Beş vakit namazın her rek’atinde okuduğumuz Kur’ân-ı Ke rimin Fatihası, hamd’le başlar. Hamd, Allah Teâlâyı, lûtf-ü ihsan buyurduğu sonsuz ni’metlerine karşı ta’zim ile anmak, övmektir. Allah, kullarına hiç bir karşılık beklemeksizin ni’metlerini bol bol ihsan eder. Ni’metleri sayılamıyacak kadar çoktur. Her faydalan dığımız nimet O’nundur, O’nun eseridir. Mademki öyledir, hamd ve şükür, ibâdet ve kulluk da O’na bizi yaratan, besleyen ve ko ruyan Rabbimize olur; başkasına olmaz.

Hamdetmek, ta’zîm ile Cenâb-ı Hakk’ı anmak tâatin en üstü nüdür. Bir ni’mete karşılık, «Elhamdülillah» diyen bir kul, kaza nacağı bol sevâbla, ebedî hayra nail olur.

Ezkâr-ı Nevevîde rivayet edildiğine göre: Âdem Aleyhisselâm demiş ki: «Yâ Rabbi! in’am ettiğin ni’metlerine karşılık bana Öyle bir şey öğret ki, bütün hamd ve tesbihleri kendisinde toplamış olsun.»

Bunun üzerine, sabah, akşam üçer kere: «Elhamdülillâhi rabbil’â-lemiyn, hamden yüvâfî ni’amehû ve yükâfi meziydeh» (Allah’a, ni’metlerme yetecek, fazlasını hak edecek şekilde hamd ederim), de, buyurulmuştur.

Şu kadar var ki, yerinde hamdetmesini de bilmek lâzımdır. Ve yalnız dünya ni’metleri, maddi ni’metler için değil, asıl dîn ni’metleri,  manevî  ni’metler  için  hamdetmelidir.

Evliyadan Sırrı Sakatı bir gün:

«Ben, bir kere hamdettiğim, elhamdülillah dediğim için otuz yıldan beri istiğfar ediyorum»  demiş.

«Niçin?»  diye sormuşlar. Anlatmış:

«Bağdad’ta yangın olmuş ve birçok dükkân yanmıştı. Bu sı rada yalnız benim dükkânımın yanmadığını haber verdiler. Ben de hamdettim. Hamdetmenin ma’nâsı sevinmekti. Âlemin dük kânları yandığı hâlde benimkinin yanmaması yüzünden hoşnud olmaktı. Halbuki dindaşlığın ve mürüvvetin hakkı sevinmemekti. Bu yüzden otuz yıldır, o günün hamdinden dolayı, tevbe ve istiğfar ile meşgulüm.»

(Ayıntâbi Mehmet Efendi, Tibyân Tefsîri, c. 1 s. 17-18)