Emr-i ma’ruf ve nehy-i münker, şeriatta yapılması gereken şeyi emretmek, yapılmaması gereken şeyi nehyetmek demektir. Kur’an-ı Kerim’de:
“Sizin içinizden, halka her hususta öğüt verecek, hayırlı olanı ve olmayanı bildirecek, ma’rufu emr ve münkerden nehyedecek bir cemaat bulunsun. İşte bu öğüt verenler ve onların öğütlerini dinleyenler, dünyada ve ahirette felah bulanlar ancak bunlardır.” (Âl-i İmran s.104) Buyuruluyor ki, bu âyet-i kerime, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker’in bir farz-ı kifaye olduğuna ve felahın da bu vazifeye bağlı bulunduğuna delalet etmektedir. Farz-ı kifaye demek, bir işi ehil ve erbabtan belirli şahıs veya cemaat işlediği vakit bu işe ehil olan umumdan borç düşer olması ve hiç yapan bulunmadığı zaman umumun günahkâr olması demektir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur:
“İsrail oğullarından kâfir olanlar, Hazret-i Davud ve Meryem oğlu İsa lisanlariyle lanet olundular. Bu da onların isyanlarından, haddi aşmalarından ötürüdür. Onlar, yaptıkları fenalıklardan birbirlerini alıkoymuyorlardı. Yaptıkları işler kötü işlerdi.” (Maide s.78-79) Bu âyet-i kerime, İsrail oğullarının lanet olunmalarına sebep ve illetin, nehy-i münkeri terkettikleri olduğunu bildiriyor.
Hz. Ebûbekir (r.a.) bir hutbesinde buyurmuşlar ki: “Ben Resûlullah (s.a.v.)’den işittim; buyurdular ki: “Eğer bir kimse zalimi zulümde görüp de onu men etmezse Allâh, zâlimin zulmü sebebiyle azabını tamim buyurur (umumîleştirir).””
Müminlerin annelerinden Hz.Aişe (r.a.) demiş ki, “Nebi (s.a.v.) buyurdular: İçlerinde peygamber amelleri gibi amelleri olan on sekiz bin kişi bulunan bir karye halkı azaba uğradı. Dediler: – Ya Resûlullâh, nedendir?
Buyurdular ki: Allâh için buğz, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker etmezlerdi; onun için helak oldular.”
(Ahmed Kemâleddin Üstün, 54 Farz Şerhi, s.227-230)