Serpuş, her devirde ve cemiyette, giyenlerin mensup olduğu sınıfı ve zihniyeti temsil etmiştir. İnsanlar, başına giydikleri ile birbirinden ayırt edilmiştir. Türkiye’de ise 1925’de çıkarılan ve tarihte benzeri bulunmayan bir kanunla halka şapka giymek mecburiyeti getirilmiştir. Bu kanunun kabulü sırasında yapılan konuşmalarda, zihniyetle serpuş arasında irtibat olduğu; Türk halkının da şapka giymekle muhafazakârlıktan kurtulacağı müdafaa edilmiştir.
Ancak şapka inkilâbı, hiç bir inkılâbın görmediği reaksiyonu doğurmuştur. Konya, Rize, Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş, Erbaa, Giresun gibi şehirlerde çıkan isyanlar kanla bastırılmıştır. Hamidiye zırhlısı Rize’yi denizden bombardıman etmiştir. Âleme ibret olsun diye aralarında sarıklıların da bulunduğu onlarca kişi asılmıştır. Hatta şapka inkılâbından çok önce yazdığı kitabından dolayı büyük İslam Âlimi İskilipli Atıf Efendi de idam edilmiştir. Kel Ali gibi, birkaç ay öncesine kadar şapka giyenleri züppelikle suçlayanlar, “Anandan şapkayla mı doğdun?”diye tokatlayanlar, şimdi bu mahkemelerde şapka giymeyenlere ölüm cezaları vermişlerdi.
Hazret-i Peygamber (s.a.v.), serpuşun iman ile küfr arasını ayırd eden bir alâmet olduğunu söylediği için (Taberânî), başa giyilen şeylerin, Osmanlı kültüründe mühim bir yeri vardır. Şapka giymek, dinden çıkmakla bir tutulmuştur. Çünkü Ebussuud Efendi’nin, ‘Başına ecnebi külahı geçirenin imanı gider!’ diye fetvası bulunuyordu. Ancak Din adamları, zaruretten dolayı imana zarar vermeyeceği, ama evde mutlaka çıkarılması gerektiği hakkında gizli fetvalar neşretmiştir.
Şapka kanununun ardından, bütçe zayıf olduğu halde, memurlara şapka kredisi açılmıştır. Ecnebi gemiler aylarca Türk limanlarına giyilmiş şapkalar taşımıştır. Parası olmadığı için şapka alamayan halk, başına şapkaya benzeyen garip şeyler geçirmiştir. Polis, sokakta şapkasız gezenleri çevirmiş, 6 ay hapse ilâveten bir de para cezası vermiştir…
(Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, www.ekrembugraekinci.com)