Resûlullâh (s.a.v.)’in irtihâlinden sonra insanların bir kısmı
dinden çıkmışlardı. Dinden dönenler iki sınıftır. Birinci sınıf
tamamen irtidat edenler ki, yalancı peygamberlere uyanlar
ve müşrikliğe dönenlerdi, ikinci sınıftakiler ise, namazla
zekâtın arasını ayıranlardır. Zekât vermeyenlerdir. Bunlar
hakikatte mürted değil, baği (âsî) idiler. Bunlarla mücadeleye
itirazlar vardı. Hz. Ebû Bekir (r.a)’in dirâyetiyle, bu mesele
de halloldu.
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle demiştir: “Resûlullâh (s.a.v.) dünyadan
gidipte ondan sonra Ebû Bekir (r.a) halîfe seçildiği ve
araplardan küfredenler, küfrettiği zaman Ömer İbnü’l Hattab
(r.a), Ebû Bekir (r.a)’e şunları söyledi:
Resûlullâh (s.a.v.): “İnsanlar Allâh’dan başka ilah yoktur
deyinceye kadar (onlarla) çarpışmaya me’mur oldum;
imdi her kim Lâilâhe illâllâh derse malını ve canını benden
korumuş olur. Ancak hakkıyla olursa müstesna!
Onun da hesabı Allâh’a kalmıştır.” buyurduğu halde sen,
nasıl oluyor da insanlarla harb ediyorsun? Ebû Bekir (r.a.):
“Vallâhi namazla zekatın arasını ayıranlarla, mutlaka harb
edeceğim. Çünkü zekat, malın hakkıdır. Vallâhi Resûlullâh
(s.a.v.)’a veregeldikleri, yularları bana vermezlerse, vermediklerinden
dolayı onlarla, behamehal harb ederim.” dedi.
Bunun üzerine, Ömer İbnül-Hattab (r.a): “Vallahi iyi anladım
ki Allâh Azze ve Celle Ebû Bekir’in kalbine kıtal için, fütuhat
vermiş. Ve anladım ki, bu kıtal hakmış” dedi.
ZEKATI NE ZAMAN VERMELİYİZ?
Her müslüman, malının nisap miktarının ne zaman geçtiğini
bilemeyebilir. Bu münasebetle Hicri senenin belirli bir
zamanını zekat için tayin etmelidir. Bu davranış sünnettir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Şaban ayını tayin etmiştir. Böylece
müslümanların Ramazana daha kuvvetli ve huzur içerisinde
girmesi sağlanmıştır.
(Ahmet Dâvudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, 1.c., 183.s.)