Kıyamet gününde kimse kimseye itibar ve iltifat etmez. Herkes kendi nefsiyle meşgul olup, benden bir şey ister diye birbirinden kaçarlar.
Kardeş kardeşe, «Dünyada malından ve mülkünden bana niçin birşey vermedin» der. Kadın kocasına, «Bana haram yedirdin» der. Çocuklar babalarına, «Bana niçin ilim öğretmedin ve beni niçin doğru yola sevk etmedin» derler.
Nitekim Hak Te’âlâ Hazretleri buyurur: «(Hatırla ki o gün) baldır(lar)ın açılacağı, kendilerinin secdeye da’vet edilecekleri bir gündür. Fakat (buna) güç yetiremeyeceklerdir» (Kalem s.42).
Bütün halk tek tek hesap olunur. Herkes yalnız kendisinin hesap olunduğunu sanır. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu: «Hakkın arasında hiçbir zaman çekişme eksik olmayacaktır, öyle ki, ten ile can çekişirler. Can:
«Benim elim yok ki, onunla tutayım. Ayağım yok ki, onunla yürüyeyim, gözüm yok ki, onunla göreyim. Ne yaptıysa ten yaptı, benim suçum yoktur» der.
Ten ise: «Ey Rabbim! Beni bir ağaç gibi yarattın. Benim elim ve ayağım tutmazdı ki, onunla günah işleyeyim. Bu can bana bir nur gibi geldi. Onunla konuştum, onunla gördüm. Benim asla günâhım yoktur» der.
Bunun üzerine Hak Te’âlâ şöyle buyurur: «Sizin durumunuz gözsüz ile ayaksıza benzer. Gözü olan kişi bir bağ içinde çok yemiş gördü. Ayaksızı gözsüz götürdü, o bağa girdiler. Yemiş çaldılar. Öyle olunca ikisine birlikte azap etmek gerekir. Geri kalan uzuvlar da böyledir. Yani göz, kulak, el ve ayak, onlara da soru sorulur».
Nitekim Hak Te’âlâ buyurur: «Senin için hakkında bir bilgi hâsıl olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, kalb: Bunların herbiri bundan mesuldür» (İsrâ s.36).
(Yazıcıoğlu Ahmed Bican, Envârü’l Âşıkin, s.475-477)