içerir; gözler
birleşiktir; antenler insandaki burun ve parmak ucu gibi hareket
eder. Ağzın altındaki projeksiyonlar tadı algılar, kıllar dokunma-
ya karşılık verir.68
Biz farkına varmasak da karıncalar, hassas duyu organları
sayesinde oldukça farklı iletişim yöntemleri kullanırlar. Avlarını
bulmaktan birbirlerini takip etmeye, yuvalarını kurmaktan sa-
vaşmaya kadar hayatlarının her anında bu duyu organlarından
faydalanırlar. 2-3 milimetrelik vücutlarının içine sığdırılmış yüz-
binlerce sinir hücresiyle, insanları hayrete düşürecek bir iletişim
sistemine sahiptirler.
Karıncaların iletişim kurmak amacıyla kullandıkları kimya-
sal maddeler, yarı-kimyasallar (semiochemicals) olarak bilinen
“feromen”lerdir. Bir karınca sinyal olarak bu sıvıyı salgıladığın-
da, diğerleri koku veya tat alma yoluyla mesajı alır ve cevap
verirler. Karınca feromenleri üzerinde yapılan araştırmalar, tüm
sinyallerin koloninin ihtiyaçlarına göre salgılandığını ortaya çı-
karmıştır.
Görüldüğü gibi, karıncaların yaptıkları işlemleri yapabilmek
için, kapsamlı bir kimya bilgisine ihtiyaç vardır. 14 asır önce-
sinde, karıncalar hakkında böylesine ayrıntılı bilgi sahibi olun-
madığı bir dönemde, karıncaların iletişimine dikkat çekilmesi
Kur’ân’ın bilimsel mucizelerinden biridir.
(National Geographic, c. 165, no. 6, s. 777. Bert Hölldobler-Edward )
NAZAR VE YANGIN DUÂLARI
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Allâhümma’hrusnâ bi-‘aynike’lletî lâtenâmu, ve’hfaznâ
bi-ra’fetike’lletî lâterâmu, ve’rhamnâ bi-kudretike ‘aleynâ
felâ tühlik ve ente sikatünâ ve recâunâ, yâ erhame’r râhimîne
ve yâ ekreme’l-ekremîne. “Allâhümme, yâ mukallibe’l-kulûb,
sebbit kulûbenâ ‘alâ dînike ve tâ‘atike.” “Allâhümme’c‘al fî
kalbî nûran ve fî basarî nûran ve fî sem‘î nûran ve ‘an yemînî
nûran ve ‘an yesârî nûran ve fevkî nûran ve tahtî nûran ve
emâmî nûran ve halfî nûran ve’c‘al lî nûran.” (buhârî)
El-hamdü li’llâhi’llezî tevâda‘a küllü şey’in li-‘azametihî
ve’l-hamdü li’llâhi’llezî zelle küllü şey’in li‘izzetihî, ve’l-
hamdüli’llâhi’llezî hada‘a küllü şey’in li-mülkihî, ve’l-hamdü
li’llâhi’llezî istesleme küllü şey’in li-kudretihî.
Türkçe Anlamı:
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla.
Allâh’ım! Bizi uyumayan zâtınla koru. Dâimî şefkatinle bizi
muhâfaza et. Bize kudretinle merhamet et. Bizi helâk etme! Ey
merhametlilerin merhametlisi. Ey ikrâm edenlerin en keremlisi
Sen bizim güvencemiz ve umûdumuzsun. Ey kalbleri çeviren
Allâh’ım! Benim kalbimi Senin dînin üzerine ve Sana itaat üze-
rine sâbit kıl. Allâh’ım! Kalbimde bakışımda, dinleyişimde, sa-
ğımda, solumda, altımda, üstümde, önümde ve arkamda nûr kıl,
aydınlık yap. Bütün hamdler her şeyin azameti önünde eğildiği
Allâh’a âittir. Bütün hamdler her şeyin izzeti önünde zelîl olduğu
Allâh’a âittir. Bütün hamdler her şeyin saltanâtı önünde eğildiği
Allâh’a âittir. Bütün hamdler her şeyin kudreti önünde teslîm ol-
duğu Allâh’a âittir.
Ali (k.v.)’den rivâyetle Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdular:
“Her kim sıfatlarımı yani (Muhammed, Mahmûd, Ahmed,
Hâmid, Hamîd) isimlerimi yazar sonuna kadar da okur ve
evine (işyerine) asarsa oraya belâ, vebâ, hastalık, illet, nazar
(göz değmesi), hased eden, sihir, yıkım, yangın sel felâketi
uğramaz. İsimlerim o yerde kaldığı müddetçe o kimseye fa-
kirlik, zehir, gam ve keder dokunmaz.”
Not: Bu isimlerin evin girişine asılması ve girip çıkarken oku-
narak salevât getirilmesi tavsiye olunur.
(Misvak Neşriyât, İbâdet Takvimi ve Duâlar, s.197)
KUR’ÂN RUHUN GIDASI
MÜZİK İSE RUHUN ZEHİRİDİR
Berâ b. Azıb’den rivâyet edilen hadîste Resûlullâh (s.a.v.) şöyle
buyurmaktadır.
“Seslerinizi Kur’ânla süsleyiniz” (Abdurrezzâk). Yani onun
kıraatına düşkün olunuz ve seslerinizi onunla meşgul ediniz. ma-
nasınadır. Buhâri ve Müslim’in; Ebû Hureyre (r.a.)’den yaptıkları
rivâyete göre Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allâhu Teâlâ
hiçbir sesi, kendisine indirilmiş olan kitabı güzel sesle kıraat
eden (okuyan) bir nebinin sesini sevdiği kadar sevmedi”
Bu teğanni onu tecvid kuralları dışına çıkartmadığı zamandadır.
Yoksa müstehab iken mekruha döner. Musikînin vezinlerine özen-
meğe gelince, bid’atların en kötüsündendir.
Zira eğlenen kâlbler, aldanan, hata eden gönüller şeytânı kova-
mazlar bilakis vesveseleri artar.
Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur. “İnsanlardan sözün lehvini
satın alanları vardır.” (Lokman s. 6). Bazı müfessirlerden naklen
denilmiştir ki: O şarkı söylemektir. Hatta İbn-i Abbâs (r.a.) bu hu-
susta yemin etmiştir.
Ebû Dâvud ve Beyhaki’nin, İbn-i Mesûd (r.a.)’den naklettiklerine
göre Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Suyun sebzeyi bitir-
diği gibi şarkı da nifâk bitirir.” Munavi diyor ki: Eyvahlar olsun o
kimseye ki Rahmân’ın hitabını dinlemeyi, çalgı âletlerini, lahinlerini
dinlemekle ve fasıklar meclisinde oturmakla sattı.
İblis, yer yüzüne indikten sonra, ya Rabbi bana ev ver dedi.
Hamamlar senin evin. Yemek istedi. Besmelesiz yenen yemekler
senin denildi. Müezzin istedi. Mizmarlar (çalgılar) müezzinin denildi.
Yazıların dövme, hadîslerin yalandır. Resûlün (elçin) kâhinler, falcı-
lar, tuzağın da kadınlardır.) (İbn Ebiddünya, İbn Cerir)
(İki ses, melundur: Nimete kavuşunca (mizmar) çalgı, musibete
maruz kalınca feryat.) (Bezzar)
(Allâhü teâlânın gazâbına sebep olan şeyler: Acıkmadan ye-
mek, uykusu yokken uyumak, tuhaf bir şey olmadan gülmek, mu-
sibette feryat etmek, nimete kavuşunca mizmar (çalgı çalmak).
(Deylemi)
Tasavvuf müziği diye bir şey yoktur. Müzik, nefsin gıdası, ruhun
zehiridir, kalbi karartır. (Dürr-ül mearif)
(Muhammed Ebû Said Hadimi, Berîka, c.4 s.444-446.)
KAZANÇLI SÖZLER
“Bir kimse fecir namazının sonunda dizleri üzerine
oturarak (çökerek) hiçbir kimse ile konuşmadan (Lâ ila-
he illallâh, vahdehu la şerike lehü, lehü’l-mülkü velehü’I-
hamdü yühyî ve yümît, ve hüve alâ külli şey’in kadîr) diye
on kez tekrarlarsa, Hakk Teâlâ o kişiye on iyilik yazdı-
ğı gibi on kötü amelini de silmiş olur, ayrıca da o kişiyi
on basamak yükseltmiş olur, o kişi o gününde her türlü
mekruhtan ve şeytânın şerrinden korunur ve o gün şirk-
ten gayrı yapacağı herhangi bir günahla muaheze olun-
maz. (hesaba çekilmez) Zira Hakk Teâlâ şirk işleyenleri
hiçbir şekilde affetmez ve korumaz.” (Tirmizî). Nesâî’nin
rivâyetinde (kadîr’den sonra) “biyedihi’l-hayr” ziyadesi vardır.
“Her kim akşam namazından sonra on kez (Lâ ilahe
illallâh, vahdehü la şerike lehü, lehü’l-mülkü velehü’I-
hamdü yühyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in kadir)
derse Hak Teâlâ melâikeden silâhlı koruyucular gönde-
rerek o kişiyi şeytânın şerrinden sabah oluncaya kadar
korurlar. Ayrıca Hakk Teâlâ o kişiye on iyi amel yazdığı
gibi helak edici on kötü amelini de silmiş olur. Bütün bu
sayılanların yanında (okuduğu tevhid) on mü’min köle
kadının azad edilmesi sevabına eşittir” buyurulmuştur.
(Nesâî ile Tirmizî)
“Fecirden sonra üç kez, ikindiden sonra da üç
kez (Estağfurullâh el-azîm ellezî lâ ilahe illâ hüve’l-
hayye’l-kayyûme ve etûbü ileyh) diyerek istiğfârda
bulunan kimsenin deniz köpükleri kadar kabahatleri
olsa da affedilir” (es-Sinni)
“Her farz namazdan sonra kişi on kez İhlâs sûresini
okumuş olsa, dilediği kapıdan cennete girdiği gibi ora-
daki hurilerden biriyle de evlendirilir.” (Ebû Ya’lâ ve Taberânî)
“İhlâs sûresini sabah namazından sonra oku-
yanlar da aynı şekilde ikrâm görmüş olurlar” (İbn Ebi’d-
Dünya ve Taberânî)
EMİR BUHARİ (K.S.)’UN MEŞHUR MUHAFAZA DUASI
Emir Buhari hz. şöyle buyuruyor: ‘’Her kim, bu hizb-i
şerîfi sabah okusa, akşama kadar gökten kaza yağmuru
yağsa onun bir kılına zarar gelmeye.Ve akşam okusa yine
sabaha kadar bir kılına zarar gelmeye. Bi iznillahi teala 70
melaike onu sabah ve akşam muhafaza ede. Bu hizbi kim
okuyup,üzerine üflese (nefeslese) o kimseye gerek yer ve
gerekse gök ehlinin zararı dokunsa bana lanet ede.Bu du-
rum hayatımızda olduğu gibi vefatımızdan sonrası için de
geçerlidir.
Bu dua şudur:
Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Allâhümme salli ‘alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve
sahbihî ve sellim. Ya uddeti inde şiddeti. Veya ğavsi inde
kurbeti veya hârisî inde külli müsibetî Veya hâfizî inde külli
beliyyetî. Ve sallallâhü ‘alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî
ve sahbihî ve sellem.”
Türkçe Anlamı:
“Allâh’ım! Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’in âline ve
ashâbına salât ve selâm eyle. Ey sıkıntı anlarımda des-
tekçim, Ey kederli anlarımda yardımcım, Ey her musîbette
gözetip kollayanım, Ey her belâ anında koruyucum; Mu-
hammed (s.a.v.) Efendimiz’in âline ve ashâbına salât ve
selâm eyle.”
Âyete’l Kürsî’nin Fâzileti:
Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki; “Bakara Sûresinde bir
Âyet vardır ki Kur’ân Âyetlerinin Efendisidir. Şeytan
olan herhangi bir evde okunursa (şeytan) o evden çı-
kar. (O Âyet) Âyet-el Kûrsi’dir.” (Beyhâki) “Her kim farz na-
mazın arkasında Âyet-el Kûrsi’yi okursa, diğer namaza
kadar Allah’ın zimmetinde olur.” (Heysemi)
“Her kim Âyet-el Kûrsi’yi ve Bakara Sûresinin so-
nunu sıkıntılı(kederli) anında okursa Allah ona yardım
eder” (Suyuti, Dürrül Mensûr)
(Ömer Muhammed Öztürk, İbadet Takvimi ve Dualar, 196.s.)
KUR’AN-I KERİM BİR MU‘CİZEDİR
Resûlullâh (s.a.v.) buyurmuşlardır: “Allâh Kur’ân’ı em-
redici, nehyedici, uyulan, başlı başına nûrlu bir yol, dil-
lerden düşmeyen bir örnek olarak göndermiştir: İçinde
sizin, sizden öncekilerin ve sizden sonra (gelecek)lerin
de haberi vardır. Aranızda cereyan edecek olayların da
hâkimidir O. Çok okumak onu eskitmez. Garaibi bit-
mez! O gerçektir, şaka değildir. Onunla söyleyen doğru
söyler… Onunla hükmeden adâletle hükmetmiş olur.
Onunla savunan dâimâ muzaffer olur. Onun ışığında
taksîm eden herkese hakkını tam vermiş olur. Onunla
amel eden me’cur olur… Ona temessük eden (sarılan)
dosdoğru bir yola kavuşmuş olur. Ondan başkasın-
dan hidâyeti isteyeni Allâh saptırır, ondan başkasıyla
hükmedenin de Allâh belini kırar (helâk eder). O, hü-
küm ve hikmetleri içine alan bir zikirdir. Apaçık nûrdur.
Dosdoğru bir yoldur. Allâh’ın sapasağlam (muhkem)
bir ipidir. (Her hastalığa) yararlı olan bir şifâdır. Kendi-
sine sarılanı korur. Kendisine tâbî olanı kurtarır… Eğri
büğrü olmaz ki düzeltilmeye muhtaç olsun! (Doğrudan)
meyletmez ki kınansın… Acâip (ve garâibi) bitmez. Çok
okumak (ve tekrarlanmak)la eskimez.”
İbn Mes‘ud (r.a.)’den aynı bunun gibi bir hadîs rivâyet
edilmiştir. O hadîsde şöyle geçmektedir. “İçinde ihtilâfa
mahal bir şey yoktur! Zarâfeti ve göz alıcılığı asla kayb
olmaz!.. İçinde öncekilerin de sonrakilerin de haberi
mevcuttur.”
Kudsî bir hadîs-i şerîfde şöyle buyurulur: Allâh (c.c.)
Muhammed (s.a.v.)’e şöyle hitâb etmiştir: “Ben sana öyle
Tevrat(a benzer) yepyeni bir kitab göndereceğim ki,
sen onunla, kör gözleri, sağır kulakları, kapalı kalple-
ri açacaksın! İlim menbaları ondadır… Ondadır fehm-i
hikmet ve kâinlerin baharı!…”
(Kadı ‘Iyâz (rh.a.), Şifâ-i Şerîf, 274-276.s
DUÂ’NIN EDEBLERİ
Âlimlerin çoğunluğunun görüşüne göre duâ etmek
müstâhabdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rabbınız bu-
yurdu ki, bana duâ edip isteyin, kabul edip size vereyim.”
İmâm Ebû Hamîd el-Gazalî İhya’sında şöyle demiştir:
Duânın edepleri ondur.
son üçte birini ve seher vakitlerini, şerefli zamânlar oldukları
için gözetleyip seçmektir.
halinde, orduların karşılaşması zamânında, yağmur yağarken,
namâz ikametinde ve ondan sonra duâ etmek gibi…
yüze sürmek.
tır. En iyisi, Peygamber (s.a.v.) ve Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’den
nakledilen duâları yapmaktır. Herkes güzel duâ yapamayacağı
için, taşkınlığa düşmesinden korkulur.
isteğinin kabulünü doğrulamak. Süfyan İbn-i Uyeyne (Allah ona
rahmet etsin) şöyle demiştir: Sizden hiç birinizi, kendi için bil-
diği günahı, duâ etmekten asla alıkoymasın; çünkü Allah Teâlâ
mahlûkatın en kötüsü olan İblis’in: “Rabbim, insanlar dirilecek-
leri güne (kıyâmete) kadar bana mühlet ver”. Allah buyurdu:
“Sen mühlet verilenlerdensin.” duâsını kabul etmiştir.
bulünü acele istememektir.
Teâlâ’ya hamd ve senâda bulunduktan sonra Peygamber
(s.a.v.)’e salât getirmek ve yine böyle başlangıçta olduğu gibi
aynen duâyı tamamlamak.
ve asıl olandır. O da tevbe etmek, zulmü terk etmek ve Allah
Teâlâ’ya yönelmektir.
(İmam Nevevi, Dualar ve Zikirler)
KUR’AN’IN TAKLİT EDİLEMEZLİĞİ
Kur’an edebi yönden hayranlık uyandırıcı, benzersiz bir
üsluba sahiptir. Öncelikle belirtilmesi gereken Kur’an’ın her
çağdan, her türlü insan grubuna hitap eden bir anlatıma sa-
hip olmasıdır. Hiçbir yönden Kur’an’ın taklidi mümkün olma-
mıştır. Allah (c.c.)’ın Kur’an’ın benzersizliğine dikkat çektiği
âyetlerden bir kısmı şöyledir: “Eğer kulumuza indirdiğimiz
(Kur’an)’den şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bu-
nun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz,
Allah’tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz
yardımcılarınızı) çağırın. (Bakara Suresi, 23) Yoksa: “Bunu
kendisi yalan olarak uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Bu-
nun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru
sözlüyseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.”
(Yunus Suresi, 38)
Kur’an’ın mucize kelimesi ile nitelendirilmesinin sebeple-
rinden biri, yukarıdaki âyetlerde vurgulandığı gibi insan çabası
ile bir benzerinin yazılamamasından kaynaklanır. İşte bu im-
kansızlık ne kadar büyük olursa, mucize de o denli büyüktür.
Dolayısıyla Kur’an’ın üslubunun yüzyıllardır milyarlarca insan
arasından, tek bir kişi tarafından bile taklit edilemez oluşu, mu-
cizevi yönünün ispatlarından biridir.
ran (İncil ve Kuran’ın Yapısı) adlı kitabında, Kuran hakkında
şu yorumda bulunmuştur: Edebi bakış açısıyla değerlendiril-
diğinde, Kur’an en saf Arapçaya örnektir. Dilbilimcilerin bazı
durumlarda Kuran’da kullanılan belirli kalıp ve ifadelerle uyu-
şacak kurallar kullandıkları ve Kur’an’a eş bir çalışma üretmek
için birçok denemede bulunmalarına rağmen, henüz hiçbirinin
bu konuda başarılı olmadıkları bildirilmiştir.
Kur’an’ın anlatımında kullanılan kelimeler hem anlam ba-
kımından, hem de üslubun akıcılığı ve etkisi bakımından son
derece özeldir. Ancak Kur’an’ın Allah’ın emir ve yasaklarını
bildirdiği kutsal bir kitap olduğuna iman etmek istemeyenler,
çeşitli bahaneler öne sürerek inkara yönelmişlerdir.
(Arbuthnot, The Construction of the Bible and the Koran, 5.s.)
FÂTİHA’NIN TASAVVUFÎ TEFSİRİ
“Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet
eden ve Din Günü’nün sahibi olan Allah’a mahsustur.”
Hamd üç şekilde olur:
Sözle hamd: Cenâb-ı Allah’ın, peygamberleri (a.s.)’ın dilleri
üzerine, kendi nefsini övdüğü şeylerle kişinin, lisanı ile Allah’a
hamdü sena etmesidir
Fiilî hamd: Kişinin beden ile yapılan ibâdetleri yapmasıdır,
ve kerim olan Allah’a yönelerek, kişinin Allah rızası için hayır iş-
lemesidir. Çünkü dil ile hamdetmek insanın üzerine vacip olduğu
gibi, her uzvu (organı) hasebiyle belki her insanın her uzvunun
üzerine hamdetmek vâcibtir.
Hâlî (davranış ile) hamd: Kişinin, ilim ve amelde kemâle
ermesi ve ilâhî ahlâk ile ahlâklanmasıdır.
Alemlerin Rabbinin rahman Rahman olduğunu, beyan eder.
Rahman ki, onlara dünyada rızıklarını vermektedir. Rahim, ahi-
rette onları bağışlayandır. Bundan dolayı, ondan sonra, Allah,
ceza gününün sahibidir, cümlesi zikredildi. Yani Cenâb-ı Allah’ın
Rabbü’l-âlemin olması, ya Rahman olmasıyladır ki, o da dün-
yada onlara rızık vermektir. Ya da Rahîm olmasıyladır ki, o da
âhiretteki karşılığı mağfirettir.
“(Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yar-
dım dileriz.” İbâdet ancak nimeti sonsuz olan Allah’a yaraşır.
“Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğra-
mayanların, sapmayanların yoluna eriştir.”
Doğru yol, en doğru ve en sağlam İslâm dinidir. İslâm dini,
Kur’ân-ı azimüş-şan’ın delâlet ettiği ve Peygamberlerin Efendisi
(s.a.v) Hazretlerinin ahlâkıdır
Yani Cenâb-ı Allah, onlara, nefislerini hevâ-ü hevesin kıska-
cından, tabiatın kahrından, kurtarıp, Şer-i şerifi muhafaza (emir
ve yasaklarına) uymak konusunda başarı in’am etti. Şeytanın
hilesine karşı, korunma nimetini verdi.
Gazaba uğrayanlar ve sapmışlar da kalblerine ilâhî nuru
akıtmadıkları için, nefsin heva (ü heves) çölünde kayıp olanlardır.
Amin. “Ey Allahım! Dualarımızı kabul et” manasınadır.
(İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, c.1 s. 98)
GİZLİ VE AÇIKTAN KUR’AN OKUMANIN FAZİLETİ
Bilinmelidir ki, Kur’an okumak, zikirlerin en faziletlisidir.
Ancak istenen, düşünerek ve ibret alarak olan okuyuştur.
Okuyuşu ile Allah rızâsını isteyecek ve bundan başka bir
şeye kavuşmayı kasd etmeyecektir. Kur’an ile edeblene-
cek ve Allah Sübhânehu ve Teâlâ Hazretlerine münâcatta
bulunduğunu ve kitabını okuduğunu zihninde tutacaktır.
Sesi yükselterek Kur’an okumanın faziletine dair haberler
nakledildiği gibi, gizli okumak hakkında da haberler varid
olmuştur. Nitekim Hadîs-i Şerîf’te; Rasûlullah(s.a.v) şöyle
buyumuştur: “Kur’an-ı Kerim’i sesli okuyan açıktan sa-
daka verene benzer, sessiz okuyan ise sadakayı gizlice
veren gibidir.” (Tirmizi, Ebû Dâvûd)
Bu iki durum karşısında alimler demişlerdir ki, riyadan
korkan kimse için, gizli okumak daha faziletlidir. Riyadan
korkmayan için de, aşikâre okumak daha faziletlidir; ancak
namaz kılanı veya uyuyanı veya bunlardan başkasını ra-
hatsız etmemek şartı ile…
Aşikâre okumakta amel daha büyük olduğu için, bu
durum onun faziletine delildir. Yine bu okuyuşun faydası
başkasına da geçer, okuyucunun kalbini uyarır, gayre-
tini düşünceye çevirir, ona kulak verdirir, ondan uykuyu
giderir, neş’esini artırır, gafil ve dalgın bulunanları uyarır,
onları ferahlandırır. İnsanın kalbine bu niyetler geldiği za-
man, aşikâre okumak daha faziletlidir. Okuyucunun kalb ve
kahb itibariyle huzur ve huşu halinde bulunarak okuması
ve okuduğundan ibret alması gereklidir. Bu durumda kalb-
ler ferahlanır ve nurlanır. Büyük İmam, keramet ve maarif
sahibi, ilâhî lütuf ve vergilere nail olmuş İbrahim El-Havas
(r.a.) şöyle demiştir:
“Kalbin ilâcı beş şeydir:
bulundurmak, 3. Gece ibâdete durmak, 4. Seher vaktinde
Allah’a yalvarmak, 5.Salih kimselerle oturmak.”
(İmam Nevevi, Dualar ve Zikirler)
EYYÂM-I BIYZ ORUCUNUN BÜYÜK ECRİ
Hazret-i Alî (k.v.)’den: “Bir öğle vakti Resûlullâh (s.a.v.)’i
evinde ziyâret ettim ve kendilerine selâm verdim. Selâmıma
mukâbele ettikten sonra buyurdular ki:“Yâ Alî!, Cibrîl’in
sana selâmı vardır.” Ben de: “Aleyke ve aleyhis-selâm Yâ
Resûlallâh (s.a.v)” dedim. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.)
“Bana yaklaş” dedi. Ben de yaklaştım. Buyurdular ki: “İşte
Cibrîl, senin için diyor ki her aydan üç gün oruç tutsun.
Birinci gün için on bin sene, ikinci gün için otuz bin
sene, üçüncü gün için de yüz bin sene oruç tutmuşcası-
na sevâb yazılacaktır.”
Ben:“Yâ Resûlallâh (s.a.v.), bu üç gün orucu tutarsam
bunun sevâbı yalnız bana mı mahsûs? Bütün insanlar bu
orucu tutarlarsa onlara bu sevâblar verilmeyecek mi?” de-
dim. Resûlullâh (s.a.v.):“Yâ Alî! Allâh Teâlâ bu sevâbları
sana ve senin gibi bu oruçları tutanlara verecektir.” bu-
yurdular. Ben “Yâ Resûlallâh (s.a.v.)! Bu oruçlar ne zaman,
hangi günlerde tutulacaktır?” dedim. Buyurdular ki:“Bu
günler arabî ayların on üç, on dört ve on beşinci günle-
ridir. Bu üç güne “eyyâm-ı bıyz” (Beyaz günler) derler.”
dedi.”
Eyyâm-ı bıyz denmesinin sebebi: Hadîs-i şerîfi Hz. Alî
(k.v.)’den rivâyet eden Anter (r.a.):“Alî (k.v.)’den sordum:
“Eyyâm-ı bıyz” ne demektir?” Alî (k.v.) şöyle cevâb verdiler:
Hazret-i Âdem aleyhisselâm yeryüzüne indiğinde güneşin
harâretinden teni siyahlanmıştı. Cibrîl (a.s.):“Ey Âdem, te-
ninin beyaz olmasını arzu eder misin?” dedi. Âdem (a.s.)
“Evet!” dedi. Cibrîl (a.s.): “Öyle ise ayın on üç, on dört ve on
beşinci günleri oruç tut” dedi.
Âdem (a.s.) on üçüncü günü oruç tuttu; teninin üçte biri
beyazlandı. On dördüncü günü oruç tuttu; teninin üçte biri
daha beyazlandı. On beşinci günü de oruç tutunca onun bü-
tün vücûdu bembeyaz oldu. İşte “eyyâm-ı bıyz” denmesinin
sebebi budur.
(Hz. Seyyid Abdü’l-kâdir-i Geylânî (k.s.), Üç Aylar ve Fazîletleri, 82 s.)
UHREVÎ SIKINTILARDAN KURTULMA YOLLARI
Hadîs-i Şerifte şöyle rivayet edilmiştir:
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz:
“Her kim, bir mü’minin dünya sıkıntılarından bir sı-
kıntıyı giderirse Allah (c.c.) da ondan kıyamet gününün
sıkıntı ve endişelerinden bir sıkıntıyı giderir. (Müslüman)
bir kul dîn kardeşinin yardımında bulundukça Allah da
onun yardımında bulunur.” buyurmuştur.
Hakîm-i Tirmizî (r.a.)’nin Nevâdir’ül-Usûl adındaki kita-
bında Abdurrahman bin Semüre (r.a.)’den tahriç ettiği bir
Hadîs-i Şerifte Abdurrahman (r.a.) şöyle demiştir:
“Bizler bir gün Medine mescidinde iken yanımıza Resûl-i
Ekrem (s.a.v.) çıka geldi ve:
“Muhakkak ben akşamleyin rüyamda teaccüb edilecek
şeyler gördüm. Şöyle ki:
1-Ümmetimden bir kimseyi gördüm. Yanına, canını al-
mak için ölüm meleği (Azrail) gelmişti. O sırada bu zâtın,
annesine ve babasına etmiş olduğu iyilikler geldi de, ölüm
meleğini o anda onun canını almadan geri çevirdi.
2-Yine ümmetimden bir kimseyi gördüm, ona karşı kabir
azabı açılıp yayılmıştı.Yani kabir azabını ifâ etmekte olan
melekler kabir azabını yaymışlardı. Derken onun almış oldu-
ğu abdestleri yetişti de onu bu azâbdan kurtardı.
3-Yine ümmetimden bir kişiyi gördüm, kendisini şeytan-
lar kuşatmışlardı. Ona Allah (c.c.)’ı zikretmesi yetişti de onu
şeytanların arasından kurtardı.
4-Yine ümmetimden bir zâtı gördüm. Kendisini azâb me-
lekleri kuşatmış halde idi. Ona kıldığı namazlar yetişti de onu
azâb meleklerinin elinden kurtardı.
5-Yine ümmetimden bir kimseyi gördüm ki o susuzluktan
dilini dışarı sarkıtmış vasiyette idi. Her ne zaman (su içmek
için) havuz başına gelirse oradan kovuluyordu. Derken yanı-
na, tutuğu oruçları geldi ve ona su içirerek onun susuzluğu-
nu giderdi ve onu suya doyurdu.
(İmâm-ı Şa’rânî, Ölüm, Kıyamet, Âhiret, s. 160)
KUR’AN OKUMANIN ÂDÂBI
Kur’an okumak, zikirlerin en faziletlisidir. Kur’an okumanın bir
takım edebleri vardır. Öncelikle dişleri misvakla temizleyip ab-
dest aldıktan sonra tenha bir yerde ciddiyet ve tevâzu ile yüzünü
kıbleye çevirerek oturmalı, sonsuz bir kalp huzuru ve sükûnet
içinde o vakte uygun bir manevi zevkle, sanki Allahu Teâlâ’ya
okuyormuş gibi okumalıdır. Eğer manasını anlıyorsa, manasını
düşünerek ve tefekkür ederek okumalıdır. Rahmet âyetleri gelin-
ce rahmet ve af dilemeli, azâb âyetleri gelince Allah’a sığınma-
lıdır. Çünkü ondan başka kurtarıcı yoktur. Allahu Teâlâ’yı tesbih
ve takdis eden âyetlere gelince “Subhanallah” demeli. Okurken
içinden ağlamak gelmiyorsa zorla ağlamaya çalışmalıdır.
Eğer maksadı ezberlemek değilse okurken acele etmemeli,
Kur’an-ı Kerim’i rahle, yastık veya yüksek bir şeyin üzerine koy-
malıdır. Okurken kimseyle konuşmamalı, şâyet konuşma ihtiyacı
duyarsa Kur’an-ı Kerim’i kapatarak konuşmalı, sonra (Eûzübill
ahimineşşeytanirraciym) diyerek tekrar başlamalıdır. Eğer et-
rafındaki insanlar kendi işleriyle uğraşıyorlarsa sessiz okumak
efdaldir. Yoksa sesli okumak daha iyidir. Alimler Kur’an-ı Kerim’i
okumanın, altı zahiri, altı bâtinî âdâbı olduğunu söylemişlerdir.
Zahiri Edepler:
eda etmek,
ve eziyet verme endişesi varsa sessiz okumalıdır. Yoksa sesli
okumak efdaldir,
Bâtınî Edepler:
kalbine yerleştirmek,
lüğünü ve büyüklüğünü kalbinde bulundurmak,
(Zekeriya Kandehlevi, Fazâil-i Âmâl, 178-206)
KUR’ÂN’I HATMETMENİN ADABI
İbn-i Abbas (r.a.) ’dan: Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)‘e
“Amellerden hangisi daha üstündür?” diye sorduğunda bu-
yurdular ki; “HâllulMurtehildir.” O adam; “HâllulMurtehil ne
demektir?” diye sorduğunda Peygamber (s.a.v.) ;“Kur’an-ı
Kerim’i başından başlayıp sonuna varıncaya kadar oku-
yan, sonuna varınca yine başından başlayan, durduğu
yerden tekrar ilerleyen Kur’an ehline denilir” buyurdu.
(Tirmizi, Hâkim)
“Hâil” varacağı yere ulaşan kimseye denir. “Mürtehil” ise
oradan hareket edene denir. Yani Kur’an-ı Kerim bittiğinde
yeniden başlanmalı. “Yeter artık bitti, sonra bir daha bakarız”
denmemelidir. Günümüzde halk bunu ayrıca bir usul kabul
etmekte, sonradan Kur’an’ı hatim etmeye önem vermemek-
tedir. Halbuki işin (gerçeği) böyle değildir. Aslında burada
hemen ikinci hatime başlamak maksattır. Ona başlayınca da
bitirmek gerekir. Zira, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) (Kur’an’ı bitirin-
başından Muflihun’e kadar okur ve ondan sonra hatim duası
yapardı. (Darimi)
Ebû Mûsa el-Eş’arî(r.a.) ‘dan, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöy-
le buyurdu: “Kur’an-ı sık sık okuyarak yoklayınız. Nefsim
kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an’ın ha-
fızadan çıkması, bağlanmış devenin kaçmasından daha
süratlidir.” (Buhâri, Müslim) İnsan hayvanı korumaktan gafil
olur ve hayvan ipinden kurtulursa kaçar, gider. Bunun gibi,
eğer Kur’an-ı Kerim muhafaza edilmezse, hafızada kalmaz
ve unutulur. Aslında Kur’an-ı Kerim’in ezberlenmesi gerçek-
ten onun apaçık bir mucizesidir. Yoksa Kur’an’ın yarısı veya
üçte biri kadar olan bir kitabın ezberlenmesi bile sadece zor
değil, hemen hemen imkansızdır. Bu sebeple Allahu Teâlâ
O’nun ezberlenmesini Kamer sûresinde bir nimet olarak zik-
retmiş ve bu konuda sık sık uyarıda bulunmuştur:
“Andolsun ki, Biz Kur’an’ı ezberlemek için kolaylaş-
tırdık. Ezberleyen yok mudur?”(Kamer-17,22,32,40)
(Zekeriyya Kandehlevi, Fezâil-i A’mal, s.239)
KÖLE AZAD ETMEK İSTER MİSİNİZ ?
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere vasiyetlerinden biri de, kendi
emri altında erkek veya kadın köle bulunduran, özellikle pek
günahkâr olan idareci, hâkim ve vali gibi zengin varlıklı kişi-
lere, köleleri gönül rızası ile hürriyetlerine kavuşturmaları için
öğüt vermemiz hakkındadır.
Fakir kimselerin köle azad etme imkânları olmadığından
onlardan bu istenmemiştir. Fakat onları bunun sevabından
mahrum bırakmamak için, Hak Taâlâ, bir fakire her gün için
bir köle azad etmişçesine sevab kazanacağı yollar da gös-
termiştir. Nitekim, sahih bir hadîsde şöyle buyuruluyor: “Bir
kimse günde on defa: (Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şe-
rike lehü lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümîtü
ve hüve alâ kûlü şey’in kadir) tehlîlini tekrarlamış olsa,
İsmail oğullanndan bir köleyi hürriyete kavuşturmuş sa-
yılır. Bu duayı yüz defa tekrarlamış olsa on köleyi azad
etmiş sayılır”.
Ve yine haber verildiğine göre: “Bir kimse bir defa (Al-
lahümme innî asbahtü üşhidüke hamelete arşike ve
melâiketeke ve cemîa halkıke enneke ente’llâhü’l-lezî lâ
ilahe illâ ente vahdeke lâ şerike leke, ve enne Muhamme-
den abdüke ve Resûlüke) demiş olsa, Hak Taâlâ o kim-
senin dörtte birini ateşten uzak tutmuş olur. Bu duayı iki
defa tekrarlamış olsa, yarısını, üç defa tekrarlamış olsa,
dörtte üçünü, dört defa tekrarlamış olsa, o kimseyi bütü-
nü ile cehennem ateşinden korumuş olur”.
Şeyhayn ve bazıları merfûan şu hadîsi rivâyet ederler:
«Herhangi bir kimse, müslüman bir köleyi hürriyete . ka-
vuşturmuş olursa, Hakk Teâlâ, azad edilen kölenin her
uzvuna mukabil, o kimsenin uzuvlarından her birini ateş-
ten korur”.
Allah’ın rızası üzerine olsun İmam Hz. Hüseyin oğlu Ali
Zeyne’l-Âbidîn Hazretleri bu hadîsi duyunca, kölesi olan. bi-
rine koşar, sahibine on bin dirhem veya bin dinar vererek o
köleyi hürriyete kavuşturur.
(İmam-ı Şa’râni, Uhudü’l Kübrâ, 389.s.)
ŞİFÂ ÂYETLERİ
îkâz: Şifâ Âyetleri, bir defada hepsi okunmak üzere
sabah ve akşam yedişer defa okunacaktır. Hastalığın şid-
detine göre sayı artırılabilir.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Ve yeşfi sudûra kavmin Mü’mînîn. (Tevbe s. 14)
Veşifâun li-mâ fi’s-sudûr. (Yûnus s. 57)
Yahrucumin butûnihâ şarâbun muhtelifun elvenu-
hu fihi şifâun li’n-nâs. (Nahl s. 69)
Ve nünezzilü mine’l-kur’âni mâ hüve şifâun ve rah-
metün li’l-Mü’mînîn. (İsra s. 82)
Ve izâ meridtü fe-hüve yeşfin. (Şuarâ s. 80)
Kul hüve li’llezîne âmenû hüden ve şifâ’en. (Fussilet
ŞİFÂ DUALARI-1
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Bismillah! erkîke, Allâhü yeşfike, ezhibi’l-be’se,
Râbbe’n-nâsi, ve’şfi, ente’ş-şâfi, lâ-şifâe illâ şifâuke,
şifâen lâ-yuğâdiru sekamen. Âmîn. Bi-rahmetike yâ
erhame’r-râhimîn. Min külli şey’in yü’zîke ve min külli ‘ay-
nin ve hâsidin, Allâhü yeşfîk.
ŞİFÂ DUALARI-2
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Bi-hakki enzelnâhu ve bi-hakki nezele, ezhibi’l-be’se
Râbbe’n-nasi ‘annî, i’şfi ente’ş-şâfi’ lâ-şifâe illâ şifâuke i’şfi
şifâ’.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoglu {k.s), Duâlar ve Zikirler)
ŞİFÂ İÇİN OKUNACAK SALAVAT-I ŞERİFE
Allâhümme sallı ‘alâ seyyidinâ, Muhammedin tıb-bül
gulübi ve devâihâ ve âfiyetül ebdâni ve şifâihâ ve nûrul
ebsâri ve ziyâihâ ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ve bârik ve sellim.
Bu salevâtın hasta ve yakınları tarafından bol bol
okunması tavsiye edilmiştir.
(Ömer Muhammed Öztürk, İbadet Takvimi ve Dualar, 207-211.s.)
YASİN SURESİNİN FAZİLETİ
Atâ bin Ebî Rebâh diyor ki: Bana Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
’in şöyle buyurduğu ulaştı: “Günün başında Yâsîn sûresini oku-
yan kimsenin (o günkü) ihtiyaçları giderilecektir.” (Darîmî)
Hadîslerde Yâsîn sûresinin bir çok faziletleri anlatılmıştır.
“Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an-ı Kerim’in kalbi de Yâsîn
sûresidir. Kim Yâsîn sûresini okursa Allahu Teâlâ ona on defa
Kur’an’ı hatim etme sevabı verir.”
Bir rivâyete göre: Allahu Teâlâ Tâhâ ve Yâsîn sûrelerini, gök-
leri ve yeri yaratmadan bin sene evvel okudu, melekler duydukla-
rı zaman, “Bu Kur’an üzerlerine indirilecek olan ümmete ne
mutlu! Kur’an-ı Kerim’i yüklenecek (ezberleyecek) kalplere
ne mutlu! Bu Kur’an-ı Kerim’i okuyacak dillere ne mutlu!” de-
mişlerdir.
“Yâsîn sûresini sadece Allah rızası için okuyan kimsenin
geçmiş bütün günahları affolunur. Öyleyse bu sûreyi ölüleri-
nize okuyunuz.”
“Yâsîn sûresinin Tevrat’taki adı Mün’ime’dir. Çünkü o
kendini okuyanlar için dünya ve ahiret iyiliklerini toplamıştır.
Bu (sûre) dünya ve ahiretin musibetlerini uzaklaştırır ve ahi-
retin dehşetini giderir.” Bu sûreye Râfîa-Hâfıza’da denir. Yani
mü’minlerin derecelerini yükseltici ve kafirleri alçaltıcıdır
“Gönlüm ister ki Yâsîn sûresi ümmetimden her birinin
kalbinde bulunsun”.
“Kim Yâsîn sûresini her gece okur, sonra ölürse şehid
olarak ölür”
“Kim Yâsîn sûresini okursa mağfiret edilir. Kim aç iken
okursa doyar. Kim yolunu kaybettiği için okursa yolunu bu-
lur. Kim hayvanını kaybettiği için okursa hayvanını bulur. Kim
yemeğinin azalmasından korktuğundan dolayı okursa yemeği
yeterli olur, ölmek üzere olan birinin yanında okunursa ruhu-
nun çıkması kolaylaşır. Doğumdan zorluk çeken kadının ya-
nında okunursa doğumu kolaylaşır.”
“Kim Cuma günü Yâsîn ve Saffat sûrelerini okuyup da dua
ederse duası kabul olur”
Mukrî (r.h.) diyor ki: “Zalim sultan veya düşman korkusun-
dan dolayı Yâsîn sûresi okunursa korku gider.”
(Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i A’mâl, s.236-237)
KURAN-I KERİM KURALLARINA UYGUN
OKUNMALIDIR
Tertil lugatta, açık ve berrak bir şekilde okumaya denir.
Yani şu birkaç usûle uyarak okumaya denir.
çıkararak okumak.
2.Durulacak yerde tam bir şekilde durmak. Ta ki bir sözü
birleştirme ve ayırma yerli yerinde olsun.
leri iyice belli etmek.
4.Sesi biraz yükseltmek; ta ki Kuran-ı Kerim’in kelimeleri
dilden çıkarak kulaklara ulaşsın, oradan da kalbe tesir etsin.
5.Kalbe çabuk tesir etmesi için sesi hüzünlü bir şekle
sokmalı. Çünkü hüzünlü ses kalbe çabuk tesir eder. Bun-
dan dolayı ruhun güç ve duygusu daha fazla artar. Bu se-
bepten hekimler diyorlar ki: “Bir ilacın tesirini kalbe ulaştır-
mak gerekiyorsa ona güzel koku katılarak verilmelidir. Zira
kalp onu çabuk cezbeder. Tesirinin ciğere ulaşması istenen
ilaca da tatlı bir madde katılmalıdır. Çünkü ciğer tatlıyı cel-
beder. Bundan dolayı, Kur’an okurken özellikle güzel koku
kullanılırsa kalbe tesir etme gücü artar.
6.Şeddeleri ve medleri (uzatmaları) iyice belli ederek
okumalı. Çünkü onları belli etmekle Kur’an-ı Kerim’in aza-
meti ortaya çıkar ve tesirli olmasına yardımcı olur.
7.Rahmet ve azâb âyetlerinin hakkını vererek okuma-
lıdır.
Bu yedi şeye riâyet etmeye fert denir. Bunların hepsinin
gayesi birdir. (O da Kur’an-ı Kerim’den gereği gibi istifade
edebilmektir.)
Mü’minlerin annesi Hz. Ümmü Seleme (r.anha)’ ya biri:
“Peygamber (s.a.v.) Allah (c.c.)’ın Kitabı (Kur’an’ı) nasıl
okurdu?” diye sorunca, o, “Bütün harekeleri yükseltirdi. Yani
üstün, esre, ötre vs.’yi tam çıkarırdı. Her bir harf ayrı ayrı
belli olurdu.” dedi.
(Zekeriyya Kandehlevi, Fezâil-i A’mal, s.201-202)
Zor bir işle karşılaşınca okunacak dua: Enes’den
(r.a.) rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu:
“Allâhümme lâ sehle illâ mâ cealtehû sehlen ve ente
tecalü’l-hazne izi şi’te sehlen” (Allah’ım! Senin kolay
SIKINTILI ZAMANLARDA YAPILACAK DUALAR
kıldığından başka bir kolay yoktur. Sen dilediğin za-
man, zor (sert ve katı) olanı, kolay ve yumuşak yapar-
sın.” İbn-i Sünnî, İbn-i Hibbân.)
Geçim sıkıntısında okunacak duâ: İbni Ömer’den
(r.a.) rivâyet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) buyurdu:
“Birinizde geçim darlığı olunca, evden çıktığı zaman
şöyle demekten sizi alıkoyan nedir? “Bismillâhi ala
nefsî ve mâlî ve dînî. Allâhümme raddinî bikazâike ve
bâriklîfîmâ kuddirelîhattâ lâ uhibbe ta’cîlemâ ahherte
velâ te’hîre mâ accelte.” (Nefsim, malım ve dinim için
Allah (c.c.)’ın adıyla yardım Merim. Allah (c.c.)’ım! Se-
nin kazana (hükmüne) beni razı kıl ve bana takdir edi-
lende bana bereket ver ki, geciktirdiğini ivedilemeyi ve
ivedilediğini de geciktirmeyi istemeyeyim.” İbn-i Sünnî.
Afetleri defetmek için okunacak duâ: Mâlik oğlu
Enes’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, demiştir ki,
Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu: “Allah Azze ve Celle bir kula,
ehli, malı ve çocuğu hakkında bir nimet vermiştir de, o
kul: “Mâ şâallâhu lâ kuvvete illâ biîlâh.” (Allah (c.c.)’ın
dilediği olur, kuvvet ancak Allah (c.c.)’ındır) demiştir;
artık o kulun, onlar hakkında ölümden başka bir âfet
görmesi olamaz.” İbn-i Sünnî.)
Musibete uğrayanın okuyacağı duâ: Ebû Hüreyre’den
(r.a.) rivâyet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: “Her fena işten dolayı, her biriniz istir-
ca yapsın (Innâ lillah ve innâ ileyhi râci’ûn (Biz Allah
(c.c.)’dan geldik, yine O’na döneceğiz, desin). Öyle ki,
ayakkabısının (kopan) bağına varıncaya kadar… Çün-
kü bunlar, musibetlerdendir. “ İbn-i Sünnî.
Hz. Ali (r.a) bir defa kendi talebelerinden birine “Ben
sana, kendim ve Peygamberimiz (s.a.v)‘in en çok sevdi-
ği kızı Fatıma (r.anha)’nın başından geçenleri anlatayım
mı?” dedi. Talebesi “Tabi anlatın” dedi. Hz. Ali (r.a) “O kendi
elleri ile değirmeni çevirirdi. Bu yüzden elleri nasır bağlamıştı.
Su kırbasını kendisi doldurarak getirirdi. Bu yüzden kırbanın
iplerinden göğsünde izler meydana gelmişti. Evin her tarafını
kendisi temizlerdi. Bundan dolayı elbisesi hep kirlenirdi. Bir
defa Peygamberimiz (s.a.v)’e birkaç köle gelmişti. Ben Fa-
tıma (r.anha)’ya ‘‘Git, sen de kendine hizmetçi iste, sana
ev işlerinde yardımcı olsun’’ dedim. O Peygamber (s.a.v)’in
yanına gitti. Orası kalabalıktı, Fatıma (r.anha) çok utangaç ol-
duğundan herkesin önünde babasından istemekten çekindi
ve geri geldi. İkinci gün Peygamberimiz (s.a.v) bizzat kendi-
si geldi ve ‘‘Fatıma, sen dün ne için gelmiştin?’’ buyurdu.
Fatıma (r.anha) utandığından dolayı sustu. Ben ‘‘Ey Allah’ın
Resûlu, bunun durumu şudur; Değirmen çevirmekten
elleri nasır bağladı. Su kırbasını taşımaktan göğsünde
iplerin izleri çıktı. Daima ev işlerini yaptığından elbisele-
ri kir içinde kalıyor. Ben dün kendisine size hizmetçiler
geldiğini, onun da bir tane hizmetçi istemesini söylemiş-
tim. Onun için yanınıza gelmişti’’ dedim.” Bazı rivayetlere
göre Hz. Fatıma (r.anha) şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resûlu,
benim ve Ali’nin bir yatağımız var, o da bir koyun pos-
tudur. Geceleyin onu serip yatıyoruz. Gündüz üzerine
yem koyarak devemize yediriyoruz.” Peygamber (s.a.v)
“Kızım sabret, Hz. Musa ve onun ailesinin on seneye ka-
dar bir tek yatakları vardı. O da Hz. Musa’nın cübbesiydi.
Geceleyin onu serer üzerine yatarlardı. Sen takva sahibi
ol, Allah’tan kork ve O’nun emirlerini yerine getir. Evin
işlerini yapmaya devam et. Gece yatarken ‘‘33 defa Süb-
hanallah, 33 defa Elhamdulillah, 34 defa Allahu Ekber’’
Fatma (r.anha) “Ben Allah ve O’nun Resûlu’nden razıyım”
buyurdu.
(Muhammed Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i A’mal, s.112)
CİN VE BÜYÜDEN KORUNMANIN YOLU
Hz. Ali (k.v.)’den rivayetle Nebi (s.a.v.): “Âyetü’l-Kürsî bir
evde okunduğu zaman, şeytanlar oradan kaçarlar. Otuz gün
oraya yaklaşamazlar. Erkek ve kadın sihirbazlar (ve onla-
rın sihir ve büyüleri) kırk gece o eve giremez. Ey Ali! Onu,
(Âyetü’l-Kürsî’yi) çocuklarına, ehline ve komşularına öğret.
Bundan daha büyük bir âyet inmedi.”
Muhammed bin Übey bin Ka’b, O’da babasından rivayet etti.
Babası kendisine haber verdi.
“Kendisinin yeşil hurmaları kurutma harmanlığı vardı. Onları
taahhüt ediyordu yani koruyordu. Hurmalarının eksilmekte oldu-
ğunu gördü. Bir gece hurmaların bekçiliğini yapıp beklerken, er-
ginlik çağına eren bir genç gibi olan bir varlık gördü. Buyurdular:
-”O bana selâm verdi. Selâmını aldım. Ve ona sordum:”
-”Sen kimsin? İnsan mısın yoksa cin mi?” O:
-”Cinim!” dedi.
-”Elini bana uzat dedim.”
Elini uzattı. Eli köpek eli (ayağı) gibiydi. Kılları, köpek kılına
benziyordu. Kendisine sordum:
-”Cinlerin yaratılışı böyle mi?”
-”Cinler bilirler, onların içinde benden daha şiddetlisi yoktur.”
Ona yine sordum:
-”Bu yaptığın işe seni hamleden (mecbur edip iten) sebep
nedir?” O:
-”Senin sadakayı seven bir kişi olduğun haberi bana ulaştı.
Senin yiyeceklerinden bir nasîp alıp yemek istedim” dedi.
Babam ona sordu:
-”Bizi sizin (şer ve zararınızdan) ne korur? (Hangi âyet ve du-
ayı okusak cinlerin şerrinden muhafaza ediliriz?) O:
-”Kim bu âyeti (Âyet’ül-Kürsî’yi) akşamleyin okursa, sabaha
kadar bizden korunmuş olur. Ve kim bu Âyeti sabahleyin okusa
akşama kadar bizim zararımızdan korunmuş olur.” dedi.
Sabah olduğunda babam gelip bunu Efendimiz (s.a.v.)
Hazretleri’ne haber verdi. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri şöyle bu-
yurdular:
“Habîs (olan şeytan) doğru söylemiştir.”
(Tefsir-i Ebussuud ve Kenzu’l-Ummâl: 4061)
KUR’ÂN-I KERÎM’İ ÖĞRENİP ÖĞRETMENİN
VE OKUMANIN FAZİLETİ
Peygamberimiz (s.a.v.), Hadis-i Şerifler’inde şöyle bu-
yurmuşlardır. “Sizin hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve onu
öğretendir” “Bu Kur’ân’ı öğreniniz! Çünkü onun tilâvet
edeceğiniz her harfine karşılık on hasene ile me’cur
olur, mükâfatlandırılırsınız.” “Kim Kur”ân okur, onu
ezberler, onun helâlini helâl, haramını haram kılarsa,
Allah o kimseyi bu amelinden dolayı cennete koyar ve
kendisini ev halkından on kişinin her biri için de şefa-
atçi kılar.” “Kur’ân’ı okuyan ve onun içindekilere göre
amel eden kimsenin baba ve annesine, Kıyamet günü
ziyası güneşin bütün dünya evlerindeki ziyasından
daha parlak ve güzel tâc giydirilecektir.Baba ve anne-
sine böyle olursa, artık kendisine ne olacağını hesap
ediniz.” “Kur’ân okuyan mü’minin hali portakal gibi-
dir ki, kokusu güzel, tadı da güzeldir. Kur’ân okuma-
yan mü’minin hali hurma gibidir. Tadı güzeldir, fakat
kokusu yoktur. Kur’ân okuyan münafıkın hali, kokusu
güzel, fakat tadı acı olan reyhan gibidir. Kur’ân okuma-
yan münafıkın hali ise, kokusu acı, kötü, tadı da acı ve
kötü olan Ebu cehil karpuzu gibidir.”
(Müslim)
Peygamberimiz (s.a.v.) Hadis-i Şerifler’inde buyururlar
ki: “Bakara ve Âl-i İmran Sûreleri’ni okuyunuz! Çünkü
onlar Kıyamet gününde iki bulut veya iki gölge, veya
kanatları gerilmiş iki fırka kuş gibi gelecekler, okuyucu-
larını savunacaklardır.” “Evlerinizde Bakara Sûresi’ni
okuyunuz. Çünkü şeytan içinde Bakara sûresi okunan
eve giremez.” “Her kim geceleyin Bakara Sûresi’nin
sonundaki iki âyeti okursa, onlar ona yeter.” “Cebrail
(a.s.) bana: ‘Müjde! Senden önce hiçbir peygambere
verilmeyen iki nur sana verildi! Kitabın Fâtiha’sı ile
Bakara Sûresi’nin son âyetleri! Bunların, okuyacağın
her harfine karşılık, sana o harfin gerektirdiği sevap
verilecektir! dedi.” (Müslim)
“…Bunları öğreniniz, kadınlarınıza ve çocuklarınıza
da öğretiniz! Çünkü bunlar hem Kur’ân, hem duadır!”
(Müslim)
–
YAĞMUR, MAL VE EVLAD KAPILARININ ANAHTARI
Kur’ân-ı Kerim’de mağfiret dilemenin, yani istiğfar etme-
nin, rızkın ve yağmurun indirilmesine sebep olacağına dâir
deliller vardır.
İbn Subayh (rh.a.) dedi ki: Bir kişi el-Hasen’e kuraklık-
tan şikayet etti. Ona: Allah (c.c.)’dan mağfiret dile, dedi. Bir
diğeri ona fakirlikten şikayet etti, ona da: Allah (c.c.)’dan
mağfiret dile, dedi. Bir başka kişi ona: Allah (c.c.)’a dua et
de bana bir oğul ihsan etsin dedi, ona da: Allah (c.c.)’dan
mağfiret dile, dedi. Bir başkası bahçesindeki kuraklıktan
ona şikayet etti, ona da: Allah (c.c.)’dan mağfiret dile, dedi.
Biz böyle demesinin sebebini ona sorduk, o da: Ben kendi-
liğimden bir şey söylemedim, çünkü yüce Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor: “Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O, çok
mağfiret edicidir. Böylece O, üzerinize semayı (yağmu-
Size bağlar, bahçeler verir ve sizin için nehirler akıtır”
(Nûh s.10-11-12)
Şa’bî (r.a.) şöyle demiştir: Hz. Ömer (r.a.) yağmur dua-
sına çıktı. Geri dönünceye kadar mağfiret dilemekten baş-
ka bir şey yapmadı. Onlara yağmur yağdırılınca, yanında
bulunanlar: Biz senin yağmur için dua ettiğini görmedik,
dediler. O da: Ben kendisi sebebiyle yağmurun yağdırılma-
sı istenen semanın yağmur yağdırma sebeblerinin tümünü
zikrederek yağmur talebinde bulundum dedikten sonra:
“Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O, çok mağfiret
edicidir. Böylece O, üzerinize semayı (yağmuru) bol bol
salıverir. Mallarla, oğullarla size yardım eder. Size bağ-
lar, bahçeler verir ve sizin için nehirler akıtır” âyetlerini
okudu. (Zariyat 17-18)
(Bu ayette, Allah (c.c.)’ya istiğfar ederek yani ondan
bağışlanma dileyerek mal ve evlada kavuşulacağı beyan
edilmiştir.
Bu sebeple İslam büyükleri, çocuk isteyen kişinin günde
700 defa “Estağfirullah el azîm ve etûbü ileyk” istiğfârına
devam etmelerinin uygun olacağını söylemişlerdir.)
(İmam Kurtubi, Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 18, s. 48)
NEBİ (S.A.V.)’İ RÜ’YADA GÖRMEK İÇİN OKUNACAKLAR
İmam Ebû’l-Kasim es-Sübkî Hazretleri, “ed-
Dürrü’münazzam fi’l-mevlidi’l-Muazzam” kitabında, Pey-
gamber (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nden şöyle bir rivayet
nakletmiştir:
“Kim, ruhlar (arasında) Muhammed Mustafa (s.a.v.)
Hazretleri’nin mübârek ruhu şerifine ve kim cesedler
(arasında) Muhammed Mustafa (s.a.v.) Hazretleri’nin
mübârek cesedine ve kabirlerde Muhammed Mustafa
(s.a.v.) Hazretleri’nin temiz kabrine Salât-ü Selam okur-
sa; mutlaka beni rü’yâda görür.
Ve kim beni rü’yâda görürse; o kişi kıyâmet günün-
de de beni görür.
Kıyâmet gününde beni görürse; ben ona şefaat ede-
rim.
Kime şefaat edersem; o kişi, benim havzumdan içer
ve Allâhü Te’âlâ Hazretleri, onun cesedini cehennem
ateşine haram kılar…” (Tirmizi)
Okunucak salevât’ın arapçası şudur: “Allahümme salli
‘alâ ruhi seyyidinâ Muhammedin fil-ervahı,
Allahümme salli ‘alâ cesedi seyyidinâ Muhammedin
Muhammedin fil-ecsâdi,
Allahümme salli ‘alâ kabri seyyidinâ Muhammedin
fil-kubûri.”
Manâsı: “Allâhım! Ruhlar arasında Muhammed Mus-
tafa (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nin ruhuna salât-ü
selâm eyle.
Allâhım! Cesedler arasında Muhammed Mustafa
(s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nin cesedine salât-ü selâm
eyle.
Allâhım! Kabirler arasında Muhammed Mustafa
(s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nin kabrine salât-ü selâm
eyle.”
Şeyh Mustafa el-Bekrî Hazretleri, “Hizbün-Nevevî” kita-
bında buyurdu: “Kim her gece, “Muhammed (s.a.v.)” ismi
şerifini yirmi iki (22) kere okursa; o kişi, Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz Hazretleri’ni çokça rü’yâda görür.”
(Yusuf en-Hebhani, Saâdetü’d-Dareyn, s. 523)
KIYAMET GÜNÜ ŞEFAATÇİMİZ KUR’AN’I KERİM
Allah (c.c)’nun kelamı KUR’AN’I KERİM’İ öğrenmenin,
öğretmenin, okumanın birçok fazileti olduğu bi çok hadis
ile Pegamberimiz (s.a.v) tarafından bizlere müjdelenmiştir.
Enes b. Mâlik (r.a.), Resûlullah (s.a.v.) ‘in şöyle buyurdu-
ğunu rivayet etmiştir: “Ümmetimin sevapları bana gös-
terildi. Onların içinde, mescitten atılan çöp bile vardı.
Kur’ân okumaktan daha hayırlısını görmedim. Ayrıca,
ümmetimin günahları bana gösterildi; onlar arasında,
kendisine ezberleme nasip edilen bir sûreyi, unutmak-
tan daha büyüğünü görmedim.” (Müslim)
Kur’ân okuyan kimsenin, özellikle bâzı vakitlerde,
Kur’ân okumaya dikkat etmesi gerekir. Vakitleri bölündüğü
zaman, çoğu Kur’ân okumakla geçmiş olmalı. En faziletlisi
budur.
Resûlullah (s.a.v.) :”İnsanların en faziletlisi, Kur ân’ı
başından sonuna kadar düzenli olarak okuyup bitiren-
dir.” buyurmuşlardır. (Müslim)
Kur’ân okuyan kimse, daha fazlasına gücü yetmiyor-
sa, senede en azından iki defa hatim indirmelidir. Nitekim
Resûlullah (s.a.v.), irtihal yılında, Cebrail (a.s.)’a Kur’ân’ı iki
defa okumuştur.
Ayrıca, İbn Mes’ud (r.a.)’ın şöyle dediği anlatılır: Kur’ân
süt vericidir. Tasdikçidir. Şefaatçidir. Şefaati makbuldür.
Hasan Basrî (r.a.) şöyle anlatır: Bir kimse, çocuğuna
Kur’an’dan bir parça öğretirse, ona cennet hüllelerinden
üç elbise giydirilir. Onların her biri, dünya ve içindekilerden
hayırlıdır. Ve o gün insanlar, orada üryandır. Sonra her harf
için, ona bir derece ihsan edilir.
Dahhâk, İbn Abbas (r.a.)’dan naklen Resûlullah
(s.a.v.)’in Veda Haccı’nda şöyle buyurduğunu anlattı: “Al-
lahım! Öğretmenleri bağışla, ömürleri uzun eyle. Ka-
zançlarını onlar için bereketli kıl. Geçimlerine bereket
ver.’’ (Müslim, Buhari)
(Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbihü’l-Gâfilin s. 787 )
ŞİFÂ DUÂLARI (1)
Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Bi-smi’llâhi arkîke, allâhu yeşfîke, ezhibi’l-be’se,
rabbe’n-nâsi, ve’şfi, ente’ş-şâfî, lâ-şifâe illâ şifâuke,
şifâen lâ-yuğâdiru sekamen. Âmîn. Bi-rahmetike yâ
erhame’r-râhimîne. Min külli şey’in yü’zîke ve min külli
‘aynin ve hâsidin, allâhu yeşfîke.
ŞİFÂ DUÂLARI (2)
Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Bi-hakki enzelnâhu ve bi-hakki nezele, ezhibi’l-be’se
rabbe’n-nâsi ‘annî, işfi ente’ş-şâfî lâ-şifâe illâ şifâuke
işfi şifâen.
ŞİFÂ ÂYETLERİ
Îkâz: Şifâ âyetleri, sabah ve akşam yedişer def‘a oku-
nacaktır.
Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Ve yeşfi sudûre kavmin mü’minîne. (Tevbe s. 14)
Ve şifâun li-mâ fî’s-sudûr. (Yûnus s. 57)
Yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvênuhu
fîhi şifâun li’n-nâsi. (Nahl s. 69)
Ve nünezzilü mine’l-kur’âni mâ hüve şifâun ve rah-
metün li’l-mü’minîne. (İsrâ s. 82.)
Ve izâ maridtü fe-hüve yeşfîni. (Şuarâ s. 80)
Kul hüve li’llezîne âmenû hüden ve şifâen. (Fussilet
ŞİFÂ SALÂTI
Allâhümme sallı ‘alâ seyyidinâ, Muhammedin tıb-
bül gulübi ve devâihâ ve âfiyetül ebdâni ve şifâihâ ve
nûrul ebsâri ve ziyâihâ ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ve bârik
ve sellim. (Buhari)
Bu salevâtın hasta ve yakınları tarafından bol bol okun-
ması tavsiye edilmiştir.
(Ömer Muhammed Öztürk, İbadet Takvimi ve Dualar, s.207)
SAFER AYININ İLK VE SON ÇARŞAMBA
GÜNÜNDE OKUNACAK DUÂ
(SELÂM ÂYETLERİ)
E‘ûzü bi’llâhi mine’ş- şeytâni’r- racîm.
Bi-smi’llâhi’r- rahmâni’r- rahîm.
Selâmün ‘aleyküm ketebe rabbüküm ‘alâ nefsihi’r-
rah-meh.
Selâmün aleyküm bi mâ-sabertüm feni‘me ‘ukbe’d-
dâr.
Selâmün aleykümü’dhulû’l- cennete bi mâ-küntüm
ta‘me-lûn.
Ve selâmün ‘aleyhi yevme vülide ve yevme yemûtü
ve yevme yüb‘asü hayyen.
Ve’s-selâmü ‘aleyye yevme vülidtü ve yevme emûtü
ve yevme üb‘asü hayyen.
Selâmün ‘aleyke se-estagfiru leke rabbî innehû kâne
bî hafiyyen.
Ve’s-selâmü ‘alâ meni’t-tebe‘a’l-hüdâ.
Ve selâmün ‘alâ îbâdihî’l-lezîne’stafâ
Selâmün ‘aleyküm lâ-nebteği’l-câhilîn.
Selâmün kavlen min rabbi’r- rahîm.
Selâmün ‘alâ Nûhin fi’l-‘âlemîn, innâ kezâlike neczi’l-
muh-sinîn, innehû min ‘ıbâdine’l-Mü’minîn.
Selâmün ‘alâ İbrâhîm, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn,
innehû min ‘ıbâdine’l-Mü’minîn.
Selâmün ‘alâ Mûsâ ve Hârûn, innâ kezâlike neczi’l-
muh-sinîn, innehümâ min ‘ıbâdine’l-Mü’minîn.
Selâmün ‘alâ İlyâsîn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn,
innehû min ‘ıbâdine’l-Mü’minîn.
Ve selâmün ‘ale’l-mürselîn.
Selâmün ‘aleyküm tıbtüm fe’dhulûhâ hâlidîn.
Selâmün hiye hattâ matla‘ı’l-fecr.
SAFER AYI DUÂSI
Allâhümme bârik fî şehri’s-saferi va’htim le-nâ bi’s-
sa‘â-deti ve’z-zaferi.
(Ömer Muhammed Öztürk,İbâdet Takvimi ve Duâlar, s.33-36)
YOLCULUKTA OKUNMASI TAVSİYE EDİLEN SÛRELER
Abdullah İbn-i Sercis (r.a.)’dan yapılan rivayete göre:
”Peygamber (s.a.v) sefere çıktığı zaman şöyle buyururdu:
“Allâhümme ente’s-sâhibu fi’s-seferi vel-halîfetü fi’l-
ehli. Allâhüm-me innî e’ûzü bike min va’sâi’s-seferi
ve keâbcti’l-munkaiebi ve mine’I-havri bade’I-kevni
ve min daveti’l-mazlûmi ve min sûi’l-manzari fil-ehü
ve’l-mâli.” “Allah’ım! Yolculukta her şeye sahih olan,
geride kalan aile halkını koruyup idare eden sensin.
Allah’ım! Yolculuğun meşakkatinden, akıbet üzüntü-
sünden, iyi halden kötüye dönüşten, haksızlığa uğ-
ramışın duasından ve mal ile ailede kötü görüntüden
Sana sığınırım.” (Müslim)
Kişinin yola çıkacağı zaman iki rekât namaz kılması
müstahabdır. İki rekât namazı tamamlayıp selâm verin-
ce “Âyetel-Kürsî”yi okur. Rivayet edildiğine göre, evinden
çıkmadan önce Âyetel-Kürsî’yi okuyan kimseye, evine
dönünceye kadar bir fenalık isabet etmez. Yine Kureyş”
sûresini okumak da müstahabtır.
Ebû Hüreyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, bir adam
(Peygambere (s.a.v)’e) şöyle dedi: “Ey Allah (c.c.)’nun
Resûlü (s.a.v.)! Ben yolculuğa çıkmak istiyorum, bana
öğüt ver.” Peygamber (s.a.v.): ‘‘Takva üzere bulun ve
her yüksek yere çıkınca Tekbir getir,’’ buyurdu. Adam
dönüp gidince Peygamber (s.a.v): ‘‘Allah’ım buna uzağı
yaklaştır ve yolculuğu ona kolaylaştır.” dedi. (Buhari, Tir-
mizi)
Enes’den (r.a.) yapılan rivayette şöyle anlatmıştır:
Ben, Ebû Talhâ (r.a.) ile Safiyye (r.anha) de Peygamber
(s.a.v.)’in devesi üzerinde Peygamber (s.a.v.)’in arka ta-
rafında olduğu halde, Peygamber (s.a.v) ile (Hayber’den
Medine’ye) dönüyorduk. Medine’nin görünüm yerine var-
dığımız zaman Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştu:
“Âyibûne, tâibûne,âbidûne lirabbinâ hâmidûne.” “Tev-
be ediciler olarak, ibadet ediciler olarak, Rabbimize
hamd ediciler olarak dönüyoruz.” Medine’ye varıncaya
kadar bunu söyler dururdu. (Buhari)
(İmam Nevevi, Dualar ve Zikirler)
NAMAZI KAZÂYA BIRAKMANIN GÜNÂHINI
AFFETTİREN NAMAZ
”Herhangi bir erkek veya kadın kul, cehaleti zamanında
namazını terk etmiş ve terk etmiş olduğu namazların üze-
rine büyük bir pişmanlık duymuşsa; o kul, Cuma günü, öğ-
len ile ikindi vakti arasında, on iki rek’at namaz kılsın; Her
rek’atında; Fatiha, Âyetü’I-Kürsi, İhlâs, Falak, Nas sûrelerini
birer kere okursa; Allâhü Teâlâ hazretleri, kıyamet günü onu
hesaba çekmez. Ve o kişi, kötülük ve günahlarının amel def-
terinde iyilikler bulur…” (Muhtasaru’l-İhyâ)
Bu faydaları toplayan bu fakir (Şeyh İsmail Hakkı Bursevî
(k.s.) Hazretleri) buyurur: Bu namaz kazâya kalmış olan bütün
namazlarının kazâsı olarak kişiye fayda vermez. (Yani bu na-
maz, geçmiş bütün namazların kazâsı yerine geçmez…)
Bu namaz kulun kazâya kalmış olan bütün kazâ namazlarının
yerine nasıl bedel olabilir ki? Zira bu Hadis-i Şerif’in evvelinde
Tevbe ve pişmanlık zikredildi. Tevbenin şartlarından biri de
geçmiş olan namazlarını (veya zekat gibi ibâdetlerini) kazâ
etmektir.
“Allâhü Teâlâ hazretleri, kıyamet günü onu hesaba
çekmez.” (Müslim) Hadis-i Şerif’in manâsı, ona:
”Ey kuluml Sana farz ettiğim namazın vaktini neden geçir-
din? Namazı neden te’hîr ettin?” diye sormaz. (Yani namazı
geciktirmesinden dolayı hesaba çekilmez: yoksa kılmadığın-
dan dolayı değil….) Kişinin kazâya bırakıp, sonradan kıldığı
namazlarından dolayı hesaba çekilmemesi, işte şerif namaz-
dan dolayıdır ki, bu namaz, kişinin tevbesini ve özrünü fazla-
sıyla beyân ettiğini güçlendirmektedir.
NOT : Hadis alimleri, fıkıh alimleri ve diğer alimler şöyle
demişlerdir:
“Uydurma olmadığı sürece amellerin fazileti ve terğib ve
terhib konularında zayıf hadisle amel etmek caizdir.” (İmam-ı
Nevevi, el-Ezkar, s.28)
(İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l Beyan Tefsir’i Hadisleri, s. 555)
NESLİMİZİ ŞEYTANDAN KORUMAK ELİMİZDE
Allah (c.c.), şeytanın, Âdem Aleyhisselâm’a, onun
neslinden kadın ve erkek herkese apaçık düşman oldu-
ğunu Kur’an-ı Kerim’in müteaddid âyetlerinde, hususiyle
Adem ve Havva Aleyhisselâmlar’a şeytanın yaptıklarım
Araf Sûresi’nin onuncu âyetinden başlayarak bizlere ibret
verecek bir öğüt olmak üzere hikâye buyuruyor; şeytanın
kimlere (kâfirlere) dost ve kimlere (hususiyle müminlere)
düşman olduğunu bize duyuruyor. Bilhassa Fâtır Sûresi’nin
5-6’ıncı âyetlerinde buyuruyor ki:
“Ey nâs, Allah’ın vaadi elbet olacaktır. Sakın: sizi
dünya dirliği aldatmasın, aldatıcı kuruntular sizi mağ-
rur etmesin. Çünkü şeytan düşmanınızdır; onu düşman
bilin. O ancak kendi taraftarlarını cehennemlik olsunlar
diye -hevesata uymağa- dayet eder.”
İşte böyle mübarek âyet-i kerimelerle şeytanın düşman
tanınması emir buyuruluyor.
Biz şimdi Araf Sûresi’nin âyetlerini okuyalım. 10’uncu
âyet: “And olsun ki, sizi yarattık, sonra size suret ver-
dik. Nihayet meleklere: ‘Âdem’e secde edin,’ dedik.
İblisten başkası secde ettiler. O, secde edenler içinde
bulunmadı.”
11’inci âyet: “Allah, ‘Ben sana secde etmeyi emir bu-
yurmuşken seni ondan ne alıkoydu?’ buyurdu. O ise,
‘Ben ondan hayırlıyım. Sen, beni ateşten yarattın, onu
ise çamurdan yarattın,’ dedi.”
(Kemaleddin Üstün, 54 Farz Şerhi, s. 147)
CİMA DUASI
Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Dikkat edin. Bir
kimse ailesiyle cinsel birleşimde bulunduğunda, ‘Bis-
millah, Allah’ım şeytanı benden (bizden) ve vereceğin
çocuktan uzaklaştır – Allâhümme cennibni’ş-şeytâne
ve cennibi’ş-şeytâne mâ razagtehâ’ desin. Böyle der ve
bu birleşmeden çocuk takdir ve kaza edilirse o çocu-
ğa ebediyyen şeytan zarar veremez, musallat olamaz.”
KUR’AN DİNLEMEKTEKİ BÜYÜK FAZİLET
Ebû Said El Hudri (r.a.) diyor ki: Ben bir gün fakir muha-
cirler topluluğu arasında oturuyordum. (Onların üzerlerinde
avret yerleri hariç, vücutlarının tamamını örtecek kadar dahi
elbiseleri yoktu.) Vücutlarının çıplak oluşundan dolayı bazıları
diğerlerinin arkalarına gizleniyordu. Aralarından birisi Kur’an-ı
Kerim okuyordu. O esnada Resûl-i Ekrem (s.a.v.) geldi ve ya-
nımızda durdu. Peygamber (s.a.v.) gelince okuyan kişi sustu.
Peygamberimiz (s.a.v.) selam verip, “Sizler ne yapıyordu-
nuz?” diye sordu. “Allahu Tealâ’nın kelamını dinliyorduk” diye
cevap verdik. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), “Benim üm-
metimden aralarında kendimi sabırla tutmam için emredil-
diğim insanları yaratan Allahu Teâlâ’ya hamd olsun” dedi.
Sonra hepimize aynı uzaklıkta olmak tam ortamıza oturdu.
Ondan sonra eliyle işaret ederek halka şeklinde oturmamızı
söyledi. Sahabeler de halka yaparak oturdular. Hepsi yüzlerini
Peygamber (s.a.v.)’e çevirdiler. Peygamber (s.a.v.) buyurdu
ki: “Ey fakir muhacirler topluluğu, sizlere müjdeler ol-
sun. Kıyamet gününde tam bir nura sahip olacaksınız ve
Cennet’e zenginlerden yarım gün önce gireceksiniz. Bu
yarım gün beş yüz seneye denk olacaktır”
Açıklama: Ahiretin bir günü dünyanın bin yılına eşittir Alla-
hu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki, Rabbinin nezdin-
de bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.”
(Hac s. 47) Bu sebeple hadiste yarım gün için “Beşyüz sene”
ifadesi kullanılmıştır.
Kur’an-ı Kerim okumanın fazileti pek çok hadislerde geçti-
ği gibi sınırsızdır. Bunun gibi Kur’an dinlemenin fazileti de bir
çok hadislerde zikredilmektedir. Yukarıdaki hadisten anlaşıldı-
ğı gibi Peygamberlerin serdarı olan Peygamberimiz (s.a.v.)’e
bile Kur’an okunan meclislere katılması emredilmiştir. Bundan
daha büyük hangi fazilet olabilir?
Bazı alimler “Kur’an-ı Kerim’i dinlemek okumaktan daha
üstündür, çünkü Kur’an-ı Kerim’i okumak sünnet, dinlemek
farzdır. Farzın derecesi sünnetten üstündür” demişlerdir.
(Zekeriya Kandehlevi, Amellerin Fazileti, s.226)
DUANIN KABULÜ
Duânın da âdabı ve şartları vardır. Bu âdaba ve şartlara
riâyet, icabetin te’minâtıdır. Kim bu şartlara riâyet etmeden
duâsının kabûlünde ısrar eder ve kabul edilmediğinden
gönlünü bozarsa azgınlardandır.
Duânın kabûlünde şart, nefis tezkiyesi ve kalb tasfiye-
sidir. Duâ eden evvelâ helâl lokma ile nefsini ıslâh etmeli,
zikrullaha ihtimâm ederek kalbini ölümden kurtarmalıdır.
Büyükler demişlerdir ki:
Duâ, gök kapılarının, anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri
de helâl lokmadır.
Risâle-i Kuşeyrî’de der ki: Rivâyet olunan haberler ara-
sında şu da vardır: “Kul, Allâh (c.c.)’e duâ eder. Duâsında
ihlâs ve bağlılığı artırdıkça Allâh (c.c.) onu sever. Cibrîl’e
emreder: “Kulumun hacetini geciktir, duâsını artırmasını
ve sesini duymayı seviyorum.” Bir kul da duâ eder, fakat
duâsıyla Allâh (c.c.)’ü gadablandırır. Allâh (c.c.) Cibril’e bu-
yurur ki: “Kulumun hacetini hemen, yerine getir, sesini daha
fazla duymak istemiyorum.”
Dünyânın kıvamı dört şeyle olduğu buyurulmuştur:
1- Alimlerin ilme devamı,
2- Umeranın adâlete devamı,
3- Zenginlerin cömertliğe devamı,
4- Fakirlerin duâya devamı.
Edebli bir mü’min Allâh (c.c.)’e Esmâ-i hüsnâsı
ile,Kur’ân’da ta’lim olunan, hadîs-i şeriflerle öğretilen ve
selef-i salihinden rivâyet oluna gelen duâlarla, Allâh (c.c.)’e
O’nun Nebîleriyle, velîleriyle tevessül ederek duâ eder.
Duâya icabet saatleri ve yerleri de gizlenmiştir.
Zulümden son derece sakınmak lâzımdır. İslâmiyet,
kâfire bile zulmetmeği haram kılmıştır. Mazlum kim olursa
olsun zulümden ah ederse zâlim cezasını görür. Hulâsa
zulüm haram kılınmıştır. Duanın icabet olunmamasının
sebeblerinden biri de zulümdür. En çabuk kabul olunan
duâlardan biri mazlumun duâsıdır.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.), Bakara Suresi Tefsiri, s.236-237)
İHLÂS SÛRESİ VE FAZÎLETİ
Hadislerde de meşhur olmuştur ki bu sûreyi okumak-
tan, kastedilen şudur: Bütün şeriatların ve ibâdetlerin en
önemli ve şerefli hedefi, Allah’ın zâtını, sıfatlarını ve fiillerini
bilmektir. Bu sûre de, Allah’ın zâtını bilme konusunu ihtiva
etmektedir. Binâenaleyh İhlâs Sûresi, Kur’ân’ın üçte birine
denk olmuş olur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) “Kim “Kulhüvallahu ehad”
sûresini bir kere okursa, Allah’a meleklere, kitablara ve
peygamberlere inanan kimseye verilen mükafat gibi bir
mükafaat verilir ve yine ona yüz şehid ecri verilir.”
Rivâyet edildiğine göre, Cebrail (a.s) Hz. Peygamber
(s.a.v.) ile birlikte iken, Ebû Zerri’l-Gifâri (r.a) geldi. Cebrail
(a.s), “Ebû Zerr geldi” dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygam-
ber (s.a.v.), “Onu tanıyor musun?” diye sordu. Cebrail (a.s)
da, “O, bizim yanımızda, sizin yanınızdakinden daha meş-
hur” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Bu fazîlete ne sayede
ulaştı?” diye sordu. Cebrail (a.s), “Kendisini küçük gördüğü
ve kulhüvallahu ehad süresini çok okuduğu için” cevabını
verdi.
Sehl b. Sa’d’den şu rivâyet edilmiştir: “Bir adam, Hz.
Peygamber (s.a.s)’e geldi ve ona fakirlikten şikâyet etti.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) “Evine girdiğin
zaman, eğer orada bir kimse varsa ona selam ver.
Eğer hiç kimse yoksa kendine selam ver ve bir defa
“Kuîhüvallahu ehad” sûresini oku” ( Feyzu’l Kadir 1/341
dedi. Adam bunu yaptı ve Allah Teâlâ, onun rızkını, komşu-
larına bile bol bol verecek kadar çoğalttı.”
Enes (r.a)’den de şu rivâyet edilmiştir: Bir adam, bü-
tün namazlarında, “Kulhüvallahu ehad” sûresini okuyordu.
Hz. Peygamber (s.a.v.), bunun sebebini sordu. O da, “Ey
Allah’ın Resûlü, ben bu sûreyi seviyorum” dedi. Hz. Pey-
gamber (s.a.v.) bunun üzerine, “Senin onu sevmen, seni
cennete sokar buyurdu. (Tirmizi, Fezâil-iKur’ân 11 (5/180)
(Fahreddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, c.23 s.553)
HER AYDAN ÜÇ GÜN ORUÇ TUTAN, BÜTÜN
YIL ORUÇ TUTMUŞ GİBİDİR
İbn-i Abbâs (r.a.)’ya birisi gelip oruçtan sordu. Ona
şöyle cevâb verdi:
“Dikkatli dinle. Sana, bende gizli bir hazine gibi duran
bir hadîs-i şerîf rivâyet edeceğim. Dâvûd (a.s.)’ın oru-
cunu istiyorsan o, bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı.
Süleymân bin Dâvûd (a.s.)’ın orucunu sorarsan o, her
ayın üç başında, üç ortasında, üç de sonunda tutardı.
Îsâ ibn-i Meryem (a.s.)’ın orucunu istiyorsan o, de-
vamlı oruç tutardı, orta ekmeği yer, kaba kıldan elbise
giyerdi. Nerede gece olsa, orada ayaklarını hizâya getirir
namaza durur, tâ tanyeri ağarıncaya kadar iki rek’at na-
maz kılardı. Annesi Meryem (a.s.)’ın orucunu istiyorsan o
da iki gün oruç tutar, iki gün de tutmazdı.
Eğer beşerlerin en hayırlısı Kureyşî, Arabî Ebû’l-
Kâsım Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’in orucunu istiyorsan
O, her ay üç gün oruç tutarlardı. Eyyâm-ı bıyz denilen her
ayın on üçüncü, on dördüncü, on beşinci günleri tutulan
bu oruçlar tutulursa bütün yıl oruç tutulmuş gibi olur.” diye
buyururlardı.
Abdullâh bin Şakîk Ukaylî (r.a.)’den rivâyete göre, der
ki: “Neler var, bir göreyim diye Medîne’ye gittim. Ebû Zerr
Gıfarî (r.a.)’e rastladım. Kendisine “-Oruçlu musun?” de-
diğimde “-Evet” diye cevâb verdi.
Sonra Emîre’l-Mü’minîn Hz. Ömer (r.a.)’e gittik.
Huzûra girmekte olanlarla birlikte huzûra girdik. Bir kap
içinde hurma getirildi. Ebû Zerr (r.a.) de o hurmadan yi-
yince kendisine oruçlu olduğunu hatırlatmak için dürttüm.
Dedi ki:
“-Sana oruçlu olduğumu söylemiştim, her ay üç gün
oruç tutarım. Bu da devâmlı oruç tutmak gibidir.”
(Fakîh Ebû’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilîn, s.390-392)
KUR‘ÂN-I KERÎM HİDÂYETTİR
Takva ile nitelenenler için “bir hidâyettir”, bir yol göste-
rici ve bir açıklamadır. Hidâyetin takva sahiplerine özgü
kılınması, bu kimselerinKur’ân nurundan bir şeyler kapa-
bilmelerinden, bundan yararlanmalarındandır. Gerçi bu
ifade, mü’min veya kâfir,Kur’ân’a bakan herkesi kapsar.
Nitekim bu anlamda Allâh (c.c.), şöyle buyuruyor: “İn-
sanlara doğru yolu gösteren” (Bakara s. 185), yani herkes
için.
Teysîr adlı eserde şöyle denmektedir: “Nitekim hep
aynı şeyden yararlananlar için, “Bu, yalnız sana aittir, sa-
dece sen bundan yararlanacaksın” denir, buna rağmen
bir başkasının da bundan yararlanamayacağı manası
çıkmaz. Dolayısıyla bazı kimselerin hidâyete ermemeleri,
bu kitabı hidâyet kaynağı olmaktan çıkaramaz. Meselâ,
körün güneşten yararlanmaması, ya da onu görmemesi
dolayısıyla güneşin varlığını inkâra kalkışması ile güneş
reddedilmez. Ağzının tadını bilmeyenin balı kabul etme-
mesi, balın bal olduğu gerçeğini değiştirmez. Koku alma
duyusu herhangi bir sebeple bozulmuş olan kimsenin
misk kokusunu duymaması, onun iyi olmadığından değil,
burnunun kokuyu almamasındandır. Önünden berrak ve
tatlı bir akarsuyun akıp gitmesine rağmen, susuzluktan
ölmek üzere olan kimseye yazıklar olsun! Dolunayın her
tarafı gündüz gibi aydınlattığı bir gecede, hâlâ karanlık-
lar içinde kalan ve aydınlığı göremeyen kimsenin, suçu
kendisinde değil dolunayda görmesi ne kötüdür!Kur’ân-ı
Kerîm, emredici ve yasaklayıcı hükümleriyle ortada du-
rurken, hâlâ isyâna kalkışan ve fâsıklığına devam eden
kimseye her bakımdan yazıklar olsun! Bunun için Rab-
bimiz (c.c.) şöyle buyuruyor: “Muhakkak o (Kur‘an),
kâfirler için bir üzüntüdür.” (Hâkka s. 50)
(İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân Tefsîri, 1.c.,60.s.)
AYETE’L-KÜRSÎ’NİN FAZÎLETLERİ
Âyetü’l-Kürsî’nin fazîleti hakkında Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Bu âyet herhan-
gi bir evde okunduğunda, şeytânlar o evi otuz gün
süreyle terk ederler ve hiçbir büyücü (sihirbaz) erkek
ve hiçbir (büyücü kadın) kırk gece boyunca o eve gi-
remez.” (Beyhâki)
Hz. Alî (r.a.)’in de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Nebî
(s.a.v)’in minber üzerinde iken şöyle dediğini duydum:
“Kim, “Âyetü’l-Kürsî’yi her farz namazın peşinden
okursa cennete girmesine, ölümden başka hiçbir şey
mâni olmaz (Ölünce cennete girer). Onu okumaya, an-
cak sıddîk veya âbid kişiler devam eder. Kim onu, ya-
tağına girdiğinde okursa, Allâh (c.c.) o kimseyi kendi
canı, komşusu, komşusunun komşusu ve etrafındaki
evler husûsunda emin kılar.” (Şuabü ‘l-İmân)
Sahâbe-i Kîram,Kur’ân’da hangi âyetin daha fazîletli
olduğunu müzakere ederlerken, Hz. Alî (r.a.) onlara,
“Âyetü’l-Kürsî’den haberiniz yok mu?” der, sonra da sözü-
ne şunları ilâve eder: “Allâh’ın Resûlü (s.a.v.), bana şöyle
dedi:
“Yâ Alî, beşeriyetin efendisi Hz. Adem; Arapların
efendisi Muhammed (s.a.v.)’dir. Bunda övünülecek
bir durum yok. Sözlerin efendisiKur’ân,Kur’ân’ın
efendisi Bakara Sûresi, Bakara Sûresi’nin efendisi
ise, “ Âyetü’l-Kürsî”dir.” Yine Hz. Alî (r.a.)’in şöyle de-
diği rivâyet edilmiştir: “Bedir gününde savaşıyordum. Der-
ken Allâh’ın Resûlü (s.a.v.)’in ne yaptığını göreyim diye,
O (s.a.v.)’in yanına vardım. Yanına vardığımda O (s.a.v.)
secde halinde, “Ya Hayyü Ya Kayyûmu” diyor, başka bir
şey demiyordu. Sonra savaşa döndüm. Daha sonra da,
Resûlullâh (s.a.v.)’in yanına tekrar geldiğimde O (s.a.v.),
aynı şeyleri söylüyordu. Ben, gidip gelmeye ve O (s.a.v.)’e
bakmaya devam ettim. O (s.a.v.) de, Allâh Te‘âlâ feth-i
müyesser kılıncaya kadar bunları söylemeye devam etti.”
(Fahruddin Er-Râzî, Tefsiri Kebir, c.5, s. 403-404.)
ÂMENERRESÛLÜ OKUMANIN FAZÎLETİ
Bakara sûresinin, Amenerresûlü diye başlayan son iki
âyetinde 7 duâ cümlesi bulunmaktadır. Bakara sûresi nazil
olup Resûlüllah (s.a.v) tarafından okunduğu zaman, her
duâ cümlesi okundukça, Allâhu Teâlâ tarafından “Duanı ka-
bul ettim” buyrulmuştur.
Cebraîl Aleyhisselam Resûlüllah (s.a.v)’in yanında otu-
rurken, Peygamberimiz kapı sesine benzer bir ses duyup
başını kaldırdı. Cebrail Aleyhisselam, “Bu, şimdiye kadar
hiç açılmayıp yalnız bugün açılan bir gök kapısıdır” dedi.
Sonra o kapıdan bir melek indi. Cebrail Aleyhisselam, “Bu
melek bu güne kadar yeryüzüne hiç inmemiştir” dedi.
Melek selam verip Peygamberimiz’e şöyle söyledi:
“Seni, senden önce hiçbir peygambere verilmeyen
iki nur ile müjdeliyorum.’’ (Müslim)
Fatiha sûresi ve Bakara sûresinin son âyetleri. Bun-
lardan okuyacağın her harfe karşılık mutlaka sana (o
harfin karşılığı) verilecektir.” (Müslim)
Peygamberimiz (s.a.v) buyurdular:
“-Bakara sûresinin, bu iki âyeti bir evde üç gece
okunmazsa, o eve şeytân yaklaşır.” (Tirmizi ve Darimi)
“Her kim geceleyin Bakara Sûresi’nin (son) iki
âyetini okursa, (bu okudukları o gece âfetlerden ve
şeytânın şerlerinden korunmak bakımından) ona
kâfidir.” “Allâhu Teâlâ, Bakara Sûresi’ni iki âyetle
(Amenerresûlü) sona erdirdi. Bunları bana Arş’ın altın-
daki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz. Hanımları-
nıza ve çocuklarınıza öğretiniz.” (Buhârî, Müslim)
“Kim üzüntü ve keder ânında Âyetül Kürsî’yi ve
Bakara Sûresi’nin sonunu ( Amenerresûlü…) okursa,
Allâhu Teâlâ ona yardım eder.” (Suyûti, Dürrül Mensûr)
Hazreti Ali radıyallâhü anh buyurdular:
“Bakara Sûresi’nin sonundaki iki âyeti (Amenerresûlü..)
okumadan uyuyacak aklı başında bir Müslüman olacağını
sanmıyorum. Çünkü onlar Arş’ın altındaki bir hazinedendir.”
(Muhammed Alaaddin b. İbni Âbidin, Üç Boyutuyla İslâm s. 702)
DUÂ ETMEK VAZİFEMİZDİR
Allah Teâlâ buyurdu: «Bana duâedin. Size icabet (ve
duanızı kabul) edeyim» (Mü’min s. 60) Peygamber (s.a.v)
buyurdu: «Bir kul ellerini kaldırıp duâetse, Hak Teâlâ
o kulu öylece ellerini boş göndermeye utanır». Buna
rağmen, «Dua ederiz ama bazen kabul edilmez, sebeb
nedir?» diye sorulacak olursa cevabı şudur: Duanın şartı
vardır. Şartına bağlıdır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöy-
le buyurur: «Duanın iki kanadı (şartı) vardır: Helâl ye-
mek ve doğru sözdür». Bir cevabı da şudur: Peygamber
(s.a.v) şöyle buyurdu:
«Bir mü’min duâettiği zaman Hak Teâlâ o kulun du-
asını kabul eder. Ya bu dünyada ya da âhirette verir».
Dua ibâdet makamlarının en yücesidir. Onun için
duâeden kişinin gönlü eğer duâederken Hakk’dan baş-
ka yerde olursa duası duâolmaz. Şâyet gönlünü bütün
âlemlerden çevirip Allah’ın ma’rifet denizinde yok edecek
olursa, Hakk’a yakınlığı meydana gelir. Kul kendi nefsiyle
meşgul olursa Hakk Celle ve A’lâ Hazretleri’ne yakın ol-
maz. Çünkü nefsî arzu onu perdeler. Böylece sabit oldu
ki, dua, kulu Hakk Celle ve A’lâ Hazretleri’ne yakın eder.
Öyle olunca duâen büyük ibâdettir. Çünkü duadan mak-
sat, kulun Hakk’a dönmesidir. Miskinliğini ve küçüklüğünü
açığa vurmasıdır.
İmâm Fahr-i Râzî şöyle der: «Dua etmekten maksat,
kul ile Allah arasında muhabbetin kurulmasıdır. Ancak bili-
nir ki, Hakk Celle ve A’lâ Hazretleri nasıl dilerse öyle olur».
Şeyh Muhyiddin-i Arabî (k.s.) : «Dua ile dilekte bulun-
mak Hakk’ın emrini tutanlar içindir. Çünkü Hakk Celle ve
A’lâ Hazretleri Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şan’da: Bana duâediniz,
size icabet edeyim» buyurur. Bu kavl-i şerife uyarak
duâetmek gerekir. Kabul edilmesi veya edilmemesini o
bilir.
(Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan, Envâru’l Aşikîn, s. 421)
BATILI DÜŞÜNÜRLERİN DİLİNDEN KUR’AN
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), veda haccındaki
hutbesinde:”Ben size öyle birşey bıraktım ki, ona sımsı-
kı sarılırsanız, hiçbir zaman dalâlete düşmez, sapmaz-
sınız. O, Allah’ın Kitabıdır. Resûlullah’ın sünnetidir”
buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’e göre de; kitab ve sünnet,
müslümanlar için başvurulması gereken iki hidâyet kay-
nağıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şerifle-
rinde: “Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki,
ona insanların îman etmek zorunda kaldığı mucizelerin
bir benzeri verilmemiş olsun. Bana verilen mucize ise
Allah’ın bana vahyettiğidir, Kur’ân’dır.” Kur’ân-ı Kerîm’e
Kur’ân isminin verilişi, ilâhî kitablar arasında, kitabların,
belki bütün ilimlerin semerelerini kendisinde toplamış oldu-
ğu içindir. Nitekim, Yüce Allah, buna: ”Herşeyin tafsilidir”
(Yusuf , s. 111), “Herşeyin apaçık bir beyanıdır” (Nahl, s. 89)
âyetleriyle işaret buyurmuştur.
Fransa’nın en tanınmış müsteşriklerinden Gaston Car-
re da şöyle der: ”Kur’ân dünya medeniyetinin dayandığı
temelleri muhtevidir.” Fransız filozoflarından Alexis Lou-
vasonne der ki:”İnsanlığın hidâyeti için Hz. Muhammed’e
(s.a.v.) vahyolunan Kur’ân, hikmetle dolu parlak bir eserdir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hakikî bir Peygamber ve âlemin
mukadderatına hâkim Yüce Varlığın gönderdiği gerçek bir
peygamber olduğunda şek ve şüphe yoktur. Hz. Muham-
med (s.a.v.) cihana öyle bir kitab bırakmıştır ki, bir nâdire-i
belagat, bir mecelle-i ahlâk ve bir kitab-ı mukaddestir.Yeni
fennî keşifler yahut ilim ve irfanın yardımıyla hallolunan
veya halline uğraşılan meseleler arasında bir mesele yok-
tur ki, İslâmiyetin esaslarıyla çelişsin! Bizim Hıristiyanların
Hıristiyanlığını tabiî kanunlarla bağdaştırmak için harca-
dığımız çalışmalara mukabil, Kur’ân ve talimatlarıyla tabiî
kanunlar arasında tam bir ahenk görülmektedir.”
KUR’ÂN OKUMANIN ZÂHİRÎ ADABI
Kur’ân okuyan abdestli olmalı, edebli ve sâkin bir
şekilde durmalıdır. İster ayakta isterse oturarak kıbleye
yönelmelidir. Başını önüne eğmeli, bağdaş kurarak veya
yaslanarak oturmamalıdır. Aynı zamanda mütekebbir bir
şekilde de oturmamalıdır. Hocasının huzurunda iken na-
sıl oturması gerekiyorsa, tek başına Kur’ân okurken de
aynen o şekilde oturması uygundur. Kur’ân okumak için,
en fazîletli ve uygun hâl, namazda ayakta iken ve camide
okumaktır. Amellerin en fazîletlisi bu şekilde okumaktır.
Eğer yatağında uzandığı ve abdestsiz olduğu halde ez-
berinden Kur’ân okursa, yine fazîleti varsa da, ayakta
iken, namazda ve camide okuması kadar fazîleti yoktur.
Çünkü Allah Teâlâ (c.c.)Kur’ân-ı Hakîm’de ‘Onlar
(akıl sahipleri) ki, ayakta iken, otururken ve yatarken
Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde
düşünürler…’ (Ali İmran s.191) buyurmuştur.
Görüldüğü gibi, Allah Teâlâ burada hangi halde Kur’ân
okunursa okunsun, Allah’ı ananları övmektedir. Fakat şu
kadar var ki önce ayakta okumayı, sonra oturarak, sonra
da uzanarak okumayı tavsiye buyurmaktadır.
Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmaktadır: ‘Ayaktayken na-
mazda Kur’ân okuyan bir kimse için her harfe karşılık yüz
sevap yazılır. Oturarak namazda Kur’ân okuyan için, her
harfe karşılık elli, namazın dışında abdestli olarak oku-
yan için de yirmibeş ve abdestsiz olarak okuyan için ise
on sevap vardır. Geceleyin ibâdet etmek daha efdaldir.
Çünkü o gece, kalbin herşeyden boşalmasına daha el-
verişlidir’.
Ebû Zer el-Gıfârî (r.a.) şöyle der: ‘Gündüzleyin çok
secde etmek ve geceleyin de uzun uzun namaz kılmak
daha efdaldir’.
(İmâm Gazâli, İhyâu ulumid-din, c.1, s.781-782)
KUR’ÂN-I KERÎMİN MÜŞRİKLERİ ŞAŞKINA ÇEVİRMESİ
İbn-i İshâk ile Beyhakî’nin Muhammed bin Ka‘b’dan gelen
bir haber de şöyledir: O demiştir ki: “Bir gün, Utbe bin Rebîa
Peygamber (s.a.v.) hakkında konuşmak için Kureyş’ten izin is-
temiş. O sırada Efendimiz (s.a.v.), Kâ‘be’de bulunuyormuş. Ut-
be: “Ey Kureyş, ne dersiniz, ben gidip şu Muhammed (s.a.v.)’e
bir şeyler söyleyeyim, belki bazısını kabûl eder de bizden el çe-
ker?” demiş. Kureyş de kendisine: “Haydi git, konuş” demiş. Ut-
be de gidip Peygamberimiz (s.a.v.)’e teklîflerde bulunmuş.
Efendimiz (s.a.v.) kendisini sükûnetle dinlemiş. Efendimiz
(s.a.v.) de söze başlayıp: “Şimdi de sen benden dinle ey Ut-
be! Bismillahirrahmânirrahîm. Ha Mîm…” Yani Fussilet sûre-
sinden okuyup kendisine tebliğ eylemiş. Utbe de tam bir sükû-
netle dinlemiş. Peygamberimiz (s.a.v.), tâ secde âyetine kadar
okumağa devam etmiş. Sonra Utbe’ye hitâben: “Dinledin mi
ey Utbe?” buyurmuş. Utbe: “Evet” demiş. Efendimiz (s.a.v.)
de: “O halde sen bilirsin!” buyurmuş. Utbe dönüp kavmine
gitmiş. Kureyş: “Bakınız, Utbe’nin gelişi, hiç de gidişine benze-
miyor” demiş. Varıp yanlarına oturduğu zaman da Kureyş: “Ne
haber getirdin ey Utbe?” diye sormuş. Utbe de şu karşılığı ver-
miş: “Vallâhi Muhammed (s.a.v.)’den öyle sözler işittim ki,
şimdiye kadar bunun bir benzerini aslâ işitmiş değilim! O
sözler, ne sihirdir, ne şiir, ne de kehânet. Ey Kureyş toplu-
luğu, geliniz bu sefer benim sözümü tutunuz! Yani Muham-
med (s.a.v.)’i kendi hâline bırakınız. O, kendi da‘vâsında
devâm etsin. Allâh (c.c.)’ya yemîn ederim ki, benim ondan
işittiklerimle ilgili olarak birtakım şeyler meydana gelecek-
tir. Eğer netîcede Muhammed (s.a.v.) mağlûb olursa, sizin
hiç bir müdâhaleniz olmadan mes’ele halledilmiş, Arablar
kendisini tepelemiş olur. Eğer netîcede Muhammed (s.a.v.)
da‘vâsında başarılı olur da Arablara hâkim duruma gelirse,
O’nun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, O’nun şerefi de sizin
şerefiniz olur ve siz insanların en bahtiyarı olursunuz!”
Oradakiler Utbe’ye: “Ey Utbe! Vallâhi Muhammed (s.a.v.), seni
de büyülemiş!” dediler.
(Celâleddin es-Suyûtî, Peygamberimiz (s.a.v.)’in Mu‘cizeleri, 1.c., 202.s.)
HER AYDAN ÜÇ GÜN ORUÇ TUTAN, BÜTÜN
YIL ORUÇ TUTMUŞ GİBİDİR
İbn-i Abbâs (r.a.)’ya birisi gelip oruçtan sordu. Ona
şöyle cevâb verdi:
“Dikkatli dinle. Sana, bende gizli bir hazine gibi duran
bir hadîs-i şerîf rivâyet edeceğim. Dâvûd (a.s.)’ın oru-
cunu istiyorsan o, bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı.
Süleymân bin Dâvûd (a.s.)’ın orucunu sorarsan o, her
ayın üç başında, üç ortasında, üç de sonunda tutardı.
Îsâ ibn-i Meryem (a.s.)’ın orucunu istiyorsan o, de-
vamlı oruç tutardı, orta ekmeği yer, kaba kıldan elbise
giyerdi. Nerede gece olsa, orada ayaklarını hizâya getirir
namaza durur, tâ tanyeri ağarıncaya kadar iki rek’at na-
maz kılardı. Annesi Meryem (a.s.)’ın orucunu istiyorsan o
da iki gün oruç tutar, iki gün de tutmazdı.
Eğer beşerlerin en hayırlısı Kureyşî, Arabî Ebû’l-
Kâsım Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’in orucunu istiyorsan
O, her ay üç gün oruç tutarlardı. Eyyâm-ı bıyz denilen her
ayın on üçüncü, on dördüncü, on beşinci günleri tutulan
bu oruçlar tutulursa bütün yıl oruç tutulmuş gibi olur.” diye
buyururlardı.
Abdullâh bin Şakîk Ukaylî (r.a.)’den rivâyete göre, der
ki: “Neler var, bir göreyim diye Medîne’ye gittim. Ebû Zerr
Gıfarî (r.a.)’e rastladım. Kendisine “-Oruçlu musun?” de-
diğimde “-Evet” diye cevâb verdi.
Sonra Emîre’l-Mü’minîn Hz. Ömer (r.a.)’e gittik.
Huzûra girmekte olanlarla birlikte huzûra girdik. Bir kap
içinde hurma getirildi. Ebû Zerr (r.a.) de o hurmadan yi-
yince kendisine oruçlu olduğunu hatırlatmak için dürttüm.
Dedi ki:
“-Sana oruçlu olduğumu söylemiştim, her ay üç gün
oruç tutarım. Bu da devâmlı oruç tutmak gibidir.”
(Fakîh Ebû’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilîn, s.390-392)
KUR‘ÂN-I KERÎM HİDÂYETTİR
Takva ile nitelenenler için “bir hidâyettir”, bir yol göste-
rici ve bir açıklamadır. Hidâyetin takva sahiplerine özgü
kılınması, bu kimselerinKur’ân nurundan bir şeyler kapa-
bilmelerinden, bundan yararlanmalarındandır. Gerçi bu
ifade, mü’min veya kâfir,Kur’ân’a bakan herkesi kapsar.
Nitekim bu anlamda Allâh (c.c.), şöyle buyuruyor: “İn-
sanlara doğru yolu gösteren” (Bakara s. 185), yani herkes
için.
Teysîr adlı eserde şöyle denmektedir: “Nitekim hep
aynı şeyden yararlananlar için, “Bu, yalnız sana aittir, sa-
dece sen bundan yararlanacaksın” denir, buna rağmen
bir başkasının da bundan yararlanamayacağı manası
çıkmaz. Dolayısıyla bazı kimselerin hidâyete ermemeleri,
bu kitabı hidâyet kaynağı olmaktan çıkaramaz. Meselâ,
körün güneşten yararlanmaması, ya da onu görmemesi
dolayısıyla güneşin varlığını inkâra kalkışması ile güneş
reddedilmez. Ağzının tadını bilmeyenin balı kabul etme-
mesi, balın bal olduğu gerçeğini değiştirmez. Koku alma
duyusu herhangi bir sebeple bozulmuş olan kimsenin
misk kokusunu duymaması, onun iyi olmadığından değil,
burnunun kokuyu almamasındandır. Önünden berrak ve
tatlı bir akarsuyun akıp gitmesine rağmen, susuzluktan
ölmek üzere olan kimseye yazıklar olsun! Dolunayın her
tarafı gündüz gibi aydınlattığı bir gecede, hâlâ karanlık-
lar içinde kalan ve aydınlığı göremeyen kimsenin, suçu
kendisinde değil dolunayda görmesi ne kötüdür!Kur’ân-ı
Kerîm, emredici ve yasaklayıcı hükümleriyle ortada du-
rurken, hâlâ isyâna kalkışan ve fâsıklığına devam eden
kimseye her bakımdan yazıklar olsun! Bunun için Rab-
bimiz (c.c.) şöyle buyuruyor: “Muhakkak o (Kur‘an),
kâfirler için bir üzüntüdür.” (Hâkka s. 50)
(İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân Tefsîri, 1.c.,60.s.)
AYETE’L-KÜRSÎ’NİN FAZÎLETLERİ
Âyetü’l-Kürsî’nin fazîleti hakkında Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Bu âyet herhan-
gi bir evde okunduğunda, şeytânlar o evi otuz gün
süreyle terk ederler ve hiçbir büyücü (sihirbaz) erkek
ve hiçbir (büyücü kadın) kırk gece boyunca o eve gi-
remez.” (Beyhâki)
Hz. Alî (r.a.)’in de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Nebî
(s.a.v)’in minber üzerinde iken şöyle dediğini duydum:
“Kim, “Âyetü’l-Kürsî’yi her farz namazın peşinden
okursa cennete girmesine, ölümden başka hiçbir şey
mâni olmaz (Ölünce cennete girer). Onu okumaya, an-
cak sıddîk veya âbid kişiler devam eder. Kim onu, ya-
tağına girdiğinde okursa, Allâh (c.c.) o kimseyi kendi
canı, komşusu, komşusunun komşusu ve etrafındaki
evler husûsunda emin kılar.” (Şuabü ‘l-İmân)
Sahâbe-i Kîram,Kur’ân’da hangi âyetin daha fazîletli
olduğunu müzakere ederlerken, Hz. Alî (r.a.) onlara,
“Âyetü’l-Kürsî’den haberiniz yok mu?” der, sonra da sözü-
ne şunları ilâve eder: “Allâh’ın Resûlü (s.a.v.), bana şöyle
dedi:
“Yâ Alî, beşeriyetin efendisi Hz. Adem; Arapların
efendisi Muhammed (s.a.v.)’dir. Bunda övünülecek
bir durum yok. Sözlerin efendisiKur’ân,Kur’ân’ın
efendisi Bakara Sûresi, Bakara Sûresi’nin efendisi
ise, “ Âyetü’l-Kürsî”dir.” Yine Hz. Alî (r.a.)’in şöyle de-
diği rivâyet edilmiştir: “Bedir gününde savaşıyordum. Der-
ken Allâh’ın Resûlü (s.a.v.)’in ne yaptığını göreyim diye,
O (s.a.v.)’in yanına vardım. Yanına vardığımda O (s.a.v.)
secde halinde, “Ya Hayyü Ya Kayyûmu” diyor, başka bir
şey demiyordu. Sonra savaşa döndüm. Daha sonra da,
Resûlullâh (s.a.v.)’in yanına tekrar geldiğimde O (s.a.v.),
aynı şeyleri söylüyordu. Ben, gidip gelmeye ve O (s.a.v.)’e
bakmaya devam ettim. O (s.a.v.) de, Allâh Te‘âlâ feth-i
müyesser kılıncaya kadar bunları söylemeye devam etti.”
(Fahruddin Er-Râzî, Tefsiri Kebir, c.5, s. 403-404.)
ÂMENERRESÛLÜ OKUMANIN FAZÎLETİ
Bakara sûresinin, Amenerresûlü diye başlayan son iki
âyetinde 7 duâ cümlesi bulunmaktadır. Bakara sûresi nazil
olup Resûlüllah (s.a.v) tarafından okunduğu zaman, her
duâ cümlesi okundukça, Allâhu Teâlâ tarafından “Duanı ka-
bul ettim” buyrulmuştur.
Cebraîl Aleyhisselam Resûlüllah (s.a.v)’in yanında otu-
rurken, Peygamberimiz kapı sesine benzer bir ses duyup
başını kaldırdı. Cebrail Aleyhisselam, “Bu, şimdiye kadar
hiç açılmayıp yalnız bugün açılan bir gök kapısıdır” dedi.
Sonra o kapıdan bir melek indi. Cebrail Aleyhisselam, “Bu
melek bu güne kadar yeryüzüne hiç inmemiştir” dedi.
Melek selam verip Peygamberimiz’e şöyle söyledi:
“Seni, senden önce hiçbir peygambere verilmeyen
iki nur ile müjdeliyorum.’’ (Müslim)
Fatiha sûresi ve Bakara sûresinin son âyetleri. Bun-
lardan okuyacağın her harfe karşılık mutlaka sana (o
harfin karşılığı) verilecektir.” (Müslim)
Peygamberimiz (s.a.v) buyurdular:
“-Bakara sûresinin, bu iki âyeti bir evde üç gece
okunmazsa, o eve şeytân yaklaşır.” (Tirmizi ve Darimi)
“Her kim geceleyin Bakara Sûresi’nin (son) iki
âyetini okursa, (bu okudukları o gece âfetlerden ve
şeytânın şerlerinden korunmak bakımından) ona
kâfidir.” “Allâhu Teâlâ, Bakara Sûresi’ni iki âyetle
(Amenerresûlü) sona erdirdi. Bunları bana Arş’ın altın-
daki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz. Hanımları-
nıza ve çocuklarınıza öğretiniz.” (Buhârî, Müslim)
“Kim üzüntü ve keder ânında Âyetül Kürsî’yi ve
Bakara Sûresi’nin sonunu ( Amenerresûlü…) okursa,
Allâhu Teâlâ ona yardım eder.” (Suyûti, Dürrül Mensûr)
Hazreti Ali radıyallâhü anh buyurdular:
“Bakara Sûresi’nin sonundaki iki âyeti (Amenerresûlü..)
okumadan uyuyacak aklı başında bir Müslüman olacağını
sanmıyorum. Çünkü onlar Arş’ın altındaki bir hazinedendir.”
(Muhammed Alaaddin b. İbni Âbidin, Üç Boyutuyla İslâm s. 702)
DUÂ ETMEK VAZİFEMİZDİR
Allah Teâlâ buyurdu: «Bana duâedin. Size icabet (ve
duanızı kabul) edeyim» (Mü’min s. 60) Peygamber (s.a.v)
buyurdu: «Bir kul ellerini kaldırıp duâetse, Hak Teâlâ
o kulu öylece ellerini boş göndermeye utanır». Buna
rağmen, «Dua ederiz ama bazen kabul edilmez, sebeb
nedir?» diye sorulacak olursa cevabı şudur: Duanın şartı
vardır. Şartına bağlıdır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöy-
le buyurur: «Duanın iki kanadı (şartı) vardır: Helâl ye-
mek ve doğru sözdür». Bir cevabı da şudur: Peygamber
(s.a.v) şöyle buyurdu:
«Bir mü’min duâettiği zaman Hak Teâlâ o kulun du-
asını kabul eder. Ya bu dünyada ya da âhirette verir».
Dua ibâdet makamlarının en yücesidir. Onun için
duâeden kişinin gönlü eğer duâederken Hakk’dan baş-
ka yerde olursa duası duâolmaz. Şâyet gönlünü bütün
âlemlerden çevirip Allah’ın ma’rifet denizinde yok edecek
olursa, Hakk’a yakınlığı meydana gelir. Kul kendi nefsiyle
meşgul olursa Hakk Celle ve A’lâ Hazretleri’ne yakın ol-
maz. Çünkü nefsî arzu onu perdeler. Böylece sabit oldu
ki, dua, kulu Hakk Celle ve A’lâ Hazretleri’ne yakın eder.
Öyle olunca duâen büyük ibâdettir. Çünkü duadan mak-
sat, kulun Hakk’a dönmesidir. Miskinliğini ve küçüklüğünü
açığa vurmasıdır.
İmâm Fahr-i Râzî şöyle der: «Dua etmekten maksat,
kul ile Allah arasında muhabbetin kurulmasıdır. Ancak bili-
nir ki, Hakk Celle ve A’lâ Hazretleri nasıl dilerse öyle olur».
Şeyh Muhyiddin-i Arabî (k.s.) : «Dua ile dilekte bulun-
mak Hakk’ın emrini tutanlar içindir. Çünkü Hakk Celle ve
A’lâ Hazretleri Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şan’da: Bana duâediniz,
size icabet edeyim» buyurur. Bu kavl-i şerife uyarak
duâetmek gerekir. Kabul edilmesi veya edilmemesini o
bilir.
(Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan, Envâru’l Aşikîn, s. 421)
BATILI DÜŞÜNÜRLERİN DİLİNDEN KUR’AN
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), veda haccındaki
hutbesinde:”Ben size öyle birşey bıraktım ki, ona sımsı-
kı sarılırsanız, hiçbir zaman dalâlete düşmez, sapmaz-
sınız. O, Allah’ın Kitabıdır. Resûlullah’ın sünnetidir”
buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’e göre de; kitab ve sünnet,
müslümanlar için başvurulması gereken iki hidâyet kay-
nağıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şerifle-
rinde: “Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki,
ona insanların îman etmek zorunda kaldığı mucizelerin
bir benzeri verilmemiş olsun. Bana verilen mucize ise
Allah’ın bana vahyettiğidir, Kur’ân’dır.” Kur’ân-ı Kerîm’e
Kur’ân isminin verilişi, ilâhî kitablar arasında, kitabların,
belki bütün ilimlerin semerelerini kendisinde toplamış oldu-
ğu içindir. Nitekim, Yüce Allah, buna: ”Herşeyin tafsilidir”
(Yusuf , s. 111), “Herşeyin apaçık bir beyanıdır” (Nahl, s. 89)
âyetleriyle işaret buyurmuştur.
Fransa’nın en tanınmış müsteşriklerinden Gaston Car-
re da şöyle der: ”Kur’ân dünya medeniyetinin dayandığı
temelleri muhtevidir.” Fransız filozoflarından Alexis Lou-
vasonne der ki:”İnsanlığın hidâyeti için Hz. Muhammed’e
(s.a.v.) vahyolunan Kur’ân, hikmetle dolu parlak bir eserdir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hakikî bir Peygamber ve âlemin
mukadderatına hâkim Yüce Varlığın gönderdiği gerçek bir
peygamber olduğunda şek ve şüphe yoktur. Hz. Muham-
med (s.a.v.) cihana öyle bir kitab bırakmıştır ki, bir nâdire-i
belagat, bir mecelle-i ahlâk ve bir kitab-ı mukaddestir.Yeni
fennî keşifler yahut ilim ve irfanın yardımıyla hallolunan
veya halline uğraşılan meseleler arasında bir mesele yok-
tur ki, İslâmiyetin esaslarıyla çelişsin! Bizim Hıristiyanların
Hıristiyanlığını tabiî kanunlarla bağdaştırmak için harca-
dığımız çalışmalara mukabil, Kur’ân ve talimatlarıyla tabiî
kanunlar arasında tam bir ahenk görülmektedir.”
(M. Asım Köksal, İslâm Tarihi)
KUR’ÂN OKUMANIN ZÂHİRÎ ADABI
Kur’ân okuyan abdestli olmalı, edebli ve sâkin bir
şekilde durmalıdır. İster ayakta isterse oturarak kıbleye
yönelmelidir. Başını önüne eğmeli, bağdaş kurarak veya
yaslanarak oturmamalıdır. Aynı zamanda mütekebbir bir
şekilde de oturmamalıdır. Hocasının huzurunda iken na-
sıl oturması gerekiyorsa, tek başına Kur’ân okurken de
aynen o şekilde oturması uygundur. Kur’ân okumak için,
en fazîletli ve uygun hâl, namazda ayakta iken ve camide
okumaktır. Amellerin en fazîletlisi bu şekilde okumaktır.
Eğer yatağında uzandığı ve abdestsiz olduğu halde ez-
berinden Kur’ân okursa, yine fazîleti varsa da, ayakta
iken, namazda ve camide okuması kadar fazîleti yoktur.
Çünkü Allah Teâlâ (c.c.)Kur’ân-ı Hakîm’de ‘Onlar
(akıl sahipleri) ki, ayakta iken, otururken ve yatarken
Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde
düşünürler…’ (Ali İmran s.191) buyurmuştur.
Görüldüğü gibi, Allah Teâlâ burada hangi halde Kur’ân
okunursa okunsun, Allah’ı ananları övmektedir. Fakat şu
kadar var ki önce ayakta okumayı, sonra oturarak, sonra
da uzanarak okumayı tavsiye buyurmaktadır.
Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmaktadır: ‘Ayaktayken na-
mazda Kur’ân okuyan bir kimse için her harfe karşılık yüz
sevap yazılır. Oturarak namazda Kur’ân okuyan için, her
harfe karşılık elli, namazın dışında abdestli olarak oku-
yan için de yirmibeş ve abdestsiz olarak okuyan için ise
on sevap vardır. Geceleyin ibâdet etmek daha efdaldir.
Çünkü o gece, kalbin herşeyden boşalmasına daha el-
verişlidir’.
Ebû Zer el-Gıfârî (r.a.) şöyle der: ‘Gündüzleyin çok
secde etmek ve geceleyin de uzun uzun namaz kılmak
daha efdaldir’.
(İmâm Gazâli, İhyâu ulumid-din, c.1, s.781-782)
KUR’ÂN-I KERÎMİN MÜŞRİKLERİ ŞAŞKINA ÇEVİRMESİ
İbn-i İshâk ile Beyhakî’nin Muhammed bin Ka‘b’dan gelen
bir haber de şöyledir: O demiştir ki: “Bir gün, Utbe bin Rebîa
Peygamber (s.a.v.) hakkında konuşmak için Kureyş’ten izin is-
temiş. O sırada Efendimiz (s.a.v.), Kâ‘be’de bulunuyormuş. Ut-
be: “Ey Kureyş, ne dersiniz, ben gidip şu Muhammed (s.a.v.)’e
bir şeyler söyleyeyim, belki bazısını kabûl eder de bizden el çe-
ker?” demiş. Kureyş de kendisine: “Haydi git, konuş” demiş. Ut-
be de gidip Peygamberimiz (s.a.v.)’e teklîflerde bulunmuş.
Efendimiz (s.a.v.) kendisini sükûnetle dinlemiş. Efendimiz
(s.a.v.) de söze başlayıp: “Şimdi de sen benden dinle ey Ut-
be! Bismillahirrahmânirrahîm. Ha Mîm…” Yani Fussilet sûre-
sinden okuyup kendisine tebliğ eylemiş. Utbe de tam bir sükû-
netle dinlemiş. Peygamberimiz (s.a.v.), tâ secde âyetine kadar
okumağa devam etmiş. Sonra Utbe’ye hitâben: “Dinledin mi
ey Utbe?” buyurmuş. Utbe: “Evet” demiş. Efendimiz (s.a.v.)
de: “O halde sen bilirsin!” buyurmuş. Utbe dönüp kavmine
gitmiş. Kureyş: “Bakınız, Utbe’nin gelişi, hiç de gidişine benze-
miyor” demiş. Varıp yanlarına oturduğu zaman da Kureyş: “Ne
haber getirdin ey Utbe?” diye sormuş. Utbe de şu karşılığı ver-
miş: “Vallâhi Muhammed (s.a.v.)’den öyle sözler işittim ki,
şimdiye kadar bunun bir benzerini aslâ işitmiş değilim! O
sözler, ne sihirdir, ne şiir, ne de kehânet. Ey Kureyş toplu-
luğu, geliniz bu sefer benim sözümü tutunuz! Yani Muham-
med (s.a.v.)’i kendi hâline bırakınız. O, kendi da‘vâsında
devâm etsin. Allâh (c.c.)’ya yemîn ederim ki, benim ondan
işittiklerimle ilgili olarak birtakım şeyler meydana gelecek-
tir. Eğer netîcede Muhammed (s.a.v.) mağlûb olursa, sizin
hiç bir müdâhaleniz olmadan mes’ele halledilmiş, Arablar
kendisini tepelemiş olur. Eğer netîcede Muhammed (s.a.v.)
da‘vâsında başarılı olur da Arablara hâkim duruma gelirse,
O’nun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, O’nun şerefi de sizin
şerefiniz olur ve siz insanların en bahtiyarı olursunuz!”
Oradakiler Utbe’ye: “Ey Utbe! Vallâhi Muhammed (s.a.v.), seni
de büyülemiş!” dediler.
(Celâleddin es-Suyûtî, Peygamberimiz (s.a.v.)’in Mu‘cizeleri, 1.c., 202.s.)
HIFZ DUÂLARI
E‘ûzu bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîmi. Bi-smi’llâhi’r-rah-
mâni’r-rahîm. Tehassantü bi-zî’l-mülki ve’l-melekûti, vağte-
samtü bi’l-‘izzeti ve’l-ceberûti ve tevekkeltü ‘alâ’l-meliki’l-
hayyi’l-kayyûmi’l-halîmi’llezî lâ-yenâmu ve lâ-yemûtu. De-
haltü fî hirzi’llâhi. Dehaltü fî hıfzi’llâhi. Dehaltü fî emâni’llâhi
bi-hakkı Kâf Hâ Yâ ‘Ayn Sâd. Küfîtü ve bi-Hâ Mîm ‘Ayn Sîn
Kâf. Humîtü ve bi-lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ bi’llâhi’l-‘aliyyi’l-
‘azîmi.
Allâhümma’hruznî bi-hırzi kudretike min keydi’l-a‘dâi ve
hallısnî bi-mennike ‘an sûi kasdi’l-eşkiyâi ve e‘ûzü bi-ke min
kahri’l-kâhirîne ve zulmi’z-zâlimîne ve keydi’l-ümerâi’l-hâsi-
dîne ve ta‘ni’l-eşkiyâi’l-müfsidîne ve şemâteti’l-eşirrâi’l-mu-
dırrîne ve’l-hamdü li’llâhi rabbi’l-‘âlemîne.
Allâhümme yâ hâfıza Nûhun fî’l-mâ’i ve Yûsufe fî’l-bi’ri ve
Yûnuse min batni’l-hûti ve Eyyûbe fî’d-durri ve Mûsâ fî’l-
yemmi ve İbrâhîme fî’n-nâri ve Muhammedin sallâ’llâhu
Te‘âlâ âleyhi ve selleme fî’l-ğâri. İhfaznî ve lâ-tefdahnî ‘alâ
rü’ûsi’l-eşhâdi.
Allâhümme innî esbahtü (emseytü) lâ-emlikü li-nefsî dar-
ran an en en
ve lâ-nef ‘ ve lâ-mevt ve lâ-hayât ve lâ-nüşûrâ ve lâ-
estedî‘u en âhize illâ mâ-a‘taytenî ve lâ-ettekıye illâ mâ ve-
kîtenî allâhümme veffıknî li-mâ tühibbuhu ve terdâhu mine’l-
kavli ve’l-‘ameli fî tâ‘atike inneke zû’l-fadli’l-‘azîmi.
Bi-smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Fa’llâhu hayrun hâfizan ve hüve erhamu’r-râhimîne.
Bi-smi’llâhi mâ-şâ’a’llâhu lâ-yesûku’l-hayra illâ’llâhi.
Bi-smi’llâhi mâ-şâ’a’llâhu lâ-yesrifü’s-sûe illâ’llâhi.
Bi-smi’llâhi mâ-şâ’a’llâhu mâ-kâne min ni‘metin fe-mi-
na’llâhi.
Bi-smi’llâhi mâ-şâ’a’llâhu lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ bi’llâ-
hi.
Mâ-şâ’a’llâhu Te‘âlâ bi-smi’llâhi tevekkeltü ‘alâ’llâhi lâ-
havle ve lâ-kuvvete illâ bi’llâhi’l-‘aliyyi’l-‘azîmi.
Yâ Şâfî, yâ Kâfî, yâ Mu‘âfî.
HÂCET NAMÂZI
Şöyle ki: Uhrevî veyâ dünyevî bir hâceti olan kim-
se güzelce abdest alır, yatsı namâzından sonra iki
veyâ dört, bir kavle göre on iki rek‘at namâz kılar,
sonra Hakk Te‘âlâ Hazretlerine senâda, Resûl-i Ek-
rem (s.a.v.) Efendimize salât ü selâmda bulunur.
Sonra hâcet duâsını okuyup hâcetinin husûlünü
(ihtiyâcının giderilmesini) Allâhü Te‘âlâdan niyâz
eder.
Hâcet namâzının birinci rek‘atında Fâtiha-yı şerî-
feden sonra üç kerre Âyetü’l-kürsî, öbür üç rek‘atın-
da da birer Fâtiha ile, birer İhlâs ve Mu‘avvizeteyn
sûreleri okunması hakkında bir hadîs-i şerîf vardır.
HÂCET DUÂSI
Allâhümme innî es’elüke tevfîka ehli’l-hüdâ ve
a‘mâle ehli’l-yakîn ve münâsahate ehli’t-tevbeti ve ‘az-
me ehli’s-sabri ve cidde ehli’l-haşyeti ve talebe ehli’r-
rağbeti ve te‘abbüde ehli’l-verâi ve ‘irfâne ehli’l-‘ilmi
hattâ ehâfuke.
Allâhümme innî es’elüke mehâfeten tahcüzünî ‘an
ma‘siyetike hattâ a‘mele bi-tâ‘atike ‘amelen estehıkku
bihî rızâke ve hattâ ünâsıhake bi’t-tevbeti havfen minke
ve hattâ uhlisa leke nasîhate hubben leke ve hattâ ete-
vekkele ‘aleyke, fî’l-umûri husne zannin bike sübhâne
hâlikın nûr.
RIZIK BOLLUĞU İÇİN OKUNACAK DUÂ
Aşağıdaki âyet-i celîle, Zâriyât sûresi 58. âyet olup
akşam ve sabah veyâhud beş vakitte on birer kerre
okunacaktır:
İnna’llâhe hüve’r-razzâku zû’l-kuvveti’l -metîn.
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ
“Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm”
Ömer İbn-i Hattâb radıya’llâhu anhin şöyle dediği ri-
vâyet edildi:
“Resûlullâh salla’llâhu Te‘âlâ ‘aleyhi ve sellem buyur-
dular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan
yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) def‘a Fâtiha sûre-
si ve yetmiş (70) def‘a Âyetü’l-kürsî ve yetmiş (70) kul-
huve’llâhu ahad ve yetmişer (70’er) def‘a da Mu’avvize-
teyn’i (Felâk ve Nâs sûrelerini) okursa, nefsim, yed-i
kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak
Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan
arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak
Allâh sübhânehu ve Te‘âlâ, o suyu içen kimsenin cese-
dindeki bütün hastalıkları def’ eder. Ve onu hastalıktan
âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğin-
den ve bütün a’zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
HADÎS-İ ŞERÎF
“Resûlullâh (s.a.v.), her zaman hastalıklarında
Muavvizeteyn sûrelerini okuyup kendi ellerine üfle-
mek ve ondan ifâkat için elleriyle vücûdlarını sıvaz-
lamak i’tiyâdında idiler.” (Buhârî)
“Allâhım! Bize dünyâda iyilik ver, âhirette de iyi-
lik ver. Ve bizi cehennem azâbından koru!” (Müslim)
(Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ekseriyetle okuduğu duâdır.)
HER TÜRLÜ HAYIRLI TALEB VE MURÂD İÇİN OKUNACAK DUÂ
“Önce Cum’a gecesi sabaha karşı, 2 rek‘at namâz kı-
lınıp arkasından aşağıdaki duâ ta‘rif edildiği şekilde 480
def‘a okunacak:
Önce “Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” dedikten
sonra, 100 def‘a: “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne
kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” (A’râf s. 89)
duâsı okunup, arkasından bir def‘a: “Allâhümme yâ
müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duâsı oku-
nacak.
Dört kere bu şekilde tekrardan sonra yine besmelenin
arkasından 80 def‘a:
“Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-
hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” duâsı ve bir def‘a
“Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hay-
ra’l-bâb” duâsı okunacak.
Ayrıca aşağıdaki üç duâ (âyetler) 7’şer def‘a okuna-
cak.
hamü’r-râhimîn” (Yûsuf s. 64)
(Yâsîn s. 58)
fe-ni’me ukbe’d-dâr” (Ra’d s. 24)
Birinci okunuşta; ön tarafa, ikincide; sağa, üçüncüde;
sola, dördüncüde; arkaya, beşincide; yukarıya, altıncıda;
aşağıya üflenilecek, yedinci okunuşta; yutulacak, seki-
zinci okunuşta; etrafa dönülerek (dört bir tarafa doğru)
üflenecektir.
YEMEK DUÂSI
El-hamdü li’llâh el-hamdü li’llâh ellezî et’amenâ ve sekânâ
ve ce’alenâ mine’l-müslimîne.
Allâhümma’ğfir ve’rhâm va’hfez sâhibe’t-ta’âmi ve’l-âkilîn
ve li-men sa’â fîhi ve li-cemî’i’l-mü’minîne ve’l-mü’minât, ve’l-
müslimîne ve’l-müslimât el-ahyâu minhüm ve’l-emvât bi-rah-
metike yâ erhame’r-rahimîne.
Allâhümme nevvîr kulûbenâ bi-envâri muhabbetike ve zik-
rike yâ zê’l-celâli ve’l-ikrâmi.
Allâhümme ahyinâ hayaten tayyibeten bi’s-sıhhati ve’s-se-
lâmeti ve’l-’afve ve’l-’âfiyete fî’d-dîni ve’d-dünyâ ve’l-âhireti.
İnneke ‘alâ külli şey’in kâdîrin.
Allâhümme innâ nes’elüke tamâmen ni’meti ve devâme’l-
’âfiyeti ve’rzüknâ hüsne’l-hâtimeti. Allâhümme zid ve lâ-ten-
kus bi-hurmeti’n-nebîyyî sallâ’llâhu ‘aleyhi ve sellem ve bi-
hurmeti sirri sûreti’l-fâtiha.
ABDEST DUÂSI
Abdest aldıktan sonra şu duâyı okumak müstehabbdır.
Sübhâna’llâh, ve’l-hamdü li’llâh, e’stağfiru’llâh, ve eş-
hedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vahdehu lâ-şerîke lehu ve eşhe-
dü enne Muhammeden ‘abduhu ve resûlühu. Ya’nî: Süb-
hânsın Allâhım, hamd sanadır. Senden başka ilâh olmadığına
şahâdet ederim. Sana istiğfâr eder, Sana tevbe ederim. Mu-
hammed (s.a.v.)’in senin kulun ve Resûlün olduğuna şahâdet
ederim.” Bu duânın çok fazîletli olduğu rivâyet edilmiştir.
İbn-i Mes’ûd (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizin şöyle
buyurduklarını rivâyet etti: Eşhedü en lâ-ilâhe illâ’llâhu vah-
dehu lâ-şerîke lehu ve eşhedü enne Muhammeden ‘abdu-
hu ve resûlühu. Ya’nî: “Abdest alan biriniz şöyle desin: Şa-
hâdet ederim ki Allâh’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed
(s.a.v.) Allâh’ın kulu ve Resûlüdür. Ve bundan sonra salevât
okusun. Böyle yapan kimseye rahmet kapıları açılır.”
Abdest alan kimsenin, kendisini tamâmen abdeste verme-
si ve hiçbir söz konuşmaması gerekir; zîrâ abdestle Rabbini
ziyâreti murâd etmektedir.
(Ebû Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Ğâfilîn Bustânu’l-’Ârifîn, 838.s.)
VALLÂHİ KUR’ÂN NE ŞİİR, NE SİHİR NE DE KEHÂNETTİR
Câbir bin Abdullah (r.a.) demiştir ki:
“Utbe bin Rebîa, Peygamber (s.a.v.) Efendimize dedi ki:
“Söyle yâ Muhammed (s.a.v.), ne sebeble ilâhlarımıza sövüyor-
sun? Nasıl atalarımızı sapıklık ile suçluyorsun? Eğer Sen, ba-
şa geçmek istiyorsan, derhal bütün sancaklarımızı Senin adına
bağlar, başkanlığını ilân ederiz. Kayd-ı hayat şartıyla, Başkanı-
mız Sen olursun! Eğer evlenmek istiyorsan, Kureyş’in kızların-
dan beğendiğin on tanesini derhal sana nikâhlayalım. Eğer mu-
radın zengin olmaksa, dilediğin kadar sana mal verelim.” O
böyle söylüyor, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz de sükût ediyordu.
Baktılar ki Utbe sözünü bitirdi, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz
hemen Fussilet Sûresi ilk 13 âyeti okudu. Utbe, Peygamberimiz
(s.a.v.)’in ağzını kapadı. Peygamberimiz (s.a.v.)’e akrabalık
hakkı için kendisinden bahsetmemesini ricâ ederek bir yere
gizlendi. Âilesinin yanına da gitmedi, kendi kendisini hapsetti.
Bu durumu hazmedemeyen Ebû Cehil, yanındakilere: “Haydi
onun yanına gidelim!” diyerek Utbe’ye gittiler. Ebû Cehil: “Valla-
hi biz, Utbe’nin Muhammed (s.a.v.)’in dînine döndüğünü görü-
yoruz. Herhalde Muhammed (s.a.v.)’in sofrasındaki yiyecekler
adama tatlı geldi. Ne yapsın zavallı, muhtaç durumda kalmış”
diyerek alaylı sözler söyledi. Onun gurûru ile oynamak istedi ve
şunları ekledi: “Bak kardeşim, gerçekten bu kadar muhtaç du-
ruma düşmüşsen, bizler aramızda mal toplayıp sana yardım
edelim! Ne dersin?”
Kendisiyle alay edilmesi karşısında iyice gazaba gelen Ut-
be, bir arslan gibi kükreyip: “Ben, Muhammed (s.a.v.) ile konuş-
maya geldim. Bana öyle şeyler söyledi ki, vallahi onlar ne bir si-
hir idi, ne bir şiir idi, ne bir kehânet idi. Bana: “Rahmân ve Ra-
hîm olan Allâh’ın adıyla” diyerek başlayan bazı âyetler oku-
disine, akrabalık hürmeti için bizden el çekmesini ricâ ettim. Bi-
lirsiniz ki Muhammed (s.a.v.) bir şey söylerse, o muhakkak ye-
rine gelir. Ben de sizlere, Ad ve Semûd kavmine inen azâb gibi
bir azâb inmesinden korktum.
(Celâleddin es-Suyûtî, Peygamberimiz (s.a.v.)’in Mu‘cizeleri, 1.c., 200.s.)
KUR’ÂN OKUNDUĞU ZAMAN SUSUN
Hâfız İbn Cerîr et-Taberî şöyle der:
“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve su-
sun” (Araf s. 204) âyeti ile, gerek gizli, gerek açık kıraatin
yapıldığı namazlarda imamın arkasında kıraatin yasak
edildiği ve cemaatin imamın kıraatiyle yetinmesi konu-
sunda doğruya en yakın olan görüş şudur:
Sahâbeye imâm namazda kıraatte bulunurken
Kur’ân’ı ve minberde iken hutbeyi dinlemeleri emredildi.
Bizim “Doğruya en yakın olan budur” dememizin sebe-
bi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “İmâm okuduğunda su-
sunuz” emrinin sahih oluşu ya da Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in emrettiğine dair birçok rivâyetin yanında Cu-
ma günü imâmın hutbesini duyan kimsenin dinlemesi
ve susması gerektiğine dair müçtehidlerin icmâıdır. Biri-
sinde ihtilâf olmakla birlikte bu iki durum dışında hiç
kimseye Kur’ân’ı dinleme ve susma mecbûriyeti olmadı-
ğı yolunda da ittifak bulunmaktadır.
Kur’ân’ı dinleme mecbûriyetinin ihtilaflı olduğu yer
ise, imâmın arkasında namaz kılma durumudur. Oysa
bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “İmâm okudu-
ğunda sizler susunuz” şeklinde emri olduğuna dâir
sahih haber bulunmaktadır.
İmâmın arkasında susup okumasını dinlemek,
Kur’ân’ın zâhirî ifâdesinin genelliği ve Hz. Peygamber
(s.a.v.)’den nakledilen hadîslerden dolayı, kendisine
uyan ve kıraatini duyan herkese vâcibdir. (İbn Cerîr Taberî,
Câmi‘u’l-beyân)
İmâm ister açıktan, ister gizli okusun cemaat kıraati-
ni ister duysun, ister duymasın arkasında bulunan kim-
senin mutlak olarak susması gereklidir.
(Eşref Alî et-Tehanevî – Zafer Ahmed el-Osman et-Tehanevî,
Hadislerle Hanefî Fıkhı, 3.c. 62-64.s.)
DUÂNIN ÂDÂBI VE ŞARTLARI
Duânın da âdâbı ve şartlarına riâyet icâbetin te’mînâtıdır.
Kim bu şartlara riâyet etmeden duâsının kabûlünde ısrâr edi-
yor ve kabûl edilmediğinden gönlünü bozuyorsa azgınlar-
dandır.
Duânın kabûlünde şart: Nefsin tezkiyesi ve kalbin tas-
fiyesidir. Duâ eden evvelâ helâl lokma ile nefsini ıslâh etme-
li, zikrullâha ihtimâm ederek kalbini ölümden kurtarmalıdır.
Büyükler demişlerdir ki: Duâ, gök kapılarının anahtarı-
dır. Bu anahtarın dişleri de helâl lokmadır. Yani helâl lok-
ma olmaksızın bu anahtar bir şeye yaramaz.
Risâle-i Kuşeyrî’de der ki: Rivâyet denen haberler arasın-
da şu da vardır: “Kul, Allâh’a duâ eder. Duâsında ihlâs ve
bağlılığı artırdıkça Allâh onu sever. Cebrâîl (a.s.)’a emreder:
“Kulumun hâcetini geciktir, duâsını artırmasını ve sesini
duymayı seviyorum.” Bir kul da duâ eder, fakat duâsıyla Al-
lâh’ı gazablandırır. Allâh, Cebrâîl (a.s.)’a buyurur ki: “Kulu-
mun hâcetini hemen yerine getir, sesini daha fazla duy-
mak istemiyorum.”
Dünyânın kıvamı dört şeyle olduğu buyurulmuştur:
1- Âlimlerin ilme devâmı,
2- Emirlerin adâlete devâmı,
3- Zenginlerin cömertliğe devâmı,
4- Fakîrlerin duâya devâmı.
Edebli bir mü’min Allâh’a Esmâ-i Hüsnâ’sıyla Kur’ân da
ta‘lîm olunan ve Hadîs-i Şerîf’lerde öğretilen ve selef-i sâli-
hînden rivâyet oluna gelen duâlarla ve Allâh’a onun Nebîle-
ri’yle, velîleriyle tevessül ederek duâ eder.
Duâya icâbet sâatleri ve yerleri de gizlenmişdir.
Zulümden son derece sakınmak lâzımdır. İslâmiyet, kâfi-
re bile zulmetmeği harâm kılmışdır. Mazlûm kim olursa olsun
zulümden âh ederse zâlim cezâsını görür. Hulâsâ zulüm ha-
râm kılınmıştır. Duânın icâbet olunmamasının sebeblerinden
biri de zulümdür. En çok kabûl olunan duâlardan biri mazlû-
mun duâsıdır.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Bakara Sûresi, 236-237.s.)
KUR’AN OKUYAN MÜ’MİN
Resûlullah (s.a.v.): “Kur’an okuyan mü’min ütrücce (ağaç kavunu) gibidir. Kokusu da taâmı da hoştur. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir. Rayihası (kokusu) yok fakat tadı hoştur. Kur’an okuyan münâfık reyhâna benzer. Kokusu hoş, tadı acıdır. Kur’an okumayan münafık, Ebu Cehil karpuzuna benzer. Kokusu olmadığı gibi tadı da acıdır.” buyurdu. (Riyazü’s-Salihin, C: 2, Sh: 340)
AREFE GÜNÜ VE GECESİNİN FAZİLETLERİ 97
İbn-i Mâce (r.a.) Ebû Umâme’den rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîfte Resûlullah (s.a.v.) Hazretleri: “Bayram gecelerini ibadetle geçiren kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü günde ölmez” buyurmuşlardır.
Alimin biri şöyle diyor: “Dünyanın beş gününde mihnet ve meşakket çeken âhirette mihnet ve meşakket çekmez. Bu beş gün ise arefe, aşûre, cum’a ve bayram günleridir.”
Arefe gününü gafletle geçirmeyip tövbe, ibâdet ve zikirle geçirmek, Cenâb-ı Hakk Teâlâ’dan helal rızık, sahih amellerle dolu uzun bir ömür ve Cennet’te “Cemâlullah” ile müşerref olmayı istemeliyiz.
Arefe ve Bayram günlerinde kabirleri ziyaret etmeli, ölülerimizin ruhları fatihalarla yadedilmelidir. Kur’ân-ı Kerîm okumayı artırarak Peygamber (s.a.v.) Efendimiz zamanından günümüze kadar gelmiş geçmiş bütün mü’minlerin ruhlarına ithaf edilmelidir.
Arefe gününün sabah namazından itibaren bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar yirmiüç farz vakit namazını müteâkip bir defa: “Allahüekber, Allahüekber, lâilâhe illallâhü vellâhü ekber, Allahüekber ve lillâhilhamd.” diye tekbir alınır ki, buna da (teşrik tekbiri) denir.
Teşrik tekbirleri, fuhakanın bir çoğuna göre vâcibtir. Sünnet diyenler de vardır.
(Büyük İslâm İlmihâli, Ö.Nasûhi Bilmen)
EVDEN ÇIKARKEN OKUNACAK DUA:
Evden çıkarken en az üç defa “Bismillahi hasbiallahü tevekkeltü alallahi la havle vela kuvvete billahi” duasını okumalıdır. (Dualar ve Zikirler, s. 83)
CENNET HALKINDAN BİR KADININ DÜNYADA,
DÜNYA EHLİNDEN OLAN KOCASINI GÖRMESİ
Abdullah bin Zeyd (r.a.) şöyle derdi:
Bize ulaştı ki, cennet ehlinin kadınlarından (huri) kadınına:
– “Dünya halkından olan eşini, kocanı sana göstermekliğimizi arzu eder misin? diye sorulur. O da:
– Evet arzu ederim, der. Bunun üzerine hurinin önündeki perdeler kaldırılarak dünya ehlinden olan kocası ile kendi arasındaki kapılar açılır. Ve nihayet eşini görür, onu tanır ve ona uzun uzun bakar. Hatta onun dünyadan gelmesi gecikti diyerek onu şiddetle arzu eder. Nasıl ki (dünya) kadınlarının uzakta olan kocalarını şiddetle arzuladıkları gibi. Ola ki mü’min ile dünyadaki karısı arasında kadınlarda bulunan ve onların kocaları arasında cereyan eden husus olur da ona karısı kızınca bu husus (Cennetteki) karısına ağır gelerek, dünya kadınına:
– Vah yazık sana ona kötülüğünü dokundurma, o ancak senin yanında az bir gecelerde (misafir olarak) kalmaktadır” der.
Bu sözün mânâsını İmam Tirmizî’nin tahriç ettiği hadîs-i şerîfte Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kadın dünyada kocasına eziyet ederse muhakkak o zatın (cennetteki) ceylan gözlü hurilerden olan eşi: Allah seni kahretsin, ona eziyet etme, o ancak senin yanında muvakkat olarak bulunmaktadır ve senden ayrılıp bize gelmesi yakındır” diye beddua eder. Mişkatü’l-Mesabih, C: 3/203
(Ölüm, Kıyâmet, Âhiret, İmam Şa’rânî, Sh: 339)
KUR’ÂN-I KERÎM’E HÜRMET-1
Her müslümanın, Kur’ân-ı Kerîm’i usulüne uygun olarak okuyabilmesi gereklidir. Kur’ân’ın manasını duyarak anlıyarak düşünerek okumak okuyabilmek ise çok güzeldir.
Kur’ân-ı Kerîm’i okumağa “Eüzü” ile Besmele-i Şerife” ile başlanır. Kur’ân ele alınacağı zaman abdestli bulunulmalıdır. Bu esnada kıbleye yönelmeli, toplu hürmetli bir vaziyet almalıdır. Abdestsiz olan bir kimse Kur’ân’ı eline alamaz.
Kur’ân-ı Kerîm, temiz yerlerde avret mahalleri örtülü ve Kur’ân’ı dinleyecek vaziyette bulunan kimselerin yanlarında açıkça okunabilir. Mülevves yerlerde avret mahalleri açık olan veya başka işle meşgul olan kimselerin yanlarında cehren okunamaz, mekruhtur.
Kur’ân’ı ta’zim için öpmek caizdir. Kur’ân ile, dini bir kitap ile kaşında Kur’ân’dan birşey yazılı bir yüzük parmakta iken helâya girilemez. Kur’ân-ı Kerîm okunmayacak hale gelince temiz bir bez içine koyup, ayak basılmayacak temiz bir mahalle defnedilir. Tam üzerine toprak atılmaması için tahtalardan bir tavan yapılmalıdır. Bu gibi mushafları yakmak câiz değildir. Sâir dini kitaplar eskiyince hem defnedilebilir, hem de akar suya bırakılabilir, hem de içlerindeki mukaddes isimler silindikten sonra yakılabilir. Bu gibi kitap kağıtlarına bir şey sarmak, dine ilme karşı hiyanettir. Câiz değildir.
İçlerinde Allah (c.c.)’ın veya Resül-i Ekrem (s.a.v.)’in isimleri yazılı kağıt parçalarına da bu isimler silinmeksizin bir şey sarılması mekruhtur.
KUR’ÂN-I KERÎM’E HÜRMET-2
Bu meyanda dini gazete ve dergilere bir şey sarmamak lâzımdır.
Kur’ân-ı Azim’e, din ve imana, Peygamberlerden herhangi birine bir sünnete bir hadîs-i şerîfe, bir islâm mabedine-hâşâ- sövmek, ihanet etmek, alaya almak küfürdür. Böyleleri hemen tevbe ve istiğfar etmelidir. İmânı ve nikahlarını da tazelemeleri gerekir.
Hiç bir kimseye sövülmesi de caiz değildir. İnsanın ağzına sövülmesi büyük bir günahtır. Tazir cezasını ve tevbeyi gerektirir. Bazı fukahaya göre bir mü’minin ağzına sövülmesi küfürdür. İmanı ve nikahı yenilemeyi gerektirir.
Kur’ân-ı Kerîm’i veya herhangi bir din kitabını temiz olmayan bir yere atmak, Kur’ân âyetlerini ve kelimelerini sihr (büyü) gibi bir maksatla temiz olmayan şeyler ile yazmak ve yine bu maksatla tazime münafi sözler söylemek küfürdür. Bu gibi şeylerden son derece kaçınılmalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm; okunmak ve gereğiyle amel olunmak için indirilmiştir. Mü’minler olarak yüce kitabımıza hürmette kusur etmeyelim. Âyet, âyet, süre, süre, kelime kelime okuyup inceleyelim ve anlayalım. Onda ne buyuruluyorsa öylece yaşama gayretinde olalım. (B.İslâm İlmihali, Sh: 431)
HELAYA GİRERKEN OKUNACAK DUA:
“Allahümme inni eüzü bike minel hubsi velhabâis.”
(Dualar ve Zikirler, s. 98)
CAMİYE GİRERKEN VE ÇIKARKEN OKUNACAK DUÂ:
Sizden biriniz mescide girdiği vakit, peygambere salat ve selam etsin ve: “Allahümmeftah aleyye ebvabe rahmetike” desin. Çıkarken de; peygambere salat selam etsin ve; “Allahümme sımni mîneşşeytani” desin. (Dualar ve Zikirler, s. 107)
– Ey Osman, Allah Teâlâ sana hilafet hilatını giydirecek. Eğer münafıklar onu senden çıkarmak isterlerse sen onu çıkarma. Yani kendi kendini azletme. Taki bana mülaki oluncaya kadar.
– Ey Osman, Benden sonra sana hilafet verilecektir. Münafıklar seni o makamdan hal etmek isteyecekler. Zinhar sen o zaman haline rıza gösterme ve o gün oruç tut. İftarı benim yanımda edeceksin.
– Ey Osman Cenab-ı Hak Ruhbaniyet gibi ağır teklifleri bizlerden ref ederek bütün batıllardan yüz çeviren ve kolay olan dini bahş etti. Minâ’dan Arafat’a kadar her tepenin üzerinde tekbir emretti. Eğer sen bizim gibi Hacca niyet etmişsen biz tehlil, tekbir, tevhit her ne zikir yapıyorsak sen de onu yap.
– Ey Osman! Muhakkak Cenab Hak beni Ruhbaniyet gibi ağır tekliflerle göndermedi. Muhakkak Cenab-ı Hak indinde en hayırlı din batıllardan uzak tevhid istikamet üzere olan ve kolaylıkla emreden dindir.
(R.Mahmud Sâmî (k.s.), Hz. Osman ve Ali (r.anhüm) s. 78-79)
ERKEN KALKMAK İÇİN OKUNACAK DUÂ:
Her kim gece yatarken; “Bismillahirrahmanirrahîm, la te’huzühü sinetün vela nevmün, allahümme sehhir aynî venevvir kalbî vedfa’ annî kes retennevmi ve gılzetel gafleti” okuyup erken uyanmak niyetiyle yatarsa, bîîznillahi teâlâ dilediği saatte uyanır.
Uyandığı zaman hemen kalkıp, abdest alır ve ibadetine başlar. Uykusu olmayan ve uyumamaktan dolayı muzdarip olan kimse abdestli olarak yatağa yatarken: “Allahümme garetinnücumü vehede etil uyûnü ve entel hayyül kayyümüllezî la te’huzühû sinetûn velanevmün ya hayyü ya kayyümü ihdi leyli ve enin ayneyye” deyip muavvizeteyn sûrelerini (Felak ve Nâs) okuyup yatmalıdır. (Dualar ve Zikirler, s. 93-94)
HUŞÛ – TEVÂZU
Yüce Allâh (c.c.): “Namazlarını hûşu’ için de kılan mü’minler kurtuluşa ermişlerdir.” buyurmuştur. Abdullah b. Mes’ud (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’dan şu hadisi rivayet etmiştir: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete girmiyecektir. Kalbinde zerre kadar iman bulunan kimse cehenneme girmeyecektir.” Adamın biri sordu: Ya Resûlullah (s.a.v.), şüphesiz ki insan elbisesinin güzel olmasını ister (bu kibir midir?) dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): “Hayır! Şüphesiz ki Allah (c.c.) güzeldir, güzelliği sever, kibir hak olan bir şeyi reddetmek ve halkı hor ve hakir görmektir” buyurmuştur.
Huşû’ Hakk’a boyun eğmek; tevâzu’ Hakk’a teslim olmak Hakk’ın hükmüne itirazdan vaçgeçmektir, Sehl b. Abdullah: “Kalbi huşu’ içinde olana şeytan yaklaşmaz” demiştir.
Rivayet olunur ki, Resûlullah (s.a.v.) namaz esnasında sakalı ile oynayan birini görmüş ve: “Bu zatın kalbi huşû’ içinde bulunsaydı organları da huşû’ içinde olurdu” buyurmuştur. Derler ki: Namazda huşû’un şartı sağda kim vardır, solda kim vardır, bilmemektir. Şöyle de denilebilir: Huşû’ Hakk Sübhanehu ve Teâlâ’nın huzurunda edebe riayet şartıyla sirren (ruhen) boyun eğmektir.
Derler ki: Bir kimse kendisine karşı mütevazi olmazsa, başkasına karşı hiç mütevazi olmaz.
Mücahid (r.a.) der ki: “Allah Teâlâ Nuh kavmini tufanda boğunca bütün dağlar semaya doğru baş kaldırmışlar, sadece Cudi Dağı baş eğmiş ve tevâzu göstermişti. Onun için Allah Teâlâ bu dağı Nuh (a.s.)’un gemisinin karargâhı kılmıştı.”
(Kuşeyri Risalesi, Sh: 239)
KUR’AN HAKKINDA
Ebû Bekr Verrâk (r.a.)’ın küçük oğlu Kur’an okumağa hocaya giderdi. Bir gün benzi sararmış olarak ve titreyerek erkenden hocasından geldi. Babası.
– Ey oğul sana ne oldu? dedi.
– Ey baba? Bu gün üstâdım bana Kur’ân âyetinden bir ders verdi. Onun mânâsını işittim, korkumdan bu hale geldim, dedi.
– Ey oğul o âyet hangi âyetdir? dedi. Oğlu:
“Eğer küfür üzerine devam eder de kalırsanız nefsinizi azabdan nasıl saklayacaksınız. O günde ki o günün şiddetinden çocuklar koca olurlar. Yani saçları ağarır.” (Müzemmil Sûresi: 17)
İşte bu âyet-i celilenin mânasını o çocuk üstadından anlayınca korkusundan hasta oldu. Ölüm döşeğine düştü, can verdi öldü. Babası oğlunun kabrine gider, ağlar ve derdi ki:
“Senin oğlun Kur’ân’dan bir âyet işitti, Allah (c.c.) korkusundan can verdi, sen ise bu kadar zaman Kur’an okur hatmedersin, ömrün artık sona erdi, ecelin de yaklaşdı fakat hâlâ hukuk-ı ilâhiyeden çocuk kadar korkmazsın! Meğer senin gönlün kara taştan da katı imiş ki kalbine Kur’ân-ı âzim’üş-şân te’sir etmiyor.”
Kur’ân-ı Kerîm okurken ve duâ ederken sesini çok yükseltme. Namaz vakti gelince, hemen kıl. Geciktirirsen şeytân seni meşgûl eder. Bunun gibi bir hayırlı işe niyyet ettiğin zamân hemen yap, yoksa şeytân seni o hayırlı işten men’eder. (Dört Büyük Halife, Sh: 298)
ANA BABANIN DUÂSI
Ana babanın çocuklarına karşı yaptıkları bedduâlar da kabul edilir. Çünkü onlar ancak çocukları kendilerine eziyet ve isyan ettikleri zaman bedduâ ederler.
Nitekim onlar kendilerine itaat edildiği zaman tam bir merhamet ve sevgi içinde yavrularına duâ ederler, bu hayır duâları da red olunmaz. Çocuğun da ana ve babasına yaptığı duâ makbuldür. Onun için ana babanın hayır duâsı alınmalı, onları üzmemeli, onlara üf bile dememelidir. Allah (c.c.) rızası, onların rızasına bağlıdır.
Peygamberimiz (s.a.v.): “Babanın çocuğuna yaptığı duâ, misafirin duâsı, mazlumun duâsı (ahı) reddolunmaz” buyurmaktadır.
F F F
İbrahim bin Edhem (r.a.) hamama girmek istedi, hamamcı ücret istedi. Bunun üzerine İbrahim bin Edhem (r.a.) ağladı ve “Şeytan evine ücretsiz girilmiyor, Nebiler ve sıddıklar arasına girmek nasıl olur?” dedi.
“Allah (c.c.)’ım hidayet yolunda ayağımızın kaymasından bizi koru. Nefs ve hevâya tabi olmaktan da bizi koru. Bizi seni tanıyan ve (hidayet yolundan) emirlerinin hududunda duran (tüm teveccühle) Sana teveccüh edip, Sen’den gayriye muhabbet alâkasını terk edenlerden kıl.”
Akıllıya gereken: Kopmak bilmeyen sağlam ipe (Kur’ân’a) yapışmaktır. Bu takdirde övgüye değer bir akibet onun içindir. (Hz. Yûsuf (a.s.), Hz. M.Sâmî (k.s.))
DEMİR HAFIZLAR
Ubey b. Ka’b, Kur’ân-ı Kerîm’i, sekiz gecede, Temîm-i Dâri yedi gecede hatm ederdi.
Temîm-i Dârî’nin bir tek gecede üç rekatta ve hattâ bir rekâtta hatmettiği de olur idi.
Muhammed b. Sîrîn, Hz. Osman’ın Kur’ân-ı Kerîm’i gece namazının bir rekâtında hatm etmeyi adet edindiğini ve şehid edildiği geceyi de böyle, bir rekatta hatm etmek suretiyle ihya eylemiş olduğunu bildirir.
Abdullah b. Selâm, Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup bitirdiğini haber verdiği zaman, Peygamberimiz, ona: “Bunu, her gece, böylece oku!” buyurmuştur.
Abdullah b. Amr b. Âs da, Kur’ân-ı Kerîm’i, her gün ve gece hatm ederdi.
Peygamberimiz, ona, altı-yedi günde bir hatm etmesini tavsiye etmişti. (İslam Tarihi, C. 8-9, Sh: 210, 211)
KUR’AN Ö⁄RETMEK ŞARTIYLA NİKÂH KIYILMASI
Peygamberimiz, bir gün, bir cariye gelip: “Ben, kendimi sana bağışladım!” dedi, uzun müddet ayakta dikildi.
Müslümanlardan fakir bir zat: “Ya Resûlallah! Sana lazım değilse, onu bana nikâhla!” dedi.
Peygamberimiz: “Yanında mihr olarak ona verebileceğin bir şey var mı?” diye sordu.
“Yanımda şu entarimden başka birşey yok!” dedi.
Peygamberimiz “Entarini ona verirsen, entarisiz nasıl oturacaksın? Sen, başka bir şey araştır.” buyurdu.
Adamcağız: “Verecek başka bir şey bulamadım!” dedi.
Peygamberimiz: “Demirden bir yüzük olsun araştır!” buyurdu.
Adamcağız, bunu da, araştırıp bulamayınca, Peygamberimiz, ona, “Ezberinde Kur’ân’dan bir şeyler var mı?” diye sordu.
“Var!” dedi ve “şu, şu sûreler!” diyerek ezberindeki isimlerini saydı.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
“Ben de, ezberinde bulunan bu sûreleri ona öğretme karşılığında seni onunla evlendirdim.” buyurdu. (İslam Tarihi, C. 8-9, Sh: 244-245)
KUR’ÂN’A SAYGI
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır : «Bir topluluk, Allah (c.c.)’ın evlerinden birinde toplanır. Allah (c.c.)’ın Kitab’ından bir âyet okurlarsa, ders yolu ile aralarında onu öğrenmeye çalışırlarsa, Allah-û Teâlâ (c.c.) onlara SEKÎNET (Kuvve-i Maneviyye, mânevi güç) indirir. Kendilerini rahmet kaplar ve melekler onları sarar. Ve, Allah (c.c.) onları katındakilere anlatır.» — « Bir kimse Kur’ân’â yardımcı olursa, Allah-û Teâlâ (c.c.) onun anasından ve babasından Cehennem azabını hafifletir.»
Kur’ân’ı okuyup ona göre hayatına yön veren kimse, insanlar uykudayken okumalı; insanlar yerken, mahzun okumalı; insanlar gülerken, o ağlaya ağlaya okumalı; insanlar kibirlenip dururken, Allah (c.c.) korkusu ile okumalıdır.
Ayrıca, çok ağlayan, hazin, halîm, sakin ve yumuşak tabiatlı olmalıdır.
Cefacı, gafil, boşboğaz sert dilli olmamalıdır.
Muaz b. Cebel, (r.a.) Resûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu anlattı : — « Üç şey var ki, onlar dünyada bir yabancı gibidirler: a) Zâlimin zihnindeki Kur’ân, b) Kötüler arasındaki iyi bir kimse, c) Bir evde asılı durup okunmayan mushaf.»
Yine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: — « Günahlar bana gösterildi. Onlar arasında, Kur’ân’ı ezberledikten sonra unutanın günahı kadar büyüğünü görmedim.»
( Ebül Leys Semerkandî Tenbihü’l Gâfilin)
YÂSİN SÜRESİNDE ON BEREKET VARDIR
1- Onu aç okursa doyar.
2-Susuz okursa, suya kanar.
3- Çıplak okursa, giydirilir.
4- Bekâr okursa, evlenir.
5- Korkan okursa, emniyet ve selâmet bulur.
6- Mahpus okursa, hapisten çıkar.
7- Yolcu okursa, yolculuktan memnun ve mesnur olur.
8- Yitik sâhibi okursa, yitiğini bulur.
9- Hasta okursa, hastalığından kurtulur.
10- Ölü yanında okunursa, ölünün günahı hafiflenir.
“Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’ân-ı Kerîm’in kalbi de Yâsin Sûresidir.”
“Her kim Yâsin okursa, Allah(c.c.) onun bu okumasına, Kur’ân-ı on kere okumuş gibi sevap yazar.”
“Kim Allah (c.c.)’ın rızasını umarak geceleyin okursa, o gecede bağışlanıp, yargılanır.
Gündüzün başlangıcında okursa, ihtiyaçları giderilir. Sabaha çıkınca okursa, akşama kadar o gün kendisine kolaylık verilir. Gecenin başında okunursa, sabaha kadar o gece kendisine kolaylık ihsan olunur.”
“Her kim Kehf Sûresi’nin başından on Âyet ezberlerse Deccal fitnesinden korunur.” “Cuma günü Kehf Sûresi’ni okuyan kimseye, iki cuma arasını aydınlatan bir Nûr ihsân olunur.”
M.A.Köksal, İ. Tarihi C. 11, Sh. 235)
DÜNYA HEP ALTIN OLSA
Sufyân bin Uyeyne’den: Mü’min güzel amel ve iyiliklerinden hem dünyâda, hem de âhirette sevâba nail olur. Fakat fâcirin hayrı hemen dünyâda verilir, ama âhirette ona nasîb yoktur. Hakikî ihsan ehli ve mü’minin kemâli odur ki:
Allah’tan gayri şeylerin hepsinden yüz çevirip teveccüh-i tlâm ile Allah teâlâ Azze ve Celle Hazretlerine yönelerek kalbinde ve lisânında Hakk’dan gayri bir şey bulunmaz. Fâni dünyha hep altın olsa, âhiret de topraktan çanak çömlek olsa, âhiret dünyâdan daha hayırlı olur. Şu dünya fâni toprak, âhiret te bâki altın olunca dünyanın hâli değeri ne halde kalır?
Allah Teâlâ kulunun ağlamasını, inlemesini Cenâb-ı İzzetine yalvarmasını arzu ettiği vakit onu sevdiklerinden ayırmakla yahud açlıkla ve benzeri şeylerle mübtelâ kılar. Bunlar kalb ehline ma’lumdur. Bunlarda acaib terakkîler, garib tecelliler vardır. Ehl-i kemâlin hallerinde bunlar açıkça görülür.
(Hz. M.Sâmi (k.s.), Hz. Yusuf (a.s.))
ÖLÜLERİN RUHUNA FATİHA OKUMAK
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular:
«— Ölü kimse kabrinin içinde boğulmak üzere olup yardım isteyen kimse gibidir ki, babasından, yahut kardeşinden veya dostundan kendisine ulaşacak duayı beklemektedir. Nihayet dua kendisine kavuştuğunda bu duanın sevabı ona dünya ve dünyada bulunan her şeyden daha sevgili olur. Muhakkak ki hayatta olanların ölüler için hediyeleri (hayır) dua ve istiğfardır.»
Hasan-ı Basrı (r.a.)’den şöyle hikâye edilmiştir:
Bir kadın kabrinde azap çekiyordu. Bütün insanlar da onun bu halini rüyalarında görüyorlardı. Kadın bundan sonra (rüyada) nimet içinde olarak görüldü. Kendisine:
— Bunun sebebi nedir? diye sorulunca kadın:
— Bizim mezarlığımıza bir zat uğrayıp Fatiha sûresini okudu. Peygamber (s.a.v.)’e selât ü selâm getirdi ve bunun sevabını da bizlere hediye etti. — O sırada mezarlıkta ise azap çekmekte olan beşyüz kişi vardı— Müteakiben şu zatın Peygamber (s.a.v.) üzerine getirmiş olduğu salâd ve selâmın bereketiyle o ölülerden azabı kaldırınız diye nida olundu, diye cevap verdi.
(Ölüm-Kıyamet-Ahiret, Sh. : 86-87)
SÜNNETE TABİ OLMAK
Bütün sözlerimizde, işlerimizde ve inançlarımızda Sünnet-i Muhammediyye’ye tâbi olacağız.
Şayet bizler herhangi bir iş hakkında kitab ve sünnetin ne dediğini, icma ve kıyasın ne olduğunu bilmiyorsak o işi yapıp yapmama hususunda tevakkuf ederiz, sonra bakarız: Eğer bazı bilginler o işi güzel görüyorsa Resûlullah (s.a.v.)’tan izin alarak (huzur-u manevisine sığınarak) -o bilginlerin sözlerini yerine getirmek için-o işi yaparız. Bu işi o kadar incelememizin nedeni, şeriatı mutahharada bir bidatın çıkmaması içindir. Aksi takdirde bizler de sapıklık içinde bulunan kendini kaybetmiş imamlardan oluruz. Hak Teâla ve Resûlü (s.a.v.) hiç bir vakit bid’at sahipleriyle mücâlesede bulunmaz. Bu gibiler ancak kendileri gibi bid’at sahibi bilgin veya cahillerle oturup kalkarlar.
Peygamberimiz (s.a.v.) “Kim ki iyi ve helâl yiyip sünnetle amel ederse, çevresindeki insanlara (komşularına) emniyet telkin ederse o kişi Cennet’e girer” buyurmuşlardır.
Yine bir hadiste: “Ümmetimin fesada düştüğü bir zamanda sünnetime bağlı kalıp sıkı sıkıya sarılanlara yüz şehidin ecir ve sevabı vardır” buyuruluyor.
Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz Kabe-i Muazzama’daki (Hacerul Esved)’i öper ve şöyle der: “Biliyorum ki Sen zararı ve faydası olmayan bir taşsın; (s.a.v.) Efendimizin seni öptüğünü görmeseydim, ben de seni öpmezdim.”
(İmam-ı Şarani, El-Uhûdül Kübrâ, sh.:45
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
Ömer İbn-i’ Hattâb Radıyallâhü Teâlâ Anh’ın şöyle dediği rivâyet edildi:
“Resûlullâh Sallallâhü Teâlâ Aleyhi ve Sellem Buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) def’a Fâtiha Sûresi ve yetmiş (70) def’a Âyete’l-Kürsî ve yetmiş (70) Kulhüvellâhü Ehad ve yetmişer (70’er) def’a da Mu’avvezeteyn’i (Felâk ve Nâs Sûreleri’ni) okursa, nefsim, yed-i Kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allâh Sübhânehü ve Teâlâ, o suyu içen kimsenin cesedendeki bütün hastalıkları def’ eder. Ve onu hastalıktan ‘âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a’zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
[(Nisan)
YAĞMUR SUYUNA] OKUNACAK
ÂYETLER
AĞRILAR VE HAYIRLI MURÂDLAR İÇİN
NAMAZ VE DUÂ
Her gece yatsı namazından sonra, iki rek’at namaz kılınacak; sonra otuz (30) kerre “Yâ Rabbî Şükür!” denilecek ve hulûs ile yedi (7) kerre (Yani, yedi gece, arka arkaya bu iki rek’at namaza ve otuz kerre “Yâ Rabbi Şükür!” duâsına devâm edilecektir ki duâ toplan 210 oluyor.) bu duâ okunacaktır.
Ömrünü İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmek ve öğretmekle geçiren İmâm-ı Gazâlî Hazretleri 1111 senesi Cemâziyel-evvel ayının 14. Pazartesi günü, büyük kısmını zikir, tâat ve Kur’ân-ı Kerîm okumakla geçirdiği gecenin sabah namazı vaktinde, abdest tazeleyip namazını kıldı. Sonra yanındakilerden kefen istedi. Kefeni öpüp yüzüne sürdü, başına koydu ve dedi ki: “-Ey benim Rabbim, Mâlikim! Emrin başım, gözüm üzerine olsun!”
Sonra odasına girdi. İçeride, her zamankinden çok kaldı. Dışarı çıkmadı. Bunun üzerine, orada bulunanlardan üç kişi içeri girdiklerinde, İmâm-ı Gazâlî Hazretleri’nin kefenini giyip yüzünü kıbleye dönüp ruhûnu teslim ettiğini gördüler.
İmâm-ı Gazâli Hazretleri, kendisini mezara Şeyh Ebû Bekr en-Nessâc (K.S.)’ın koymasını vasiyet etmişti. Şeyh bu vasiyeti yerine getirip mezardan çıktığında, hâli değişmiş, yüzü kül gibi olmuş Oradakiler kendisine sordu: “Size ne oldu? Niçin böyle sararıp soldunuz efendim?” Cevâb vermedi. Yemin vererek tekrâr ısrârla sorulunca o da mecbûr kalarak şunları anlattı: “Ne zamanki İmâm-ı Gazâlî Hazretleri’ni mezarın içine koydum. Kıble tarafından nûrlu bir sağ elin çıktığını gördüm! Hatiften bir ses bana şöyle seslendi: “-Mahammed Gazâlî’nin elini Seyyidü’l-Mürselîn Muhammed Mustafa (S.A.V.)’in eline koy!” Ben denileni yaptım, işte, mezardan çıktığımda benzimin sararmış, solmuş olmasının sebebi budur.”
Seyyid Mustafa Bekri (K.S.) anlatır:
Ben, Medîne-i Münevvere’de, Mescid-i Nebevî’nin hizmetkarı idim. Her akşam Resûlullâh (S.A.V.) Efendimiz’i rü’yâda görüyordum. Her gördüğümde tebessüm buyururlardı. Ben de vazifemi iyi yapmışım diye sevinirdim. Bir akşam Resûlullâh (S.A.V.) Efendimiz’i üzüntülü gördüm ve Resûlullâh Efendimiz (S.A.V.), bana dönerek buyurdular ki: “Ey Mustafa, sen üzülme! Hizmetinde bir kusur işlemedin. Benim ümmetimin âlimlerinden, Benim ismimi taşıyan birisi irtihâl etti. Onun için üzüntülüyüm.” Sonra öğrendim ki İmâm-ı Gazâlî Hazretleri irtihâl etmişler.
(Evliyâlar Ansiklopedisi, c.6)
KUR’AN OKUMANIN EDEBLERİ
Zahiri Edebleri: 1- Gayet hürmetle ve abdestli olarak kıbleye karşı oturmak.
2- Okurken acele etmemek ve tecvitle okumak
3- Zorla da olsa ağlamaya çalışmak
4- Rahmet ve azab ayetlerinin hakkını eda etmek,
5- Eğer gösteriş ihtimali veya başka bir müslümana zahmet ve eziyet verme endişesi varsa sessiz okumalıdır. Yoksa sesli okumak efdaldır.
6- Güzel sesle okumalıdır. Çünkü bir çok hadislerde Kur’an-ı Kerîm’i güzel sesle okumanın üzerinde önemle durulmuştur.
Batınî Edebleri: 1- “Bu ne yüce bir kelâmdır. “ diye Kur’an-ı Kerîm’in azametini kalbine yerleştirmek
2- Bu kelâmın sahibi olan Allâhu Teâlâ’nın yüce şanını, üstünlüğünü ve büyüklüğünü kalbinde bulundurmak,
3- Kalbini vesvese ve nefsani düşüncelerden temiz tutmak,
4- Manalarını düşünmek ve lezzet alarak okumak. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bir defa bütün geceyi şu âyeti okuyarak geçirdi.
“Eğer onlara azab edersen, şüphe yok ki, onlar senin kullarındır ve eğer kendilerini bağışlarsan, yine şüphe yok ki, Sen mutlak galipsen ve hükmünde hikmet sahibisin.” (Maide: 118)
5- Gönlünü okuduğu âyetlere vermek. mesela dilinde rahmet âyeti varsa kalp sevinçle dolup taşmalı, azab âyetleri okurken kalp sarsılmalıdır.
6- Kur’an-ı okuyan sanki Allâhu Teâlâ’nın kendisine hitabını duyuyormuş gibi okuduğuna kulak vermelidir.
(Fezâil-i A’mâl
KUR’ÂN, MÜ’MİNLERE ŞİFÂDIR
“Yâ Ekrem’er-Rüsûl! Sana kavmin Kureyş tarafından söylenmez, ancak Sen’den evvel geçen Rüsûl-i Kirâm’a denilen söz denilir. Binâenâleyh, Sen onların sözlerine mahzûn olma. Zîrâ Rabbin Teâlâ Kur’ân’a îmân edenleri mağfiret edici ve küfredenlere azâb-ı elîm sâhibidir.” (Fussilet: 43)
Yani Sen’den evel geçen Resûller, milletleri tarafından vâki olan ezâya nasıl sabrettiler ve zaferyâb oldular (zafer kazandılar) ve düşmanlarından intikamlarını aldılarsa; Sen de sabret ki kavmin üzerine zaferyâb olasın, Zîrâ küfreden ve buna tevbe edip îmân edenleri, Rabbin Teâlâ, mağfiret edici ve küfre devâm edenlere acıtıcı azâb vericidir.
Vâcib Teâlâ Hazretleri, kâfirlere Kur’ân’a ta’nını beyân etmek üzere:
“Eğer biz Kur’ân’ı, Acem Lûgatı üzere inzâl etmiş olsaydık, onlar derler idi ki “Keşke Kur’ân’ın Âyetleri Arabî üzere tefsîl olunmuş olsaydı. Hâlbuki Kur’ân, Acem Lûgati üzeredir; Resûl ise Arab’dır. Nasıl oluyor ki Arabî olan Resûl üzerine kitâb gelir?” demekle ta’n ederlerdi.” (Fussilet: 44) (Burada Acem Dili’nden maksad, Arabca’dan mâadâ bütün diller demektir. Yalnız Îrânlı’ların kullandıkları Lisân-ı Fârisî demek değildir.)
Kâfirlerin ta’nına cevâb olmak üzere buyuruluyor ki:
“Yâ Ekrem’er-Rüsûl! Sen Kur’ân’a ta’n eden kâfirlere de ki: “Kur’ân, o kimselere, hidâyet ve şifâdır ki o kimseler Kur’ân’a îmân ettiler. Ama o kimsele ki onlar Kur’ân’a îman etmezler; onların kulaklarında ağırlık vadır. Binâenaleyh, onlar Kur’ân’ı lâyıkiyle işitmezler. Zîrâ can kulağıyla dinlemezler ki işitsinler. Îmân etmeyenler üzerine Kur’ân, a’mâdır. İşte Kur’ân’a îmân etmeyenler, uzak mahalden çağırlırlar.” (Fussilet: 44)
Ebû’s-Suûd Efendi’nin beyânı vechile:
Hakkı duymayanların ve görmeyenlerin şerde ve hayırsızlıkta gâyet yüksek tabakada bulunduklarına işâreten “ülêike” lâfzı vârid olmuştur.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Musâhabe / 1)
ŞİFÂ DUÂLARI (1)
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
“Bismillâhi urkîke, Allâhü yeşfîke, ezhibi’l-be’se, Rabbe’n-nâsi, ve’şfi, ente’ş-Şâfî, lâşifâe illâ şifâüke, şifâen lâ yükâdiru sekamen. Âmîn. Birahmetike yâ erhame’r-Râhimîn. Min külli şey’in yü’zîke ve min külli a’ynin ve hâsidin, Allâhü yeşfîke.”
***
ŞİFÂ DUÂLARI (2)
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
“Bihakkı enzelnâhü ve bihakkı nezele, ezhibi’l-be’se Rabbe’n-nâsi annî, işfi ente’ş-Şâfî lâşifâe illâ şifâüke işfi şifâen.”
***
ŞİFÂ ÂYETLERİ
Îkaz: Şifâ Âyetleri, sabah ve akşam yedişer (7’şer) def’a okunacak.
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
“Ve Yeşfi sudûre kavmin mü’minîn.” (Tevbe: 14)
“Ve şifâün limâ fî’s-sudûr.” (Yûnus: 57)
“Yehrûcu min bütûnihâ şerâbün muhtelifün elvênühü fîhi şifâün li’n-nâs.” (Nahl: 69)
“Ve nünezzilü mine’l-Kur’âni mâ hüve şifâün ve rahmetün li’l-mü’minîn.” (İsrâ: 82)
“Ve izâ merıztü fehüve yeşfîn.” (Şuarâ: 80)
“Kulhüveli’l-lezîne âmenû hüden ve şifâ,” (Fussilet: 44)
RIZIK BOLLUĞU İÇİN OKUNACAK DUÂ
Îkâz: Bu Âyet-i Celîle, akşam ve sabah ve yâhûd beş vakitte on birer (11’er) kere okunacaktır:
“İnnallâhe hüve’r-Razzâku zü’l-kuvveti’l Metin.”
AREFE GÜNÜ DUÂSI
Lâ ilâhe illallâhü vahdehulâ şeriykeleh. Lehülmülkü velehülhamdü biyedihilhayr vehüve a’lâ külli şey’in kadîr.
İFTAR DUÂSI
Allâhümme leke sumtu ve bike âmentü ve a’leyke tevekkeltü ve âlâ rızkıke eftartü ve li savmi gadin ne-veytü fağfürlî mâ kaddemtü vemâ ahhertü.
Ma’nâsı “Allâh’ım senin rızan için oruç tuttum. Sana inandım. Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açıyorum. Yarının orucuna da niyyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla.”
YEMEK DUÂSI
Elhamdülillâh Elhamdülillâh Ellezi et’amenâ ve segânâ vecealenâ minelmüslimîn. Allâhümmağfir verham vahfez sâhibi’t-taami ve’l âkilîn. Velimen se’â fîhî vêlicemii’l mü’minîne Ve’l-mü’minât, ve’l müslimîne ve’l müslimât el ahyaü minhüm ve’l-emvât. Birahmetikê yâ Erhame’r- Rahimîn.
Allâhümme nevvir gulûbenâ bi envâri muhabbetike ve zikrike ve şükrike ya zel celâli ve’l ikrâm.
Allâhümme ahyina hayaten tayyibeten bi’s sıhhati ve’s selâmeti ve’l-afve ve’l-âfiyeti fiddini ve’d dünya ve’l-âhireti haseneh. İnneke â’lâ külli şey’in kâdîr.
Allâhümme innâ nes’elüke tamamen nı’meh ve devamel afiyeh ver zükna husnel hatimeh.
Allâhümme zıd velâ tenkus bi hurmeti’n Nebiyyî Sallallahû Aleyhi Vesellem. Ve bi hürmeti Sırrı Suratil
FATİHÂ… AREFE GÜNÜ DUÂSI
Lâ ilâhe illallâhü vahdehulâ şeriykeleh. Lehülmülkü velehülhamdü biyedihilhayr vehüve a’lâ külli şey’in kadîr.
İFTAR DUÂSI
Allâhümme leke sumtu ve bike âmentü ve a’leyke tevekkeltü ve âlâ rızkıke eftartü ve li savmi gadin ne-veytü fağfürlî mâ kaddemtü vemâ ahhertü.
Ma’nâsı “Allâh’ım senin rızan için oruç tuttum. Sana inandım. Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açıyorum. Yarının orucuna da niyyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla.”
YEMEK DUÂSI
Elhamdülillâh Elhamdülillâh Ellezi et’amenâ ve segânâ vecealenâ minelmüslimîn. Allâhümmağfir verham vahfez sâhibi’t-taami ve’l âkilîn. Velimen se’â fîhî vêlicemii’l mü’minîne Ve’l-mü’minât, ve’l müslimîne ve’l müslimât el ahyaü minhüm ve’l-emvât. Birahmetikê yâ Erhame’r- Rahimîn.
Allâhümme nevvir gulûbenâ bi envâri muhabbetike ve zikrike ve şükrike ya zel celâli ve’l ikrâm.
Allâhümme ahyina hayaten tayyibeten bi’s sıhhati ve’s selâmeti ve’l-afve ve’l-âfiyeti fiddini ve’d dünya ve’l-âhireti haseneh. İnneke â’lâ külli şey’in kâdîr.
Allâhümme innâ nes’elüke tamamen nı’meh ve devamel afiyeh ver zükna husnel hatimeh.
Allâhümme zıd velâ tenkus bi hurmeti’n Nebiyyî Sallallahû Aleyhi Vesellem. Ve bi hürmeti Sırrı Suratil
FATİHÂ… AREFE GÜNÜ DUÂSI
Lâ ilâhe illallâhü vahdehulâ şeriykeleh. Lehülmülkü velehülhamdü biyedihilhayr vehüve a’lâ külli şey’in kadîr.
İFTAR DUÂSI
Allâhümme leke sumtu ve bike âmentü ve a’leyke tevekkeltü ve âlâ rızkıke eftartü ve li savmi gadin ne-veytü fağfürlî mâ kaddemtü vemâ ahhertü.
Ma’nâsı “Allâh’ım senin rızan için oruç tuttum. Sana inandım. Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açıyorum. Yarının orucuna da niyyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla.”
YEMEK DUÂSI
Elhamdülillâh Elhamdülillâh Ellezi et’amenâ ve segânâ vecealenâ minelmüslimîn. Allâhümmağfir verham vahfez sâhibi’t-taami ve’l âkilîn. Velimen se’â fîhî vêlicemii’l mü’minîne Ve’l-mü’minât, ve’l müslimîne ve’l müslimât el ahyaü minhüm ve’l-emvât. Birahmetikê yâ Erhame’r- Rahimîn.
Allâhümme nevvir gulûbenâ bi envâri muhabbetike ve zikrike ve şükrike ya zel celâli ve’l ikrâm.
Allâhümme ahyina hayaten tayyibeten bi’s sıhhati ve’s selâmeti ve’l-afve ve’l-âfiyeti fiddini ve’d dünya ve’l-âhireti haseneh. İnneke â’lâ külli şey’in kâdîr.
Allâhümme innâ nes’elüke tamamen nı’meh ve devamel afiyeh ver zükna husnel hatimeh.
Allâhümme zıd velâ tenkus bi hurmeti’n Nebiyyî Sallallahû Aleyhi Vesellem. Ve bi hürmeti Sırrı Suratil
FATİHÂ… AREFE GÜNÜ DUÂSI
Lâ ilâhe illallâhü vahdehulâ şeriykeleh. Lehülmülkü velehülhamdü biyedihilhayr vehüve a’lâ külli şey’in kadîr.
İFTAR DUÂSI
Allâhümme leke sumtu ve bike âmentü ve a’leyke tevekkeltü ve âlâ rızkıke eftartü ve li savmi gadin ne-veytü fağfürlî mâ kaddemtü vemâ ahhertü.
Ma’nâsı “Allâh’ım senin rızan için oruç tuttum. Sana inandım. Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açıyorum. Yarının orucuna da niyyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla.”
YEMEK DUÂSI
Elhamdülillâh Elhamdülillâh Ellezi et’amenâ ve segânâ vecealenâ minelmüslimîn. Allâhümmağfir verham vahfez sâhibi’t-taami ve’l âkilîn. Velimen se’â fîhî vêlicemii’l mü’minîne Ve’l-mü’minât, ve’l müslimîne ve’l müslimât el ahyaü minhüm ve’l-emvât. Birahmetikê yâ Erhame’r- Rahimîn.
Allâhümme nevvir gulûbenâ bi envâri muhabbetike ve zikrike ve şükrike ya zel celâli ve’l ikrâm.
Allâhümme ahyina hayaten tayyibeten bi’s sıhhati ve’s selâmeti ve’l-afve ve’l-âfiyeti fiddini ve’d dünya ve’l-âhireti haseneh. İnneke â’lâ külli şey’in kâdîr.
Allâhümme innâ nes’elüke tamamen nı’meh ve devamel afiyeh ver zükna husnel hatimeh
.Allâhümme zıd velâ tenkus bi hurmeti’n Nebiyyî Sallallahû Aleyhi Vesellem. Ve bi hürmeti Sırrı Suratil FATİHÂ…
BÜTÜN BEŞER AKLI VE İDRÂKİ, KUR’ÂN’IN EN KISA SÛRESİ’NİN BİLE MİSLİNİ GETİREMEZ
Bakara: 221’de: “Vallâhi Allâh (sizi) Cennet’e da’vet eder.” buyurulmuştur. Cennet’in bir adı da: Dâr’üs-Selâm’dır. Asıl hakîkatte selâmet yeri, Dâr-ı karâr da Cennet’tir. İşte ancak Dâr’üs-Selâm’a, selâmet evine, bekâ menziline, Cennet’e varabilmek de, hidâyet yoluna tâbi’ olanlar içindir. Nitekim: “Habîbim, Sen, Kur’ân’a i’tirâz edenlere de ki: Allâh-ü Teâlâ’ya yemîn ederim ki eğer ins ü cinn birbirine muâvenet eder olduğu halde şu Kur’ân’ın mislini getirmek üzere ictimâ’ etmiş olsalar, Kur’ân’ın mislini getiremezler. Velev ki ba’zısı, ba’zısına yardımcı olsun. Muhakkak ki biz, bu Kur’ân’da insanlara her türlü misâli çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu, inkârcılıktan başkasını kabullenmediler.” (İsrâ: 88-89)
Hâzin Tefsîri’nde beyân olduğuna nazaran, müşriklerin: “Biz, Kur’ân’ın mislini getirmek istersek getiririz.” demeleri üzerine, onları redd ve tekzîb için bu Âyet-i Celîle nâzil olmuştur. Ama müşikler, çok çalıştıkları halde kısa bir Sûre’nin bile mislini getirmekten âciz kalmaları ile bu Âyet-i Celîle’nin sırrı o zaman tahakkuk etmiştir. Ve ilâ yevm’il-kıyâm da bu tahakkuk bâkîdir.
Kur’ân-ı Azîm’üş-şân’ın mislini getirmek, kudret-i beşerden hâriçtir. (İnsanlığın kudretinin dışındadır.) Mahlûk kelâmı olmaktan çok yüksektir. Çünkü Kur’ân’ın nazmı ve elfâzının (sözlerinin) ve Âyetleri’nin birbirine rabtı (bağlanması) ve mugayyebâttan (gâiblerden) haber vermesi mu’cizedir. Binâenaleyh, belâgatın en yüksek tabakasından olduğundan beşerin söyleyebileceği sözlerden değildir.
“Yâ Ekrem’er-Resûl! Sen, Kur’ân’ın inzâlinden evvel bir okur ve sağ elinle yazı yazar olmadın; eğer vahy’den evvel okur yazar olsaydın, müşikler Senin hakında şübhe ederlerdi. Belki Kur’ân kendilerine ilim verilen fâzılların kalblerinde hakk olduğuna delâlet eden delâil-i vâzıha ve Âyât-ı beyyinedir. Hakka delâlet eden Âyetlerimizi inkâr etmez; illâ zâlimler inkâr ederler.” (Ankebût: 48-89)
Çünkü Kur’ân, üslûb-i hakîmi ve ma’nâ-yı garîbi ve nazm-ı bediî ile hârik’ul-âde mu’cizdir. Vâcib Teâlâ, Kur’ân’ın ehl-i ilmin kalbinde mahfûz olduğunu beyânla tahrîf olunamayacağına işâret etmiştir. Binâenaleyh, hâfızların kalblerinde kıyâmete kadar mahfûz kalacaktır. Çünkü hâmisi, Cenâb-ı Hakk’tır.
(Hz. Mahmûd Sâmi Ramazânoğlu (K.S.), Masâhabe / 1)
FÂTİHA SÛRESİ
Cenâb-ı Hakk Hadîs-i Kutsî’de buyurmuşlardır ki:
“- Namazı kendimle kulum arasında ikiye taksîm ettim. Kuluma da istediğini vereceğim.” Kul:
“- Hamd âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsûstur.” dediği zaman, Allâh:
“- Kulum bana hamdetti.” buyurur. Kul:
“- O Allâh ki Rahmân’dır, Rahîm’dir.” dediği zaman, Allâh:
“- Kulum beni senâ etti.” buyurur. Kul:
“- O Dîn Günü’nün Mâliki’dir.” dediği zaman, Allâh:
“- Kulum beni temcîd etti.” buyurur. Kul:
“- Ancak sana ibâdet ederiz, ancak senden yardım dileriz.” dediği zaman, Allâh:
“- Kulum bana istiğfâr etti. Bu benimle kulum arasındadır ve kulum için istediği vardır.” buyurur. Kul:
“- Bizi sırât-ı müstakîm’e, kendilerine ni’met verdiklerinin yoluna ulaştır, gazâba uğrayanların ve dalâlete düşenlerin yollarına değil.” dediği zaman, Allâh:
“- Burası kulum içindir, kulum için de istediği vardır.” buyurur.
Amîn: “Ey Rabbimiz, duâmıza icâbet et, duâmızı kabûl et!” demektir. Ebû Hüreyre (R.A.)’den rivâyet olunduğu vechile Resûlullâh Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendimiz: “Amîn” dediği zaman “Âmîn” deyiniz. “Âmîn deyişi melâikenin amînine tevâfuk edenin geçmiş günâhları mağfiret olunur.” buyurmuşlardı.
Rivâyet olunur ki Şâm’dan Ebû Cehil’in yedi kervânı büyük bir mal ile yedi bölük halinde gelince Resûlullâh (S.A.V.) ve Ashâb’ı onu gördüler. Sahâbe’nin ekserisi aç ve çâresiz idiler. Nebî-yi Ekrem (S.A.V.) Ashâbı’nın hâline de bakmakla gönlü bir parça meşgûl oldu. Hemen:
“Muhakkak ki sana Seb’al Mesânî’yi (tekrârlanan yedi Âyet’i, Fâtiha’yı) ve Kur’ãn-ı Azîm’i verdik.” (Hicr: 87) Âyet-i Celîlesi nâzil oluverdi. Ya’ni Ebû Cehîl’in yedi kafilesinden çok daha hayırlı olan Seb’al Mesânî’yi ve Kur’ân-ı Azîm’i verdik, buyuruldu.
Cenâb-ı Hakk Nebî-yi Ekrem (S.A.V.)’in bunu kendisi için istemediğini de bilmekle: “Sen onların içinde mahzûn olma!” (Nahl: 127) “Ve mü’minlere kanatlarını ger.” (Hicr: 88) buyurdu.
(Hz. M. Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Fâtiha Sûresi Tefsîri, S: 50)
HASED VE SÛRE-İ YÛSUF’UN NÜZÛL SEBEBİ
Resûlullâh (S.A.V.) Efendimiz buyuruyor ki: “Hasedden hazer edip sakınınız. Zîrâ muhakkak hased ateşin odunu yakıp erittiği gibi hasenâtı yer”
(Keşfü’l-Hafa Cild: 1, S: 271. El Câmiü’s Sağîr
Bazı hukemâ demişlerdir ki: “Hased eden kimse beş veche ile Rabbi’ne i’tirâz etmiş olur.
1- Cenâb-ı Hakk’ın ni’metini başkasında izhâr etmesine buğzeylemiş olur.
2- Rabb Teâlâ’nın taksîmine i’tirâz edip, böyle yapmasaydı da taksîmini böyle yapsaydı diye i’tirâz etmiş olur.
3- “Allâh Teâlâ fazlını dilediğine verir.” (Maide: 54) Fazl-ı İlâhî’ye buhl (cimrilik) izhâr eylemiş olur.
4- Allâh Teâlâ’nın; velî, dost ittihâz buyurduğu bir kulunun hizlânını (yardımdan mahrûmiyetini) ve ni’metin ondan gitmesini murâd etmiş olur.
5- İblîsin hased sıfatına iştirâk etmiş olur.
Bir kimse Sûre-yi Yûsuf’u okumaya devâm edip ma’nâsını da düşünürse Yûsuf Aleyhisselâm’ın vâsıl olduğu sürûra nâil olur.
Yahûdî âlimleri müşriklerin reislerine dediler ki: “Sorun Muhammed (S.A.V.)’e Ya’kûb Aleyhisselâm’ın âile efrâdı niçin Mısır’a göçtüler?” Bunun üzerine Sûre-i Yûsuf indi.
Übeyy bin Ka’b (R.A.), Resûlullâh (S.A.V.) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:
“Kölelerinize Sûre-i Yûsuf’u ta’lîm edip öğretiniz. Zîrâ herhangi bir müslüman (bunu) yazıp ehline ve kendi kölesine öğretirse Allâh-u Teâlâ Celle Celâlühü onun sekerât-ı mevtini kolaylaştırır. Hiç bir müslime hased etmemeye de kuvvet verir.” (Rûhü’l-Beyân Tefsîri)
(Hz. M. Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Hz. Yûsuf (A.S.), S: 10)
ÂYET’EL KÜRSÎ
O (Cenâb-ı Hakk’ı) fehimler kavrayamaz. O’nun zâtı ve sıfatları hakkında söylenebilecek en büyük söz Cenâb-ı Ahmed (S.A.V.)’in söylediğidir:
“Seni, lâyık olduğun şekilde senâ edemem, sen kendini nasıl senâ ettiysen öylesin.”
İşte bu sebeble, Allâh’ın kendini tavsîf ve senâ ettiği Âyet’el-Kürsî’ye Peygamberimiz (S.A.V.) “Kur’ân Âyetleri’nin a’zamıdır.” diye buyurmuşlardır.
Hadîs-i Şerîf’te:
Kur’ân’daki Âyetler’in en büyüğü Âyet’el-Kürsî’dir. Kim onu okursa, okuduğu andan ertesi güne kadar hasenâtını yazmak, seyyiâtını silmek üzere, Cenâb-ı Hakk, bir melek gönderir buyurmuşlardır.
Hazret-i Alî Kerremallâhu Vecheh’den rivâyet olunduğuna göre Nebî-yi Ekrem (S.A.V.):
“Bu Âyet-i Celîle’yi hangi evde okumuşsam muhakkak sûrette şeytânlar otuz gün o evden uzaklaşmışlar, sihirbâz erkek yâhûd kadın kırk gün oraya girememişdir. Yâ Alî bunu çocuklarına, âilene ve komşularına öğret. Bundan büyük âyet nâzil olmamışdır.” buyurmuşlardır.
Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır:
“Yâ Alî! Beşerin seyyidi (efendisi) Âdem’dir. Arâblar’ın efendisi Muhammed’dir. Öğünmek yoktur. İranlılar’ın efendisi Selmân, Rumlar’ın efendisi Suheyb, Habeşliler’in efendisi Bilâl, dağların efendisi Tûr (Tûr-i Sîna), günlerin efendisi Cum’a, Kelâmın (sözlerin) efendisi Kur’ân, Kur’ân’ın efendisi Bakara Sûresi, Bakara’nın efendisi ise Âyet’el-Kürsî’dir.”
Bu Âyet-i Celîle’ye ancak sıddîklar ve âbidler devâm ederler. Kim yatarken bu Âyet-i Celîle’yi okursa Allâh onu nefsinin, komşusunun ve komşusunu da, onun şerrlerinden emîn kılar.
(Hz. M. Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Bakara Sûresi, S: 330)
YÂSÎN SÛRESİ’Nİ OKUYUNUZ
Çünkü onda on türlü bereket vardır:
1- Aç kimse okursa doyar.
2- Çıplak bir kimse okursa giyinir.
3- Bekâr okursa evlenir.
4- Korku içindeki okursa emniyete kavuşur.
5- Mahzûn okursa ferâhlar.
6- Yolcu okursa yolculuğunda Allâh’ın yardımına mazhar olur.
7- Bir şeyi kaybolan kimse okursa, kaybettiğini bulur.
8- Ölüye okunursa azâbı hafifler.
9- Susuz kalan okursa susuzluğu gider.
10- Hasta okursa şifâ bulur.
(Hz. M. Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Duâlar ve Zikirler, S. 195)
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
Ömer İbn-i Hattâb Radıyallâhü Teâlâ Anh’ın şöyle dediği rivâyet edildi:
“Resûlullâh Sallallâhü Teâlâ Aleyhi ve Sellem Buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) def’a Fâtiha Sûresi ve yetmiş (70) def’a Âyete’l-Kürsî ve yetmiş (70) Kulhüvellâhü Ehad ve yetmişer (70’er) def’a da Mu’avvezeteyn’i (Felâk ve Nâs Sûreleri’ni) okursa, nefsim, yed-i Kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allâh Sübhânehü ve Teâlâ, o suyu içen kimsenin cesedendeki bütün hastalıkları def’ eder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a’zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK
ÂYETLER
AĞRILAR VE HAYIRLI MURÂDLAR İÇİN
NAMAZ VE DUÂ
Her gece yatsı namazından sonra, iki rek’at namaz kılınacak; sonra otuz (30) kerre “Yâ Rabbî Şükür!” denilecek ve hulûs ile yedi (7) kerre (Yani, yedi gece, arka arkaya bu iki rek’at namaza ve otuz kerre “Yâ Rabbi Şükür!” duâsına devâm edilecektir ki duâ toplam 210 oluyor.) bu duâ okunacaktır.
YÛNUS SÛRESİ (ÂYET: 22-23)
O sizi karada ve denizde gezdirendir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, onlar bunları güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri, yolcularda bununla sevindikleri zaman şiddetli bir fırtına gelip denizin her yerinden kendilerine dalgalarla hücûm eder. Sanırlar ki onlar çepeçevre kuşatılmışlardır. İşte bu sırada onlar kendi dînlerine sokdukları bozuk düşünce ve inançlardan dînlerini, gönüllerini temizleyerek Allâh’a duâ ederler:
“And olsun, eğer bizi bundan kurtarırsan şeksiz şüphesiz şükredenlerden olacağız.”Fakat Allâh onları selâmete erdirince bir de bakarsın ki yeryüzünde yine hakksız yere taşkınlıklarda bulunuyorlar.
Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendinize karşıdır, kendi aleyhinizedir. Bu da dünya hayatının o fânî menfâati gibi süreksizdir. Nihâyet dönüşünüz ancak bizedir. O vakit neler yapıyor olduğunuzu size haber vereceğiz.
DUÂNIN ÂDÅBI VE ŞARTLARI
Duânın da âdâbı ve şartları vardır. Bu âdâba ve şartlara riâyet icâbetin te’mînâtıdır. Kim bu şartlara riâyet etmeden duâsının kabulünde ısrâr ediyor ve kabûl edilmediğinden gönlünü bozuyorsa azgınlardandır.
Duânın kabûlünde şart: Nefis tezkiyesi ve kalb tasfiyesidir. Duâ eden evvelâ helâl lokma ile nefsini ıslâh etmeli, zikrullâha ihtimâm ederek kalbini ölümden kurtarmalıdır.
Büyükler demişlerdir ki: Duâ, gök kapılarının anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri de helâl lokmadır. Yani helâl lokma olmaksızın bu anahtar bir şeye yaramaz.
Risâle-i Kuşeyrî’de der ki: Rivâyet denen haberler arasında şu da vardır: “Kul, Allâh’a duâ eder. Duâsında ihlâs ve bağlılığı artırdıkça Allâh onu sever. Cibrîl’e emreder: “Kulumun hâcetini geciktir, duâsını artırmasını ve sesini duymayı seviyorum. “Bir kul da duâ eder, fakat duâsıyla Allâh’ı gazâblandırır. Allâh, Cibrîl’e buyurur ki: “Kulumun hâcetini hemen yerine getir, sesini daha fazla duymak istemiyorum.”
Dünyanın kıvamı dört şeyle olduğu buyurulmuştur:
1- Âlimlerin ilme devâmı,
2- Emirlerin adâlete devâmı,
3- Zenginlerin cömertliğe devâmı,
4- Fakîrlerin duâya devâmı.
Edebli bir mü’min Allâh’a Esmâ-i Hüsnâ’sıyle Kur’ân da ta’lîm olunan ve Hadîs-i Şerîf’lerde öğretilen ve selef-i sâlihînden rivâyet oluna gelen duâlarla ve Allâh’a onun Nebîleri’yle, velîleriyle tevessül ederek duâ eder.
Duâya icâbet sâatleri ve yerleri de gizlenmişdir.
Zulümden son derece sakınmak lâzımdır. İslâmiyet, kâfire bile zulmetmeği harâm kılmışdır. Mazlûm kim olursa olsun zulümden âh ederse zâlim cezâsını görür. Hulâsâ zulüm harâm kılınmışdır. Duânın icâbet olunmamasının sebeblerinden biri de zulümdür. En çok kabûl olunan duâlardan biri mazlûmun duâsıdır.
(Hz. M. Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Bakara Sûresi, S: 236-237)
MÜ’MİNLERİN KUR’ÂN’I DİNLEMESİ VE SÜKÛTU
“Kur’ân okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Olur ki merhamet edilirsiniz.”(A’râf Sûresi: 204) Üseyyid bin Hudayr (R.A.)’den şöyle dediği rivâyet olunmuştur:
Bir kere Üseyyid (R.A.) gece vakti Bakara Sûresi ve Sûre-i Kehf’i okuyordu. Atı da yanında bağlanmış idi. Kur’ân’ı okur iken at deprenmeğe başladı. Üseyyid (R.A.) sustu, at da sâkin oldu. Üseyyid (R.A.) bir daha okumağa başlayınca at yine şahlandı. Artık Üseyyid (R.A.) Kur’ân okumaktan vazgeçti. Oğlu Yahyâ (R.A.)’da ata yakın yatmakta idi. Atın çocuğa zararı dokunmaması için oğlu Yahya (R.A.)’ı geriye çekti. Başını kaldırıp göğe baktığında kandiller gibi birtakım yıldızların parlamakta olduğunu gördü.Sabah olup da keyfiyeti Resûlullâh (S.A.V.)’e arz eylediğinde: “- Oku ey Hudayr oğlu, oku ey Hudayr oğlu!” buyurdular. Üseyyid (R.A.)’de: “-Atın oğlum Yahyâ’yı çiğnemesinden endîşe ettim de kestim gökyüzünde kandiller gibi yıldızların parlamakta olduğunu gördüm sonra göğe doğru çekilip gittiler.” dedi. Resûl-i Ekrem (S.A.V.): “-Onlar bilir misin nedir?” buyurdular. “-Hayır.” dedim. “-Ey Üseyyid, onlar melekler idi. Senin sesine yaklaşmışlardı. Eğer sen Kur’ân okumağa devâm etse idin sabaha kadar melekler seni dinlerdi.” buyurdular.
Âile ocağında bir evlâdın dünyaya gelmesiyle evlâd hakkı, evvel evlâdına güzel bir isim vermekle başlar. Nitekim Hadîs-i Şerîf’te:
“Evlâdın ebeveyn üzerinde hakkı güzel isim verilmesi ve Kur’ân ve ferâiz-i dîniyyesini ta’lîm etmek ve sinn-i rüşde vasıl oldukça evlendirmektir.”
Diğer bir Hadîs-i Şerîf’te
“Evlâdınızı üç hasletle terbiye ediniz:
1- Peygamberinize muhabbet,
2- Ehl-i beytine muhabbet,
3- Kur’ân kırâ’ati.”
(Hz. M. Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Musâhabe 2, S: 64)
KUR’ÂN OKUMANIN MİKTARI
Kur’ân okuyanların her birinin kendine mahsûs âdetleri vardır. Yirmidört saatte bir, iki ve hatta üç hatim indirenler olmuştur. Bazıları ayda bir kere hatmederler. Riayet edilecek en güzel düstur, Peygamberimiz (S.A.V.)’in düsturudur. Buyurmuşlardır ki:
– “Üç günden daha az müddette Kur’ân-ı hatmeden, ondan birşey anlamamıştır.” Çünkü üç günden evvel hatim yapılırsa Kur’ân’ın tertili bozulur.
Kur’ân-ı Kerîm’i okumanın miktarını ta’yindeki tafsilat şöyledir:
1- Eğer amel yolunu tercih etmiş âbidlerden ise, haftada iki hatim yapmalıdır.
2- Şayet kalbini çalıştırıyorsa, tefekkür ile uğraşıyor veya ilim yaymakla meşgul oluyorsa, haftada bir hatim kifâyet eder.
3- Yok eğer Kur’ân-ı Kerîm’in mânaları üzerinde düşünüyorsa, fazla tekrara ihtiyacı olduğundan ayda bir hatim kifâyet eder.
Sahâbenin birçokları, Cuma’dan Cuma’ya hatmederlerdi. (Radıyallahü Anhüm Ecmaîn)
(İhya-u Ulûmud-Din, Cilt/1, S: 782)
En hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir.
(S.Buharî)
Her kim Kur’ân’ı okursa Kur’ân ile Allâh’tan (dilediğini) istesin. Öyle kavimler gelecektir ki; Kur’ân okuyarak dilenecektir.
(Tirmizî)
Resûlullâh (S.A.V.) Efendimiz’in bizlere emir ve vasiyet ettiği işlerden biri de şudur:
Âilemiz efrâdımıza, çocuklarımıza Kur’ân öğreteceğiz ve onlara öğrendiklerini her hâlükârda başkalarına, bilmeyenlere öğretmelerini emredeceğiz. Boş vaktimiz yoktur diyerek bu vazifeden kaçınmamalıyız. Bu amelden ötürü Hakk Teâlâ’ya pek fazla yaklaşmış oluruz.
(El-Uhudül-Kübrâ, S: 308)
KUR’ÂN OKUYAN MÜ’MİN
Resûlullâh (S.A.V.): “Kur’ân okuyan mü’min ütrücce (ağaç kavunu) gibidir. Kokusu da taâmı da hoştur. Kur’ân okumayan mü’min hurma gibidir. Rayihası (kokusu) yok fakat tadı hoştur. Kur’ân okuyan münâfık reyhâna benzer. Kokusu hoş, tadı acıdır. Kur’ân okumayan münafık, Ebû Cehil karpuzuna benzer. Kokusu olmadığı gibi tadı da acıdır.” buyurdu.
(Riyâzü’s-Sâlihîn, C: 2, S: 340)
İLK ABDEST VE İLK NAMAZ
Peygamberimiz (S.A.V.), Hıra’dan döndüğü ve Mekke’nin yukarı tarafında bulunduğu sırada Cebrâil Aleyhisselâm gelip vâdinin bir köşesinde ökçesini yere vurdu.
Oradan, bir su kaynadı.Cebrâil Aleyhisselâm, ondan Abdest aldı. Peygamberimiz (S.A.V.), Cebrâil Aleyhisselâm’ın abdest alışına bakıyordu. Cebrâil Aleyhisselâm, namaz için nasıl abdest alınıp temizleneceğini görsün diye yüzünü, dirseklerine kadar ellerini yıkadı. Ağzını, su ile çalkaladı. Burnuna, su çekti. Başını ve kulaklarının arkasını, ıslak eli ile mesh etti. Ayak bileklerine kadar yıkadı. Abdest bittikten sonra, avucuna su aldı. Edep yerine su serpti. Peygamberimize de, abdest almasını emretti.
Peygamberimiz (S.A.V.), Cebrâil Aleyhisselâm’dan gördüğü gibi abdest aldı. Bundan sonra, Cebrâil Aleyhisselâm, namazın, nasıl kılınacağını, Peygamberimiz (S.A.V.)’e göstermek için, kalkıp iki rek’at namaz kıldı ve bu namazda, yüzünün üzerine dört secde yaptı.
Peygamberimiz (S.A.V.)’e de, kendisiyle birlikte namaz kılmasını,emretti. Peygamberimiz (S.A.V.) de, Cebrâil Aleyhisselâm’ınki gibi, namaz kıldı. Bundan sonra, Cebrâil Aleyhisselâm, oradan ayrılıp gitti. Yüce Allâh, Peygamberimiz (S.A.V.)’in gözünü, yüzünü güldürmüş, Allâh’dan özlediği, gönlünün hoşlandığı ibâdet emri gelmiş bulunuyordu. Derin bir inanç ve sevinç içinde eve döndü. Yüce Allâh’ın, kedisine olan üstün ikrâmını, Hazret-i Hatice (R.A.)’ya haber verdi. O’nu da sevince boğdu. Hemen elinden tutup suyun yanına götürdü. Namaz için, nasıl Abdest alınıp temizlenileceğini göstermek üzere, Cebrâil Aleyhisselâm’ın, kendisine gösterdiği gibi, abdest aldı.
Hazret-i Hatice (R.A.)’da, Peygamberimiz (S.A.V.)’in gösterdiği gibi, abdest aldıktan sonra, Peygamberimiz (S.A.V.), Cebrâil Aleyhisselâm’ın, Kendisine kıldırmış olduğu gibi, ona Namaz kıldırdı.Peygamberimiz (S.A.V.), kendisine Peygamberlik geldiği pazartesi gününde ilk namazı kılmıştı. Hazret-i Hatice (R.A.) da, aynı günde, günün sonuna doğru, ilk def’a aynı namazı kılmak mutluluğuna ermişti. Peygamberimiz (S.A.V.)’le, Hazret-i Hatice (R.A.), namazlarını gizlice kılmağa devam ettiler.
(M. Âsım Köksal, İslâm Târihi Ansk. C. 3, S: 18-20)
DUÂ
* Niyet ettiğin bir iş için kalbinde havf ve tereddüd olursa o işi yapma.
* harâmlardan sakın, insanların en âbidi olursun.
* harâm lokmadan neşv ü nema bulan vücûda lâyık olan cehennem ateşidir.
* Cibrîl bana ne zaman geldiyse şu iki duâyı emretti:
Ey Rabbim! Bana temiz rızık ver ve Sâlih amel nasib et.
* Allâh-ü Teâlâ buyuruyor: “Kulum beni yalnız iken zikrederse ben de onu yalnız zikrederim. Beni bir topluluk içinde zikrederse onu ondan daha hayırlı ve daha büyük bir topluluk içinde zikrederim.”
* Allâh sizden üç şeyi istemiyor:
Kur’ân okurken yâhûd okunurken ileri geri konuşmayı,
Duâ ederken sesini yükseltmeyi,
Tâkat getiremeyeceğiniz kadar kendinizi namaza zorlamanızı.
* Sıkıntılı zamanlarında Allâh’ın kendisine icâbet etmesini isteyen kimse rahatlık zamanında duâyı çok yapsın.
* İnsanların en âcizi duâdan da âciz olan, insanların en cimrisi selâmı da kıskanan kimsedir.
* “Ey Rabbim! Şükrünü edâya, Seni zikretmeye ve Sana güzel ibâdet etmeye bana yardım et!” diyen bir kimse mükellef bir duâ yapmış olur.
* İyiliğin her çeşidi ibâdetin yarısıdır. Diğer yarısı ise duâdır.
* Duâ mü’minin silâhı, dînin direği, göklerin ve yerin nûrudur.
* Zaîflerinizin duâları ve ihlâslarından başka bir şey hürmetine mi nusrete (yardıma) nâil oluyorsunuz?
* Beş gece vardır ki duâ reddolunmaz:
– Receb’in ilk gecesi
– Şabânın on beşinci gecesi
– Cum’a gecesi
– Ramazân Bayramı gecesi
– Kurbân Bayramı gecesi
(Hz. M. Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Duâlar ve Zikirler, S: 43)
ÂYET-İ KERÎME
“Şüphesiz Allâh (C.C.) ve melekleri o Peygamber (S.A.V.)’e salât ederler. O halde ey îmân edenler: Siz de ona salât ve selâm getirip gönülden tam bir teslîmiyet içinde ona selâm verin.” (Ahzâb Sûresi: 56)
RESÛLULLÂH (S.A.V.)’İN ŞEFÂATİ
Ebû Hüreyre ve Huzeyfe (R.A.)’in rivâyet ettikleri Hadîs-i Şerîf’te Resûlullâh (S.A.V.):
“Allâh Tebâreke ve Teâlâ (kıyâmet gününde) insanları bir yere toplayacak, mü’minler kendilerine cennet yakınlaştırılıncaya kadar ayakta duracaklar.” O zaman, insanlar şefâat için, Ádem, İbrâhîm, Mûsâ ve Îsâ (A.S.) Hazerâtına mürâcaat edecekler. Bunların her biri: “Ben bu işin ehli değilim” diye bir sonrakine, havâle edecekler. “Nihâyet Muhammed (S.A.V.)’e gelecekler. O hemen ayağa kalkacak, kendisine şefâat için izin verilecek. Emânetle rahim gönderilerek Sıratın sağ ve sol taraflarına duracaklar. Sonra sizin ilk kafileniz şimşek gibi, sırattan geçecek. Şimşeği hiç görmediniz mi? Göz kırpacak bir zamanda nasıl geçip dönüyor. Sonrakiler kuşların geçişi gibi ve insanların koşması gibi geçecekler. Onları böyle koşturan amelleri olacaktır.
Peygamberimiz (S.A.V.) de Sırat üzerinde durmuş:
“-Yarabbi! Selâmet ver, selâmet!” diyecek. Nihâyet kulların amelleri aciz kalacak. Hatta öyle kimse gelecek ki, ancak sürünerek yürüyebilecek. Sıratın iki tarafında asılı çengeller olacak. Bunlar emrolunduklarını yakalamakla me’mûrdurlar. Bakarsın bazı insanlar, tırmalanmış, kurtulmuş, bazıları da cehenneme atılmış olacak” buyurdular.
Ebû Hüreyre’nin nefsi yed-i kudretinde olan Allâh’a yemin ederim ki cehennemin dibi yetmiş yıllık yol kadar derindir. (A. Davudoğlu, S. Müslim, T. ve Şerhi, C: 2, S: 220)
ÂYET-İ KERÎME
“(Hidâyet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sâdece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dil-sizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.”
(Bakara, S: 171)
BERÂT GECESİ VE FAZÎLETLERİ
Şa’bân’ın on beşinci gecesi bir senelik günahlara keffârettir. Bunun için Şa’bân’ın on beşinci gecesine “Keffâret Gecesi” de denilir.
Yüce Allâh (C.C.)’nün mağfiret hazînelerinin dolup taştığı ve isteyen her mü’mine bol bol ihsân edildiği gecelerden biri de Berât Gecesi’dir. Şa’bân-ı Şerîf’in 14. gününün akşamı Berât Gecesi’dir.
Berât demek “suçtan ve borçtan kurtulmak” ma’nâsına gelir. Böyle bir gecede kul, Rabbi’ne dönüp O (C.C.)’nün dergâhına yüz sürerek afv dileyecek olursa, Cenâb-ı Hakk (C.C.), o kulun günahlarını bağışlar ve onu kendine dost seçer. Bir Hadîs-i Şerîf’te:
“Allâh-ü Teâlâ (C.C.) bu gece ümmetime, Beni Kelb Kabîlesi’nin koyunlarının tüyleri adedince rahmet eder.” buyurulmaktadır. (İbn-i Mâce, Tirmizî)
Bu gece mağfiret gecesidir. Bütün günahlarının bağışlanmasını isteyen mü’minler şu Hadis-i Kudsî’deki çağrıya uymalıdırlar. “Bu gecede istiğfar eden yok mu, onu mağfiret edeyim? Rızık isteyen yok mu, ona (bol bol) rızık vereyim, herhangi bir sıkıntıya, hastalığa ve belâya duçar olan yok mu, ona da sıhhât ve âfiyet vereyim.” diye.
Me’mûr melekler tarafından kulların rızıkları, ecelleri ve diğer işleri bu gece yazılır ve tertîb edilir. Vazîfeli melekler, bugünden i’tibaren Levh-i Mahfûz’dan insanların hayat hâdiselerini yazmağa başlarlar ve bu durum, Kadir Gecesi’ne kadar devâm eder.
Nitekim Allâh-ü Teâlâ Hazretleri, Âyet-i Celîlesi’nde: “Her hikmetli iş o mübârek gecede ayırt edilir. (Rızık, ecel, hayır ve şerrden ibâret bütün işler o gece yazılır.)” buyurmaktadır. (Duhân: 4)
Nebîyyi Ekrem (S.A.V.) Berât Gecesi için buyurmuşlardır ki:
-”Allâh-ü Tebâreke ve Teâlâ, Şa’bân’ın on beşinci gecesi, semâ-yı dünyâya iner ve Kelb Kabîlesi koyunlarının tüylerinin sayısından fazla günah afveder.” buyurmuşlardır. (Tirmizi)
KUR’AN-I AZÎMÜ’Ş-ŞÂNI ÖĞRENİP,
OKUMAK VE DİNLEMEK
* Her müslüman için namazı caiz olacak miktar Kur’an-ı Kerim’den ezber etmek bir farzı ayındır. Fatiha suresi ile diğer bir sureyi ezber etmek de vacibtir ki, bununla farz da yerine getirilmiş olur. Kur’an-ı Mübih’in şair kısımlarını hıfz etmek de ehli İslam için bir farzı kifayedir.
* Kur’an-ı Kerim’i namaz dışında Mushaf-ı Şerifte bakarak okumak ezbere okumaktan efdaldir. Çünkü bu takdirde tilavet ibadetiyle Muhaf-ı şerife nazar ibadeti cem’edilmiş olur.
* Kur’an-ı Azimi namaz haricinde de kıbleye yönelerek ve güzel libaslar giyinmiş bulunarak taharet üzere okumak müstehabdır. Evvelinde “euzü” ile “besmele’yi” okumak da müstehabdır.
* Kur’an-ı Kerim’i dinlemek bir farzı kifayedir. Maahaza başka işle uğraşan kimselerin yanlarında Kur’an ayetlerinin alenen okunması muvafık değildir. Bu halde Kur’an-ı zi’şanı dinlemeyenler değil, okuyanlar günaha girmiş olurlar.
* Kur’an-ı Hakimi tilavet, nafile ibadetten ve cehren okumak, hafiyya okumaktan ve dinlemek kıraat etmekten efdaldir. Elverir ki riyadan hali olsun.
* Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde dua ile, tesbih ile, Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesselem’e Salâtü Selam ile iştigal, Kur’an-ı Kerim’i tilavetten efdaldir.
(B. İslam İlmihali, S: 223)
KUR’AN OKUYAN MÜ’MİN
Rasûlullah (s.a.v.): “Kur’an okuyan mü’min ütrücce (ağaç kavunu) gibidir. Kokusu da taâmı da hoştur. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir. Rayihası (kokusu) yok fakat tadı hoştur. Kur’an okuyan münâfık reyhâna benzer. Kokusu hoş, tadı acıdır. Kur’an okumayan münafık, Ebu Cehil karpuzuna benzer. Kokusu olmadığı gibi tadı da acıdır.” buyurdu.
(Riyazü’s-Salihin, C: 2, Sh: 340)
“Vaktaki İbrahim (a.s.)’in oğlu maîşet işlerinde kendisiyle beraber sa’y edip pederine yardım eder oldu. İbrahim (a.s.) şefkatle oğluna rüyasını anlatmaya başladı:
–“ Ey oğulcuğum, ben rüyada görüyorum ki Allah Teâlâ’ya kurban için seni kesiyorum. Sen şu rû’ya hakkında ne düşünürsün? Cenab-ı Allah (c.c.)’ın şu ibtilâsına sabır eder misin, yoksa etmez misin?”
(Saffat Sûresi: 102)
İbrahim (a.s.), oğlunu kurban etmekle memur olduğunu beyan edince oğlu:
“– Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah sen beni sabredici kimselerden bulursun, dedi. Vaktaki baba-oğul her ikisi de ilah-i emre inkiyadda ittifak ettiler.
(Katade’ye göre İbrahim (a.s.) oğlunu, İsmail (a.s.) de nefsini Allah (c.c.)’a teslim etti), İbrahim (a.s.) oğlunu sağ tarafına yatırınca alnının bir tarafı yere dayandı. İşte o vakit her ikisi de seâdet-i uzmaya erişdiler.”
(Saffat : 102-103)
İbrahim (a.s.)’e kesmek istediği oğlu İsmail (a.s.) şöyle dedi:
“– Ey babacığım, seni hareketimle rahatsız etmemem için ipimi iyi bağla, kanımdan üzerine sıçramaması, kanımı görüp annemin mahzun olmaması ve bu sebeple ecrimin noksanlaşmaması için üzerimden elbisemi çıkar. Bana daha kolay olması için de bıçağı boğazıma çabuk sür. Çünkü ölüm zordur. Anneme gittiğinde benden ona çok selam söyle. Eğer münasip görür iseniz gömleğimi anneme verin olabilir ki annem bununla teselli bulur.” Bunun üzerine İbrahim (a.s.) oğluna:
“– Sen Allah (c.c.)’ın emrini yerine getirmekde ne iyi yardımcısın evladım!”
(Hz. M. Sâmi Ramazanoğlu (k.s.), Hz. İbrahim (a.s.), S: 111-115)
DUÂ-İ ARŞ
(Ramazân ayının evvelinde veyâ ortasında veyâ âhirinde üç (3) kerre okunacak.)
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allahü Rabbün Ehadün Samedün Ferdün li’l âlemîne Nebîyyinâ Muhammedin Erselehû Mübeşşirân. Li’l kâfirine münzirûn münziran minennâri ve münzirân Nebîyyinâ Muhammedün Ehadün Hâmidün ve Kâsimün ve Şâhidün li’l-mü’minîne ve Kâimun Nebîyyinâ Muhammedün ve hüve Nebîyyü’l Mustafa Sallallahü Teâlâ Aleyhi ve Sellem. Ve’l İmâmü’l Mürtezâ Ve’r Resûlü’l-Müctebâ Nebîyyinâ Muhammedün hüve’r, Resûlü’l Mürselü Sâhibü’l Kitâbi Münziru Ve’l-Kitâbü’l Mecdü Nebîyyinâ Muhammedün Sâhibü’l-Livâi ve’l-Minberi ve’l-Burâki’l-ezheri ve’r-Rızâi ve’l-Kevseri Nebîyyinâ Muhammedün ve zeynü’l- Cinâni Ahmedün Abdün Mutî’un, Âdilun Abdün Cevâdün Nâfiun li’l müşrikîne kâilün Nebîyyinâ Muhammedün ve Şefî’unâ Muhammedun ve Rasûlünâ Muhammedün fahrun lenâ Muhammedün hayrun li’l-âlemîne Şefî’un li’l müznibîne ve’l-mücrimîne Nebîyyinâ Muhammedün ihtârahü ve Erselehü fî halkıhî Şerrefehü Yühibbühü Nebîyyinâ Muhammedün Sallallahü A’lâ Seyyidinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî Ecmaîne bi Rahmetike yâ Erhamerrâhimîn.
HADİS-İ ŞERİF
“Tahkika bir kul namazını, gerek alenen ve gerekse sırren eda eylediği esnada adap ve erkanını sünneti seniyyeye teklif ederse; Cenab-ı Allah (c.c.) kıyamet günü, bu benim kulumdur buyurur.”
(Camius Sağir)
AREFE GÜNÜ DUÂSI
Lâ ilâhe illallâhü vahdehulâ şeriykeleh. Lehülmülkü velehülhamdü biyedihilhayr vehüve a’lâ külli şey’in kadîr.
İFTAR DUÂSI
Allâhümme leke sumtu ve bike âmentü ve a’leyke tevekkeltü ve âlâ rızkıke eftartü ve li savmi gadin ne-veytü fağfürlî mâ kaddemtü vemâ ahhertü.
Ma’nâsı “Allâh’ım senin rızan için oruç tuttum. Sana inandım. Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açıyorum. Yarının orucuna da niyyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla.”
YEMEK DUÂSI
Elhamdülillâh Elhamdülillâh Ellezi et’amenâ ve segânâ vecealenâ minelmüslimîn.
Allâhümmağfir verham vahfez sâhibi’t-taami ve’l âkilîn. Velimen se’â fîhî vêlicemii’l mü’minîne Ve’l-mü’minât, ve’l müslimîne ve’l müslimât el ahyaü minhüm ve’l-emvât. Birahmetikê yâ Erhame’r- Rahimîn.
Allâhümme nevvir gulûbenâ bi envâri muhabbetike ve zikrike ve şükrike ya zel celâli ve’l ikrâm.
Allâhümme ahyina hayaten tayyibeten bi’s sıhhati ve’s selâmeti ve’l-afve ve’l-âfiyeti fiddini ve’d dünya ve’l-âhireti haseneh. İnneke â’lâ külli şey’in kâdîr.
Allâhümme innâ nes’elüke tamamen nı’meh ve devamel afiyeh ver zükna husnel hatimeh.
Allâhümme zid velâ tenkus bi hurmeti’n Nebîyyî Sallallahû Aleyhi Vesellem.
Ve bi hürmeti Sırrı Sûratil FATİHÂ…
UNUTKANLIĞA KARŞI OKUNACAK DUÂ
Îkâz: İşbu Duâ, sabah ve akşam 3’er kerre okunacaktır.
“Bismillâhirrahmânirrahîm.”
“Sübhâneke lâ ı’lme lenâ illâ mâ a’llemtenâ inneke ente’l-A’lîmü’l-Hakîm.”
“Allâhümme, elhimnî efkahü bihi evâmirake ve nevâhîke ve’rzunknî fehmen ağlemü bihî keyfe ünâcîke yâ erhame’r-Râhimîn.
Allâhümme’r-zuknî fehme’n-Nebiyyîn ve hıfze’l-Mürselîn ve ilhâme’l-melâikete’l-mukarrabîn, birahmetike yâ erhame’r-Râhimîn.
Allâhümme ekrimnî binûri’l-fehmi ve ahricnî min zulümâti’l-vehmi ve’ftah lî ebvâbe rahmetike ve’nşûr a’leyye min hazâini ı’lmike yâ erhame’r-Râhimîn.”
HER TÜRLÜ HAYIRLI TALEB VE MURÂD
İÇİN OKUNACAK DUÂ
Îkâz: Cum’a gecesi sabaha karşı, iki rek’at nâfile namazı kılıp dört yüz seksen (480) def’a: Bir (1) “Bismillâhirrahmânirrahîm.” ile “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayrü’l-fâtihin.” okuyup her yüz (100) sonunda “Allâhümme, yâ Müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bab.” okunacaktır:
Şöyle ki: Önce bir (1) def’a “Bismillâhirrahmânirrahîm.” denilip arkasından yüz (100) def’a “Rabbene’ftah beynanâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayrü’l-fâtihîn.” ve bir (1) def’a da “Allâhümme, yâ Müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb.” duâsı okunacak. Bu okuma işi, dört (4) kerre tekrâr edilecek. Beşinci seferin başında yine bir (1) def’a “Bismillâhirrahmânirrahîm” okunacak, arkasından seksen (80) def’a “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l hakkı ve ente hayrü’l-fâtihîn.” Âyet-i Celilesi okunacak ve buna ilâveten bir (1) kerre de “Allâhümme, yâ Müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb.” okunacaktır.
YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
Ömer İbn-i Hattâb Radıyallâhü Teâlâ Anh’ın şöyle dediği rivâyet edildi:
“Resûlullâh Sallallâhü Teâlâ Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:
“-Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) ve üzerine yetmiş (70) def’a Fâtiha Sûresi ve yetmiş (70) def’a Âyete’l-Kürsî ve yetmiş (70) Kulhüvellâhü Ehad ve yetmişer (70’er) def’a da Mu’avvizeteyn’i (Felâk ve Nâs Sûreleri’ni) okursa, nefsim, yed-i Kudretinde Olan’a (Allâh’a) yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “-Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün, sabahları içerse, muhakkak Allâh Sübhânehü ve Teâlâ, o suyu içen kimsenin cesedindeki bütün hastalıkları def’ eder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün a’zâlarından (hastalığı) çıkarır.”
ABDEST DUÂLARI
“Euzü” ve “Besmele”den sonra “Elhamdü lillahillezî cealelmâe dahûran ve cealelislâme nûrâ.”-
Ağıza su alırken: ”Allâhümmeskınî min havzı nebiyyike ke’sâ.”
Burnuna su alırken: ”Allâhümme lâ tüharrimnî râyihate neîmike ve cenânik.”
Yüzünü yıkarken: “Allâhümme beyyız vechî binûrike yevme tebyezzu vücûhun ve tesveddü vücûh.”
Sağ kolunu yıkarken: “Allâhümme â’tınî kitâbî biyemînî ve hâsibnî hısâben yesîrâ.”
Sol kolunu yıkarken: “Allâhümme lâ tu’tinî kitabî bişimâlî velâ min verâi zahrî velâ tuhâsibnî hısâben şedîdâ.”
Başını meshederken: “Allâhümme ğaşşinî birahmetike ve enzil aleyye min berakâtik.”
Kulaklarını meshederken: “Allâhümmec’alnî minellezîne yestemiûnel kavle feyettebiûne ahseneh.”
Boynunu meshederken: “Allâhümme’tık ra- kabetî minennâr.”
Ayaklarını yıkarken: “Allâhümme sebbit kademeyye ales sırâtı yevme tezûlü fîhilakdâm.
MÜ’MİNLERİN KUR’ÂN’I
DİNLEMESİ VE SÜKÛTU
“Kur’an okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Olur ki merhamet edilirsiniz.” (A’râf Sûresi: 204) Useyyid bin Hudayr (R.A.)’den şöyle dediği rivâyet olunmuştur:
Bir kere Üseyyid (R.A.) gece vakti Bakara Sûresi ve Sûre-i Kehf’i okuyordu. Atı da yanında bağlanmış idi. Kur’ân’ı okur iken at deprenmeğe başladı. Üseyyid (R.A.) sustu, at da sâkin oldu. Üseyyid (R.A.) bir daha okumağa başlayınca at yine şahlandı. Artık Üseyyid (R.A.) Kur’ân okumaktan vazgeçti. Oğlu Yahyâ (R.A.) da ata yakın yatmakta idi. Atın çocuğa zararı dokunmaması için oğlu Yahya (R.A.)’ı geriye çekti. Başını kaldırıp göğe baktığında kandiller gibi birtakım yıldızların parlamakta olduğunu gördü. Sabah olup da keyfiyeti Resûlullâh (S.A.V.)’e arz eylediğinde: “-Oku ey Hudayr oğlu, oku ey Hudayr oğlu!” buyurdular. Üseyyid (R.A.) de: “-Atın oğlum Yahyâ’yı çiğnemesinden endîşe ettim de kestim. Gökyüzünde kandiller gibi yıldızların parlamakta olduğunu gördüm sonra göğe doğru çekilip gittiler.” dedi. Resûl-i Ekrem (S.A.V.): “-Onlar bilir misin nedir?” buyurdular. “-Hayır.” dedim. “-Ey Üseyyid, onlar melekler idi. Senin sesine yaklaşmışlardı. Eğer sen Kur’ân okumağa devâm etse idin sabaha kadar melekler seni dinlerdi.” buyurdular.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) buyurmuştur ki,
“-Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar, fakat sonra ebeveyni yahûdi, nasrânî, mecûsî ise evlâdını da yahudi, nasrânî, mecûsî yapar.”
Binaenaleyh bir müslüman ebeveyn de fıtret-ı İslâm üzerine Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bahş ve İhsân buyurduğu evlâdına dinî terbiye ve akîdesini tâlim ve telkîn etmekle veyahut okutturmakla mükelleftir. Aksi takdirde mes’uldür.
Aile ocağında bir evlâdın dünyaya gelmesiyle evlâd hakkı, evvel evlâdına güzel bir isim vermekle başlar. Nitekim Hadîs-i Şerîf’te:
“Evlâdın ebeveyn üzerindeki hakkı güzel isim verilmesi ve Kur’ân ve ferâiz-i dîniyyesini ta’lîm etmek ve sinn-i rüşde vasıl oldukça evlendirmektedir.”
Diğer bir Hadîs-i Şerif’te
“Evlâdınızı üç hasletle terbiye ediniz:
1- Peygamberinize muhabbet,
2- Ehl-i beytine muhabbet,
3- Kur’ân kırâ’ati.”
(Hz. Mahmûd Sâmi Ramazânoğlu (K.S.), Musâhabe 2, S: 64)
KUR’ÂN OKUMANIN EDEBLERİ
Zâhirî edebleri:
1- Gâyet hürmetle ve abdestli olarak Kıble’ye karşı oturmak,
2- Okurken acele etmemek ve tecvîdle okumak,
3- Zorla da olsa ağlamaya çalışmak,
4- Rahmet ve azâb Âyetleri’nin hakkını edâ etmek,
5- Eğer gösteriş ihtimâli veyâ başka bir Müslümân’a zahmet ve eziyet verme endişesi varsa sessiz okumalıdır. Yoksa sesli okumak efdâldir.
6- Güzel sesle okumalıdır. Çünkü bir çok Hadîsler’de Kur’ân-ı Kerîm’i güzel sesle okumanın üzerinde önemle durulmuştur.
Bâtıni Edebleri:
1- “Bu ne yüce bir kelâmdır.” diye Kur’ân-ı Kerîm’in azametini kalbine yerleştirmek,
2- Bu kelâmın sâhibi olan Allâh-ü Teâlâ’nın yüce şânını, üstünlüğünü ve büyüklüğünü kalbinde bulundurmak,
3- Kalbini vesvese ve nefsânî düşüncelerden temiz tutmak,
4- Ma’nâlarını düşünmek ve lezzet alarak okumak. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bir def’a bütün geceyi şu Âyeti okuyarak geçirdi:
“Eğer onlara azâb edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır ve eğer kendilerini bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak gâlibsin ve hükmünde hikmet sahibisin.”
(Mâide: 118)
5- Gönlünü okuduğun Âyetlere vermek. Meselâ, dilinde rahmet Âyeti varsa kalb sevinçle dolup taşmalı, azâb Âyetleri okurken kalb sarsılmalıdır.
6- Kur’ân’ı okuyan sanki Allâh-ü Teâlâ’nın kendisine hitâbını duyuyormuş gibi okuduğuna kulak vermelidir.
(Fezâil-i A’mâl)
ZEMZEM İÇTİKÇE OKUNACAK DUA
Allahümme innî eselüke ilmen nâfian ve rızgan vâsiân ve şifâen min külli dâin vesekam. Ve esgınî min havdi nebiyyike seyyidinâ Muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem. Bi lütfike ve keremike yâ ekremel ekremîn.
GIYBETE SEVKEDEN UMUMÎ SEBEBLER
Umumî Olan Sekiz Sebeb:
(Hüccedü’l İslâm İmam-ı Gazâli (Rh. A.), İhyâ-u Ulûmuddîn, Cilt 3, S. 327)
DUÂ-İ ARŞ
(Ramazân ayının evvelinde veyâ ortasında veyâ âhirinde üç (3) kerre okunacak.)
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allâhü Rabbün, Ehadün Samedün Ferdün li’l âlemîne, Nebîyyinâ Muhammedin Erselehü Mübeşşiren. Li’l kâfirine münzirûn münzîren minennâri ve münziren Nebîyyinâ Muhammedün Ehadün, Hâmidün ve Kâsimün ve Şâhidün li’l-mü’minîne ve Kâimun Nebîyyinâ Muhammedün ve hüve Nebîyyü’l-Mustafâ Sallallâhü Teâlâ Aleyhi ve Sellem. Ve’l-İmâmü’l-Mürtezâ, ve’r-Resûlü’l-Müctebâ, Nebîyyinâ Muhammedün hüve’r-Resûlü’l-Mürselü, Sâhibü’l-Kitâbi, Münziru Ve’l-Kitâbü’l-Mecdü, Nebîyyinâ Muhammedün Sâhibü’l-Livâi ve’l-Minberi ve’l-Burâki’l-ezheri ve’r-Rızâi ve’l-Kevseri Nebîyyinâ Muhammedün ve zeynü’l-Cinâni Ahmedün, Abdün Mutî’un, Âdilun, Abdün, Cevâdün, Nâfiun, li’l müşrikîne kâilün, Nebîyyinâ Muhammedün ve Şefî’unâ Muhammedun ve Resûlünâ Muhammedün fahrun lenâ Muhammedün hayrun li’l-âlemîne Şefî’un li’l-müznibîne ve’l-mücrimîne, Nebîyyinâ Muhammedün ihtârahü ve Erselehü fî halkıhî Şerrefehü, Yühibbühü Nebîyyinâ Muhammedün Sallallâhü A’lâ Seyyidinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî Ecmaîne bi Rahmetike yâ Erhamerrâhimîn.
YEMEK DUÂSI
Elhamdülillâh Elhamdülillâh Ellezi et’amenâ ve sekânâ vece’alenâ minelmüslimîn.
Allâhümmağfir verhâm vahfez sâhibe’t-taâmi ve’l-âkilîn. Velimen se’â fîhî velîcemii’l-mü’minîne Ve’l-mü’minât, ve’l-müslimîne ve’l-müslimât el ahyâ ü minhüm ve’l-emvât. Birahmetike yâ Erhame’r- Rahimîn.
Allâhümme nevvîr kulûbenâ bi envâri muhabbetike ve zikrike ve şükrike yâ ze’l-Celâli ve’l-İkrâm.
Allâhümme ahyina hayaten tayyibeten bi’s-sıhhati ve’s-selâmeti ve’l-afve ve’l-âfiyeti fiddini ve’d-dünya ve’l-âhireti. İnneke â’lâ külli şey’in kâdîr.
Allâhümme innâ nes’elüke tamâmen nı’meh ve devâmel afiyeh ve’r-zükna hüsne’l-hatimeh.
Allâhümme zid velâ tenkus bi hurmeti’n-Nebîyyî Sallallâhü Aleyhi ve Sellem.
Ve bi hürmeti Sırrı Sûreti’l-FÂTİHA…
HER TÜRLÜ HAYIRLI TALEB VE MURÂD İÇİN OKUNACAK DUÂ
“Önce Cum’a gecesi sabaha karşı, 2 rekat namaz kılınıp arkasından aşağıdaki duâ tarif edildiği şekilde 480 defa okunacak:
Önce “Bismillâhirrahmânirrahîm” dedikten sonra, 100 def’a:
“Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayrü’l-fatihin .” (A’râf:89) duâsı okunur, arkasından bir def’a:
“Allâhümme, ya Müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb.” duâsı okunacak.
Dört kere bu şekilde tekrardan sonra yine besmelenin arkasından 80 defâ:
“Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayrü’l-fâtihin” duâsı ve bir defâ
“Allâhümme, yâ Müfettiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duâsı okunacak.
Ayrıca aşağıdaki üç duâ (Âyetler) 7’şer def’a okunacak.
HADÎS-İ ŞERİF
“Farz namazı kıldığınız zaman her bir farz namazdan sonra on def’a:
Lâilâheillallahü vahdehû lâşerîkeleh, lehülmülkü velehülhamdü vehüve alâkülli şey’in kadîr. deyiniz.
Böyle diyene bir köle azâd etmiş gibi ecir yazılır, buyururlardı.
(Buhârî)
HASED VE SÛRE-İ YÛSUF’UN
NÜZÛL SEBEBİ
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz buyuruyor ki: “Hasedden hazer edip sakınınız. Zîrâ muhakkak hased ateşin odunu yakıp erittiği gibi hasenâtı yer”
Bazı hukemâ demişlerdir ki: “Hased eden kimse beş vechile Rabbine itirâz etmiş olur?
1- Cenab-ı Hakk’ın nimetini başkasında ızhar etmesine buğzeylemiş olur.
2- Rabb Teâlâ’nın taksîmine itirâz edip, böyle yapmasaydı da taksîmini böyle yapsaydı diye itirâz etmiş olur.
3- “Allah Teâlâ Fazlını dilediğine verir.” Fazl-ı İlâhî’ye buhl (cimrilik) izhâr eylemiş olur. (Maide: 54)
4- Allah Teâlâ’nın; velî, dost ittihâz buyurduğu bir kulunun hizlânını (yardımdan mahrûmiyet) ve nimetin ondan gitmesini murâd etmiş olur.
5- İblîs’in hased sıfatına iştirâk etmiş olur.
Bir kimse Sûre-yi Yûsuf’u okumaya devam edip manasını da düşünürse Yûsuf Aleyhisselâm’ın vasıl olduğu sürûra nail olur.
Yahudî âlimleri müşriklerin reislerine dediler ki: “Sorun Muhammed (S.A.V.)’e Ya’kûb (Aleyhisselâm)’ın aile efrâdı niçin Mısır’a göçtüler?” Bunun üzerine Sûre-i Yûsuf indi.
Übeyy bin Kaab (R.A.), Resûlullâh (S.A.V) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor:
“Kölelerinize Sûre-i Yûsuf’u ta’lim edip öğretiniz. Zîrâ herhangi bir müslüman (bunu) yazıp ehline ve kendi kölesine öğretirse Allâh-ü Teâlâ (C.C.) onun sekerât-ı mevtini kolaylaştırır. Hiç bir müslime hased etmemeye de kuvvet verir.”
(Ruhul-BeyanTefsiri)
Yusuf (A.S.)’ın kıssası kıssaların en güzelidir. Zira bu sûrede ibret, hikmet, nükte, hem dînî ve hem dünyevî maslahat için fâideler, melikin ahvâli, memleketin hâli ve kadınların mekr ve hilelerini haber, düşmanın ezasına sabır, mukabeleye iktidar var iken sarf-ı nazar etmek gibi bir çok faydalar vardır.
Zîrâ bu sûrede firkat (ayrılık), vuslat (kavuşma), gurbet, taltif, ta’nif (azarlamak), aşk, âşık, ma’şuk, habis, halâs (kurtuluş) kayd, ubûdiyyet, ıtık (azadlık), teâruf (tanışma), tenakür (tanımama), İkbal, firar, işaret, beşâret (müjde), tâ ’bir, tefsîr, ta’sîr (zorlaştırma), teysîr (kolaylaştırma), ve başka hiçbirinde olmayan latîf kıssalar, muhtelif muâmeleler mevcuttur.
Aynı şekil de nefsi emmarenin tezkiye ve tasfiyesi de vardır.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Hz. Yusuf (A.S.), S: 10)
ŞİFÂ ÂYETLERİ
îkâz: Şifâ Âyetleri, bir defada hepsi okunmak üzere sa-
bah ve akşam yedişer defa okunacaktır. Hastalığın şidde-
tine göre sayı artırılabilir.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm Ve yeşfi sudûra
gavmin Mü’mînîn. (Tevbe, u> Veşifâun li-mâ fi’s-sudûr.
(Yûnus, s?) Yahrucumin butûnihâ şarâbun muhtelifun
elvenuhu fihi şifâun li’n-nâs. (Nahi, 69)
Ve nünezzilü mine’l-kur’âni mâ hüve şifâun ve
rah-metün li ’l-Mü’mînîn. (ism, 82.)
Ve izâ meridtü fe-hüve yeşfin. (şuarâ, tx» Gul hüve li’llezîne
âmenû hüden ve şifâ’. (Fussiiet, 44) ŞİFÂ DUALARI (1)
Bi’smi ’llâhi ’r-rahmâni ’r-rahîm Bismillah! ergîke, Allâhü
yeşfike, ezhibi’l-be’se, Râbbe’n-nasi, ve’şfi, ente’ş-şâfi,
lâ-şifâe illâ şifâuke, şifâen lâ-yuğâdiru segamen. Âmîn.
Bi-rahmetike yâ erhame’r-râhimîne. M in külli şey’in yü’zîke
ve min külli ‘aynin ve hâsidin, Allâhü yeşfîk.
ŞİFÂ DUALARI (2)
Bi’smi ’llâhi ’r-rahmâni ’r-rahîm Bi-hakki
enzelnâhu ve bi-hakki nezele, ezhibi ’l-be ’se Râbbe’n-nasi
‘annî, i’şfi ente’ş-şâfi’ lâ-şifâe illâ şifâuke i’şfi şifâ’.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoglu (k.s), Duâlar ve Zikirler)
ŞİFÂ SALÂTI
Allâhümme sallı ‘alâ seyyidinâ, Muhammedin tıb-bül
gulübi ve devâihâ ve âfiyetül ebdâni ve şifâihâ ve nûrul
ebsâri ve ziyâihâ ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ve bârik ve sellim.
Bu salevâtın hasta ve yakınları tarafından bol bol okun
ması tavsiye edilmiştir. Not: Dualar serisinin bir sonraki yazısı
20Ocak tarihindedir.
(ibadet Takvimi ve Dualar, Misvak Neşriyat, 167-170.s)
KUR’ÂN’A HÜRMET
John Davenport, “Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Kur’ân-ı Kerîm”
isimli eserinde Müslümanların Kur’ân’a saygılarını şöyle anlat ıyor:
“Müslümanlar Kur’ân-ı Kerîm’e azamî hürmet gösterirler. Abdestli
olmazlarsa, Kur’ân’a el sürmezler. Bunun için, Kur’ân’ın kapağı-na:
“Kur’ân’a ancak temiz olanlar dokunabilir” âyeti yazılır ve bu
suretle Kitaba taharetsiz iken kimsenin yanlışlıkla el sürmemesi
sağlanır. Müslümanlar, Kur’ân’ı son derece hürmetle okurlar, Onu
öperler.”
Şuurlu bir Müslüman Kur’ân’ı abdestsiz olarak eline almak bir
tarafa, abdestli de olsa onu göbekten aşağıda tutmaz. Kur’ân-ı
Kerîm’e hürmet etmek, islâm’a ters midir? Kur’ân’a fazla hürmet
yer-siz bir şey midir? Asla! Nebî(s.a.v.)’in çizdiği çerçeve içinde
kalmak şartıyla bir evlâdın, anne ve babasına hürmeti ve hizmeti ne
kadar fazla olursa o kadar değerli olduğu gibi, Kur’ân’a gösterilen
hürmet de ne kadar fazla olursa, o da Allah indinde o kadar
değerlidir.
Mukaddes kitabımıza karşı vazifelerimizin ne olduğu, yüzyıl-lar
önce kitâblara yazılmışt ır. Âlimler şöyle demişlerdir:: “Hazret-i
Kur’ân’ı eline alan herkesin abdestli olması farzd ır. Abdestsiz,
Kur’ân ele alınamaz. Ancak, dînî kitâblar için böyle bir mecburiyet
yoktur. Dînî kitâbların sadece içinde bulunan Âyet yazılı kısımlarına
elle dokunmak için abdestli olmak gerekir. Âyetten boş olan
yerle-re, yazılara abdestsiz dokunulabilir, okunabilir. Kur’ân’la dînî
kitâb arasında böyle bir ince fark vardır. Kur’ân-ı Kerîm’in Âyetten
boş olan k ısımları da Âyet hükmündedir. Bu yüzden dikişli kabına
bile abdestsiz dokunulamaz. Abdestsiz kimseler bir mendil veya
bezle tutup bir yerlere koyarlar. Abdestsiz ele alamazlar.”
Ancak âlimlerimiz, Kur’ân’a dokunmadan ezbere Kur’ân
okunur-ken abdestli olmak şarttır dememişlerdir.
Bu konuda İmâm-ı Suyûtî el-ltkân kitabında: “Bizim ve âlimler
topluluğunun görüşü, abdestsiz olanın Kur’ân’a dokunmasının
haram olduğudur. O, abdestsiz olan, ister küçük abdest (namaz
abdesti) almamış olsun, isterse büyük abdest (yani gusül abdesti).
Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de, ‘Kur’ân’a ancak temiz olanlar dokuna
bilir.’ (Vakıa s. 79) buyurulmaktadır.” Kur’ân’a abdestsiz dokunul-
mayacağı Âyetlerle, Nebî (s.a.v.)’in SUnnetiyle ve ümmetin ittifakıyla
sabittir. Not: Kur’an-ı Kerim ile İlgili Yazılar serisinin bir sonraki
yazısı 17Şubat tarihindedir.
(Âsim Koksal, islâm Tarihi, 18.c, 224.S. ve Basından derlenmişti)
KIYMETLİ ZİKİRLER
Bütün kâinatın şerefine ve hürmetine yaratıldığı Server-i Kâinat
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, yapılması çok kolay ve
zahmetsiz ama ecri ve mükâfaat ı çok büyük olan teşbihleri bizlere
öğretmişlerdir.
Özellikle seyahat esnas ında, boşa geçirdiğimiz bu kıymetli
vakitlerin, bizlere neler kazand ırabileceğini bilelim ve bu vakitleri
gafletle geçirmeyelim.
En üstün teşbih “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilahe
illallâhü vallâhü ekber”d\r. (Müslim)
“Lâ ilahe illallah” demek 99 belâyı defeder, en aşağısı sı-
kıntıdır. (İ. Asakir)
Temcid, yani “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” demek, 99
derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır. (Hakim)
“Sübhânallâh” diyen Uhud’dan daha büyük sevaba kavuşur.
“Lâ ilahe illallah” ve “Allâhü ekber” demek de böyledir. (Beyhâkî)
Gece ibâdeti zor gelen, hayra mal sarf edemeyen veya
düşmanla savaşmaya korkan çokça “Sübhânallâhi ve
bihamdihî ” desin. Bu, Allah yolunda harcayacağı altın bir
dağdan daha kıymetlidir. (Taberânî)
Zor bir duruma düşen, “Bismillâhirrahmânirrahîm ve lâ havle ve
lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” derse, Allâhü Te’âlâ, onu her
türlü belâ ve musibetten korur. (Deylemi)
Dilde hafif, terazide ağır ve bağışlayıcı olan Allah indinde
en k ıymetli iki cümle; “Sübhânallâhi ve bihamdihi,
Sübhânallâhi’l-azîm”dir. (Müslim) Şu beş şeyi dilinizden düşür-
meyin: “Sübhânallâh, elhamdülillah, lâ ilahe illallah ve lâ havle ve lâ
kuvvete illâ billâh.” (Taberânî)
Her gece yatarken yüz defa “Sübhânallâhi ve ’l-hamdülillâhi ve lâ
ilâhe illallâhü vallâhü ekber” okuyan kimse, yüz defa teşbih, tahmid
ve tekbîr söylemiş olur. Böylece muhasebe yapm ış, kendini hesaba
çekmiş sayılır.
Bir kimse: “Sübhânallâhi ve ‘l-hamdü lillâhi ve lâ ilahe illallâhü
vallâhü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm”
derse, hem teşbih [sübhânallâh], hem tahmid [hamd], hem tekbîr
[Allâh-ü ekber], hem tehlîl [lâ ilahe illallah], hem temcîd [lâ havle ve
lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm] söylemiş olmakla, en kıy-metli
tesbîhi okumuş olur.
KUR’ÂN OKUMANIN FAZİLETİ
Allâhü Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde buyuruyor ki: “Allah’ın
Kitâb’ını okumaya devam edenler, namazı dosdoğru kılan-
lar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık
infâk edenler asla zarar etmeyecek bir kazanç umabilirler.
Çünkü (Allah) onların mükâfat ını eksiksiz öder. (Fâtırs. 29-
30)
Mâlik b. Dinar (r.a.)’den rivayetle; Allâhü Tebâreke ve Te’âlâ
buyuruyor ki: “Kullarıma azâb etmek istiyorum. Kur’ân oku-
yanları, mescidleri îmâreden, oralarda ibâdet edenleri ve
İslâm çocuklarını görünce, gazabım sükûnete kavuşuyor,
azabımı rahmetime çeviriyorum.” (Kitâbu-z-zuhd 1/498)
ibn Ömer (r.a.)’den rivayetle; Nebî (s.a.v.) buyurdular ki:
“Her kim, Kur’ân’ın üçte birini okursa, muhakkak ona,
Peygambere verilen Kur’ân bilgisinin üçte biri verilmiştir.
Her kim, Kur’ân’ın yarısını okursa, muhakkak ki Peygam-
bere verilen Kur’ân bilgisinin yarısı ona verilmiştir. Her kim,
Kur’ân’ın üçte ikisini okursa, muhakkak ki Peygambere
verilen Kur’ân bilgisinin üçte ikisi kendisine verilm iştir. Her
kim Kur’ân’ın tamâmını okursa, muhakkak ona,
Peygambere verilen Kur’ân bilgisinin tamâmı verilmiş olur
ancak ona vahyedilmez.” (Kenzü’i-Ummâi 1/524)
Enes (r.a.)’den rivayetle; Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdular:
“Kur’ân’ı okuyan Mü’min’in misâli turunç gibidir. Kokusu da
güzel, tadı da güzeldir. Kur’ân’ı okumayan Mü’min’in misâli
hurma örneğidir. Kokusu yoktur, ama tadı hoştur. Kur’ân’ı
okuyan fâcir’in misâli reyhan otu gibidir. Kokusu güzeldir,
ama tadı acıdır. Kur’ân’ı okumayan fâcirin misâli Ebû Cehil
karpuzu gibidir. Kokusu yoktur, tadı ise acıdır. Salih bir
kimseyle oturanın örneği misk örneğidir. Ondan sana bir
şey dokunmasa bile kokusu geçer. Kötü bir kimseyle
oturanın örneği de kürkçü örneğidir. Onun isinden sana bir
şey bulaşmasa da dumanından bulaşır.”
(Ebû Dâvûd 16/4829)
Enes b. Malik (r.a.)’den rivayetle; Resûlullâh (s.a.v.) Efen-
dimiz buyurdular ki: “Sizden birisi, Rabbi ile konuşmak
isterse, Kur’ân okusun.” (Camiu’s-sâğîr 1/205)
Not: Kur’an-ı Kerim ile ilgili Yazılar serisinin birsonraki yazısı 20Mart tarihindedir.
KUR’ÂN MU’CİZESİ: DEMİR
Demir, Kur’ân’da dikkat çekilen elementlerden biridir.
Kur’ân’ın “Hadîd”, yani “Demir” adlı Sûresi’nde şöyle
buyru-lur: “…Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar
için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik…” (Hadids.
25)
Demir dünya üzerinde üçüncü en yaygın elementtir ve
yer kabuğunun yüzde beşini oluşturur. Demir elementi,
Dünya’da bu kadar fazla miktarda bulunmasına karşın, de-
mirin oluşumu dünya dışında gerçekleşmiştir. Modern ast-
ronomik bulgular, dünyadaki demir madeninin dış uzaydaki
dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.
Âyetteki ‘indirdik’ kelimesinin, yağmur ve güneş ışınları
için kullanılan “gökten fiziksel olarak indirme” şeklindeki ger-
çek anlamı dikkate alındığında, Âyet’in yukarıda ifâde etti-
ğimiz bu önemli bilimsel gerçeğe işaret ettiği görülmektedir.
Sadece dünyadaki değil, tüm Güneş Sistemi’ndeki demir,
dış uzaydan elde edilmiştir. Çünkü güneşin sıcaklığı demir
elementinin meydana gelmesi için yeterli değildir. Güneşin
6000 °C’lık bir yüzey ısısı ve 20 milyon °C’lik bir çekirdek ısısı
vardır. Demir ancak güneşten çok daha büyük yıldızlarda,
birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda
oluşabilmek-tedir. Bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı
geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Demirin uzaya
dağılması işte bu patlamalar sonucunda mümkün olur.
Bütün metaller içinde demirden daha çok hayatî önem
taşıyanı yoktur. Demir atomu olmaksızın evrende karbona
bağlı yaşam olması mümkün olmazdı; atmosfer ya da hid-
rosfer olmazdı, ozon tabakası olmaz, (insan kanında) he-
moglobini meydana getirecek hiçbir metal bulunmazdı.
Bu bilginin Kur’ân’ın indirilmiş olduğu 7. yüzyılda bilimsel
olarak tesbît edilemeyeceği ise açıktır. Ancak bu gerçek,
her-şeyi sonsuz bilgisiyle kuşatan Allah’ın sözü olan
Kur’ân’da yer almaktadır.
(Dr. Mazhar, U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur’an, Crescent, 110-111.s)
KUR’ÂN MU’CİZESİ
Gökyüzünün ve yıldızların evvelînin duman olduğu,
bilim ve teknik vâsıtalarının ilerlemesine kadar bilinmi-
yordu. Ancak bu, kabul edilen bir gerçektir. Bu gerçeği ise
hiç kimsenin bilmediği bir zamanda Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı
Kerîm’de şöyle bildiriyordu: “Sonra duman hâlinde
bulunan göğe yöneldi ve yeryüzüne isteyerek veya
istemeyerek buyruğuma gelin dedi. İkisi de isteyerek
geldik, dediler.”
ilim adamları günümüzde, yıldızların hâlâ yaratılmakta
olduğunu bunların birbirlerinden uzaklaşmakta olduğunu
yani göğün genişlemekte olduğunu söylüyorlar. Kur’ân-ı
Kerîm ise bu gerçeği 14 asır evvel şöyle bildiriyordu: “Biz
semâyı bir kuvvetle binâ ettik, biz onu
genişletmekteyiz.” (Zâriyat s. 47)
“Allah (c.c.) kime hidâyet etmeyi dilerse, onun
göğsünü İslâm’a açar, gönlüne genişlik verir. Kimin de
sapıklığını dilerse onun kalbini öyle sıkıştırır ki îmân
teklifi karşısında göğe çıkacakmış gibi (zorlukta) olur.
Allah îmân etmeyenler üzerine böyle azâb
birakir.” (Enam s. 125)
Bu Âyet-i Kerîme ile asıl olan gâye; Mü’mîn ile kâfirin
islâm karşısındaki hâllerini ve psikolojik durumlarını
açıklamakla beraber, ilmî bir gerçeği de, ifâde etmiş oluyor.
Çünkü uzaya doğru yükseldikçe havanın azaldığını, hava
azalınca da göğsün sıkılmaya başladığını ve hattâ öyle
zaman olur ki nefes almanın bile güç olduğunu bugün ilim
adamları söylemektedirler. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz
zamanında durumun böyle olduğunu bilen var mıydı? Bu
gerçek, balonların ve uçakların keşfinden sonra farkedildi.
Kur’ân-ı Kerîm’in ise bunu 14 asır evvel bildirmiş olması
onun Allah’ın Kelâmı olduğuna delildir. Not: Kur’an-ı Kerim
ile ilgili Yazılar serisinin bir sonraki yazısı 3 Nisan tarihindedir.
(Mehmed Çağlayan, Ehl-I Sünnet ve Akaidi, 130.s.)
KUR’ÂN İNANANLAR İÇİN ŞİFÂDIR
Allâhü Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki: “Kur’ân’da in-
dirdiğimiz şeyler, inananlara rahmet ve şifâdır.” (isra s. 17/82)
“Ey insanlar! Rabbinizden size öğüt ve kalblerde olana bir
şifâ, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet
gelmiştir.” (Yunus s. 57)
“Bu Kur’ân, inananlar için bir yol gösterme ve şifâdır. Ve
inanmayanlara gelince, kulaklarında bir ağırlık vardır ve O,
onlara kapalıdır; sanki onlara, uzak bir yerden sesleniliyor.”
(Fussilets. 41/44)
Abdülmelik ibn Umeyr (r.a.)’den rivayetle; Nebf (s.a.v.) Efen-
dimiz buyurdular ki: “Fatiha Sûresinde bütün dertlerin devası
vardır.” (Dârimî6/3373)
imran b. Husayn (r.a.)’den rivayetle; Resûlullâh (s.a.v.) bu-
yurdular: “Allah’ın Kitâb’ında, nazar için sekiz Âyet vardır. Bir
evde, bir kul O’nu okusun da o gün ona insan ve cin nazarı
değsin, olmaz. Sekiz Âyet: Fâtihatü’l-Kitâb ve Âyete’l-Kürsrdir.”
(Câmiü-s Sağîr 3/2846)
Recâ el-Ğanevi (r.a.)’den rivayetle; Resûlullâh (s.a.v.) Efen-
dimiz buyurdular: “Kulların kendisini hamdetmeden önce,
Allah’ın kendisini övdüğü ve methettiği Fatiha ve İhlâs
süreleriyle şifâ isteyiniz.” (Câmiü’s Sağîr 1/559)
Abdullah (r.a.)’den rivayetle: “Kim bir gecede Bakara
Sûresinden on Âyet; yani baş tarafından dört Âyet’ini, Ayet
el-KUrsi ve ondan sonraki iki Âyet ve başı ‘Li’llâhi mâ
fi’s-semâvât…’ ile başlayan son Uç Âyeti, aklı başından gitmiş
bir kimsenin üzerine okunsun da o kişi iyileşmiş olmasın!”
(Darimi 6/3386)
Alf (k.v.)’den rivayetle; Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular: “Kan al-
dırma zamanında kim Âyete’l-KUrsryi okursa, kan aldırmasının
yaran Olur. “(Dualar ve Zikirler, İmâm Nevevi s. 296) Alf (k.V.)’den
rivayetle; Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz buyurdular: “Devanın en
hayırlısı Kur’ân’dır.” (ibn Mâce 9/3501)
Abdullah (r.a.)’den rivayetle; Nebf (s.a.v.) Efendimiz buyurdu
lar: iki şifâya sarılınız. Bunlar bal ve Kur’ân’dır. (ibn Mâce 9/3452)
Not:Kur’ân-ı Kerîm’le ilgili yazılar serisinin bir sonraki yazısı 24
Mayıs’tadır. [Nihâyetm Kavin mm 251 s.))
HIFZ DUALARI (Bu dualar sabah ve akşam okunacaktır.)
E ‘üzu bi ‘ilâhi mine ‘s-seytâni ‘r-racîm.
Bi ‘smi ‘ilâhi ‘r- rahmani ‘r- rahim. Tehassantü bi-zî ‘l-mülki ve
1-meleküt, va’tesamtü bi’l- ‘izzeti vel-ceberüt ve tevekkeltü ‘alâl-meliki’l-
hayyi’l- gayyûmi’l- halîmillezî lâ-yenâmu ve lâ -yemûtu. Dahaltüfl hirzi
İlâhi. Dehaltüfi hifzi İlâhi. Dehaltüfi emâni İlâhi bi-hakki kâf hâ yâ ‘ayn
sâd. Küftü ve bi-hâ mim ‘ayn sın gâf. Humîtü ve bi-lâ-havle ve lâ-kuvvete
illâ bi İlâhi 1- ‘aliyyi 1- ‘azîm.
Allâhümma’hruznî bi-hirzi gudretike min keydil-a’dâi ve hallisnî
bi-mennike ‘an süi gasd-il-esgiyâi ve e’üzü bi-ke min gahril-gâhirîne ve
zulmi z-zâlimîne ve keydi 1-ümerâi 1- hâsidîne ve ta’nil- esgiyâil-müfsidîne
ve semâtetil-esirrâil-mudirrîne ve 1-hamdü li İlâhi rabbi 1- ‘âlemin.
Allâhümme yâ hâfiza Nühin fil-mâ’i ve Yüsufe fil-bi’ri ve Yünuse min
batnil-hüti ve Eyyübe fi’d-durri ve Müsâ fll-yemmi ve İbrâhîme fi ‘n-nârı ve
Muhammedın salla llâhu te ‘âlâ aleyhi ve sellemefil-ğâr. İhfaznîve
lâ-tefzahnî ‘alârü’üs,l-e. hâd.
Allâhümme innî esbahtü* (emseytü) lâ-emlikü li-nefsî dar-ran ve
lâ-nefan ve lâ-mevten ve lâ-hayâten ve lâ-nüsürâ ve lâ-estedî’u en âhuze
illâ mâ-a’taytenî ve lâ-ettegiye illâ mâ vegîtenî. Allâhümme ve’ffignî li-mâ
tühibbuhü ve terdâhu minel-gavli vel- ‘ ameli fi tâ ‘atike inneke zü 1-fadli 1 –
‘azîm.
Bi Smi İlâhi ‘r-rahmâni ‘r-rahîm
Fa llâhu hayrun hâfizan ve hüve erhamu ‘r-râhimîn.
Bi ‘smi İlâhi mâ-sâ ‘a llâhu lâ-yesügu 1 -hayra illâ İlâh.
Bi ‘smi İlâhi mâ-sâ ‘a llâhu lâ-yesrifü ‘s -süe illâ İlâh.
Bi ‘smi İlâhi mâ-sâ ‘a llâhu mâ-kâne min ni ‘metin fe-mina İlâh.
Bi ‘smi İlâhi mâ-sâ ‘a llâhu lâ-havle ve lâ-guvvete illâ bi İlâh.
Mâ-sâ ‘a llâhu te ‘âlâ bi ‘smi İlâhi tevekkeltü ‘alâ İlâhi lâ-havle ve
lâ-guvvete illâ bi İlâhi 1- ‘aliyyi 1- ‘azîm.
Yâ Safi, yâ Kâfi, yâ Mu ‘âfi. *(Sabah esbâhtü, aksam emsey
tü olarak okunur.) Not:Dualar serisinin bir sonraki yazısı
18 Haziran’dadır. (ibâdet Takvimi ve Dualar, 151 -153.s.)
KUR’ÂN’IN STRESİ AZALTMASI
ABD’de yapılan bir çalışmada Kur’ân’ın insan bedeni üze-
rindeki fizîkî etkileri incelenmiştir. Çalışmaya yaşları 17 ila 40
arasında değişen kadın ve erkek gönüllüler katıldı. Bu gönül-
lülerin hiçbiri Müslüman değildi ve Arabça bilmiyordu. Dinle-
diklerini de ilk defa dinliyorlardı. Araştırmada insan bedenin-
deki anlık değişimleri algılayabilen MEDAC 2000 SYSTEM
adı verilen alet ve birbiriyle irtibat hâlindeki alt sistemleri kul-
lanıldı. Kendilerine Kur’ân dinletilenlerin vücûdlarındaki deği-
şiklikler gözleniyor, böylece Kur’ân’ın insan bedeni üzerindeki
fiziki etkileri saptanmış oluyordu. Sonuç şaşırtıcıydı: Kur’ân
dinleyenlerin % 97’sindeki stres azalmıştı. Bu tesir fizyolojik
aksi tesirlerin otonom sinir sistemine yansımasıyla meydana
gelmişti, Kur’ân’ın insan bedeni üzerindeki gerilimi azaltıcı
tesiri, nicelik ve nitelik açısından ölçülebilir bir şekilde ortaya
çıkmaktaydı. Böylece Kur’ân’ın şifâ verici özelliği, en gelişmiş
tıbbi cihazlarla da isbâtlanm ış oluyordu.
Diğer taraftan yapılan 210 deneyin 85’inde dinleyicilere
Kur’ânla birlikte, okunuş olarak Kur’ân’a benzetilmiş cümleler
de dinletildi. Deneyler sırasında bu ikisi düzensiz olarak
değiştiriliyordu. Netice yine hayret vericiydi. Çünkü Kur’ân
ifâdeleri gibi okunan metinler, bu kişilerin %35’inde stres azal-
tıcı etki gösterirken, Kur’ân Âyetlerinin okunmasıyla bu değer
birden yükseliyordu. Kendilerine sâdece Kur’ân dinletilen bu
insanlardaki büyük değişiklik ise Kur’ân’ın, Allah’ın kelâmı ol-
duğunun ve insanlar için bir şifâ ve rahmet olarak gönderildi-
ğinin delTlidir. Çok daha hayret verici olan nokta ise, cennet ve
mükâfatı vaad eden Âyetlerin, cezayı va’d eden Âyetlerden
çok daha fazla rahatlatıcı etkiye sâhib olmasıydı.
Araştırmayı yapan Dr. Ahmet el-KâdTye göre bu bulgular
göstermektedir ki Kur’ân, stresin yol açtığı hertürlü hastalığın
tedâvîsinde kullanılabilir.
Not:Kur’ân-ı Kerîm ile ilgili yazılar serisinin bir sonraki ya-
zısı 24 Mayıs’tadır.
(ABD’nin Florida eyaletinde Dr. Ahmed el-Kâdî tarafından yapılan bir araştırma)
ASIRLAR SONRA KUR’ÂN HAKİKATLERİNİN ANLAŞILMASI
Kur’ân Âyetleri’nde evren hakkında verilen bilgilerden
biri de, gökyüzünün Allâhü Teâlâ tarafından yedi kat olarak
yaratılmasıdır:
“Sizin için yerde olanların hepsini yaratan O’dur.
Sonra göğe istiva edip de onları yedi gök olarak düzen-
leyen O’dur. Ve O, herşeyi bilendir.” (Bakaras. 29)
“Sonra, duman hâlinde olan göğe yöneldi… Böylece
onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her
bir göğe emrini vahyetti…” (Fussiiets. 11-12)
“Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle
bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?” (Nuhs. 15)
Kur’ân’da pek çok Âyette kullanılan gök kelimesi bütün
evreni ifâde etmek için kullanıldığı gibi, dünya göğünü ifâde
etmek için de kullanılır. Kelimenin bu anlamı düşünül-
düğünde, dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7
katmandan oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bugün dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı kat-
manlardan meydana geldiği bilinmektedir. Kimyasal içerik
veya hava s ıcaklığı ölçü alınarak yapılan tanımlamalarda,
Dünya’nın atmosferi 7 katman olarak belirlenmiştir. Bugün
halen 48 saatlik hava durumu tahminlerinde kullanılan ve
“Limited Fine Mesh Model” (LFMM) olarak adlandırılan at-
mosfer modeline göre de atmosfer 7 katmandır.
(Bunlardan ilk iki katman olan troposfer ve stratosferin
keşfi bile 1890’l ı yıllarda olmuştur.)
“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde
yedi gök yaratmış olandır…” (Mülk s. 3)
kilde mümkün olmayan bu bilgilerin, 1400 küsur yıl önce
indirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça bildirilmesi ise el-
bette ki çok büyük bir mucizedir.
Not:Kur’ân-ı Kerîm ile ilgili yazılar serisinin bir sonraki yazısı 15Haziran’dadır.
(Michael Pidvvirny, Atmospheric Layersj)
KELİME-İ TEVHÎD
Ebû Davud’un rivayet ettiğine göre, Allah Resulü (s.a.v.)
şöyle buyurmuşlardır: “Bir Mü’min kulum tevhid ehli olur ve
aşk ve sıdk ile “Lâ ilahe illallah Muhammedün Resûlullâh”
derse onun ağzından yeşil kuş suretinde iki kanatlı bir melek
çıkar. Uçtuğu zaman doğudan batıya kadar uçar. Arşın altına
varır ve çağırır. Arşı taşıyan melekler: “Biraz dinlen” derler. O
melek: “Allâhü Te’âlâ’nın vahdaniyeti, azameti ve kibriyâlığı
hakkı için! Bu sözü söyleyeni bağışlayıncaya kadar asla durup
dinlenmeyeceğim” der.
Allâhü Te’âlâ o meleğe bin tane dil verir. O da kıyamete
kadar istiğfar eder. Kıyamet günü olduğunda, (o melek) o
kelimeyi söyleyen kişinin elinden tutarak cennete götürür.
Allah Resulü (s.a.v.) ağlıyorlardı. Kendisine Allâhü Te’âlâ
şöyle hitâb etti: “Ey Habîb-i Ekrem’im! Eğer cennet ümidiyle
ağlıyorsan, burası Senin makamındır. Tamam. Yok, cehennem
azabı korkusundan dolayı ağlıyorsan orası Sana haramdır.
Didârım için ağlıyorsan o Senin nasibindir.”
Allah Resulü (s.a.v.) şöyle münâcaat ettiler (yalvardılar):
“Allah’ım! maksadım Senin muhabbetindir. Muhabbetini
cennetine tercih ederim. Didârın büyük nimettir. Bu nimet
ümmetime hoştur. Ancak benim ağlamamın sebebi şudur ki bir
avuç zayıf ve nahif ümmetimin gövdeleri cehennem ateşine
nasıl dayanır? diye ağlıyorum.”
Kendisine şöyle seslenildi: “Ey Resûl’üm! Kelime-i tev
hidi çok söylemeyi onlara yardım ettim. Fâni dünyada
bu kelimeyi çok söyleyen kullarımı cehennem ateşi yak
maz. İzzetim ve azametim hakkı için! Cehennem ateşini
onlara reyhan kılarım. “La İlahe illallah Muhammedün
Resûlullâh” diyen kullarıma selâmımı söyle. Onlar sı
ratı geçince cehennem içinden reyhan kokusu gelecek.
Not:Salih ameller serisinin birsonraki yazısı 6 Haziran’dadır.
(Mustafâ Darfr (r.h.), Siyer-i Nebî(s.a.v.), 1 .o, 148.s)
KUR’ÂN’I EZBERLEYENE NE MUTLU!
Allâhü Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki: “Hayır O
Kur’ân, kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde (yer eden)
apaçık Âyetlerdir. Ey Nebîy-yi Zişân, Cebrail Sana Kur’ân
okurken unutmamak için acele edip O’nunla beraber söy-
leme, yalnız dinle. Doğrusu vahyolunam kalbine
yerleştir-mek ve O’nu Sana okutmak Bize düşer.” (Kıyâmets.
7-i6.a.)
Mu’az (r.a.)’den rivayetle; ‘Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz
bana şöyle buyurdular: “Ey Muaz! Saadete ermişlerin
hayâtını, şehidlerin ölümünü, haşr gününde kurtuluşu,
korku gününde emniyeti, karanlık günde nuru, sıcak günde
gölgeyi, susuzluk gününde suya kanmışlığı, hafiflik
gününde ölçüyü, sapıklık gününde doğru yola girmeyi
istersen Kur’ân’ı ezberle. Çünkü O, Rahmanın zikridir,
şeytândan sığınmak ve mizanda da ağır gelme sebebidir.”
(Nihâyetul Kavlil Müfids.253)
“Ümmetimin en şereflileri Kur’ân’ı ezberleyip O’na
hizmet edenler ve geceleri ibâdet edenlerdir.” (Camiu-sSağir
1/613)
“Kur’ân’ı okuyunuz. Şübhesiz ki Allah, Kur’ân’ı
kavra-yarak ezberleyen kimseye azâb etmez. Kur’ân
Allah’ ın ziyafetidir. Bu ziyafete kat ılan emniyyet içinde olur.
Kur’ân’ı sevene müjdeler olsun.” (Camiü-sSağir 1/778)
“Cenâb-ı Allah, yer ve gökleri yaratmadan bin sene
önce Tâhâ ve Yâsîn Sûrelerini okumuştu. Melekler, bu
Kur’ân’ı işitince: Ne mutlu o ümmete ki bu Kur’ân, ken-
dilerine nazil olacak; ne mutlu o insanlara ki, bunu zihin-
lerinde ezberleyip taşıyacaklar; ne mutlu o dillere ki bunu
okuyacaklar! dediler.” (Darimi6/3417)
“Kim Kur’ân’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul
eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse, Allah o
kimseyi cennete koyar. Ayrıca, hepsine cehennem şart
olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılar.”(İbn
Mâce 1/216)
Not:Kur’an-ı Kerfm ile ilgili yazılar serisinin bir sonraki
ya-zısı 18 Temmuz’dadır.
KUR’ÂN’I HATMEDİNCE YAPILAN DUÂ MAKBULDÜR
Enes (r.a.)’den rivayetle; Resûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sel-lem Efendimiz buyurdular ki: Kur’ân ehlinin Kur’ân’ı her
hatmettiğinde, gerek okuyan ve gerekse dinleyenler için
kabul edilecek bir duası ve cennette de bir ağacı vardır ki bir
karga uçmaya başladığı andan itibaren ihtiyarlayıncaya
kadar uçsa, o ağacın kökünden dallarına ulaşamaz. (Câmiû-s
Sağîr 2/1336) Muharib b. Disar (r.a.)’den rivayetle: Kim Kur’ân-ı
Kerîm’i ezberinden okursa, bu onun için dünyada ve âhirette duâ
olur! fDa™;6/3482) Sa’d (r.a.)’den rivâyetle:’Kur’ân’ın okunup
bitirilmesi gecenin başına rastlarsa, melekler O’nu okuyup
bitirene sabah oluncaya kadar duâ ederler. Şâyed O’ nun
okunup bitirilmesi gecenin sonuna rastlarsa, melekler onu
okuyup bitirene akşam oluncaya kadar duâ ederler. Bu
sebeble bazen birimizin Kur’ân’ı hatmetmesine az bir şey
kalır da akşamlayıncaya veya sabahlayıncaya kadar O’nu
okumayı geciktirir! (Dârimî6/3486) Amr b. Şuayb (r.a.)’den
rivayetle; Nebî (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki: “Bir kul,
Kur’ân’ı hatmederse, altmış bin melek onun için duâ eder
(Câmiü-s Sağîr 2/323) . Abdullah b. Ömer (r.a.)’in babasından
rivayetle; Resûl-i Ekrem Sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz
buyurdular ki: “Şu beş durumda sema kapıları açılır ve
dualar kabul edilir: Kur’ân okurken, İslâm ordusu düşman
ordusu ile karşılaştığı zaman, yağmur yağdığında, zulme
uğrayan duâ ettiğinde, ve ezan okunduğunda.” (Câmiü-s SağTr
2/1792) irbad (r.a.)’den rivayetle; Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz
buyurdular ki: “Farz namaz kılan kimsenin makbul bir duâ
hakkı vardır. Kur’ân’ı hatmeden kimsenin de makbul bir duâ
hakkı vardır.” (Câmiü-s Sağîr3/3679) Enes (r.a.)’den rivayetle;
Resûlullâh Sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdular: Her
hatim indirildiğinde, gerek okuyan ve gerekse dinleyenler için
kabul edilecek bir duâ
hakki Vardır. (Câmiü-s SağTr2/2726)
Not:Kur’an-ı Kerîm ile ilgili yazılar serisinin bir sonraki ya-
zısı 2 Eylül’dedir.
DUÂ
“Bana duâ edin, size icabet edeyim.”
Kullarına rahmeti bol Mevlâmızın dergâhından istemek ne
büyük ni’mettir. insanın sığınacak bir yeri, korunacak bir makamı
olması, bu kapının dâima açık tutulması ne güzeldir.
“İsteyin vereceğim” emrine uyularak Allah (c.c.)’ya çok
yalvar ılmahdır.
Duanın da bir ibâdet olduğu hatırlanmalı ve duan ın kabul
olacağına gönülden inanarak yalvarılmahdır.
Hadîs-i şeriflerde şöyle buyurulmuştur: “Sizden biri duâ
edince “Yâ Rabb! Dilersen beni afvet! Yâ Rabb diler-sen bana
rahmet et!” demesin, bilâkis, ısrarla istesin, zîrâ Allâhü Te’âlâ
Hazretleri’ni kimse zorlayamaz.”
“Allah’a duâ eden herkese Allah icabet eder. Bu icabet, ya
dünyada peşin olur, ya da âhirete saklanır, yâhûd da duâ ettiği
mikdarca günâhından hafifletilmek suretiyle olur, yeter ki
günâh taleb etmemiş veyâsıla-ı rahmin kopmasını istememiş
olsun, ya da acele etmemiş olsun.” (Hadis-Şerif)
ibni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: “Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki:
“Kime duâ kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış
demektir. Allâh’dan taleb edilen (dünyevî şeyler-den) Allah’ın
en çok sevdiği afiyettir. Duâ, inen ve henüz inmeyen her çeşit
(musibet) için faydalıdır. Kazayı sâdece duâ geri çevirir. Öyle
ise sizlere duâ etmek gerekir.”
Rabbimiz (c.c.) buyuruyor: “(Resulüm) de ki: Kulluk ve
yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?”
(Furkans. 77)
Duanın tesiri genellikle yaşanmakla bilinmesine rağmen, tıbbî
ve fizyolojik olarak da isbât edilmiştir. Fransa’daki Luordes isimli tıp
bürosu, duanın te’sîrini ilmen isbât etmiştir. Çaresiz birçok derdin
duâ ile şifâya doğru gittiği görülmüştür.Duânın tesirini, bir gayr-i
Müslim olan yazar Dr. Alexis Carrel şöyle ifâde ediyor:- “Duâ,
dünyanın çekim kuvveti gibi gerçek bir kudrettir. Hiçbir tedâvînin
fayda etmediği vakalarda insanların sâdece duâ gücü ile
hastalıklardan ve melankoliden kurtulduklarını gördüm.”
Not: Salih ameller serisinin bir sonraki yazısı 21 Ağustos
‘tadır.
(Ragıb Güzel, Üç Aylar, 197-200.S.)
DUANIN ÂDABI VE İSM-İA’ZÂM
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mescidde oturdukları birgün
adamın biri içeri girerek namaza durdu. Namaz içerisinde
“Râbbiğfirlî ve’rhamnî (Ey Râbbim! Beni bağışla ve bana
merhamet eyle)!” diye duâ etti. Bunun üzerine Hz. Peygam-
ber (s.a.v.) ona:
“Ey namaz kılan kişi! Acele ettin. Namazını tamamla-
yıp oturduğunda, Allâhü Te’âlâ’ya sânına yakışır bir şe-
kilde hamd edip bana da salât ü selâm getirdikten sonra
Allah (c.c.)’dan iste” buyurdular. Daha sonra bir başkası
gelip namaz kıldı. Namazı bitirdikten sonra Allah (c.c.)’ya
hamd edip Hz. Peygamber (s.a.v.)’e de salât ü selâm getirdi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu kişiye: “Ey namaz kılan kişi! Allah
(c.c.)’dan iste. O senin duanı kabul edecektir!” buyurdular.
BÜYÜKLERİ VESİLE KILMAK
Yolculuğa çıkmak isteyen talebeleri Ebu’l Hasan
Harka-ni (k.s.)’a gelerek “Yollar korkuludur. Bize bir duâ
öğretiniz” diye istirham edince Hazret buyurdular ki: “O
zaman, fakiri (Ebû’l Hasan Harkâni (k.s.)’u) hatırınıza
getiriniz!”. Yolda eşkıya, önlerine çıktı. Hepsinin mallarını
aldı. Yalnız, Ebü’l Hasen-i Harkânî Hazretleri’ni hatırlayıp
ondan yardım isteyen kimsenin malına zarar gelmedi.
Gelip durumu Ebû’l-Hasan Harkânî (k.s.) Hazretlerine
anlattılar. Ve “Biz Allâh’dan yardım istedik, eşkiyâlar bizi soy-
kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?” diye sordular. Ebû’l Hasan
Harkânî (k.s.) “O arkadaşınızı kurtaran, Allâhü Teâlâ’dır.
Duanın kabul edilmesi için temiz (helâl lokma yemiş) ağız
gerekir. Bu arkadaşınız fakîri hatırlayıp imdat isteyince, ben
de Rabbime duâ ettim, “Yâ Rabbî! Şu kulunu içinde bulun-
duğu belâdan kurtar” dedim. Rabbim benim duamı kabul et-
tiği için, o arkadaşınız kurtuldu.(Siz ise kendiniz duâ ettiğiniz
için duanıza icabet olunmadı)” buyurdular.
Not:Salih ameller serisinin bir sonraki yazısı 11 Eylül’dedir.
(M. Yûsuf KandehlevT (r.h.), Hayatü’s-Sahâbe, 4.c, 85-86.S.)
(islâm Alimleri Ansiklopedisi, S.cj)
KEHF SÛRESİ DECCÂL’İN FİTNESİNE KARŞI KALKANDIR
Deccâl: Çok yalancı, aldatıcı, hîlekar mânasına
gelmekte-dir. Deccâl, yahûdîolup ilâhlık iddia edecektir. Âhir
zamanda ortaya çıkacak ve Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)
için en bü-yük fitnedir. Ebû Said el-Hudrî (r.a.)’den rivayetle;
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki: “Kim Kehf
Sûresini okursa, kıyamet gününde, onun için bulunduğu
yerinden Mekke’ye kadar bir nûr olur. Kim Kehf Sûresi’nin
sonundan on Âyet okursonra Deccâl ortaya çıkarsa, ona
birzarârı dokunmaz.
Kimabdestalırve:’Sübhâneke’llâhümmevebihamdik. Lâ
ilahe illâ ente. Estağfiruke ve etûbü ileyk. (Ey Allah’ım!
Sen, Sana yakışmayan niteliklerden münezzehsin. Hamd
Sanadır. Senden başka ilâh yoktur. Senden mağfiret diler
ve Sana tevbe ederim) derse, âzâd edilmişlerden yazılır.
Sonra ona (yazılana), mühür vurulur ve kıyamet gününe
kadar yırtılmaz.” (Amelü’l-Yevm ve’l-Leyl 952)
Resûlullâh (s.a.v), Deccâl hakkında şöyle buyurmaktadırlar:
“Dikkatedin ki onun birgözü kördür. Rabb’iniz ise tek gözlü
değildir. (Kör gözlü) Deccâl’in iki gözünün arasında ‘K.F.R’
(kâfir) yazılmış olacaktır.” (Buhâri) Deccâl; Kıyamete yakın
bir dönemde çıkıp islâm Dînini ve ümmetini ifsâd edip
kötülük-lere sürükleyecek birisidir. Kıyametin büyük
alâmetlerindendir. Deccâl’in çıkması haktır. Deccâl, Hadîs-
Şerîflerle sıfatları bi-linen belli bir şahıstır. Cenâb-ı Hakk,
kullarını, onunla imtihan edecektir. Ebû’d-Derda (r.a.)’den
rivayetle; Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki: “Kim
Kehf Sûresi’nin başından üç Âyet okursa, Deccâl
fitnesinden korunmuş olur.” (Tirmizi) Ebû’d-Derda (r.a.)’den
rivayetle; Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular: “Kehf
Sûresi’nin başından on Âyet ezberleyen Deccâl fitnesinden
muhafaza edilir.” (Müslim) Hz. Alî (k.v.)’den rivayetle;
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki: “Cuma günü
Kehf Sûresini okuyan, sekiz gün içindeki her fitneden
korunmuştur. O arada Deccâl de çıksa, ona dokunamaz.”
(ithaf 3/292)
Not:Kur’an-ı Kerîm ile ilgili yazılar serisinin birsonraki
yazısı 25 Ekim’dedir. )
HER TÜRLÜ HAYIRLI TALEB VE MURÂD İÇİN OKUNACAK DUÂ
“Önce Cum’a gecesi sabaha karşı, 2 rek’at namaz
kılınıp arkasından aşağıdaki duâ ta’rif edildiği şekilde
480 defa okunacak:
Önce “Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” dedikten
sonra, 100 defa: “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne
kavminâ bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” (AYâf s. 89)
duası okunup arkasından bir defa: “Allâhümme yâ
müfeüiha’l-ebvâb iftâh lenâ hayra’l-bâb” duası oku-
nacak.
Dörtkere buşekildetekrardan sonra yine Besmele’nin
arkasından 80 defa:
“Rabbene’ftah beynenâ ve beyne gavminâ
bi’l-hakkı ve ente hayru’l-fâtihîn” duası ve bir defa
“Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb iftah lenâ
hayra’l- bâb” duası okunacak.
Ayrıca aşağıdaki üç duâ (âyet) 7’şer defa okunur.
erhamü’r- râhimîn ” (Yûsuf s. 64)
rahİ/J7″(Yâsî ns.58)
fe-ni’me ukbe’d-dâr” (Rad s. 24)
Sonra 8 defa Âyete’l-Kürsî okunacak ve birinci oku-
nuşta; ön tarafa, ikincide; sağa, üçüncüde; sola, dör-
düncüde; arkaya, beşincide; yukarıya, altıncıda; aşa-
ğıya üflenilecek, yedinci okunuşta; yutulacak, sekizinci
okunuşta; etrafa dönülerek (dört bir tarafa doğru)
üfle-necektir.
Not: Dualar serîsinin bir sonraki yazısı 1 Aralık tarihindedir.
(ibâdet Takvimi ve Dualar, Misvak Neşriyat, 183.S.)
NAZAR (GÖZ DEĞMESİ)
Nazar ile ilgili Kalem sûresinin “Nerede ise, kâfirler seni
gözleri ile yıkacaklardı.” mealindeki 51. Âyeti inmiştir.
Hadîs- Şerîfler’de buyuruldu ki: “Nazar haktır.” (Müslim)
“Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar.” (ibnAdiy)
“İnsanların yarısı nazardan ölür.” (Taberânî)
“Nazar neredeyse kaderi geçecekti. Nazardan Allâhü
Te’âlâya sığının.” (Deyiemî)
“Kaderi geçecek bir şey olsaydı nazar geçerdi.” (Müs-
lim)
Nazar değmesine tedbîr olarak Allah (c.c.)’nun kitabında
sekiz Âyet vardır. Kul bunu okuduğu gün insan ve cinlerden
hiç birinin nazarı değmez. Bunlar: Fâtihâtü’l-kitâb ki yedi
Âyettir. Bir de Ayetü’l Kürsî.
Kendi nazarının başkasına değmemesi için ise Peygam-ber
(sav.) Efendimiz; “Beğendiği bir şey gördüğünde bir
Mü’min: ‘Mâ-şâ Allâhu lâ kuvvete illâ billâh’ derse ona
nazar isabet etmez.” buyurmuşlardır. (Beyhâkî) NAZAR
DUASI
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
“Allâhümma’hrusnâ bi-‘aynike’lletî lâ-tenâmu,
ve’h-faznâ bi-ra’fetike’lletî lâ-terâmu, ve’rhamnâ
bi-gudratike •aleynâ felâ tühlik ve ente sikatünâ ve
recâunâ, yâ erhame’rrâhimîne ve yâ ekreme’l-ekremîn.”
“Allâhümme, yâ mukallibe’l-kulûb, sebbit kulûbenâ ‘alâ
dînike ve tâ’atik.” “Allâhümme’c’al fî kalbî nûran ve fi basarı
nûran ve fi sem’? nûran ve ‘an yemini nûran ve ‘an yesâri
nûran ve fevki nûran ve tahtî nûran ve emâmî nûran ve halfi
nûran ve’c’allînûran.”
El-hamdü li’llâhi’llezi tevâda’a küllü şey’in li-‘azametihi
ve’l-hamdü li’llâhi’llezi zelle küllü şey’in li-izzetihi,
ve’l-hamdü li’llâhi’llezi hada’a küllü şey’in li-mülkihi,
ve’l-hamdü li’llâhi’llezi istesleme küllü şey’in li-gudratih.
(ibâdet Takvimi ve Dualar, Misvak Neşriyat, 171 .s.)