İran Şahı Yezdicerd, Çin imparatorundan yardım istedi. Çin imparatoru, İran elçisine: “Komşu hükümdarların birbirlerine yardım ettiğini biliyorum. Yenilen bir hükümdara yardım etmek gelenektir. Sizi memleketinizden çıkaran adamların vasıflarını anlat da nasıl insanlar olduklarını öğreneyim. Çünkü onların az oldukları halde, sizin gibi büyük bir devleti bu şekilde perişan edip yurdunuzdan çıkarmasında bir hikmet olsa gerek. Herhalde onların iyi, sizin ise kötü bir tarafınız vardır ki, böyle oluyor” dedi. Sonra Çin imparatoru elçiye, “Sözlerinde duruyorlar mı?” diye sordu. Elçi, “Evet” dedi. İmparator,
“Savaşa başlamadan önce size ne teklif ediyorlar” dedi. Elçi, “Bizi üç şeyden birini seçmeye davet ediyorlardı: Ya dinlerini kabul etmeye, ya cizye vermeye, ya da savaşmaya. Dinlerine girseydik, onlardan biri gibi olacaktık. Cizye vermeyi kabul etseydik, bizi himayelerine alıp herkese karşı koruyacaklardı” dedi. İmparator, “Emirlerine itaatleri nasıldır? diye sordu. Elçi, “Onlar kadar emirlerine itaat eden kimse görmedim” dedi. İmparator, “Onların dininde neler haram, neler helâl?” diye sordu. Elçi bunları da anlattı. İmparator, “Helâlleri haram, haramları helâl sayarlar mı?” dedi. Elçi, “Hayır” dedi. İmparator, “Haramlarını helâl, helâllerini haram saymadıkça hiç bir toplum helâk olmaz” dedi.
İmparator İran Şahına şu mektubu yazdı:
Sana, başı Merd’de (Horasan’da bir şehir) sonu Çin’de olacak kadar büyük bir ordu göndermem gerekir. Böyle yapmak gerektiğini biliyorum. Ancak senin elçinin bana anlattığı kavim eğer dağları yerinden sökmek isterlerse bunu yapabilirler. Eğer onlarla bizim aramızda siz olmasanız, böyle vasıflara sahip oldukları müddetçe benim saltanatımı da elimden alırlar. Beni dinlersen onlarla barış ve himayeleri altına girmeye razı ol. Onlar sana dokunmadıkça da sen onlara dokunma.
(M. Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, c.4, s.459-460)