Abdullah bin Menâzil buyurdu ki: “İnsanlar senin sûi zannından, sen de nefsinin vesvese ve hevasından kurtulduğun vakit, senin için vakitlerin en fazîletlisidir. İnsanlar edebe, ilimden çok daha fazla muhtaçtır. Hayadan bahseden, ama kendisi Allahü Teâlâ’dan haya etmeyen kimseye ne kadar şaşılır. İhtiyâcı olmayan bir şeyi kendisine lâzım kılan, ihtiyâcı olan bir şeyi zayi etmek durumunda kalır.
Allahü Teâlâ çeşitli ibâdetleri bildirdi. Sabrı, sıdkı, namazı, orucu ve seher vakitleri istiğfar etmeği buyurdu. İstiğfarı en sonra söyledi. Böylece kula, bütün ibâdetlerini, iyiliklerini kusurlu görüp, hepsine af ve mağfirelt dilemesi lâzım oldu.
Çalışıp da tevekkül etmek, bir yere çekilip ibâdet yapmaktan hayırlıdır. Kendisinden ilim öğrendiği zât-ta, ayıb ve kusur arayan, o zâtın ilminden, feyiz ve bereketinden istifâde edemez. Tevekkül sahibi kimse, her şeyden yüz çevirip Allahü Teâlâ’ya dönen kimsedir.
Farzlardan birini eda etmeyen, sünneti yapmama belâsına yakalanabilir. Sünneti terk edenin ise bid’ate düşmesi muhakkaktır. Sâhib olduğun vakitlerin en faziletlisi; nefsinin istek ve arzularından kurtulduğun ve halk için sû-i zanda bulunmadığın vakittir.
Nefsi için bir hizmetçi istemediği müddet zarfında kul, kuldur. Kendisi için bir hizmetçi istedi mi, yüksek derecesinden düşmüş ve kulluğun âdabını terk etmiş olur. Çünkü başkasının kendisine hizmet etmesini istiyecek kadar nefsini büyük görmüştür.
Eğer bir kul, bütün ömrü boyunca bir an riyasız ve nifaksız kalırsa, o bir ânın bereketini tâ ömrünün sonuna kadar duyar. Ârif kimse, Allâhü Teâlâ’dan gelen hiçbir şeyi acâib karşılamaz.
(İslam Alimleri Ansiklopedisi)