Resûlullâh (s.a.v.)’e; “Göklerde ve yerde bulunan her şey Allâh’ındır. Siz gönüllerinizdekini açsanız da gizleseniz de Allâh onunla sizi hesâba çeker; ve dilediğini affeder; dilediğine de azâb eder. Allâh her şeye kâdirdir.” âyeti nâzil olduğu vakit, bu âyet (s.a.v.)’in ashabına şiddetli geldi. Hemen Resûlullâh (s.a.v.)’e geldiler ve diz çöküp oturarak:
“Ey Allâh’ın Resûlü (s.a.v.)! (Eskiden) bize gücümüzün yeteceği ameller: Namâz, oruç, cihâd ve sadaka (gibi ibâdetler) teklif olun(muş)du. (Şimdi) sana şu âyet indirildi. Biz buna takat getiremeyiz.” dediler. (Salla’llâhu aleyhi ve sellem):
“Sizden önce geçen iki tane ehl-i kitab (kavm)’in dedikleri gibi işittik ve isyan ettik, demek mi istiyorsunuz? Bilakis, siz: Dinledik ve itaat ettik; gufranını niyaz eyleriz yâ Rabb! varışımız da ancak sanadır, deyin!” buyurdular.
Ashâb (r.a.); “Dinledik ve itaat ettik; gufranını niyaz eyleriz yâ Rabb, varışımız da ancak sanadır.” dediler. Cemâat bunu okuyunca dilleri ona yatıştı. Sonra Allâh (c.c.) şu âyeti indirdi:
“Peygamber Rabbinden kendisine indirilene imân getirdi. Mü’minler de her biri: Allâh’a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, peygamberleri arasında hiç bir fark gözetmeyiz, diyerek îmân getirdiler. Ve: Dinledik, itaat ettik. Gufranını niyâz eyleriz yâ Rabb! Varışımız da ancak sanadır dediler.” Onlar bunu yapınca Allâh ta‘âlâ da o âyeti neshederek:
“Allâh (c.c.) hiç bir kimseye tâkat getiremeyeceği bir şey teklîf etmez. Herkesin kazandığı kendine, irtîkab ettiği de (yine) kendi aleyhinedir. Ey Rabbimiz! Unutur veyâ hatâ edersek bizi muâhaze buyurma!..” (Bakara s. 286.â.) (Peygamber (s.a.v.) şu duâları okudukça Allâh ta’âlâ) peki (yaptım) buyurmuştur.
Ey Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! (Allâh ta’âlâ: Peki, buyurmuş.) Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi de yükleme! (Allâh ta’âlâ: Peki, buyurmuş.) Bizi affet! Bizi mağfiret eyle! Bize merhamet buyur! (Çünkü) bizim mevlâmız ancak sensin. Binâenaleyh kâfirler gürûhuna karşı bize nusret eyle! (Allâh ta’âlâ: Peki, buyurmuş.)
(M. Yûsuf Kandehlevî (rh.a.),
Hadîslerle Müslümânlık, 5.c., 467.s.)